LİBYA’DA EMPERYALİSTLER ARASI “İT
DALAŞI”
Ermenistan’ın
Tovuz kentine saldırısı Libya ve Doğu Akdniz’deki jeopolitik
durumdan farklı olarak ele alınamaz. Son günlerde Libya’daki
sessizliğin, çatışmasızlık halinin, karşılıklı izlemeli
bekleyişin, ama aynı zamanda Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin
Sirte-Cufra hattında savaş için Türkiye destekli savaş
hazırlıkları, Mısır’ın efelenmesi ve meclisten Libya’ya
asker gönderme teskeresini çıkartması, Fransa’nın Türkiye’yi
AB’ye şikayeti, Rusya-Fransa görüşmesi ve Libya’da vekalet
savaşının konvansiyonel savaşa doğru evrilme tehlikesi derken;
bu ülkedeki karmaşanın sesi Ermenistan’ın Azerbaycan’a
saldırısında geldi.
Azerbaycan-Ermenistan
arasındaki sorunun Libya ile ilişkisi ne olabilir diye kendimize
sorabiliriz. Kafkasya ile Doğu Akdeniz’in ve Libya’nın
birbirini etkileyen ve aynı zamanda tamamlayan jeopolitik ilişkisi
vardır. ABD ve AB bakımından bu bölgeler arasındaki ilişki
ancak etkilenme, ama Rusya ve Türkye aşısından ise bu ilişki
etkilenme+tamamlanma ekseninde önem kazanmaktadır. Azerbaycan ve
Ermenistan arasındaki Karabağ bağlamında çelişkilerin hiçbir
keskinleşme emaresi yokken Ermenistan’ın Karabağ dışında,
Azeri kenti Tovuz’a saldırması açıktan Türkiye’ye Libya’da
savaşmayalım, Sirte-Cufra hattı da dahil sorunu masada halledelim
mesajıydı. Nitekim yorumcular alemi Azerbaycan-Ermenistan sorununu,
Tovuz’a saldırıyı derin derin analiz etmeye koyulmuşlardı.
Ancak, daha önce anlaşamayan Rusya ve Türkiye birdenbire Libya
konusunda ortak hareket etmek için mutabık kaldıklarını
açıkladılar. Bu derin yorumcular o zaman Kafkasya ile Doğu
Akdeniz ve Libya arasındaki jeopolitik etkileme ve tamamlama
ekseninin ne anlama geldiğini anladılar. Bu yılın Ocak ayında
anlaşamayanlar Temmuz ayında anlaşabilecek duruma geldiler. Bu
hızlı hareket etmenin perde arkasında Rusya, Tovuz’a saldırıyla
Türkiye'ye Azerbaycan ve Orta Asya ile kara ve demir yolu bağını;
doğal gaz ve petrol boru hatlarını kesebilirim dedi. Yani ABD’ye
fazla yaslanma, bu işi beraber halledelim türünden bir mesaj. Açık
ki, diktatör Erdoğan Tovuz’da gırtlağıma çökersen ben de
Kafkasya'yı ve Orta Asya’yı; Müslüman toplumları kaşırım’
mesajını vermemiştir. Yani en sonunda yapacağını şimdi
söyleyip en kıymetli kozunu etkisizleştirmemiştir.
ABD
ve AB, Türkiye-Rusya inisiyatifi karşından şimdilik seyirci
konumundalar. NE olacağı bilinmez, ama bilinen o ki, Türk heyeti
en kısa zamanda Rusya’ya gidecek ve kaldıkları yerden devam
edecek her iki ülke. Suriye’de olduğu gibi yine bir masa
kurulacak. Masanın bir ucunda Rusya, diğer ucunda ABD oturacak.
Türkiye açık ki, Rusya ile ortak hareket edecektir. Son inisiyatif
bunu göstermektedir. Türkiye, Suriye’de olduğundan farklı
olarak iki küresel güç arasındaki çelişkilerden daha güçlü
yararlanacaktır; Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaptığı
anlaşmaların, bunun ötesinde askeri olarak varlığının doğrudan
bir sonucu olarak paylaşıma katılacaktır.
Türkiye-Rusya
arasındaki Libya üzerine görüşme sonucunda ortak görüşü
ifade eden dört maddelik uzlaşı aslında çok şey ifade etmiyor,
ama inisiyatifi ele tutmaya yetiyor:
-Libya'da
uzun süreli ve sürdürülebilir ateşkes için gereken koşulların
oluşturulması amacıyla Libyalı taraflara nüfuz edilmesi de dahil
olmak üzere ortak çabalara devam edilecek.
-Libya
konulu Berlin Konferansı'nın kararlarına (19 Ocak 2020 tarihli)
uygun olarak ve BM'nin koordinasyonunda Libyalı taraflar arasındaki
siyasi diyaloğun teşvik edilmesine katkı sunulacak.
-Güvenli
insani erişimin sağlanması ve tüm ihtiyaç sahiplerine acil
olarak yardım ulaştırılması için taraflara önlem alma çağrısı
yapılacak.
-Libya
Ortak Çalışma Grubu kurulması ve görüşmelerin bir sonraki
turunun en kısa zamanda Moskova'da yapılması konusunda çalışma
yapılacak.
Libya’da
ittifaklaşma Sirte-Cufra hattında somutlaşıyor.
Marksist
Teori’nin 43. sayısında yayımlanan aşağıdaki yazı Libya
sorununu ele alıyor.
Libya’da
Emperyalistler Arası “İt Dalaşı”
“Türkiye'nin savunması Libya'dan başlıyor,
yeni konsept bu. Türkiye terörle mücadele konseptini ‘terörü
sınır dışında önlemek’ şeklinde değiştirdi.
Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmalar, “her
türlü hak ve çıkarlarını da sınır ötesinde koruma
konsepti”ne işaret ediyor.” (Akşam gazetesi, 17
Aralık 2019)
“Libya’ya asker, savunma kalkanını orada
kurmaktır.” (Haber7, 16
aralık 2019, haber7)
“Akdeniz Kalkanı Harekatı Libya'ya kadar
genişletilmeli...
Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, ...
Yunanistan'ın hamlelerini önlemek maksadıyla Akdeniz Kalkanı
Harekatı'nın Libya'yı kapsayacak şekilde genişletilmesi
gerektiğini vurguladı.” (Yeni
Şafak, 26 Aralık 2019)
"Küreselleşme çağında Misak-ı Milli
sınırlarının güvenliği sınırların ötesinde başlar. Yani
Türkiye’nin güvenliği, bu çağda Misak-ı Milli sınırlarının
ötesinde başlar. Siz hattı geniş çizmezseniz, bu küreselleşme
çağında ülkenizin ulusal sınırlarını dahi koruyamazsınız.
Biz bunun örneklerini defalarca gördük. Libya birilerine çok uzak
gelebilir. Libya bizim deniz komşumuzdur. Libya bizim sadece tarihi
bağlarımız olduğu bir yer değil aynı zamanda Kuzey Afrika’nın
en belirleyici ülkelerinden biridir. Kuzey Afrika’da bir kriz
olduğunda bütün Akdeniz ülkeleri bundan etkilenir ,Türkiye
bundan etkilenir. Bu, ‘Libya’da ne işimiz var?’ sözü çok
dar bir bakış açısının cümlesidir.” (Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü İbrahim Kalın, 29 Aralık 2019)
Alman Savunma Bakanı Peter Struck 5 Aralık
2002’de ne demişti? “Almanya’nın güvenliği Hindikuş’ta
savunulur”, yani Almanya’dan 7 bin km uzakta.
ABD, en azından 10 bin km uzaktan gelerek, Almanya
en azından 7 bin km uzağa giderek Afganistan’da ulusal
güvenliklerini sağlarlarken, Türkiye kendi ulusal güvenliğini
bir adım ötedeki Libya’da sağlamak için neden adım atmasın?
Nihayetinde Libya’ya asker gönderme teskeresi de Meclis’de kabul
edilmiştir.[1]
Öncesi
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da halk ayaklanmaları
koşullarını ve iç savaşı fırsat olarak kullanan ABD ve AB
emperyalistleri NATO önderliğinde Tunus ve Mısır değil de,
Libya'ya doğrudan askeri müdahale ettiler. Jeostratejik çıkarlarını
genişletmek için. Kaddafi ve en yakın çevresinin Libya'yı terk
etmesi ve Bengazi eksenli muhalefetin iktidara gelmesiyle çıkarlarını
büyüteceklerdi. Kaddafi’yi susturmak ve bu değişimi sağlamak
için de BM 17 Mart 1973 tarihli bir bildirgesine sığınarak Libya
hava sahası üzerinde uçuş yasağı koydular.
Uçuş yasağı kararı ve uygulaması için
“sivil halkın korunması” demagojisi öne sürüldü. Ama bu
arada sayısız insan NATO bombalarında katledildi.
Önce Amerika'nın doğrudan komutanlık ettiği
Libya'ya havadan saldırılar, sonra NATO'ya devrettiler.
Libya ve
Emperyalistler Arası Çelişkiler
Arap ülkelerindeki kalkışmalar, krizler,
devrimler, savaşlar, ayaklanmalar çağını güncelliyor.
Bloklaşmaları ve ittifakları soru götürür yapıyor. Emperyalist
ülkeler arasındaki; ABD-AB-Rusya- Çin ve AB içi emperyalist
güçler (Almanya-Fransa) arasındaki çelişkileri açığa
çıkartıyor. Libya'ya saldırı kararı ve uygulaması
emperyalistler arası çelişkilerin de etkili olduğu bir
süreçtir.[2]
Libya'ya saldırı aynı zamanda petrol için bir
savaştır. Libya dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip
olan ülkelerinden biridir. Bu saldırı sonucunda Kaddafi rejiminin
devrilmesi ve Bengazi muhalefetinin iktidar olmasıyla Libya petrol
ve doğal gazının enerji tekellerinin eline geçmesi ulaşılmak
istenen hedeflerden biridir.
Libya üzerine
emperyalistler arası rekabette karşılıklı yoklama aşaması
Katılımcılar sonuçta 55 maddelik bir “barış
planı” ortaya çıkardı, ama Hafter, daha önce Moskova’da
hazırlanan ateşkes anlaşmasını imzalamadığı gibi bu planı da
imzalamadı.[3]
Ateşkes çabaları ve BM'nin rolü, silah
ambargosu, dış müdahalelerin sonlandırılması, siyasi sürece
dönüş, ekonomi ve petrol, taraflar arasında temas ana
başlıklarında Libya sorunu BM’ye havale edildi. Böylece Libya
sorunu “barışçıl çözümü” başka bir bahara kaldı.
Libya’ya “barış” getirmek için birbirine
benzemezler bir koalisyon oluşturdular, sorunu çözmek için masa
başında bir araya geldiler. Bu türden sorun çözme çabaları
yeni değildir. Hele bu işin içine BM karıştırılıyorsa bunun
anlamı, uzun sürecek bir “itiş-kakış” maratonu başlatılıyor
demektir. Bir araya gelen güçlerin kesin saflaşması henüz
oluşmamıştır, süreç içinde genel anlamda Afrika ve özel
olarak da Libya eksenli Kuzey Afrika sahasında jeopolitik gücü
olan emperyalist ülkeler etrafında bir kümelenme olacaktır. Bu
kümelenmede Rusya’nın, ABD’nin aynı safta olması mümkün
değildir. Bu sahada ABD ve Rusya esas rekabet odaklarıdır. Bu
aşamada Çin’in doğrudan, aktif olarak “topa girme” niyetinin
olmadığı, aynen Suriye sorununda olduğu gibi bir politika
izleyeceği anlaşılıyor.
Libya konusunda da çatlak seslerin çıktığı
AB’nin iştahlı hareketi sonucu değiştirmeyecektir. Ortadoğu ve
Suriye sahasında seyirci kalmanın pek ötesine geçemeyen veya
ABD’nin varlığından dolayı orada olan AB’nin Fransa gibi üye
ülkeleri şimdi AB’nin Akdeniz politikasından dolayı Libya
sorununda iştahı kabarmış bir anlayışla aktif hareket etmeye
başladılar. Bu türden ülkelerin başını Almanya çekmektedir.
Suriye sorununda izleyici olan AB, Libya sorununda
aktif izleyici olmanın ötesine pek geçemez. Buna ABD-Rusya
arasındaki rekabet izin vermez; AB ancak taraf olabilir. Fransa’nın
Libya’da desteklediği Hafter güçlerine askeri yardım yaparken
AB’yi yanında bulamaması bu etkisizliğin ve AB içindeki
emperyalist rekabetin örneğidir.
AB’nin Rusya ile ortak hareket etmesi de mevcut
dünya konjonktüründe pek mümkün gözükmemektedir. Bu, açıktan
açığa Libya eksenli Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de Batı
dünyasının bölünmesi, AB’nin açıktan ABD politikasına karşı
gelmesi ve karşı tarafta, Rusya yanında yer alması anlamına
gelir.
Rusya’nın tavrı henüz açık değildir. Her
ne kadar Hafter’e askeri destek veriyor olsa da, her iki tarafla
ilişkisini sürdürmektedir.
Soruna başından bu yana müdahil olan Amerikan
emperyalizmi, Libya’daki gelişmelere uzaktan bakıyor görünümümü
veriyor, güya önemsemiyor. Şimdilik işin BM’ye havale
edilmesinden memnun gözüküyor, BMGK üzerinden Libya sorununu
kontrol edebileceğini düşünüyor, yani son açıklamaların da
gösterdiği gibi Sarrac hükümeti yanında yer alıyor. Ama hem
Erdoğan’a hem de Sisi’ye “Seni anlıyorum” diyor.
Aynen Suriye sorununda olduğu gibi Libya
sorununda da Doğu Akdeniz’de, Libya eksenli Kuzey Afrika’da
rekabet eden küresel iki oyuncu etrafında bir kümelenmenin
oluşmasına doğru bir gelişmenin başındayız. Tabii, Suriye’den
farklı olarak bu alan oldukça geniş ve enerji kaynağı olma ve
dünya jeopolitikasında stratejik öneme sahip olma bakımından çok
daha önemlidir ve bu nedenle de bu geniş sahadaki rekabet çetin
olacaktır.
Suriye’de olduğu gibi Libya’da da son kertede
bir tarafta Rusya diğer tarafta da ABD başat güç olacaktır.
Dünya jeopolitikasında söz sahibi olan ve olmak isteyen bu iki
emperyalist ülkenin Doğu Akdeniz’de ve Libya’da ortak hareket
etmeleri, ancak en fazlasıyla güç dengesinin bir göstergesi
olabilir; bu durumda bu denge değişince ortak hareket etmenin de
bir anlamı kalmaz. Bu her iki emperyalist ülke için esas olan
birbirine karşı rekabettir. Bu nedenle Suriye’de olduğu gibi
Libya’da da, Doğu Akdeniz’de de rekabet eden güçler
saflaşmasının başını çekecekler.
Libya sorununa müdahil olan ülkelerin her biri
“Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” diyor. Hepsi Libya'da
ateşkes ve barış istiyor! Ancak gerçek şu: Bu ülkelerin önde
gelenlerinin her biri, birer emperyalist hayduttur. Hepsi “barış”
adı altında Libya'nın talanında aslan payını kapmak istiyor.
Libya’da emperyalistler arasındaki rekabetin
şekillenmesi, genel anlamda Kuzey Afrika ve Sahra bölgesinden
başlayarak bütün Afrika’da emperyalistler arası çelişkileri
tetikleyeceğinden daha fazla keskinleştirecektir. Burada bir
taraftan Çin, diğer taraftan ABD, Fransa, kısmen Rusya ve Türkiye
karşı karşıya gelecektir.
Libya’da emperyalistler arasındaki rekabetin
şekillenmesi, Doğu Akdeniz’in paylaşımında da doğrudan
belirleyici olma özelliği taşımaktadır.
Ne diyordu Lenin “Emperyalizm...” yapıtında?
“Kapitalizmde nüfuz bölgelerinin, çıkarların, sömürgelerin
paylaşılması konusunda, paylaşıma katılanların gücünden,
bunların genel ekonomik, mali, askeri vb. gücünden başka bir
temel düşünülemez. Oysa paylaşıma katılanların gücü aynı
şekilde değişmemektedir, çünkü kapitalizmde farklı
girişimlerin, tröslerin, sanayilerin, ülkelerin, eşit şekilde
gelişecekleri düşünülemez. Almanya, yarım yüzyıl kadar önce
kapitalist gücü o zamanki İngiltere'nin gücüyle
karşılaştırıldığı zaman, zavallı, önemsiz bir ülkeydi;
Rusya'yla karşılaştırıldığı zaman Japonya da aynı
durumdaydı. On ya da yirmi yıllık bir süre içinde, emperyalist
güçlerin nispi kuvvetlerinin değişmeden kalacağını
söyleyebilir miyiz? Kesinlikle söyleyemeyiz”.
Lenin’in bu analizinin ne anlama geldiğini
Suriye sahasında anlamamak için bayağı direnildi. Şimdi de Libya
sahasında anlamamak için gerçeklik karşısında direnmenin bir
anlamı olmayacaktır.
Libya üzerine
emperyalistler arası rekabet karşılıklı yoklama aşamasını
henüz geçmedi.
Berlin konferansında kararlaştırılan ateşkes
uygulanamamıştır. Bunun açık nedeni, kararı imzalamayan
Hafter’in kısa zamanda Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni devirmek
için silahlı mücadeleyi yoğunlaştırarak saldırıya geçmesidir.
Ancak, Türkiye’nin çatışmalara doğrudan müdahil olmasından
sonra savaşın seyri, Hafter güçlerinin aleyhine değişmiş,
birçok stratejik kentin/bölgenin Hafter güçlerinden geri
alınmasından sonra Ulusal Mutabakat Hükümeti güçleri Sirte’yi
kuşatınca Hafter ateşkesten bahsetmeye başlamıştı. Hafter,
Mısır’a gitti. Sisi ile hazırlanan ve Rusya’nın da
desteklediği “Kahire Deklersayonu” ortak basın bildirisi 6
Haziran’da açıklandı.
Bu arada Rus ve Türk heyetlerinin görüştüğü,
Dışişleri ve Savunma Bakanlarının İstanbul’da görüşecekleri
duyurulmuştu. Ancak, yapılan açıklamaya göre gündem maddeleri
üzerinde anlaşma sağlanamadığı için görüşme ertelenmiştir.
Açık ki, Türkiye ve Rusya bir biçimde Suriye
sahasında sürdürdükleri Astana formatlı politikayı Libya’da
da uygulamanın yol ve yöntemlerini aramaktalar. Sadece bu durum;
Libya sorununda her iki ülkenin inisiyatifi ellerinde tuttuğunu;
Libya’da konumunu güçlendiren ülkelerden birisinin Rusya,
diğerinin de Türkiye olduğunu göstermektedir.
Müdahil güçler
arasında ittifak arayışları:
Libya sahasında
ABD-Rusya-Türkiye arasındaki ittifaklaşma nasıl şekillenecek?
ABD-Rusya-Türkiye arasındaki “üçlü
ittifak”ın, Suriye sahasında nasıl şekillendiğini gördük.
“Erdoğan’a izin vermezler, azarlarlar, hizaya getirirler,
haddini bildirirler” düşüncesinden hareket edenler yanıldılar.
Hem Putin hem de Trump, Erdoğan’dan memnunlar. El ele verip Rojava
devrimini tasfiye edenler bunlardır. Aralarında çıkara dayanan,
bir çelişki-denge ilişkisi olan “kutsal ittifak” kurulmuş.
İkisi (Rusya ve ABD) küresel oyuncu, diğeri (Türkiye) ise ancak
bölgesel oynuyor. Her iki küresel oyuncunun bölgemizde birbirini
alt edebilmesi için bölgesel oynayan Türkiye’ye ihtiyacı var.
Bu “ittifak”ın oluşmasına zemin oluşturan
hesaplar kısa vadeli değildir; uzun vadelidir ve jeopolitiktir. ABD
ve Rusya şu veya bu konuda anlaşabilirler ve Türkiye açıkta
kalabilir. Bu mümkündür. Ancak, bu her iki emperyalist ülke
sıradan emperyalist ülkeler değildir; her ikisi de dünya
hakimiyeti jeopolitikası üretme imkan ve yeteneği olan ülkelerdir.
Küresel büyük “oyun”un iki belirleyici aktörüdür. Bu iki
ülke arasındaki denge değişiminde Türkiye önemli bir konuma
sahiptir. Bu denge değişimi de bugünden yarına gerçekleşecek
bir değişim değildir. Bu, “Atlantik-Avrasya” arasındaki güç
dengesi değişimidir. Dolayısıyla bu uzun erimli süreçte Türk
burjuvazisi koparabildiği kadar taviz koparmaktan geri
kalmayacaktır.
“Üçlü
İttifak” ve Libya: Libya’da kim kimi destekliyor?
Libya, iki hükümetli, iki ordulu ikiye bölünmüş
bir ülke konumunda. BM, bazı AB ülkeleri, Türkiye, Katar ve
birçok başka ülke Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH)
destekliyorlar. Diğeri ise Temsilciler Meclisi ve General Hafter
liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu. Hafter güçlerini Suudi
Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa ve açıktan
kabullenmese de Rusya destekliyor.
Doğu Akdeniz’in paylaşımında Türkiye’nin
Libya ile yaptığı MEB ve arkasından askeri anlaşmalar, bölgeyi
Türkiye’yi dışlayarak paylaşan bölge ülkelerini ve bu
paylaşımın ardında duran ABD ve AB’yi harekete geçirdi. Doğu
Akdeniz ve bu bağlamda Libya sorunu ülke ve dünya gündeminde ilk
sırada yer aldı. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin çağrısına
uyarak Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararı ise bir
taraftan soruna müdahil ülkeleri telaşlandırırken, diğer
taraftan da özellikle iç basında bildik tekerlemelere zemin
oluşturdu.
Libya’ya asker gönderme meselesi, Kore’ye,
Afganistan’a asker göndermeyle, Efrîn’in, Cerablus-El Bab
hattının, Fırat’ın doğusunun işgaliyle bir ve aynı değildir.
Kore’ye asker gönderen Türkiye ile bugün
Rojava’yı kısmen işgal eden ve Libya’ya asker gönderme kararı
alan Türkiye arasında niteliksel bir fark vardır.
Kore'ye asker gönderen Türkiye, Amerikan
emperyalizmine uşaklık yapmaya hazır olduğunu kanıtlamaya
çalışan, Amerikan çıkarları için savaşan bir Türkiye’ydi.
Mükafatı NATO’ya girmek oldu.
Afganistan’a asker gönderen Türkiye, keza
Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasına koşulan bir
Türkiye’ydi. NATO adına oraya gitti.
Rojava’nın bazı bölgelerini işgal eden
Türkiye, bu işgali yeni güvenlik konseptiyle açıklayan, ABD ve
Rusya’ya rağmen ve onların rızasıyla bu işgali gerçekleştiren
bir Türkiye’dir. ABD adına gitmedi, ABD’ye rağmen gitti. Rusya
adına gitmedi. Kendi adına gitti.
Libya’ya asker gönderme kararı alan Türkiye,
resmen emperyalist politika güden bir Türkiye’dir. Libya için
savaşmak veya Libya’da başka güçlere karşı savaşmak, bölgede
hegemonya için, emperyalist çıkarlar için savaşmaktır. Bu,
tamamen mahkum edilmesi gereken bir girişimdir.
Açık ki, ABD adına gitmedi, NATO adına
gitmedi, Rusya adına gitmedi. Onlara rağmen gitti.
Libya, “Asker gönderilen 13. ülke olacak”
diye böbürlenmek, ilhakçılığın, yayılmacılığın, savaş
çığırtkanlığının, militarizmin varmış olduğu boyutları
gösterir.
Suriye sahasında da bunun hesabı yapılmadı mı?
Türk, Rus ve Amerikan güçlerinin karşı karşıya gelebileceği
hesapları yapılmadı mı? Özellikle Türk-Rus ve Türk-Amerikan
güçlerinin karşı karşıya gelebileceği üzerine derin analizler
yapılmadı mı? Ne oldu? Türkiye, söz konusu her küresel
emperyalist güçle ayrı ayrı mutabakatlar imzaladı. “Barış
Pınarı Harekâtı” kapsamında 17 Ekim 2019’de ABD ile “Ankara
Mutabakatı”nı, yine “Barış Pınarı Harekâtı” kapsamında
22 Ekim 2019’da Rusya ile Soçi Mutabakatı’nı imzaladı.
Peki, bu her iki küresel güç Türkiye ile bu
mutabakatları niçin imzaladı? Türkiye’den çekindikleri için
mi? Veya Trump ve Putin, şimdi Erdoğan bir “ey çekerse”
binlerce km uzakta olsak da kulaklarımızın zarı patlar diye
korktuklarından dolayı mı? Hayır. Her iki küresel güç,
Türkiye’yi kendi yanında tutmak için bu adımları attılar.
Yem, avdan büyük olmadığı sürece bu oyun
sürecektir. Ne ABD ve ne de Rusya Doğu Akdeniz’den vazgeçebilir.
Doğu Akdeniz-Ortadoğu ekseni küresel rekabetin en önemli
ayaklarından biridir. Ama bu eksende Türkiye olmaksızın tutunmak
da mümkün değildir.
Rus emperyalizmi Türkiye’yi sürekli kendi
safında tutmak, görmek için Suriye sahasında yaptığının
benzerini Doğu Akdeniz ve Libya sahasında da yapmak zorunda
kalabilir. Aynısını ABD de yapacaktır.
Putin-Trump-Erdoğan veya Rusya-ABD-Türkiye
arasındaki “üçlü ittifak”, çelişkili haliyle kendini var
eden bir ittifaktır.
Dünya çaplı jeopolitika üretme yeteneği olan
ülke, stratejik düşünen, uzun erimli hesap yapan, üç-beş hamle
sonrasını görmeye çalışan veya gören ülkedir. ABD, NATO
üzerinden Rusya’yı Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya,
Karadeniz-Türkiye hattında kuşatmasında en kritik, en belirleyici
hattın Türkiye olduğunu biliyor. Bunu Rusya da biliyor.
1952’den bu yana önce sosyalist Sovyetler
Birliği’ne, sonra da revizyonist, sosyal emperyalist Sovyetler
Birliği’ne karşı kapitalist dünyanın güney hattının bekçisi
olan Türkiye’nin bu görevi yerine getirmemekle Amerikan
emperyalizminin dünya hegemonyası jeopolitikasında onarılamaz bir
yara, gedik açıyor olmasının ne anlama geldiğini ABD çok iyi
biliyor. ABD’nin bildiğini Rusya da biliyor.
Bu hattın Türkiye sahasında kopması, Amerikan
jeopolitikası ve Rusya’yı çevreleme stratejisi için bir
yıkımdır ve Rus emperyalizminin, bu hattın kopması için neleri
feda edebileceğini anlamak zor olmasa gerek. Bu hattın işlevsiz
kalmasıyla Rusya’nın Karadeniz üzerinden dünyaya açılması
önündeki engelin yok olacağının, güneyden çevrelenme
tehdidinin ortadan kalkacağının Rus emperyalizmi jeopolitikası
açısından ne anlama geldiğini, bu bakımdan Türkiye’nin
stratejik önemini Rusya biliyor. Bunu ABD de biliyor. Ancak,
Suriye’yi Suriye olarak görenler, buradaki oyunun dünya
hegemonyası jeopolitikasındaki yerini göremeyenler, Doğu
Akdeniz’i Doğu Akdeniz, Libya’yı Libya olarak görürler.
Bundan dolayıdır ki, Suriye sahasında Türkiye-Rusya, Türkiye-ABD
ilişkisini/rekabetini/çelişkisini, bu “üçlü” arasındaki
“zorunlu birliktelik” ittifakının Doğu Akdeniz’de, Libya’da
ne yapabileceğini anlamazlar.
ABD-Rusya arasında küresel ve Türkiye-ABD-Rusya
arasında bölgesel jeopolitik “oyunlar” ve çıkarlar bu
“üçlü”yü birbirine bağlamıştır. ABD bir yere kadar
Türkiye’nin üzerine gidebilir. Rusya da öyle. Her ikisi de
Türkiye’yi küresel jeopolitik amaçları için kazanmak istiyor.
Bu da Türkiye üzerindeki baskıyı sınırlıyor, Türk
burjuvazisine direnme ve kendi çıkarlarına tekabül eden tavizler
koparma imkanı veriyor. Diktatör tam da buna oynuyor.
Rusya ve ABD için av, küreseldir. O avı elde
etmek için Türkiye’nin istediği en fazlasıyla giderek büyüyen
yem olabilir. Her ikisi de bu yemi Türkiye’ye veriyor.
Nasıl ki, ne ABD’nin ne de Rusya’nın Suriye
sahasında Türkiye’ye bir şeyler vermeme lüksünün olmadığını
gördüysek, buna benzer bir gelişmeyi Doğu Akdeniz ve Libya
sahalarında da göreceğiz. Birisi az, diğeri biraz fazla bir
şeyler vermeyecektir; biri bir şeyler verirse diğeri de eş
değerde bir şeyler verecektir. Türkiye açısından o “kutsal
ittifak”ın olmazsa olmaz kuralı bu.
Suriye sahasında şunu gördük: Türkiye, ABD ve
Rusya arasındaki çelişkilerden yararlandı ve yararlanıyor. ABD,
Türkiye’yi kaybetmek istemediği için veya kaybetme korkusuyla
Türkiye’nin istemlerini, tam anlamıyla olmasa da kabullendi.
Diğer taraftan Rusya, Türkiye’yi ABD’den,
Batı’dan, bunun toplamı olarak NATO’dan uzaklaştırmak
istiyor. NATO’da kalarak ondan uzaklaşan Türkiye, Rusya’ya
yakınlaşan Türkiye demektir. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye’deki
istemlerine göz yumdu, yumuyor.
Şimdi bu taktik Doğu Akdeniz’de, güncelliği
bakımından da öncelikle Libya sahasında yeni bir sınavdan
geçecek.
Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak isteyen
ABD-NATO, Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye’ye karşı nasıl
bir tavır alacak? Aynı şekilde Türkiye’yi NATO ve ABD’den
uzaklaştırmak isteyen Rusya, Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye’ye
karşı nasıl bir tavır alacak?
Bunları göreceğiz.
Gelişmelerin neyi göstereceğini şimdiden
kestirmek güç olsa da, gerçekleşmesi durumunda Libya sahasında
Türkiye-Rusya arasında ittifak, ABD’ye, AB’ye ve Hafter safında
yer alan diğer ülkelere (Mısır, Yunanistan, Fransa, BAE) karşı
bir ittifak olacaktır. Suriye sahasında olduğu gibi, Libya
sahasında da “Astana süreci” türünden bir sürecin başlatılma
olasılığı vardır. Denklem çok basit: Rus emperyalizmi,
Ortadoğu’da, onun bir parçası olarak Suriye’de, uzantısı
olarak da Doğu Akdeniz ve Libya’da Amerikan emperyalizmine karşı
olmazsa olmaz müttefik olarak Türkiye’yi görüyor, görmek
zorundadır. Bu, jeopolitik aklın bir gereğidir. Tabii, aynı akıl
ABD için de geçerlidir. Her iki emperyalist ülke bu akla sahip
oldukları müddetçe -Bölgede hegemonya iddiaları varsa ve bu
hegemonyayı dünya jeopolitiği için kendi açılarından kullanmak
istiyorlarsa bu akla sahip olmak zorundalar- diktatör Erdoğan da bu
sahada at koşturmaya devam eder.
Libya’da esas
ittifaklaşma Sirte-Cufra hattında oluşacak
Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin Sirte
kapılarına dayanması, aslında Libya’da vekalet savaşlarının
sonlandığını, sıranın konvansiyonel güçlerle (ordularla)
savaşmaya geldiğini gösterir. Sisi’nin çıkışı Sirte-Cufra
hattını kırmızı çizgi ilan etmesi bunun açık ifadesidir.
Sisi’ye hem ABD hem de Rusya bu açıklamayı yapması için yeşil
ışık yaktılar. Ancak Sirte-Cufra hattını ABD ve Rusya ortaklaşa
kontrol etmek niyetinde değil. Her biri kendi çıkarına göre
hareket ediyor. Neyin ne olacağı henüz belli değil. Ama Libya’da
esas ayrışma veya uzlaşma; ülkenin bölünmesi veya birliğinin
sağlanması bu hat üzerinden sağlanacaktır. Orada da üç güç
aktif; ABD, Rusya ve Ulusal Mutabakat Hükümeti/Türkiye. Sonunda
Mısır, BAE, Fransa ya ABD’nin ya da Rusya’nın yanında yer
almak zorunda kalacaklar. Bu nedenle söyleyecekleri ABD’nin ve
Rusya’nın planlarının ötesinde olamaz. İtalya tavrını
açıkladı, Hafter’i destekleyen Fransa da fiilen ya ABD’nin ya
da Rusya’nın yanında yer alacaktır. Libya gibi bir sahada ABD ve
Rusya ortak çıkarlar için ortak hareket edemeyeceklerine göre
ayrışmaları; karşı karşıya gelmeleri Sirte-Cufra hattında
olacaktır.
Açık ki, Libya’nın paylaşımında öncelikle
ABD-Rusya-Türkiye üçlüsünün atacağı adımlar belirleyici
olacaktır.
*
Açıklamalar
Türkiye’yi vazgeçilemez kılan, onun dünya ve bölgesel jeopolitikada coğrafi olarak oynayacağı roldür. Her bir güç, bugün açısından somutta da ABD ve Rusya, kendi aralarındaki rekabette Türkiye kozunu kendi hesaplarına kullanmak istiyorlar. Bunu en açık bir biçimde Suriye savaşında, Batı Kürdistan’ın bir kısmının işgalinde, Rojava devriminin tasfiyesinde gördük. Gözlerimizin önünde ABD ve Rusya ile yaptığı mutabakatlar ve doğrudan işgalle sonuç almaya çalıştı. Alınan en önemli sonuç, hem Türkiye hem de Rusya ve ABD açısından Rojava devriminin tasfiyesiydi.
Türkiye’nin uzanabileceği yakın ve orta yakın her bölgede bu üç ülke (Türkiye, ABD ve Rusya) bir biçimde karşımıza çıkmıştır, çıkacaktır. Doğu Akdeniz’de, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Karadeniz’de jeopolitika üretme ve uygulama yeteneğine sahip bu iki emperyalist gücün rekabetinde Türkiye, biri tarafından diğerine karşı hep kazanılmak istenecektir. Bunun böyle olduğunu Suriye sahasında gördük. Şimdi sırada Doğu Akdeniz ve Libya var.
Türk burjuvazisinin yeni ulusal güvenlik politikasını anlamak için gözden kaçırılmaması gereken noktalar vardır. O “soğuk savaş” döneminde iki kutuplu olan dünya, SSCB ve Varşova Paktı’nın dağılmasından bu yana (1990’lı yılların başı) artık yok. O günden bu yana gelişen, çok rekabetli bir dünyadır. İki kutuplu dünya döneminde kutupların varlığını ifade eden kutup çıkarlarını esas alan anlaşmalar artık işlevsizleşmiştir. Dolayısıyla günümüzde küresel ve bölgesel ağırlığı olan her bir ülke kendi çıkarlarına göre hareket etmektedir. Ulusal güvenlik bağlamında ise durum şuydu: Kutuplardan birisine dahil olmak, ulusal güvenliğin de dahil olunan kutup tarafından belirlenmesine ve bunun da ulusal olmaktan ziyade uluslararası anlam taşımasına neden olmaktaydı. NATO ve Varşova Paktı, kapitalist ve revizyonist sistemlerin uluslararası güvenlik araçlarıydı. Bu paktlara üye olan ülkelerin ulusal güvenliğinden de bu paktlar sorumluydu. Dolayısıyla bu paktlara üye olan ülkelerin kendilerine özgü ulusal güvenlik politikaları geliştirmelerinin bir anlamı yoktu.
Diğer bir nokta da Türk burjuvazisinin/sermayesinin gelişmişlik durumudur. Türk sermayesi, dünyaya açılma iddiasında olan bir sermaye konumuna gelmiştir. Bunun siyasi önderliğini de bugün diktatör Erdoğan yapmaktadır. Geliştirilen yeni ulusal güvenlik konsepti “bitlenen” Türk sermayesinin çıkarlarını ifade eden bir konsepttir.
Yeni ulusal güvenlik konseptinde yeni olan, Türk burjuvazisinin açıktan saldırganlık politikası güdeceğini açıklamasıdır. Dolayısıyla yeni ulusal güvenlik konsepti savunma eksenli değil, saldırı eksenlidir. Daha önceki ulusal güvenlik konseptiyle yeni ulusal güvenlik konsepti arasındaki temel fark budur.
Yeni ulusal güvenlik konsepti, Erdoğan önderliğinde Türk burjuvazisinin bir savaş programıdır; yeni güvenlik konsepti “tehdidi yerinde yok et” adı altında doğrudan saldırı eksenli konsept olarak geliştiriliyor. .
Yeni ulusal güvenlik konsepti sadece güney sınırlarıyla, Batı ve Güney Kürdistan’la sınırlı değildir.
Bu politikanın bir de Ege denizi ve adalar ayağı var. Diktatörün şu sözleri meseleyi açıklıyor: ”Karşımızdakilerin hak hukuk adalet gibi bir dertleri yok. Haklarımıza göz dikenler meydanın boş olmadığını bilsin. Akdeniz'de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye'nin balıkçılıktan yüzde 1 alacağı bir düzene razı olmayacağız. Ege'deki egemenliği kendine ait olmayan ada, adacık gibi kendileri hazırladığı projeyle ortaya çıkanlar meydanın boş olmadığını bilmeliler. Ülkemize emrivaki yapılmasına izin veremeyiz”. (23 Ara 2019 tarihli Sabah gazetesinden)
Bu politikanın bir de Batı Trakya cephesi de var.
Bu politikanın Kıbrıs eksenli Akdeniz cephesi de var: Uzatmaları oynayan Kıbrıs sorunu, bölünmüşlüğün bir biçimde resmileştirilmesiyle sonuçlandırılabilir. Son dönemlerde Kıbrıs adası ve çevresinde keşfedilen enerji yatakları ve devam eden sondaj çalışmaları bu sahada rekabetin şimdiye kadar olduğundan daha da keskinleşeceğini göstermektedir. Türk burjuvazisini bu rekabet dışında kalmayacaktır.
Bu politikanın bir de Kafkasya cephesi var: Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan'da da askeri faaliyet sürdürmektedir.
Bu da yetmiyor. Uluslararası alanda “teröre karşı mücadele” adı altında Türkiye, Irak, Somali ve Katar'da askeri üsler kurdu, Sudan’a “el attı”. Bu durumda Türk burjuvazisi, Alman emperyalizminin Almanya'nın çıkarlarını Hindikuş'unda savunmak için Afganistan işgaline ve savaşına katıldığı gibi, Türk sermayesinin çıkarlarını korumak için Katar, Somali, Afganistan ve Sudan'a uzanmak gerekir anlayışındadır.
Şimdi buna Libya da eklendi.
Daha önce Rojava, şimdi de Doğu Akdeniz ve Libya için atılan savaş naraları, “kılıç” şakırtıları, dizginsiz şovenizm ve militarist açıklamalar yeni ulusal güvenlik konseptinin bir savaş programı olduğunu yeteri kadar açıklıyor: “Önleyici vuruş hakkı”, “düşmanı bulunduğu yerde, sınır ötesinde imha etme” kavramları yeni ulusal güvenlik konseptinin belirleyici ögeleri olmuştur.
2) Fransa, sömürgeci güç ve bu ülkeler üzerinde “hak sahibi” olduğu; buraların kendisinden sorulacağı anlayışı içinde hareket ediyor. Ama bu ülkelerin hiçbirinde de istediği gibi etkili olamıyor.
Fransız emperyalizmi, AB ve Kuzey Afrika'da giderek etkisizleşiyor. Saldırganlığının esas nedeni bu. Bu nedenle Almanya karşısında askeri üstünlüğünü koz olarak kullanmaya çalışıyor ve bölgeyle ilgili AB'nin askeri ve diplomatik ilişkilerinin Fransa üzerinden sürdürülmesini istiyor.
AB'nin doğu genişlemesini kontrolü altında tutan Almanya, Rusya ile ilişkilerini derinleştirme ve kapsamlaştırma çabası içinde. Bu da Fransa'yı oldukça rahatsız ediyor. Önemsizleşen AB, önemsizleşen Fransa'nın Almanya ile çelişkilerinin keskinleşmesi demektir.
ABD'nin de Libya'da önemli sayılacak ekonomik yatırımları yok. Ama Libya Amerikan emperyalizmi için ekonomik açıdan potansiyel önemlidir. Dolayısıyla ABD açısından Libya şimdilik siyasi ve askeri olarak önemlidir.
Kuzey Afrika'da savaşın sadece Libya'ya karşı olmakla sınırlı olmadığı, Afrika kıtası üzerinde Çin ve Batılı emperyalist güçler arasındaki rekabetten de; daha doğrusu Çin'in Afrika'daki yayılmasından da anlaşılmaktadır. Çin Ticaret Bakanlığı verilerine göre, NATO Libya'yı bombalamaya başladığında 75 büyük Çin işletmesi Kaddafi rejimiyle toplam 18 milyar dolarlık anlaşma yapmıştı. Savaşın devam etmesi ve Bengazi muhalefetinin hakimiyeti durumunda Çin'in zararı büyük olacaktır.
Bu savaşın en önemli nedeni belki de Çin'dir. Çin, neredeyse Afrika'nın yarısını satın almış durumda;1995'te Çin'in Afrika ülkeleriyle ticaret hacmi ancak 6 milyar dolardı. 2010'da bu miktar 130 milyar doları aştı. Güney Afrika Standard Bank'ın tahminine göre Çin'in Afrika'daki doğrudan yatırımları 2015 yılına kadar 50 milyar doları aşabilir. Çin petrol ihtiyacının yüzde 28'ini Afrika ülkelerinden sağlıyor ve sürekli de yeni petrol yatakları elde etmeye çalışıyor.
Çin, sadece ekonomik faaliyetiyle değil, siyasi faaliyetiyle de Afrika ülkelerinde etkili oluyor; yeni okul ve yol yapıyor; düşük faizli kredi veriyor. Bundan dolayı örneğin Angola, Çad, Nijerya, Sudan, Uganda, Etiyopya IMF kredilerinden vazgeçerek Çin'den kredi aldılar.
Çin'in bu yayılmasından en çok rahatsız olan Amerikan emperyalizmidir; ne pahasına olursa olsun Çin'i Afrika'da durdurmaya, bir “Çin Afrikası”nın oluşmasını engellemeye çalışıyor.
NATO çerçevesinde emperyalist güçler, başta da Amerikan emperyalizmi, Libya saldırısıyla yeni bölgesel bir savaş alanı oluşturdular. Ortadoğu (Filistin ve Irak) ve Orta Asya (Afganistan) ile birlikte jeostratejik olarak birbiriyle sıkı bağ içinde olan üç bölgede dört savaş alanı açıldı. Buna Suriye de dahil olabilir. Bu bölgesel savaş alanları, Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti jeopolitikasının ve NATO'nun yeni genel konseptinin-askeri planının bir parçasıdır.
3) Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, Kongo Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun, BM'nin Libya Temsilcisi Ghassan Salame ile Afrika Birliği ve Arap Ligi temsilcileri katıldı bu konferansa. Ayrıca Çin'i Çin Komünist Partisi (ÇKP) Dışişleri Çalışma Komitesi Ofisi Başkanı Yang Cieçı, Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan temsil ettiler. (Basından)