TARİHSEL VE GÜNCEL OLARAK ABD’DE IRKÇILIK*
Irkçılığa
karşı mücadele aynı zamanda faşizme, devletin
faşistleştirilmesine karşı mücadeledir. Irkçılığın
hegemonya mücadelesi ile yakından ilişkisi vardır; hegemonya
mücadelesi ırkçılığı besleyen bir olgudur. Bu bakımdan
hegemonya mücadelesinin, dünya çapında rekabetin strateji
ve politikası olan jeopolitika, ırkçılık teorisidir.
Her
dönemde ve her ülkede ırk teorilerinin o döneme ve ülkeye özgün
yanları vardır. Bu yanlar, özgünlükler biçimsel olsa da
belirleyicidir. Bu özgünlüklere rağmen, ırk teorilerinin
temelini farklı ırklara mensup olan insanların “doğal
eşitsizliği” oluşturur. Bu eşitsizlik de, toplumun ve kültürün
ebediyen değişmeyen biyolojik yasalarına tabi olmasıyla
açıklanır. Gerçeklikle hiç bir ilişkisi olmayan ırk
teorilerinin hepsinde ortak olan budur.
Irk
teorileri temelden tutarsızdır, maddi nedenselliği yoktur; bilim
dışıdır. Irkçılar, toplumsal ve biyolojik görüngüleri
birbirine karıştırırlar; biyolojik kategorilerle (örneğin ırk)
toplumsal oluşum ve gelişmeleri açıklamaya çalışırlar. Bunu
yaparken toplumsal gelişmeye özgün yasaları; toplumun kendi
gelişme yasaları doğrultusunda hareket ettiğini inkâr ederler.
Lenin, ırkçıların, toplumsal yaşamın görüngülerini biyolojik
olarak açıklama çabalarını teşhir ederek şunu söyler:
“Bu
kavramlara başvurarak aslında, toplumsal görüngüler üzerine hiç
bir inceleme yapılamaz, toplumsal bilimlerin yöntemi konusunda hiç
bir anlayışa varılamaz. Bir "erkeci" ya da
"biyo-sosyoloji etiketini bunalımlar, devrimler, sınıf
mücadelesi, vb. gibi olaylara yapıştırmaktan daha kolay bir şey
yoktur, ama böyle bir uğraştan daha kısır, daha skolastik, daha
ölü bir uğraş da yoktur.”1
Ayrımcılık
anlayışının ve uygulamasının tarihi hiç de yeni değildir.
Daha Roma İmparatorluğu döneminde Romalı olmayan herkesin,
“değersiz”, “aşağılık” olduğu anlayışı yaygındı.
Romalı köle sahipleri, köleyi, kendilerinden oldukça farklılaşmış
bir insan türü olarak görürlerdi. Aynı anlayışı
“filozof” Friedrich Wilhelm Nietzsche de “felsefi” olarak
açıklamış, Hitler önderliğinde Alman faşizmi de uygulamıştır.
Diktatör Erdoğan’ın “affedersiniz Ermeni” sözü de aynı
kategoride ele alınmalıdır.
Ancak,
ırk teorileri en geniş, yaygın kullanımına kapitalist çağda
erişmiştir. Bu çağda sömürge savaşlarında; Asya, Afrika,
Amerika halklarının Avrupa’nın sömürgeci ülkeleri (Portekiz,
İspanya, İngiltere, Fransa, Hollanda) tarafından
köleleştirilmesinde ırk teorileri kullanılmıştır. Irkçı
ayrımcılık esas itibariyle kapitalist toplumun bir ürünüdür.
Malcolm X’in ifadesiyle ırkçılığın olmadığı kapitalizm
yoktur.
“Hıristiyanlık
konusunda uzman W. Howitt, Hıristiyan sömürgecilik sistemi
hakkında şöyle diyor: "Hıristiyan denilen bu soyun, dünyanın
dört bir yanında boyundurukları altına alabildikleri halklara
karşı gösterdikleri vahşet ve zulmün bir benzerine, hiç bir
çağda ne kadar yabanıl ne kadar kaba ve ne kadar merhametsiz ve
utanmaz olursa olsun, başka hiç bir soyda rastlanamaz."2
Asya,
Afrika, Amerika halklarını boyunduruk altına alan ve köle
durumuna düşüren sömürgeci ülkeler, talan ve imha
politikalarını haklı çıkartabilmek için kendilerinin üstün
ırktan, sömürgeleştirilenlerin de aşağılık, bağımsız
gelişmekten yoksun olduklarının teorisini geliştirmeye
başladılar.
Modern
ırk öğretisinin kurucusu Fransız sosyolog Graf Gobineau’dur.
“İnsan Irklarının Eşitsizliği Üzerine Deneme”sinde
(1855) “ari ırkı” “yüksek”, “üst” ırk, Slavları ve
diğerlerini de “aşağı”, “alt” ırk olarak açıklar. Bu
sosyologa göre boyunduruk altına alınması, yok edilmesi
gerekenler de “aşağı”, “alt” ırktan olanlardır.
Bu
sosyologun ırkçı düşüncelerinden Almanya, İngiltere, ABD gibi
ülkelerde hâkim sınıflar bolca yararlandılar. Almanya ve ABD’de
olduğu gibi ırk teorileri geliştirildi.
19.
yüzyıl boyunca ABD, ırkçılığın yeşerdiği topraklar oldu. O
zaman dünyanın hiçbir ülkesinde ırkçılık ve milliyetçilik
ABD’de uygulandığı kadar uygulanmadı. Bunun nedeni vardı:
ABD’de hâkim sınıflar, bir taraftan aslında ülkenin gerçek
sahipleri olan Kızılderililerin kökünü kazırken, diğer
taraftan da geniş topraklarda köle ekonomisi kurdular.
Amerikan
hâkim sınıflarının, bu barbar, imha politikalarını haklı
çıkartan bir ideolojiye ihtiyaçları vardı. Daha 17. yüzyıldan
itibaren sömürgecilerin ideologları, Kızılderililerin işe
yaramaz olduklarının, modern topluma ayak uyduracak durumda
olmadıklarının ve bundan dolayı da yok edilmesi gerektiğinin
propagandasını yapıyorlardı. Bu unsurların gözünde siyahlar
ise biyolojik özelliklerinden dolayı sadece köle olabilirlerdi ve
beyazlara tabi olmaları gerekirdi.
19. yüzyıl ortalarında
ABD’de Siyahların Kurtuluşu taraftarları ve karşıtları
arasındaki mücadele bağlamında çok sayıda ırkçı tezler
yayınlanmıştır. Bu tezlerde köle ekonomisi haklı çıkartılmaya
çalışılmıştır.
Emperyalistler,
dünya hâkimiyeti iddialarını, jeopolitik çıkarlarını
gerçekleştirmek için ırk teorilerini sömürgeleştirmede, ilhak
ve imhada ideolojik temellendirme olarak kullanmışlardır.
Irk
teorileri emperyalist çağda hemen bütün emperyalist ülkelerde
yaygınlaşmıştır. Irkçılık emperyalist çağda burjuva
ideolojinin, emperyalist gericiliğin vazgeçilemez bir temel ilkesi
olmuştur.
Emperyalist
çağ, aynı zamanda ulusal baskının derinleşmesi, mali sermayenin
hâkimiyeti, azami kar, paylaşılmış dünyanın yeniden
paylaşılması çağıdır. Bu çağda emperyalist talancıların
dünya hâkimiyeti için sürdürdükleri fetih savaşları;
kapitalizme özgü bütün bu çelişkilerin keskinleşmesi, kendini
haklı çıkartmak isteyen emperyalist burjuvazinin daha kapsamlı
bir biçimde ırkçılığı ve milliyetçiliği ideolojik silah
olarak kullanmasını beraberinde getirmiştir. Emperyalist çağ,
ırk teorilerine kendi damgasını vurmuştur.
Kapitalizmin
serbest rekabetçi döneminde ırk teorileri, genel olarak
sömürgeleştirilen ülke halklarına karşı kullanılmıştı.
Sömürgeci burjuvazinin ideologları beyaz ırkın “renkli”
ırklar karşısında üstünlüğünü yayarken, kapitalizmin
emperyalist çağında durum değişmişti; ırkçılığın bu
açıklaması artık yetersiz kalmıştı. Emperyalist çağda
burjuvazinin, sadece “renkli” değil, beyaz olan halkların da
boyunduruk altına alınmasını ve dünya hâkimiyetini haklı
çıkartan teorilere ihtiyacı vardı.
Paylaşılmış
dünyayı yeniden paylaşmak, “güneşin altında bir yer kapmak”
için acımasız rekabet/mücadele, yeni yetişen, arkadan gelerek
öndekileri geçmek, onların yerini almak isteyen Almanya ve ABD
tarafından sürdürülmekteydi. Her iki emperyalist ülke de
görünüşü farklı, ama ideolojisi aynı olan ırk teorileri
geliştirdiler. Almanya’da Yahudiler, Çingeneler, komünistler
hedef alınırken ABD’de esasen Siyahlar, Latinler, Avrupa’dan
gelen göçmenler ve var olduğu kadarıyla Kızılderililer hedef
alınmasıyla yetinilmedi; Alman emperyalistleri ve jeopolitikacıları
dünya hâkimiyeti anlayışlarını gerçekleştirmek için “ari
ırk” teorisini geliştirirken, Amerikan emperyalistleri de güya
eskiden beri var olan Anglosakson üstünlüğünden bahsetmeye
başladılar. Amerikan emperyalistleri, Amerikalıların “dünya
misyonu”ndan giderek daha çok laf eder oldular. Amerikan
emperyalizminin ideologları, dünyanın bütün halkları üzerinde
hâkimiyet kurmak Kuzey Amerikalıların ayrıcalığı
propagandasını yapmaya başladılar.
20.
yüzyılda Amerikan emperyalistleri ve jeopolitikacıları, dünya
hâkimiyeti için rekabet yoluna girdikten sonra ırkçılık ve
milliyetçilik silahını daha yaygın ve daha güçlü olarak
kullanmaya başladılar. ABD Başkanı Theodore Roosevelt (1901-1909)
“Bütün dünyanın geleceği üzerine kontrolü gerçekleştirmemin
zamanı gelmiştir” diyecek kadar açık konuşuyordu.
Amerikalılar “siyah” ve “sarı” ırklara; başka halklara
karşı kin ve nefretle dolduruluyorlardı.
I.
Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist dünyanın merkezi İngiltere
eksenli Avrupa’dan ABD’ye kaydı. II. Dünya Savaşı’na
“Amerikalıların dünya misyonu”nu yerine getirmek için; yani
Amerikan sermayesinin dünya hakimiyetini kurmak için giren ABD,
savaştan güçlenerek çıkan sosyalist Sovyetler Birliği
karşısında ve nedeniyle bu amacına ulaşamasa da yayılmacılığını
ırkçılıkla açıklamakta geri kalmamıştır. “Dünyaya
önderlik etmek”, “Dünya misyonu”, “Bütün dünyaya
hükmetmek”, “Amerikan yüzyılı”, ABD’nin “Başka
halkanın geleceğini belirlemek, dünyaya önderlik etmek için
ahlaki hakkının olması”, “Amerikan yaşam tarzı”, “Amerikan
ulusal yaşam yapısının bütün dünyanın yapısı için örnek
olması”, ”Anglosaksonlar, Batıyı kurtarmak yükümlülüğünü
taşıyorlar” vs.3
SSCB,
sosyalizm, Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti
jeopolitikasının ve stratejisinin yeniden oluşturulmasında
belirleyici rol oynamıştır. O zamana kadar kapitalist dünya
içinde dünya hâkimiyeti için jeopolitika ve strateji esas iken,
şimdi oluşmakta olan sosyalist dünyaya karşı, onu yıkmak ve
dünya hâkimiyeti kurmak için jeopolitika ve strateji gerekliydi.
Yoğun
ırkçılıkla açıklanmaya çalışılan bu jeopolitikanın
özellikle II. Dünya Savaşı döneminde ve sonrasında
geliştirilmesi tesadüfi değildir.
Önemli
olan, Amerikan dünya hâkimiyetinin önünde engel olan bütün
engellerin ortadan kaldırılması ve doğrudan Amerikan
hâkimiyetinin kurulmasıydı. Önemli olan, bütün dünyada
Amerikan sermayesinin, Amerikan kültürünün, Amerikan
felsefesinin, Amerikan edebiyatının, Amerikan yaşam tarzının
hâkim kılınmasıdır. Bunun hâkim kılınması için engeller
yıkılmalıdır. Yani uluslar, ulusal devletler yok edilmelidir.
Anglosakson, Amerikan “üstün ırk”ının, “süper devlet”i
kurulmalıdır.
Kozmopolitizm,
ırkçılık, jeopolitika ve “küreselleşme” bu noktada,
Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyetinin sağlanmasına hizmet
noktasında aynı koroyu oluşturuyorlar.
Emperyalist
güçler, ırkların ve ulusların eşitsizliği üzerine
propagandanın örgütlenmesine ve koşullara uygunluk içinde
yenilenerek sürdürülmesine oldukça özen gösterirler. Bunun
nasıl örgütlendiğini Alman faşizminden biliyoruz. Nazilerin
ırkçılık konusunda propaganda aracı olarak kullandıklarını
Amerikan emperyalizmi daha da mükemmelleştirerek, teşvik ederek
kullanmıştır:
1)Basında
(gazeteler, dergiler), edebiyatta (örneğin romanlar), radyo ve
tv’de (bugün için “sosyal medya” da) insanlar arasında “ırk”
farklılığı, dinsel, etnik farklılıklar canlı tutulur ve hâkim
güçler tarafından çıkarlarını sürekli kılmak için
kullanılır. 2)Filmlerde açık bir biçimde ırkçılık
propagandası yapılır. 3)Gençlik, ordu, polis şoven, ırkçı
duygularla yetiştirilir.
Avrupa’dan
gelen yeni yerleşimcilere alan açmak için yerli halkın
(Kızılderililerin) yok edilmesi, topraklarından kovulması ve
kendileri için ayrılan kamplara tıkılması gerekiyordu. Kelle
avcılığı ilk kez 1703’te çıkartılan yasayla başladı. Genç
bir Kızılderili kellesi için 40 sterlin teşvik primi verildi.
Filmlere de yansıyan yerli halk katliamları sonucunda Kızılderili
kabileler etkisiz hale getirildiler; kendilerine ayrılan kamplarda
açlık ve sefalete terk edildiler.
Irk
ayrımcılığı sadece Kızılderililerle sınırlı kalmadı. Esas
ırk ayrımcılığı Siyahlara yapıldı.
Afrika’dan
Amerika’ya siyah köle taşıyan ilk gemi 1619’da gelmişti.
Amerika toprakları Afrika’dan getirilen kölelerin ter ve kanıyla
yoğrulmuştur. 1808’e kadar; köle ticaretinin yasaklandığı bu
yıla kadar Afrika’dan sayısız gemilere tıkıştırılmış,
zincire vurulmuş bedava işgücü; “yaşayan mal” getirilmiştir.
Amerikan sermayesi Siyahları insan olarak görmedi. Aynen Avrupa
sermayesinin “1960’lardan bu yana işgücü göçü
bağlamında “işgücü istedik, insan geldi” demesi gibi.
O
günkü tanımlanmasıyla “zenciler”, bugünkü tanımlanmasıyla
Siyahlar, yoğun olarak iç savaştan sonra Amerikan tekellerinin,
Amerikan tarımının, özellikle güneydeki büyük çiftliklerin
zenginleşmesinin, sermaye birikiminin kaynağı oldular. Bu konuda
Marks:
“Makine,
kredi, vb. kadar, doğrudan kölelik de, burjuva sanayinin eksenidir.
Kölelik olmadan pamuk olmaz; pamuk olmadan modern sanayi olmaz.
Sömürgelere değerlerini kazandıran kölelik olmuştur; dünya
ticaretini yaratan kölelik olmuştur ve büyük sanayinin önkoşulu
da dünya ticaretidir. Demek ki kölelik, son derece büyük öneme
sahip bir ekonomik kategoridir.
En ileri ülke olarak Kuzey Amerika, kölelik olmasaydı ataerkil bir ülke durumuna gelirdi. Kuzey Amerika'yı dünya haritasından silin, ortalığı anarşi –modern ticaret ve uygarlığın toptan çöküşü– kaplar. Köleliği yok edin, Amerika'yı uluslar haritasından silmiş olursunuz.
Böylece, kölelik bir ekonomik kategori olduğundan, halkların toplumsal yapısında her zaman var olmuştur. Modern uluslar, köleliği, kendi ülkelerinde yalnızca gizleyebilmişler, ama Yeni Dünyaya açık bir biçimde zorla kabul ettirmişlerdir.”4
En ileri ülke olarak Kuzey Amerika, kölelik olmasaydı ataerkil bir ülke durumuna gelirdi. Kuzey Amerika'yı dünya haritasından silin, ortalığı anarşi –modern ticaret ve uygarlığın toptan çöküşü– kaplar. Köleliği yok edin, Amerika'yı uluslar haritasından silmiş olursunuz.
Böylece, kölelik bir ekonomik kategori olduğundan, halkların toplumsal yapısında her zaman var olmuştur. Modern uluslar, köleliği, kendi ülkelerinde yalnızca gizleyebilmişler, ama Yeni Dünyaya açık bir biçimde zorla kabul ettirmişlerdir.”4
Amerikan
iç savaşının (1861-1865) bir sonucu olarak Siyahi köle ticareti
yasaklanmıştı. Ancak bu yasaklama gerçek yaşamda “özgürleşen”
köleler için fazla bir şey değiştirmiyordu. Amerikan
burjuvazisinin iki amacı vardı; güneydeki köle işine dayanan
tarımı yıkmak; oralarda kapitalizmin gelişmesini ve kuzeyde
sanayinin ihtiyaç duyduğu işgücünü sağlamak. Bu nedenle
Amerikan burjuvazisi Siyahların özgürlüğünden yana olmuştur.
Ve özgürleşen Siyahlar Amerikan sanayinde neredeyse bedava çalışan
işgücü olarak görülmüştür. Gerçekten de Siyahlar, köle veya
“özgür” köle olarak güneyde tarımda ve kuzeyde de sanayide
neredeyse bedavaya mal olan işgücü durumundaydılar.
“Zencilerin
ezilmiş durumu hakkında tek bir söz söylemeye gerek yok; bu
bakımdan Amerikan burjuvazisi, diğer ülkelerin burjuvazisinden
daha iyi değildir. Zencileri "özgürleştirdikten"
sonra, "özgür" ve cumhuriyetçi-demokratik kapitalizm
zemininde her şeyi yeniden restore etmeyi, zencileri en utanmaz ve
en kötü biçimde ezmek için mümkün olan ve olmayan her şeyi
yapmayı anladı.”5
Bugün
de Siyahlar, en ucuz işgücü olmaktan, işe alınırken en son
dikkate alınan ve işten atılırken de ilk akla gelen olmaktan
kurtulamamışlardır; o günün ayrımcılığı günün koşullarına
göre biçimlenerek devam etmektedir.
Siyahi
ve Latin işçiler sürekli ırksal ayrıma, ötekileştirilmeye
maruz kalmışlığıdır. George Floyd bunun en son örneğidir.
Amerikan
anayasası, Siyahlara karşı ayrımcılığı engelleyici bir rolü
hiçbir zaman oynamamıştır. Doğru, Siyahlar artık köle
değiller. Ancak dün olduğu gibi bugün de Siyahlar, yapay olarak
kurulan engellerle toplumdan ayrı tutulmaktalar. Siyahlar “renk”
bariyeri ile ayrıştırılmaktalar. Almanya’da Yahudileri
toplumdan ayrıştırmak için kullanılan “sadece Almanlar için”
kavramı, Hitler Almanya’sından çok önceleri ABD’de Siyahlar
kast edilerek “sadece beyazlar için” olarak uygulanıyordu.
Beyazların
Siyahlarla, Kızılderililerle, Latin kökenli göçmenlerle
evlenmelerinin yasaklanması Almanya’da Almanların Yahudilerle
evlenmelerinin yasaklanmasından çok eskidir.
Hiçbir
yasal dayanağı olmamasına rağmen Siyahları, özellikle kentlerde
gettolarda tecrit etme pratiği oldukça yaygındır.
Sendikalarda
Siyahları üye olarak kabul etmeme ve üye olanların da sendika
içinde tecrit edilmeleri pratiği oldukça yaygındır.
Eğitim
alanında Beyaz-Siyah ayrımı, Siyahların Beyazlarla beraber
eğitimine göz yumanların cezalandırılması da yaygındı.
Aynı
ayrım orduda da geçerliydi. Savaşta öne sürülenler (örneğin
Vietnam savaşı), ağır işlere koşulanlar ve hor görülenler
yine Siyahlardı.
ABD’de
hukuk sistemi, Siyahlara karşı bir linç-hukukudur. II. Dünya
Savaşı’ndan sonra “demokratik özgürlükler” abidesi ABD,
yükselen sosyalizm ve ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında
acizliğini yeni fetih savaşlarıyla, devletin
faşistleştirilmesiyle, özellikle Siyahlar üzerinde terör
estirilmesiyle, pogromlarla kapatmaya çalışmıştır. II. Dünya
Savaşı sonrasında Amerikan demokrasisi, ırkçılık ve
faşistleşmeye dayanan bir linç-demokrasisidir.
Bu
linç-demokrasisinin temel özelliği, farklı etnikten, dini
inançtan olanlara karşı terör ve şiddetin sürekli kılınması;
toplu katliamların örgütlenmesi ve gerçekleştirilmesi; polis
gücünün faşist örgütlerle ve çetelerle suç ortaklığı
yapması; her fırsatta ırksal ayrımcılık ve linç girişimleri;
Latin, Avrupa, Asya kökenli göçmenlerin ayrımcılığa uğramaları
vs.
ABD’de
ırkçılık, ayrımcılık sadece devlet dışı gerici,
ırkçı örgütlerin politikaları olmamıştır. Tam tersine ABD’de
kölecilik, ırkçılık, ayrımcılık ve devletin
faşistleştirilmesi doğrudan Amerikan tekelci burjuvazisinin,
Amerikan devletinin her dönem, koşullara göre farklı biçimler
alan resmi politikası olmuştur. Devlet, kendi kurumlarıyla devlet
dışı örgütlenmeleri, desteklemiş, eylemlerinde teşvik
etmiştir. Bu örgütlerden birisi Ku-Klux-Klan’dır. 24 Aralık
1865'te Tennessee eyaletinde kurulan, Siyah ve göçmen karşıtı,
beyazların üstünlüğünü savunan, ırkçı, faşist örgüt her
zaman devlet tarafından eylemlerinde desteklenmiştir veya hiçbir
zaman engellenmemiştir. Bu örgüt polis teşkilatıyla beraber
çalışmış, sayısız linçlerde, pogromlarda, kundaklamalarda
(toplu katliam) doğrudan yer almıştır. Siyahların ve göçmenlerin
her türlü hak, özgürlük, demokrasi arayışının karşısında
ilk duran, devletin kolluk güçleriyle ilişki içinde bu faşist
örgüt olmuştur. ABD’de polis, her zaman bu faşist, ırkçı
örgütün suç ortağı olmuştur.
Son
olarak, ABD’de isyana neden değil, vesile olan ve bütün dünyada
desteklenen George Floyd’un boğularak katledilmesi, Beyaz-Siyah
ayrımında, ABD’deki yapısal ırkçılıkta, devletin faşistleşme
durumunda nitel bir değişimin olmadığını göstermektedir.
ABD’de
çok şey değişmiştir. Ancak bu emperyalist ülkenin
değişmeyenleri de vardır. Bunlardan birisi Amerikan burjuvazisinin
yapısallaştırarak her dönem kullandığı ırkçılıktır:
Amerikan burjuvazisi özellikle Siyahlara karşı siyasi, ekonomik,
psikolojik baskı ve terörünü birtakım ırkçı ayrım
yasalarıyla güçlendirmiş ve sürekli kılmıştır. Bu yasalara
“Jim Crow Yasaları” denir.6
1950’li
yıllarda Siyahlar, baskı ve ırksal ayrıma karşın kitlesel
mücadelelere girişmişler; Siyah işçilerin ve gençliğin Beyaz
müttefikleriyle eşitlik ve ırk ayrımına son taleplerinin
yükseltildiği kitlesel isyanı sonucunda Amerikan hükümeti “Jim
Crow yasalarını” gözden geçirmek ve kaldırmak zorunda kaldı.
(En son “Jim Crow Yasaları” Medeni Haklar Yasası (1964) ve Oy
Hakkı Yasası (1965) ile tamamen ortadan kaldırılmıştır.)
Ancak,
bu değişim de Siyahların “kaderini” pek etkilememiştir; dün
olduğu gibi bugün de Siyahlar üzerindeki baskı, hemen her
bakımdan ayrımcılık oldukça ağırdır. Birkaç örnek verirsek:
Yapılan
araştırmalara göre polis, Siyahları, Beyazlardan daha sık
kontrol ediyor. Amerikan hükümetinin 2011-2016 dönemi için
geçerli olan bir raporuna göre mahkemelik bir durum olduğunda aynı
suç için Siyahlar Beyazlara göre yüzde 20 oranında daha uzun
cezaya mahkûm ediliyorlar.
1909’da
kurulan “Siyahi İnsanların Gelişmesi için Ulusal Birlik”
(NAACP) örgütü verilerine göre bütün mahkumların (yaklaşık
2,2 milyon) yüzde 34’ü Siyahlardan oluşmaktadır. Toplam nüfusa
oranı bakımından bunun anlamı şudur: Beyazlara oranla Siyahlar
beş misli daha fazla tutuklanıyorlar. Bu durumda her üç siyahtan
biri hapse girebilir.
“Washington
Post”un bir değerlendirmesine göre 2015’ten bu yana ABD’de
çoğunluğu silahlı olan yaklaşık 5400 insan vurulmuştur.
Bunların yüzde 45’i beyaz. (ABD nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı
beyazlardan oluşmaktadır.) Nüfusun ancak yüzde 13’ünü
oluşturan Siyahlar, polis tarafından öldürülenlerin yüzde
23’üne denk düşmektedir:
2015’ten bu yana polis tarafından
öldürülenler (her bir milyon nüfusa göre)
|
Siyahlar: 42 milyon.
|
Polis tarafından öldürülen 30
|
İspanyol kökenli: 39 milyon
|
Polis tarafından öldürülen 23
|
Beyazlar: 197 milyon
|
Polis tarafından öldürülen 12
|
Diğerleri: 49 milyon
|
Polis tarafından öldürülen 4
|
ABD’de
Siyahlar arasında işsizlik oranı beyaz Amerikalılara göre daha
yüksektir. Örneğin bu yılın Mayıs ayında işsizlik oranı
Siyahlarda yüzde 16,8 iken, Beyazlarda yüzde 12,4 idi.
Araştırmalara göre, aynı iş için Siyah işçi, Beyaz işçinin
ücretinin dörtte üçünü almaktadır.
ABD’de
her beş Siyahtan biri yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır.
-Dört kişilik bir aile için ödenen miktar yaklaşık 26 bin
dolardır.-
Araştırmalara
göre ortalama bir beyaz ailenin geliri siyah bir ailenin gelirinden
10 misli daha fazladır. Mutlak rakamla Fed’in hesaplaması: 2019
sonu itibariyle ABD’de beyazlar 95 trilyon dolarlık bir geliri
kontrol ederken, Siyahlar ancak 5 trilyon dolarlık bir gelire
sahiplerdi.7
1950’de
de durum bugünden farklı değildi: Yıllık geliri 2000 dolara
kadar olan aile ve bireyler arasında beyazların oranı yüzde 27,
Siyahların oranı yüzde 59; 2000-4000 dolar grubunda olanların
arasında beyazların oranı yüzde 39, Siyahların oranı yüzde 31
ve 4000 dolardan fazla olanların arasında beyazların oranı yüzde
34 ve Siyahların oranı da yüzde 10’du.
Kentlerde
yaşayan aileler ve bireylerin geliri beyazlarda 1945’te 2819
dolardan 1949’da 3235 dolara çıkarak yüzde 14,8 oranında
artarken Siyahlarda 1689 dolardan 1661 dolara gerilemiştir; yüzde
1,7 oranında düşmüştür.8
Bu
yılın Nisan sonu itibariyle ABD’de beyazların yüzde 74’ü
kendi evine sahipken, Siyahlarda bu oran yüzde 44’tür.
Eğitim
Bakanlığı’nın verilerine göre 25 yaşında olanlar arasında
Siyah olanların yüzde 15’inin ve beyaz olanların da yüzde
8’inin lise diploması yok. Aynı yaş grubunda beyazların yüzde
35’i ve Siyahların da yüzde 21’i üniversite bitirmiş.
Büyük
işletmelerde yönetici pozisyonunda olan Siyah sayısı yeterli
değildir; örneğin, Fortune-500 işletmelerinde sadece dört Siyah
başkan vardır.
“New
York Times”ın haberine göre orduda askerlerin yüzde 40’ı
Siyahtır, ama üst seviye 41 general arasında sadece iki Siyah
vardır.
Sağlık
hizmeti alanında söylenecek fazla bir şey yok. Koronavirüs
günlerinde ABD’de Siyahların hali ortada. Siyahların ölüme
terk edilmesinde ayrımcılığın önemli bir rol oynamadığı
söylenemez; Korona salgınından ölenlerin üçte biri Siyahtır.
Washington’da koronadan ölen her 500 kişinin dörtte üçü
Siyahtı. Her 100 bin nüfus içinde ölüm oranı beyazlara göre
Siyahlarda iki misli daha fazladır.
ABD’de
genel devlet sağlık sigortası yoktur. 2018 yılında yaklaşık 28
milyon insanın sağlık sigortası yoktu. Bunların arasında
beyazların payı yüzde 5,4 iken, Siyahların payı yüzde 9,7 idi.9
Özgürlüğün
renkli, siyahi tarafı: Siyahların beyazlarla yasal olarak
eşit haklara sahip olması tamamen aldatmacadır. 1776’da Amerika
Birleşik Devletleri, temel hak ve özgürlükleri dile getirdiği
bağımsızlık açıklamasında tanrının verdiği ilk devletten,
tamamen insana özgü haklardan bahsederken, hiç de o zamanki ABD
koşullarını göz önünde tutmuyordu. Söz konusu bu temel hak ve
özgürlükler Britanya sömürgeciliğinden, Britanya tacından
ekonomik ve siyasi bağımsızlık için mücadele eden beyaz
vatandaşı çıkarlarını temsil ediyordu.
"Bu
gerçeklerin bütün insanların eşit yaratıldığına,
yaratıcılarının onlara yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinde
koşması gibi devredilemez haklarla donatıldığına inanıyoruz."
Ne
Afrika iş köleleri ve ne de yerinden edilerek, imha edilerek kendi
topraklarında kapitalist sistemin kurulmasını adeta “mümkün”
kılan yerli nüfus, beyaz yerleşimcilerin anayasasını kendilerine
dayanak yapabildiler.
Anayasa
temel hak ve özgürlüklerden bahsediyordu. Ancak yaşam, yerli halk
ve Siyahlar için yerinden edilmekten, kölelikten, katliamdan,
baskıdan başka bir şey sunmuyordu.
1865
Anayasasının köleciliği yasaklaması da bir şey değiştirmedi.
Bu anayasadan yüz sene sonra, 1960’lı yıllarda ABD’de yükselen
Siyahi eksenli ırkçılığa karşı özgürlük ve demokrasi
mücadelesi sonucunda birtakım temel hakların elde edilmesi de çok
fazla bir şey değiştirmedi. Fazla bir şey değişmedi, çünkü o
zamanın köleleri, şimdi özgür Siyahlar, biçimsel olarak
beyazlarla eşit haklara sahip olanlar olarak mutlulukları peşinde
koşabilirler; yani para, mülk, ev, araba vb. elde edebilirler.
Bunun önünde hukuksal olarak, vatandaş hakkı olarak hiçbir engel
yoktur. Ancak, bu eşitliğin önünde sınıflı topluma özgü;
özel mülkiyete dayanan düzen eşitsizliğinin aşılması pek
mümkün olamayan bir engel olarak durmaktadır. Yasa önünde eşit
olmak, özel mülkiyet zemininde yükselen eşitsizliği ortadan
kaldırmıyor. Şüphesiz ki, “imkânların sınırsız” olduğu
ABD’de herkesin şansını denemesi, kendi mutluluğu peşinde
koşması izine bağlı değildir. Kişisel ihtiyaçların
giderilmesi için ihtiyaç duyulan nesnelerin eksikliğinden de
bahsedilemez. Ancak, bunların hepsi paran varsa elde edilebilecek
olan nesnelerdir. Pazar bu türden nesnelerle dolup taşıyor; ancak
bunlara sahip olabilmek için paran olması gerekir. Bu para da
kazanılmalıdır. Sorun bu noktaya gelince ABD’de Siyah, Marks’ın
dediği gibi “iki anlamda özgür” oluyor.
“Paranın
sermayeye çevrilebilmesi için, demek ki, para sahibinin özgür
işçi ile karşı karşıya gelmesi gerekir; bu, işçinin iki
anlamda özgür olması demektir: Hem işgücünü kendi öz metası
gibi satabilecek durumda özgür bir insan olması gerekir, hem de
satmak için elinde başka bir meta olmaması, işgücünü
gerçekleştirmesi için gerekli her şeyden yoksun bulunması
gerekir.”10
Siyah
nüfusun ezici çoğunluğu, temel üretim araçlarından,
hammaddeden yoksun. Tek şansı, beyazların ezici çoğunluğu gibi,
yaşayabilmek için işgücünü satmaktır. Şimdi özgür insan
olarak, dün köle iken mecbur olduğunu şimdi, özgür isteğiyle
yapmak zorundadır; yani yaşamak için işgücünü satmak
zorundadır. Ancak, işgücünü özgürce satma isteği yetmez; bir
de bu işgücünü satın alan birisinin olması gerekir. Sorun da
burada başlıyor. Siyah işçinin iş pazarında yetişmiş,
tecrübeli, Avrupa’dan da gelen göçmen işçilerle beslenen
işgücü kitlesiyle rekabet edecek durumu yoktur. Ne eğitim
bakımından ne iş tecrübesi bakımından rekabet edecek durumda
değildir. Geriye sadece ve sadece işsizlik, en düşük ücret
karşılığında çalışmak kalmaktadır. Sonuçta, iş bulmak,
çalışmak, eşit ücret almak özgürlüğüne sahip olmalarına
rağmen Siyah işçiler, pratikte beyazlar ve kalifiye, ucuz göçmen
işçiler karşısından çaresizdirler. Bu koşulların sonucunda
Siyahlar oluşturdukları gettolarda toplanıyorlar.
Özgürlük
ve eşitlik; burjuva demokrasisine sarsılmaz inanç; anayasaya,
insan haklarına dayanmak konusunda Beyazlar ve Siyahlar aynı safta
duruyorlar. Her iki taraf da aynı şeylere inanıyor; aynı özgürlük
ve demokrasiyi, aynı anayasayı ve insan haklarını savunuyor.
Ancak Amerikan devleti ve onu arkasına alan güçler, mevcut
sistemi; özgürlükleri, insan haklarını, anayasal temel hakları
Siyahlara karşı kullanıyorlar; bunu ırkçılıkla, ayrımcılıkla
yapıyorlar. Yasa değişmiyor, temel haklar değişmiyor, ama polis
daha az Beyaz, daha çok siyah öldürüyor, hâkim Beyaza daha az,
siyaha daha çok ceza veriyor.
ABD’de
Siyahların maddi durumu ve Amerikan ırkçılığı, ayrımcılığı,
bu ülkede geçerli olan hukuk düzeninden ve ekonomiden ayrı ele
alınamaz. ABD’de Siyahlar ırkçılığa, ayrımcılığa karşı;
özgürlük ve eşit hakları için mücadelelerinde anayasaya
dayanamazlar. Durumlarını düzeltmek istiyorlarsa, Beyazlarla her
bakımdan anayasal olarak eşitliklerinin pratikte uygulanmasını
istiyorlarsa mevcut düzene karşı mücadele etme bilinciyle hareket
etmek zorunda olduklarını görmeleri gerekir.
ABD’de
örgütlü ırkçı nefret söz konusudur. Siyahlar, yerliler, Latin
kökenliler ve dünyanın başka yerlerinden göç edenler ABD
toplumunun etnik mozaikten oluştuğunu gösterir. Amerikan
toplumunun etnik kökenine göre ayrıştırılmış bu bileşenleri,
sürekli yabancı düşmanlığı ile beslenen grupların direnciyle
karşı karşıyadırlar. Beyaz insanın hâkimiyetini, üstünlüğünü
savunan ırkçılar, ABD’de Ku Klux Klan’dan bu yana her biçimde
sürekli var olmuşlardır.
Hâkim
sınıf politikasından ayrı düşünülemeyecek yapısal ırkçılık,
hoşgörüsüzlük, “beyaz ırk”ın kaderinin (yöneten, hakim
güç olması bakımından) Tanrı tarafından önceden belirlenmesi
anlayışı, dini köktendincilik, ulusal tarih çağına damgasını
vuran vahşi köleliğin ideolojik sonucu ve Amerikan sisteminin
içsel şiddeti, devletin her dönem bu politikaları destekliyor
olması, ABD’de ırkçı, faşist grupların ortaya çıkmasını
ve gelişmesini beraberinde getirmiştir.
Devletin
bu örgütlenmiş, yapısal ırkçılıkla ilişkisi son dönemde ABD
Başkanı Trump’ın açıklamalarından da anlaşılmaktadır. Son
dönemlerdeki bir dizi ırkçı saldırılara Trump’ın
açıklamaları vesile olmuştur; Trump, ırkçıları resmen
göçmenlere ve Siyahlara karşı kışkırtmıştır.
Amerikan
burjuvazisi nefret ve ırkçılığı yücelten politikalardan hiçbir
zaman vazgeçmemiştir.
“The
Base” gibi Neonazi örgütler, ABD’de ırk savaşı başlatmak
için yemin eden örgütlerdendir. En aktif gruplardan birisi de
Boogaloo Boys’dur. Son zamanlarda büyüyen bu grubun üyeleri
Havai gömlekleri giyiyorlar, bazen yüzlerini gaz maskesiyle
kapatıyorlar, açıktan uzun namlulu silahlar taşıyorlar.
Aktif
gruplardan birisi de “Civil War 2”dir. Bu grup, silah sahibi olma
hakkını savunmaktadır. Bu grubun üyeleri, salgından dolayı
kısıtlamalar, sosyal tecrit konusunda Trump’ın politikasını
savunmaktadır.
Southern
Poverty Law Center’in (SPLC) bir raporuna göre ABD’de beyaz
milliyetçilerden oluşan 100’den fazla grup ve 99 aktif Neonazi
grup tespit edilmiştir.
Bunun
ötesinde 100’den fazla paramiliter gruptan oluşan “Yurtsever
Hareket”, varoluş misyonlarını burjuva özgürlükleri korumak
için hükümete karşı savaşmak olarak açıklıyor. “Yurtsever
Hareket” toplam olarak 623 grup dâhildir.
Aşırılıkçılığa
Karşı Proje’ye (CEP) göre özellikle tehlikeli olan 8 grup var.
Bu grupların hepsi beyaz ırkın hâkimiyeti için mücadele ediyor.
“Nasyonal Sosyalist Hareket” (NSM), “Hammerskin-Ulus” ve
“Nükleer Silah Bölümü”. Bu gruplar Beyaz ırkın
diğerlerinden üstün olduğunu ve Yahudi düşmanlığını açıktan
söylüyorlar.
Bu
grupların çoğu, Donald Trump ve hükümetine olan yakınlıklarını
dile getiriyorlar.
Veriler
de göstermektedir ki, ABD’de silahlı nefret devletin gözü
önünde örgütlenmektedir.11
Irkçılık-ırk
teorisi üzerine özet itibariyle:
Vazedenlerinin
söyledikleri gibi ırkçılık, mistik, bilinmeyen nedenlerden
dolayı ortaya çıkmamıştır. Irkçılık, hâkim sınıfların
belli çıkarlarının sağlanması için oluşturulmuş ayrımcı,
faşist bir ideolojidir.
Irkçılık,
hâkim sınıflar tarafından her dönem iktidarlarını pekiştirmek
için kullanılmıştır; böylece ırkçılık, talan, imha
politikasının uygulanmasında başat ideolojik anlayış olmuştur.
Günümüzde
ırk teorisi, burjuva ideolojinin felsefi, etnik, sosyal politik
alanlarında gelişme, yaygınlaşma olanakları bulur. Amaç, hâkim
sınıfların önderlik yetisinin olduğunu, başka bir sınıfın bu
yetiye sahip olmadığını, dolayısıyla hâkim sınıfların
sürekli önderlik etmelerinin, hâkim olmalarının doğal olduğunu
topluma kabul ettirmektir.
Irkçılığın
siyasi-ideolojik temel özelliği, anti-komünizmdir. Bunun böyle
olduğunu Hitler faşizmi koşullarında Alman ırkçılığının
Sovyet insanını, Bolşevikleri “alt, geri insan türü” olarak
görmelerinde, Alman ırkının her bakımdan diğer ırklardan üstün
olduğu anlayışında görmekteyiz.
Irkçılığa
karşı mücadelede kıstas sosyalist, komünist olmak değildir; her
demokrat, her özgürlük isteyen insan bu mücadelede yer almalıdır.
George Floyd’la başlayan ve bütün dünyaya ayılan eylemler,
protestolar bunun böyle olduğunu göstermektedir.
Irkçılığa
karşı mücadele aynı zamanda faşizme, devletin
faşistleştirilmesine karşı mücadeledir.
Irkçılığın
hegemonya mücadelesi ile yakından ilişkisi vardır; hegemonya
mücadelesi ırkçılığı besleyen bir olgudur. Bu bakımdan
hegemonya mücadelesinin, dünya çapında rekabetin strateji
ve politikası olan jeopolitika, ırkçılık teorisidir.
Jeopolitika
aynı zamanda kozmopolitizmdir.
-
Irkçılık, beyaz, “üstün” insanın, emperyalizmin ideolojik silahıdır.
-
Irk teorileri, emperyalistlerin dünya hâkimiyeti için mücadelelerine zemin oluşturur.
-
Irkçılıkla emperyalist güçler başka ülkeleri fethetmeyi, sömürgeleştirmeyi, halkları köleleştirmeyi haklı çıkartmaya çalışırlar.
-
Jeopolitik, dünya hâkimiyeti iddialı emperyalist güçler (eskiden bu yana özellikle Fransa, İngiltere, Almanya, ABD, Rusya) insan türlerinin, halkların eşitsizliğini, beyaz insanın üstün, diğerlerinin (siyah, sarı vb.) alt tür olduklarını yayarlar ve bu nedenden dolayı da dünya hâkimiyetinin kendilerinin doğal hakları olduğunu iddia ederler. Bu konuda ırkçılığa ideolojik önderlik eden Friedrich Wilhelm Nietzsche’dir.
ABD’de
Siyahların ırkçılığa, ayrımcılığa karşı mücadelesi hemen
her dönem devam edegelmiştir. Bu mücadele ayrıca ele alınmalıdır.
*)9
Ağustos 2020 tarihli
ETHA’da yayınlandı.
Kaynaklar:
1)Lenin;
C. 14, “Materyalizm ve Ampiryokritisizm”, s. 332.
2)Marks-Engels; C.
23 (Kapital, C. I), s. 779).
3)I. A. Geyevski;
“Die Rassenpolitik des amerikanischen Imperialismus”- “Amerikan
Emperyalizminin Irk Politikası”, Berlin 1956.
4)Marks-Engels; C.
4, s. 132. “Felsefenin Sefaleti”.
5)Lenin; C. 22, s.
13/14. “Kapitalizmin Gelişme Yasaları Üzerine Yeni Veriler”.
6)“Jim Crow
yasaları” (İngilizce: Jim Crow laws), 19. ve 20. yüzyılda
ABD’nin güney eyaletlerinde çıkartılmış ırksal ayrımcılığı
ifade eden yerel yasalardı. Bu yasalar, ABD'deki “yeniden
yapılanma” döneminde Siyahların mücadele sonucunda elde etmiş
olduğu politik ve ekonomik haklara karşı çıkartılmıştır. Bu
yasalar, Siyahların ve Beyazların sosyal ve politik hayatta ayrı
kurumları kullanmalarını amaçlamıştır. Ulaşımda
-demiryolları ve tramvaylarda- ırk ayrımını kabul eden ilk yasa
1875'te Tennesse’de çıkartılmış ve sonrasında tüm Güney
eyaletlerinde demiryollarında ırk ayrımı uygulamasına
geçilmiştir. Bu yasaları uygulayan eyaletlerde "Sadece
Beyazlar İçin" ve "Siyahlar" tabelaları asılmıştır.
Oteller, tiyatrolar, kütüphaneler, asansörler ve okulları da
kapsar hale gelmiştir.”
7)“Struktureller
Rassismus in den USA: In diesen Bereichen ist er messbar” - ABD’de
Yapısal Irkçılık: Bu Alanlarda Ölçülebilir”.
8)Bu veriler için
bkz. I. A. Geyevski; “Die Rassenpolitik des amerikanischen
Imperialismus”- “Amerikan Emperyalizminin Irk Politikası”,
Berlin 1956, s. 109,111.
9)Yukarıdaki
veriler için bkz. “Struktureller Rassismus in den USA: In diesen
Bereichen ist er messbar” - ABD’de Yapısal Irkçılık: Bu
Alanlarda Ölçülebilir”;
https://www.rnd.de/wissen/struktureller-rassismus-in-den-usa-in-diesen-bereichen-ist-die-benachteiligung-messbar-PNW2WUEGVUWYKCX4JRP65XW4SQ.html
10) Marks-Engels; C.
23 (Kapital, C. I), s. 183.
11) Bu veriler için
bkz. http://de.granma.cu/mundo/2020-07-09/vereinigte-staaten-der
organisierte-hass