KAPİTALİZM SONRASI (“POST-KAPİTALİZM”) ÜZERİNE DÜŞÜNCELER VE FANTEZİLER (IX)
(Birikmiş Sorular Dosyasından)
İDEOLOJİ, İLKE VE DİZGİNSİZ DEMAGOJİ
DÜNYANIN HAL-İ PÜR MELALİ!
Birçok soruna önceki makalelerde cevap verildiği için bu yazıda, özellikle sosyalizm ve ekonomi konularıyla bağlam içinde yöneltilen soruların sadece birkaçına cevap vermekle yetineceğim.
Aşağıdaki anlayıştan hareketle yöneltilen soru şu:
Tek ülkede sosyalizm, sosyalizmi zayıflatır mı?
“Tıpkı köylülere toprak dağıtımının üretici güçlerin gelişimini sekteye uğratan, ekonomik gelişmeyi köstekleyen bir adım olması gibi “tek ülke”lerde sosyalist inşalar da sosyalizme ilerlemeyi zayıflatan bir rol oynuyordu.”
Burada aynı amaca hizmet eden iki farklı anlayış var:
Nasıl bir demagoji ile karşı karşıya olduğumuzun anlaşılması için SSCB’de mülkiyetin sınıfsal karakteri üzerine oldukça kısa bir açıklamak yapmamız gerekiyor:
SSCB'de toplumsal, sosyalist mülkiyetin iki biçimi vardı; devlet mülkiyeti ve kooperatifsel kolektif ekonomi mülkiyeti (grup mülkiyeti).
Sovyet Anayasasının 5. maddesinde sosyalist mülkiyetin biçimleri şöyle tanımlanır:
“SSCB'de sosyalist mülkiyet, ya devlet mülkiyeti (halkın mülkiyeti) biçimine ya da kooperatifsel-kolektif ekonomi mülkiyeti (tekil kolektif ekonomilerin mülkiyeti, kooperatifsel birliklerin mülkiyeti) biçimine sahiptir.”(1)
Temel üretim araçları ve ülkenin bütün maddi zenginlikleri, bütün emekçilere ait olduğu için devlet mülkiyeti, sosyalist mülkiyetin en yüksek/gelişmiş biçimidir. Sovyet Anayasasının 6. maddesinde devlet mülkiyetinin kapsamı şöyle tanımlanır:
“Toprak, onun zenginlikleri, sular, ormanlar, işletmeler, fabrikalar, (maden) ocakları, madenler, deniz, su ve hava yolu, bankalar, posta ve telgraf, devlet tarafından örgütlenen tarımsal büyük işletmeler (Sovyet çiftlikleri, MTİ vs.), belediye işletmeleri, şehirlerdeki ve sanayi yerlerindeki evler devlet mülkiyetidir, yani halkın malıdır.”(2)
Bu demektir ki, SSCB'de önemli üretim araçları ve ülkenin bütün zenginlikleri, devletin elinde toplanmıştır. Bu devlet, sosyalist bir devlettir, proletarya diktatörlüğüdür ve sosyalist devlette, başında komünist partinin bulunduğu işçi sınıfı, önder güçtür ve önder güç olarak işçi sınıfı, sosyalist mülkiyetinin akıbetini belirler.
Sanayide olduğu gibi sosyalist tarımda da belirleyici önderlik rolü devlet mülkiyetindeydi. Önderlik rolünü belirleyen özelliklerden birisi topraktı ve toprak devlet mülkiyetindeydi. Böylelikle devlet mülkiyetinde (sosyalist mülkiyette) olan toprak, sovhozların ve kolhozların tarımsal üretimlerinin temelini oluşturuyordu.
Proletarya diktatörlüğü, toprağın kullanım hakkını, yasaya göre, ebedi ve ücretsiz olarak kolhozlara veriyordu.
Sovhozlar kırsal alanda sosyalist işletmelerin en önemli biçimini oluşturuyorlardı. Bunun içindir ki sovhozlar, tarımsal üretimin en büyük fabrikaları; sosyalist tarımın öncü gücü olarak tanımlanırlar.
Kolhozların mülkiyet biçimine gelince: Kooperatifsel işletmeler, “şayet devlete, yani işçi sınıfına ait olan toprak üzerinde kurulmuşlarsa ve (devlete, yani işçi sınıfına ait olan) üretim araçlarıyla donatılmışlarsa sosyalist işletmelerden farklı olmayan”(Lenin) işletmelerdir.
Emekçi köylülüğün ezici çoğunluğu kolhozlarda birleşmişti ve kolhozlar da üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine dayanıyorlardı. Sovyet Anayasasının 7. maddesinde kolektif ekonomilerdeki ve kooperatifsel örgütlenmelerdeki mülkiyet durumu şöyle tanımlanıyor:
“Canlı ve cansız envanter ile kooperatifsel örgütlenmelerdeki ve kolektif ekonomilerdeki toplumsal işletmeler, kolektif ekonomiler ve kooperatifsel örgütlenmeler tarafından üretilen ürün ve onların toplumsal binaları, kolektif ekonomilerin ve kooperatifsel örgütlenmelerin toplumsal, sosyalist mülkiyetini oluştururlar.”(3)
Demek oluyor ki, karakter bakımından kolektif ekonomilerde (kolhozlar) ve kooperatifsel örgütlenmelerde mülkiyet, devlet mülkiyeti tipinde bir mülkiyettir. Bu türden mülkiyet, sosyalist mülkiyetin daha basit bir biçimini ifade ediyor.
“Aynen devlet sanayi işletmelerinde olduğu gibi, kolhozlarda da üretim araçlarına ve gereçlerine ortak olmayan insan yoktur. Kolhoz üyelerinin her biri, devlete ait olan ve kolhoza ebediyen verilmiş olan toprakta, kolektif ve devlet mülkiyetinde olan üretim araçları ve gereçleriyle çalışırlar. Aynen sanayi işletmelerinde olduğu gibi kolhozlarda da iş, doğrudan toplumsal iş bazında icra edilir burada işin (emeğin, çn.) sosyalist ücretlendirilmesi ilkesi geçerlidir. Kolhozlar, genişletilmiş sosyalist yeniden üretimin yasalarına göre gelişirler.”(4)
Görüyoruz ki, SSCB’de köylülere toprak dağıtılmamıştır. Sanayi, madenler, sular vb. gibi topraklarda sosyalist devletin, halkın mülkiyetindeydi. Ancak devlet, köylülere toprakların kullanım hakkını vermiştir. Bireysel köylülüğe değil, kolektiflerde (kolhozlarda) birleşen köylülüğe vermiştir. Tarımda kolhoz, kolektif tarım, sosyalist mülkiyetin ilk basamağı olarak değerlendirlmiştir.
Tarım sovhozlarının (doğrudan sosyalist mülkiyette olan kolektif tarım işletmeleri) kolektif /kolhoz tarımı üretici güçlerin gelişimini sekteye uğratan, ekonomik gelişmeyi köstekleyen bir adım olmamıştır, tam tersi olmuştur: Sovhozların yanı sıra kolhozlar, sosyalist inşanın o aşamasında üretici güçleri geliştirmiş, kırsal alanda ekonomik gelişmenin önünü açmıştır.
Yukarıdaki soru bir Troçkistin SSCB’de sosyalizmin inşasına bakışını izah etmektedir ve bu bakış, doğrudan Troçki’nin görüşüdür. Yegane varoluş gücü Marksizm-Leninizm’e düşmanlıktan ibaret olan Troçki, köylülüğe güvensizliğini defalarca açıklanmıştır. Troçki açısından demokratik devrim de bir safsataydı. Troçki açısından, koşullar nasıl olursa olsun, sadece işçi sınıfı devrimci potansiyele sahipti ve sosyalist devrimi gerçekleştirebilirdi. Bu mücadelede köylülüğün, en fazlasıyla, devrimci mücadeleyi engelleyici bir potansiyeli olabilirdi. Troçki açısından köylü, mülk sahibinden öte bir anlam taşımıyordu.
Troçkist sapkınlık partide köylülüğe karşı belirleyici politika olsaydı ve yaşama geçirilseydi bu, Ekim Devriminin, proletarya diktatörlüğünün sonu demekti. Çünkü bu durumda köylülüğün önemli bir kısmına karşı yeni bir iç savaş başlatılacaktı.
Sapkın Troçki’nin politikası köylülük ile böyle bir çatışmayı öngörmekteydi. Başka türlü de olamazdı. Çünkü bu, Troçki’nin “sürekli devrimi” anlayışının doğrudan bir sonucudur. Bu “devrim” anlayışı, köylülüğün devrimci potansiyelini reddeden ve tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmayacağı üzerinde yükselen bir anlayıştır.
Sovyet kırında sosyalizmin inşası, aynı zamanda bu anlayışlara, sapkınlıklara karşı mücadelenin de bir sonucuydu. (5)
“Tek ülke”lerde sosyalist inşaların sosyalizme ilerlemeyi zayıflatan bir rol oynamıştır anlayışına gelince: Tek ülkede devrim yapılabilir, ama sosyalizm inşa edilemez teorisi Troçki’nin teorisidir. Bu, Troçki ve Troçkizm’le özdeşleşen bir teoridir. Burada cevaplandırılması gereken soru aslında şudur: Tek ülkede sosyalist inşa sosyalizme ilerlemeyi nasıl zayıflatmıştır? Böylece sosyalizme ilerlemenin zayıflatılmasının nedenleri ortaya konudur. Köylülük konusunda buna kısmen cevap veriliyor. Ama asıl cevabı veren Troçki’dir.
Devrime inançsızlığın abidesi Troçki şöyle der:
“Avrupa proletaryasının doğrudan siyasi desteği olmaksızın Rusya’nın işçi sınıfı, iktidarda kalamayacak ve geçici hakimiyetini sürekli sosyalist diktatörlüğe dönüştüremeyecektir. Bundan bir an dahi olsun şüphemiz olmamalıdır” “Unsere Revolution”).
“Örneğin devrimci bir Rusya’nın tutucu bir Avrupa karşısında ayakta kalabileceği... umutsuz bir inançtır.”(6)
Veya; “Çoğunluğu köylü nüfusu olan geri bir ülkede bir işçi hükümetinde çelişkiler, sadece uluslararası ölçekte,.. dünya proleter devrimi (ile) çözülebilir.”(7)
Yeteri kadar açık değil mi? Baş tarafta sorulan soru, Ekim Devriminin, dünya devriminin ilk adımı olduğunu reddediyor; Ekim Devriminde sosyalizme doğru ilerlemeyi değil, ilerlemeyi zayıflatan bir rol görüyor. Aslında burada Troçki’nin yukarıya aktardığımız anlayışı söylenmesi gerekirdi, ama söylenemiyor. Marksizm-Leninizm ortamında Marksizm-Leninizm adı altında Troçki ve Troçkşizm’in propaganadası açıktan yapılıyor, ama “Yaşasın Troçki”; “Kahrolsun Lenin-Stalin”; “Yaşasın Troçkizm-Kahrolsun Marksizm-Leninizm” deme aşamasına henüz gelinmedi.
Soru: “20 yılda tek ülkede komünizme geçme” programları üzerine tartışmalardan, Kruşçev ve Brejnev’in, SSCB'de planlı ekonomi ile komünizme geçileceğini program haline getirmelerinden ne anlamalıyız?
Burada iki olgu bilinçli olarak birbirine karıştırılıyor ve Kruşçev ve Brejnev döneminin Stalin dönemi SSCB’nin devamı olarak gösteriliyor. Bununla ilgili olarak ayrı bir soru olduğundan burada şunu söyleyerek geçeyim. 1956, yani SBKP(B)’nin 20. Kongresi öncesi SSCB ile bu kongre sonrası SSCB arasında sınıfsal, ideolojik fark vardır. Bu anlamda 1956 sonrası, 1956 öncesinin devamı değildir.
Stalin komünizme geçiş tartışmalarına bu tartışmanın yanlışlığını, geçişin mümkün olamayacağını, geçişin ön koşullarının dahi SSCB’de henüz oluşmadığını açıklamak için katılır.
SSCB'de sosyalizmin başarıyla inşası yeni sorunları gündeme getiriyordu. Bunlar somut gelişmelerden kaynaklanan ve çözüm bekleyen sorunlardı.
Stalin, bu sorunu ilk defa XVIII. Parti Kongresi'ne sunduğu siyasi raporda (“Teorinin Bazı Sorunları”ara başlığı altında) ele aldı.
Stalin, komünizme geçişten değil, geçişin hazırlaması anlamına gelen ön koşullardan, SSCB'nin, komünizme geçişin hazırlığına hazır olmadığından bahseder.
Stalin, komünizme geçiş konusunda anti-marksist teorilerin üretildiği bir ortamda bu anti-marksist teorilere/anlayışlara karşı mücadele etme gereğini görür ve ona göre hareket eder. Stalin, komünizme geçişi teorik (Marks ve Engels de olduğu gibi) olarak değil, pratik içinde, sosyalizmin ilerleyen inşası içinde gündeme getirilen önemli bir sorun çerçevesinde tartışmakla karşı karşıya kalır.
Stalin geçiş sorunlarını “SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” eserinde ele aldı. SSCB'nin, o günkü gelişme seviyesiyle komünizme geçecek durumda olmadığını sürekli vurguladı ve komünizme geçişin değil, geçişi hazırlamanın koşullarından bahsetti.
“Komünizme geçişi ilan etmek için değil, komünizme gerçek geçişi hazırlamak için en azından üç temel ön koşul yerine getirilmelidir.”(abç.)(8)
20 senede komünizme geçişi programlaştıranlar Sovyet modern revizyonistleridir. Bunun önderliğini de Kruşçev yapmıştır. Sovyet modern revizyonistleri, Marksizm-Leninizm’i tamamen çarpıtmak için XX. ve XXI. Kongrelerde attıkları adımları, XXII. Kongrede sistemleştirdiler. Bu kongrede demagojide de sınır tanımadıklarını gösterdiler. XXII. Parti Kongresinde “SB Komünist Partisi Programı Üzerine” konuşmasında Kruşçev, yapılan “hesaplamalara göre 20 yıl içinde komünist toplumu önemli oranda kurmuş olacağız” açıklamasını yapmaktan kendini alamadı.(9)
Sosyalizmde devlet küçülür mü büyür mü?
“Sosyalizmin nihai zaferine ulaşılmasına nesnel olarak köstek olan diğer unsurlardan biri, küçüleceğine büyüyen sosyalist devletti. Marksist teori, proletaryanın burjuva devleti yıkarak kendi iktidarını kuracağını, bu diktatörlüğün başlıca görevinin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son vererek onları toplumsal mülkiyet altına almak olduğunu, bu görev gerçekleştiği ölçüde bir devlete olan gereksinimin azalacağını ve devletin gitgide söneceğini söyler bize.”
“Devrim, kapitalist ilişkilerin görece az geliştiği bir yerde olunca ve tek ülkede kalınca devlet zayıflayacağına güçleniyor, siyasal demokrasinin alanı genişleyeceğine bir süre sonra partinin üst tabakasına doğru daralıyordu.”
Burada söylenen oldukça açık. Devlet küçülmeliydi, ama küçülmedi, tersine daha da güçlendi, denilirken bu güçlenmenin sorumlusu olarak tek ülkede sosyalizmin inşası gösteriliyor. Deniyor ki, tek ülkede, üstelik bir de geri ülkede tek başına sosyalizm inşa edersen devlet, Marksist teorinin öğrettiği gibi küçüleceğine daha da büyür, güçlenir.
Demek ki, tek ülkede sosyalizm inşası sosyalizme doğru ilerlemeye böyle zarar veriyor!
Marksist-Leninist öğretiye göre devlet, komünizmin bir üst aşamasında, sınıfların ve sınıf farklarının kalkmasıyla birlikte artık gereksiz olacaktır ve yavaş yavaş yok olacaktır, ölüp gidecektir. Ancak, böyle bir gelişme bütün dünyanın sosyalist olduğu koşullarda geçerlidir. Tekil ülkelerde sosyalizmin inşası söz konusu olduğunda devletin ne olacağı konusunda uluslararası ilişkilerin göz önünde tutulması gerekmektedir. Sovyet devletinin gelişmesine de bu açıdan bakmak gerekir.
Sovyet devletinin gelişmesinde görevlerin farklılığından dolayı iki aşamanın olduğunu görmekteyiz. Bunun nedeni, somut koşulların dayattığı görev farklılığıydı. Sovyet devletinin ilk aşaması, Ekim Devriminden sömürücü sınıfların tasfiye edildiği döneme kadar olan süreci kapsamına alır.
Sovyet devletinin ikinci aşaması, sömürücü sınıfların tasfiyesinden, sınıf olarak ortadan kaldırılmasından sosyalizmin nihai inşasına kadar olan dönemi kapsar.
Bu aşamada önemli olan, içte sınıfsal olarak örgütlü karşıdevrim kalmadığı ve sosyalizme saldırının dışarıdan geleceği için devletin sadece varlığı değil, dış düşmanla baş edecek derecede güçlü olması gerekirdi. Bunda anlaşılmayacak bir taraf yok. Ancak, Troçkistler, devlet konusunda Marksist-Leninist öğretiyi kitabi olarak anlayanlar vb. SSCB’de sosyalizmin inşası, üst yapı kurumlarının gelişmesi söz konusu olduğunda devletin geleceği konusunda ‘mademki sosyalizm inşa edildi, o halde devlet küçüleceğine, önemsizleşeceğine neden giderek güçlenmektedir’ türünden sorar oldular.
Bir Troçkist bu soruyu neden sorar? Troçkizm’e göre sosyalizm sınıfsız, sınırsız, devletsiz toplumdur. Tekil ülkelerde sosyalizm inşa edilemez. Bu Troçkist öğretiye rağmen SSCB’de sosyalizm inşa edildi, ama bu nihai bir inşa değildi. SSCB’de sosyalizm, kapitalist kuşatma altında inşa edildi ve bu inşanın kapitalizme karşı korunması gerekiyordu. İşte tam da bu nedenden dolayı SSCB’de devlet, güçlü bir devlet olmalıydı. Öyle de oldu. Yoksa II. Dünya Savaşına nasıl karşı konulacaktı?
Bir Troçkist bu soruyu başka neden dolayı sorar? Şunu demek ister: Sonu hüsranla sonuçlanacak tekil ülkelerde sosyalizm inşa etme macerasına girişme; “akıllı ol”, bütün dünyada sosyalist devrimin gerçekleşmesinin hazırlığını yapmakla uğraşalım, aksi taktirde emperyalizm tekil ülkelerdeki devrimleri boğar. Bu açıkça söyleniyor.
Bir Troçkist bu soruyu başka neden dolayı sorar?
Soruyu hatırlayalım:
Devrim, kapitalist ilişkilerin görece az geliştiği bir yerde olunca ve tek ülkede kalınca devlet zayıflayacağına güçleniyor, siyasal demokrasinin alanı genişleyeceğine bir süre sonra partinin üst tabakasına doğru daralıyordu.
Burada Troçki’nin iki temel anlayışı yer alıyor: Birincisi, kapitalist ilişkilerin görece az geliştiği bir ülkede devrim olsa da sosyalizm inşa edilmez. İkincisi, devrim tek ülkede kalınca, devlet de zayıflayacağına güçlenir. O halde: Kapitalist ilişkilerin görece az geliştiği bir ülkede devrim yapmaya kalkışma, iraden dışında (Ekim Devrimi Troçki’nin iradesine rağmen gerçekleşmiştir) devrim gerçekleşirse, sosyalizmin inşa edilemeyeceğini savun. Troçki aynen böyle hareket etti ve bugün tetikçileri de onun görüşünü virgülüne, noktasına dokunmadan savunmaktalar.
Bu konuda Troçki (Yukarıda var ama burada da belirtmek gerektiği için bir daha aktaralım):
1-“Avrupa proletaryasının doğrudan siyasi desteği olmaksızın Rusya’nın işçi sınıfı, iktidarda kalamayacak ve geçici hakimiyetini sürekli sosyalist diktatörlüğe dönüştüremeyecektir. Bundan bir an dahi olsun şüphemiz olmamalıdır.”
2-“Örneğin devrimci bir Rusya’nın tutucu bir Avrupa karşısında ayakta kalabileceği... umutsuz bir inançtır.”
3-“Çoğunluğu köylü nüfusu olan geri bir ülkede bir işçi hükümetinde çelişkiler, sadece uluslararası ölçekte,.. dünya proleter devrimi (ile) çözülebilir.”
Yukarıdaki sorunun, anlatımın içeriği ile Troçki’nin bu tespitleri arasında herhangi bir niteliksel fark var mı? Sadece zaman farklı. Troçki bunları 100 küsur sene önce söylemiş, Troçkist de ondan 100 küsur sene sonra söylüyor.
Troçki ile Troçkistin görüşlerini karşılaştıralım:
1-Rusya’da işçi sınıfının iktidarda kalabilmesi ve geçici hakimiyetini sürekli sosyalist diktatörlüğe dönüştürebilmesi için Avrupa proletaryasının doğrudan siyasi desteği şarttır. Bundan bir an dahi olsun şüphemiz olmamalıdır.
Ama oldu: Avrupa proletaryasının doğrudan siyasi desteği olmaksızın Rusya’da işçi sınıfı iktidarda kaldı ve geçici hakimiyetini sürekli sosyalist diktatörlüğe dönüştürdü.
2-Devrimci bir Rusya’nın tutucu bir Avrupa karşısında ayakta kalabileceği... umutsuz bir inançtır.
Ama oldu: Tutucu bir Avrupa, ekleyelim tutucu bir dünya karşısında devrimci Rusya ayakta kaldı.
3-Çoğunluğu köylü nüfusu olan geri bir ülkede bir işçi hükümetinde çelişkiler, sadece uluslararası ölçekte,.. dünya proleter devrimi (ile) çözülebilir.
Ama tam tersi oldu: Dünya devrimi gerçekleşmediği için, dünya devriminin ilk adımı olan Ekim Devrimi sonucunda kurulan çoğunluğu köylü nüfusu olan geri bir ülkede işçi hükümetinde çelişkiler, sadece ulusal ölçekte çözüldü.
Troçkist ise bütün bunları ters yüz etmek istiyor. Hala bunların olamayacağından, tekil ülkelerde sosyalizmin inşa edilemeyeceğinden, hele hele geri ülkelerde bunun hiç olamayacağından, dünya devriminden bahsediyor.
Artık tek ülkede sosyalizm mümkün değil mi?
Aşağıdaki anlatım, acaba gerçeklik böyle midir diye soru olarak soruluyor:
“İleri kapitalist ülkelerde olduğu gibi orta düzey ülkelerde de küçük üretim eski önemini yitirdi. Küçük üretimin henüz önemini koruduğu ülkelerde de etkinliği eski düzeyde değil. Kendine yeterli küçük üretim artık neredeyse olanaksız. Aynı olanaksızlık, ülkelerin kendi kendine yeterliliği için de geçerli. Böyle olduğu için de sosyalist devrimlerle iktidarı ele geçirecek olan proletarya, 20. yy.'daki gibi “tek ülke”de uzun geçiş süreçleri yaşamak zorunda kalmayacak. Dahası, istense de bu mümkün değil. Devrim, ya sosyalizmin nihai zaferi yolunda hızla ilerleyecek ya da kapitalist dünya pazarına yeniden dahil olarak kısa sürede buharlaşacak.”
Burada anlatılan şu: Bütün dünyada kapitalizm gelişmiştir; dünya ekonomisi bir avuç tekelin eline geçmiştir; küçük üretimin etkinliği eski düzeyde değildir. Kendine yeterli küçük üretim artık neredeyse mümkün değildir ve bu yetersizlik tekil ülkeler için de geçerlidir. Ve bundan dolayı da sosyalist devrimlerle iktidarı ele geçirecek olan proletarya, 20. yy.'daki gibi “tek ülke”de uzun geçiş süreçleri yaşamak zorunda kalmayacaktır.
Peki, örneğin 20. yüzyılda Rusya’da Ekim Devrimi ve kurulan SSCB, küçük üretimin, ağırlıkta tarımın etkinliğinden dolayı mı “uzun geçiş süreci yaşamak zorunda” kaldı? SSCB, küçük üretim sorununu, kırsal alanda kolektifleştirme mücadelesiyle ikini beş yıllı plan çerçevesinde çözdü. Ama geçiş süreci; yani sosyalizmde komünizme geçiş süreci devam etti. O halde geçiş sürecinin uzamasını dünya devriminin gerçekleşmemesinde ve bu gerçekleşmemenin nedenini de kapitalizmde ekonomik ve politik eşitsiz gelişmede aramak gerekmez mi? Aramak gerekir, ama yukarıdaki anlayışta bu aramanın izine rastlanmıyor. Kapitalizmde ekonomik ve siyasi eşitsiz gelişme yasası, kapitalizmin bu temel yasası, daha önceki bir makalede de gösterdiğimiz gibi Troçkist tarafından artık geçersiz kılındığı için burada bir dünya devriminin patlak vereceğinden hareket ediliyor; uzun geçiş süreçlerinin yaşanmayacağından, uzun geçiş sürecinin ‘Kapitalizmin varoluş bunalımına saplandığı koşullarda çıkmaz sokak’ olacağından; bu nedenle devletin, sosyalizmin nihai zaferi yolunda siyasal geçiş aracı olarak hızla rolünü oynayacağından ve devreden çıkacağından bahsedilmektedir.
Troçkistin vazettiği böyle bir sosyalist dünya devrimi gerçekleşmeyecektir. Bundan emin olabiliriz. Ancak, Marksizm-Leninizm’in tanımladığı sosyalist dünya devrimi gerçekleşecektir. Bundan da emin olabiliriz.
Troçkist, Troçki’nin dünya devrimi anlayışını anlatıyor. Troçkist, kapitalizmde eşit olmayan gelişme yasasının etkisini hiçe sayıyor ve bunun sonucu olarak bütün ülkelerde sosyalist devrim şiarını esas alıyor.
İkincisi Marksist-Leninist sosyalist dünya devrimi anlayışıdır. Bu anlayış kapitalizm var olduğu müddetçe eşitsiz gelişme yasasının etkisi de var olacaktır ve dolayısıyla dünya devriminin koşulları her bir ülkede farklı oluşacaktır.
Troçkist, zaten kapitalizmin artık var olmadığından; daha önceki makalelerde gösterdiğimiz gibi kapitalizmin işlerlik yasalarının ortadan kaldırılması sonucu onun çöktüğünden, bir anarşi, isyan, kaos dönemine; kapitalizm sonrasını ifade eden bir “geçiş dönemi”ne girildiğinden hareket etmektedir. Tabi böyle bir dönemde, aşağıda da göstereceğimiz gibi “emek-sermaye” çelişkisi belirleyici olmaktan çıktığı ve onun yerini bütün toplum ile sermaye arasındaki çelişki aldığı için dünya devrimi de doğal olarak bütün dünyada patlak verecektir. Zaten en zayıf halka da artık tekil ülkelerin olmadığı “bütün dünyanın” olduğu çağda yaşıyoruz!
Yani, bugünkü ekonomik toplumsal koşullar, tekil ülkelerde devrimlerin yolunu kapatmıştır!
Tekil ülkelerde devrimin yolu nasıl kapanır? Troçki gibi gerçekliğe sırt çevrilerek, tekil ülkelerde sosyalizmin inşasını reddederek. Troçkist de aynen bunu yapıyor. Eviriyor, çeviriyor, geçiş sürecinin uzamasını eşitsiz gelişme yasasının etkisine değil, küçük üretime bağlıyor.
1956-1991 döneminin sosyalizm olarak görülmesi ne anlama gelir?
Bu bir ilke sorunudur. Marksizm-Leninizm ile revizyonizm, Sovyet modern revizyonizmi arasında ideolojik farklılıktır. Bu ayrım Marksizm-Leninizm ortamının kendisini diğerlerinden ayıran veya görüş ortaklığına götüren temel anlayışlarından birisidir.
Sovyet tarihi iki evreden oluşmaktadır. İlk evresi Ekim Devriminden SBKP(B)’nin 20. kongresine (1956) kadar olan dönemdir. Bu dönemde SSCB’de sosyalizm inşa edilmiştir. İkinci evre Kruşçev revizyonizminin siyasi iktidarı gasp ettiği 20. kongreden bu devletin yıkıldığı 1991/92’ye kadar olan dönemdir. Bu dönemde iktidara gelen Sovyet modern revizyonizmi, işe proletarya diktatörlüğünü yıkma, halkın devletini kurma adımlarıyla başlamıştır. Kapitalizmi yeniden inşa etmek için üretim araçlarının toplumsal mülkiyetten çıkartılması adımları atılmış; meta üretiminin genişletilmesi önündeki engeller teker teker kaldırılmış ve süreç içinde sosyalizm adına bürokratik bir kapitalizm inşa edilmiştir.
Sovyet modern revizyonizmi, sosyalist ülkeyi sosyal emperyalist bir ülkeye dönüştürmüştür.
Sovyet modern revizyonizmi, ideoloji ve teori adı altında doğru olan ne varsa hepsine saldırmış, kapitalist dünya ile “barış içinde yaşamayı” bir zorunluluk olmaktan çıkartmıştır, uluslararası komünist hareketi parçalamıştır.
Sovyet modern revizyonizmi sömürgeci nüfuz alanına sahip olmak için kapitalist dünya ile rekabete girişmiştir.
Doğrudur, Marksizm-Leninizm ortamında SSCB dağılana kadar sosyalistti anlayışı dillendirilmektedir. Bu, ideolojik bir zaafın doğrudan ifadesidir. Bu anlayışa karşı mücadele aslında Post-Marksizme ve Troçkizm’e karşı mücadeledir. Post-Marksizm için sosyalizmin inşası, sosyalizm adına kabul edilebilir bir şey değildir. Post-Marksizmi oluşturan Batı Marksizmi esas itibariyle Marksizm-Leninizm’e karşı, emperyalist burjuvazinin kabul edebileceği bir “Marksizm” ve “sosyalizm” anlayışı oluşturmak gayesiyle yola çıkmıştır. Bugünkü Post-Marksizm o günkü Batı Marksizmi’nin görüşlerini savunur. Bunu Troçkizm de savunur. SSCB, Troçkizm için yozlaşmış bir işçi devletidir.
1956-1991/92 dönemi Sovyetler Birliği’ne karşı mücadele demek, Sovyet modern revizyonizmine; Sovyetler Birliği’nin bu dönemini öne çıkartan ve sosyalizmi karalamak için örnekleyen Post-Marksizme ve Troçkizm’e karşı ideolojik mücadele demektir.
Sovyet modern revizyonizminin felsefede, teoride, tarihte, bilimde, edebiyatta; bir bütün olarak işçi sınıfının ideolojisine verdiği tahribat ortadan kaldırılmadıkça, Marksizm-Leninizm’in geliştirilmesi pek mümkün olmayacaktır. Kolay değil, 50-60 senelik bir tarih dilimi, Marksizm-Leninizm için karmaşık bir tarih dilimidir. Ama bu sorunun da üstesinden gelecek güce sahip olduğumuzdan emin olmalıyız.
Toplumsal çelişkiler emek-sermaye çelişkisinin yerini aldı ne demek?
Bir taşla kaç kuş vurulmak isteniyor? Buna bakalım.
1-”Kapitalist üretim biçiminin, burjuva üretim ilişkilerinin bütün dünyaya hakim olması...kaçınılmaz olarak belirleyici çelişkilere dünya çapında evrensel karakter kazandırır. Bu, her ülkenin bütünüyle bir diğerine benzediği, bir diğerinin eşi olduğu anlamına gelmez. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası yürürlüktedir ve her ülkenin kendine özgü tarihsel ve sosyal şekillenişi vardır. İstisnaları bir kenara koymak şartıyla diyebiliriz ki, kendine özgü tarihsel ve sosyal şekilleniş belirleyici olmaktan çıkmıştır.”
Üç cümle ve birbirini dışlayan iki anlayış:
İkinci cümle (Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası yürürlüktedir ve her ülkenin kendine özgü tarihsel ve sosyal şekillenişi vardır) üçüncü cümlenin (İstisnaları bir kenara koymak şartıyla diyebiliriz ki, kendine özgü tarihsel ve sosyal şekilleniş belirleyici olmaktan çıkmıştır) reddidir.
2-Devamla:”Dünyanın her yanında aynı evrensel çelişkiler belirleyici konumdadır. Bunlar, devlet-halk ve emek-sermaye çelişkileridir.”
Bu belirleyici çelişkilerin belirleyici olmadığının yolu şöyle Açılıyor:
“Emek-sermaye, devlet-halk çelişkisini, burjuva üretim ve yönetim biçimi ile toplumun bütünü arasındaki çelişki olarak da tarif etmek mümkün.”
Özellikle emek-sermaye arasındaki çelişkinin burjuva üretim ve yönetim biçimi ile toplumun bütünü arasındaki çelişki olarak da tarif etmek mümkün değildir. Bunun mümkün olmayacağı biliniyor ve bundan dolayı itirazlar yumuşatılmaya çalışılıyor: “Tam da burada, “toplumun bütünü” ifadesine karşı çıkılabilir. Bugünkü toplum sınıflardan oluşmaktadır. Böyle bir tanım sınıf çelişkilerini karartmaya ve işçi sınıfının belirleyici rolünü görmezlikten gelmeye yol açabilir”, deniyor.
Ve hemen arkasından “altın vuruş” geliyor:
“Bir toplumsal üretim biçimi varoluşsal krize saplanmışsa, yukarıdaki itiraz geçersizleşir. Böylesi zamanlarda çelişki bir sınıfla diğeri arasındaki çatışma sınırını aşarak, bütün toplumla egemen üretim tarzı arasındaki çatışma halini alır.”
Anlaşıldı. Ortada bir koşul, bir iddia var. Toplumsal üretim biçimi varoluşsal krize saplandığı için yukarıdaki itiraz (sınıf çelişkilerini karartma ve işçi sınıfının belirleyici rolünü görmezlikten gelmeye) geçersizdir. Bu durumda çelişki bir sınıfla diğeri arasındaki çatışma sınırı aşılmış olur ve bütün toplumla egemen üretim tarzı arasındaki çatışma haline geçilir.
Bunun anlamı şu: Artık kapitalizm yok; kapitalizme özgü emek-sermaye çelişkisi yok, eşitsiz gelişme yasası yok. Peki, ne var? Yeni bir toplum var ve bu varoluşsal kriz toplumu, ulusal karakterli olmayan, ama dünyasal olan isyan-kaos-anarşi toplumudur.
Bu toplumda ‘Geçiş dönemi krizinin karakteristik özelliği egemen üretim biçiminin mevcut koşullar dahilinde sürdürülmesinin giderek daha olanaksızlaşması demektir’.
Anlayış biraz yumuşatılıyor, kapitalizm artık sürdürülemez durumdadır deniyor. Bu da
‘Bunun bir diğer anlamı, mevcut toplum biçiminin sürdürülemez olması ve toplumun sırtında daha fazla taşınamaz bir yük haline gelmesidir’ diye ifade ediliyor.
Sonunda ‘Bugünkü toplum burjuva toplumdur’ diyerek hala burjuva toplum koşullarında yaşadığımız kabul ediliyor. Ancak bu, koşullu bir kabul: “Eğer burjuva üretim ilişkileri varoluşsal krizdeyse, bu, tüm sınıfları oluşturan burjuva toplumun varoluşsal krizde olduğu anlamına gelir.”
Önce emek-sermaye arasındaki çelişki tali duruma düşürüldü, şimdi yeniden önplana çıkartıldı.
Bundan ne anlaşılır? Okur ne anladı, bilmiyorum, ama söylenen şu: Burada Troçki’nin “geçiş programı”nın, “geçiş toplumu” anlayışının izahı var. Troçkist ortamda bu anlayış, Troçkist kavramlarla açık seçik analiz edilir. Ancak, Marksizm-Leninizm ortamında eveleyip- gevelemek, eklektizme, demagojiye baş vurmak gerekir. Burada yapılan da budur.
Ama bir şey açık açık ifade ediliyor. O da kapitalizmin varoluşsal krizi sürecinde veya kapitalizmin yaşadığımız varoluşsal kriz toplumu sürecinde emek-sermaye çelişkisi artık bağlayıcı değildir; veya çelişki bir sınıfla diğeri arasındaki çatışma sınırını aşarak, bütün toplumla egemen üretim tarzı arasındaki çatışma halini alır.
Ve bu, bir ‘Geçiş dönemi krizi’dir. Bu krizin karakteristik özelliği de egemen üretim biçiminin mevcut koşullar dahilinde sürdürülmesinin giderek daha olanaksızlaşmış olmasıdır.
Peki sonuç ne?
Artık emek-sermaye çelişkisi belirleyici değildir. O halde işçi sınıfının da bir önemi yok. Ötesinde işçi sınıfının partisi olmaya hiç gerek yok.
Artık burjuva toplumla-halk; daha doğrusu burjuva toplum ile sermaye sahibi dışında kalan herkes arasındaki çelişi belirleyicidir.
Hey gidi Negri, sen nelere muktedirmişsin!
Devam edecek
Sosyalizm bir üretim biçimi midir?
*
Kaynak/Açıklama:
1)Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Anayasası, Berlin 1949, s. 8. Aktaran; İbrahim Okçuoğlu; SSCB'de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011, s. 99.
2)Sovyet Anayasası, agy.Aktaran; İbrahim Okçuoğlu; agy.
3) Sovyet Anayasası, agy.Aktaran; İbrahim Okçuoğlu; agk., s.100.
4)A. Kuropatkin;”SSCB’de Tarımsal İşin Ekonomisi”, Berlin 1947, s. 130. Aktaran; İbrahim Okçuoğlu; agk., s.100.
5) Bu veriler için Bkz.: İbrahim Okçuoğlu; SSSCB'de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011, s. 84-114.
6)Troçki; C. III, Teil 1, s. 90. Aktaran; İbrahim Okçuoğlu; agk., s.109.
7)Vorwort zum Buch “Das Jahr 1905”
8)Stalin; C. 15, s. 326.Aktaran; İbrahim Okçuoğlu; agk., s.109.
9)Bkz.: SBKP XXII. Parti Kongresi, s. 2698, Presse der Sovjetunion, Nr. 126, 1961.Aktaran; İbrahim Okçuoğlu; agk., s.321; veriler için; s. 139-154.