POST-MARKSİZM BAYRAĞI ALTINDA İŞÇİ SINIFI KENDİ
HİKAYESİNİ YAZAMAZ!
I
Marksist-Leninist ortamda Troçkist tasfiyecilik ve Post-marksist tasfiyecilik biri diğerinden daha az tehlikeli olan tasfiyecilik değildir. Her ikisi de aynı derecede tehlikelidir. Bir yenişememe durumu olduğuna göre birinin daha az, diğerinin daha çok tehlikeli olduğunu söyleyemeyiz.
Birisi sağdan (Post-marksist tasfiyecilik), diğeri “sol”dan (Troçkist tasfiyecilik) şimdi elele vermiş Marksist-Leninist ortamı ortadan kaldırmak için yoğunluğu gerilemeyen ideolojik, teorik ve örgütsel yıkıcılıklarını devam ettiriyorlar.
Her iki tasfiyecilik açısından biçim ile içerik arasında uzlaşması mümkün olmayan bir çelişki var. Biçim, görünür olan sözel Marksizm-Leninizm’dir. Gerçek Marksist-Leninistlerden daha Marksist-Leninist olma görünümüne önem veriliyor. Ancak, bu biçimin, bu kılıfın altında tasfiyecilik sırıtıyor. Bu tasfiyecilik “yeni” adına geliştirilmektedir. Troçkist tasfiyeciler Lenin’in deyimiyle “hergele” Troçki’nin 1920’li, ‘30’lu yıllardan kalma görüşlerini “yeni” olarak, günümüzde Marksizm-Leninizm’in geliştirilmesi olarak; Post-marksist tasfiyeciler ise 1920’li yılların Batı Marksizm’inden, 20. yüzyılın son 30-40 senesinde üretilen Marksizm-Leninizm’den (onlara göre Marksizm’den) kaçışın teorileştirilmesini “yeni” olarak sunuyorlar. Bu “yeni”lerin hiçbirisi yeni değil. Sınıf mücadelesinin mahkum ettiği, çürüttüğü, tarihin çöplüğüne atılmış ne kadar tasfiyeci görüş varsa yeniden parlatılıyor, umut olarak sunuluyor.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, sınıf partisi olmaktan biran önce kurtulmaktır.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, sınıf ideolojisinden (işçi sınıfı) biran önce kurtulmaktır.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, Marksizm-Leninizm’in sembollerinden biran önce kurtulmaktır.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, Marksist-Leninist kavramlardan biran önce kurtulmaktır.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, sınıf (bu durumda işçi sınıfı) değil, sınıflardır.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, işçi sınıfı artık tarihsel görevini yerine getirecek durumda değildir, demektir.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan sınıf uzlaşmacılığıdır.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, lafta sosyalizmdir.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, toplumsal ilerlemede artık kimlikler belirleyicidir demektir.
Post-marksist “aslan”ın gönlünde yatan, devrim değil, reformdur.
Troçkist ve Post-marksist tasfiyecileri hem biçim hem de içerik boğuyor. İçeriğe inançları kalmamış, ama Marksist-Leninist ortamda var olmak için savunmak zorundalar. Biçimi de savunmak zorundalar. Görünüşte de olsa Marksizm-Leninizm demek zorundalar. Velhasıl Marksist-Leninist ortamda ne Troçkist ne de Post-marksist tasfiyeci, ne olduğu gibi görünebiliyor ne de göründüğü gibi olabiliyor.
Sağdan ve “sol”dan bu kaçkınların; olduğu gibi görünememe, göründüğü gibi olamama çelişkisi içinde kıvranan bu tasfiyeciler topluluğunun, işçi sınıfının kendi tarihini yazmasına bir katkıları olabilir mi? Olsaydı Troçki’nin olurdu. Olsaydı bilumum Post-marksistlerin olurdu.
Her Cephede Tasfiyecilik
Onlarca yıldan bu yana, daha doğrusu Sosyal emperyalist Sovyetler Birliği’nin ve revizyonist blokun dağılmasından (1990/’91), emperyalist burjuva kaynaklı yoğunlaştırılmış anti-komünizm baskısıyla da hala devam eden bir tartışma var. Bu tartışma geçmiş ile hesaplaşma tartışmasıdır. Bazıları bu tartışmayı yapmış, bazıları hala tartışıyor olabilir. Bu tartışmanın dışında kalan iki çevre vardır. Bunlardan birisi, biz dememiştik miydi” söylemiyle Marksizm-Leninizm’e her cepheden saldırırken, yani Marksizm-Leninizm ile hesaplaşırken, diğeri ise emperyalist burjuvazinin desteği ile Marksizm-Leninizm’in ideolojide, teoride, örgütsel alanda tasfiyesini somutlaştırmanın çabası içindedir.
Kendisiyle, geçmişle ideolojik hesaplaşma yaptığını sananlar büyük bir yanılgı içindeler. Hayır, Anadolu coğrafyasında kendine Marksist-Leninist diyenler geçmişle ideolojik hesaplaşma yapmadılar. Bu unsurlar, geçmişle hesaplaşmayı Marksizm-Leninizm’le hesaplaşma olarak anladılar ve ona göre de hareket ettiler.
Biçimsel olarak Marksizm-Leninizm’i savunanlar için tarih 1956’da SBKP(B)’nin 20. Kongresinde sonlanmıştır. E. Hoca önderliğinde Arnavutluk Emek Partisi’nin bazı alanlardaki çıkışını hesaba katmazsak, bizim ideolojik, felsefi, örgütsel vb. gıdamızın raf ömrü sözü geçen 20. kongre ile sonlanmıştır. O kongreden 2000’li yılların başına kadar 50 sene geçmiştir. Peki, bu zaman zarfında ne yaptık? Bir şey yaptık da bu yaptığımız Marksizm-Leninizm’in eksikliğini, yeni sorunlara cevap verememesini mi açığa çıkardı? Hayır. Biz kendi yetmezliğimizin sorumlusu olarak Marksizm-Leninizm’i gördük. Kendi ideolojik bunalımlarımızı Marksizm-Leninizm'in krizi olarak açıklamaktan hiç çekinmedik. Bu, birtakım arayışların önünü açtı; Marksizm-Leninizm'e sırt çevirmenin vesilesi oldu.
Ancak, şunu unutmamamız gerekir: Marksist-Leninist partilerin tarihe ödemek zorunda oldukları bir borcu vardır. Bu borç ödenmeden bir milim ilerleyemeyiz. Nedir bu borç?
‘SSCB’de sınıfsal iktidar değişimi 1956’da 20. Parti Kongresinde gerçekleşmiştir, Kurşçev ile başlayan dönem revizyonizmdir, bürokratik kapitalizmdir diyorsanız’ 20. kongreden bu yana biriken borcu sıralayım:
1)Felsefe alanında 1956’dan bu yana burjuva ve revizyonist felsefe yorumlarına karşı hangi ideolojik-felsefi mücadeleyi verdik? Marks-Engels-Lenin ve Stalin’in bu alanda bıraktığı mirası nasıl geliştirdik?
2)1956’dan bu yana tarih bilimi açısından burjuva ve revizyonist yorumlara karşı nasıl bir materyalist tarih yazımı mücadelesi verdik?
3) Marksist-Leninist politik ekonomi alanında burjuva ve revizyonist değerlendirmelere karşı ekonomi bilimini nasıl geliştirdik?
4)1956’dan bu yana sosyalizme giden yolda; yakın geçmişin devrimleri, tarih incelemesi konusunda burjuva ve revizyonist sapkınlıklara karşı nasıl bir mücadele verdik?
5) 1956’dan bu yana burjuva ve revizyonist sistematik anti-komünizm saldırılarına karşı sistematik olarak nasıl bir mücadele verdik?
6)İdeolojik donanım, derinleşme ve bunu pratikte politik silaha dönüştürme; yani ideolojiyi silaha dönüştürme bakımından sistematik olarak ne yaptık? Örneğin, Post-Marksizm’in, Troçkizm’in her alanda -ideolojide, teoride, politik ekonomide, felsefede, örgütlenmede, devrim anlayışında vs.- saldırılarına karşı sistematik olarak ne yaptık?
7)Koskoca burjuva ve revizyonist tarihi, ekonomisini, toplumsal yapısını sistematik olarak analiz etme konusunda ne yaptık?
Sanki Marksizm-Leninizm 1956’dan bu yana bir akıl tutulmasına içinde. (Arnavutluk’un kısmi çabaları bunun dışında). Uzun bir zaman...
Bu boşluğu ve alanları Sovyet revizyonizmi, SSCB dağıldıktan sonra ortada kalan “modern revizyonizm”, Troçkizm ve nihayetinde “Post-Marksizm” ve “Post-modernizm” doldurmuştur. Marksizm-Leninizmin vermesi gereken cevapları bunlar vermiştir: Marks’ı Lenin’den ayrıştırmıştır; Stalin’i Hitler’in yanına koymuştur; işçi sınıfını işçi sınıfı olmaktan çıkartmıştır; makinelere artı değer ürettirmiştir; kimlikleri sınıfsallığın önüne çıkartmıştır; hemen herkesi, sermaye karşısında sosyalizm savunucusu yapmıştır; Marksist-Leninist politik ekonomiyi çarpıtmıştır; kapitalist ekonominin üretimden kaynaklı nesnel yasalarını hiçe sayarak “finans” alanındaki gelişmeleri kıstas almıştır; yeni ekonomik yasalar icat etmiş, ekonomik yasaların etkisini geçersiz ilan etmiştir. Marksizm’i kendine göre yorumlamıştır; Radikal demokrasi diye tutturmuştur; proletarya diktatörlüğünü tanınamaz hale getirmiştir. Sosyalizmi sosyalizm olmaktan, devrimi devrim olmaktan çıkartmıştır.
Saymakla bitmez “yeni”ler ve “yenilik”ler getirmiştir. Seçmece, beğen al! Hangisi işine geliyorsa!
Post-marksizm, “21. yüzyıl sosyalizmi” dediğinizde önünüze her şeyiyle hazırlanmış bir sosyalizm projesi sunuluyor. İşine geleni alırsın, işine gelmeyeni atarsın. Bir yol Chavez-sosyalizmi peşinde gidersin, bir yol da Negri’nin “çokluk”una takılırsın! O da olmuyorsa Küba sosyalizminde karar kılarsın!
Ancak, bunun bir bedeli var; bu yola bir defa girdin mi, geçmişini küçümsemekten, yok saymaktan kurtulamazsın. Bu yol, insana tarihini, ideolojisini unutturan yoldur. Burjuvazi, “Post-Marksizm”i, Troçkizmi boşuna parlatmıyor, boşuna olanaklar sağlamıyor. Bunu niçin yapıyor? Marksizm-Leninizm’i, Lenin ve Stalin’i, SSCB’de sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü, işçi sınıfının tarihsel görevini çarpıtmak için önümüze anti-küresellcilik, Avrupa ve Dünya Sosyal Forumculuğu, Negri’cilik, hatta Harvey’cilik, 21. yüzyıl sosyalizmciliği, sınıf değil, kimlik siyaseti türünden gözlerimizi kamaştıran alternatifler sunuyor. Bir Harvey, az kalsın bize Marks’ın Kapital’ini, günümüzde kapitalist genişletilmiş yeniden üretimi, artı değer üretimini çöpe attıracaktı. Bir Negri çıktı, neredeyse işçi sınıfını unutacak duruma geldik! Bu avane takımı yüzünden kendimizi sorgular duruma veya da ayıplar hale geldik. Neden? Geçmişimizle bağ kuramadığımız için, kendimizi geliştiremediğimiz için, o borcu ödeyemediğimiz için!
Biz üretmedik, onlar bizim adımıza, bizim yerimize, bizim için teoriler ürettiler ve üretmeye de devam ediyorlar. Bazıları da onların peşinde koşmaya devam ediyor...
Yol ayrımına çoktan gelinmişti. Şaşkınlar ve tasfiyeciler sürüsü yürümek istedikleri yolda yürümek için kararlı olduklarını her bakımdan gösterdiler. Yine ne olduğunun farkında değilmiş gibi hareket eden Marksist-Leninist ortamın “Marksist-Leninistleri’’ sırtlarında tasfiyecilik kamburuyla yol alınabileceğini sandılar. Sonuç ortada. Sınıftan vaz geçildi; varsa da yoksa da kimlikler üzerinden siyaset yapmak. Yenilgilerimizi Marksizm-Leninizm’in yenilgisi olarak görmek adeta moda oldu: Sınıf mücadelesindeki yenilgi olsun, parti örgütlenmesindeki yenilgi olsun, ideolojik alandaki yenilgi olsun bunların hepsi bizden kaynaklanmıyordu; Marksizm-Leninizm’den kaynaklanıyordu; Marksizm-Leninizm artık günümüz gerçekliğine, yeni olana cevap veremiyordu vb. vb.! Sonuç: Ne kadar Post-modernist, Post-marksist varsa onların söyledikleri, yazıp-çizdikleri tasfiyeciler için takip edilmesi gereken düstur oldu.
Marksizm-Leninizm, tarih sınıflar mücadelesinden ibarettir, tarihin nasıl gelişeceğini, nasıl olacağını sınıf mücadelesi belirler, der.
Post-modernizm buna kesinlikle karşıdır.
Hokus Pokus, Al Sana “Gerçeklik”!
Michel Foucault şu anlayışı savunur: “Eğer iyi bakılacak olursa, hayatımızın tümü bir masaldan, bilgimiz bir aptallıktan, emin olduğumuz şeyler hikâyelerden başka bir şey değillerdir; kısacası bu dünyanın tümü bir oyundan ve sürekli bir komediden başka bir şey değildir.” (La Mothe Le Vayer, Dialogues d'Orasius Tt|bero, 1716 yay., c. 1, s. 5. Aktaran; Michel Foucault; “Deliliğin Tarihi, İmge Kitapevi, 4. baskı, s. 165)
Foucault buna inanırsa, Post-modernizm/Post-Marksizm’in ideologlarından Ernest Laclau ve Chantal Mouffe ondan aşağı kalırlar mı? Laclau ve Mouffe anlatı temeline dayalı “sol popülizm”i teorileştirirlerken gerçeği şöyle anlatırlar veya üretirler:
“Anlatıma dayalı” ideoloji oluşturmanın arka planında şu var: Gerçeklik, anlatımlardan, hikayelerden oluşturulur. Şayet siyasi aktörler insanların tecrübelerini heyecanlı, çekici hikayelere dönüştürebilirlerse, insanların eyleyişlerini; hal ve hareketlerini etkilerler ve böylece gerçekliği oluştururlar. Yani bu durumda gerçeklik; düşüncelerin nedenini oluşturan nesnel, materyal gerçeklerden değil de, sanki düşünceler, dünyayı modelleştirmiş, yapılandırmış olur. Örneğin, kapitalizm, içsel işleyiş tarzından dolayı işçi sınıfı ve burjuva sınıfı oluşturan bir sistem değildir. Tam tersine bu bir anlatımdır, bir tasarımdır. Mouffe buna anti-özcülük diyor. Yani nesnel, gerçek bir dünya yoktur diyor. Mouffe’a göre “toplumlar ... hegemonyacı uygulamalar yoluyla söylemsel olarak inşa edilir”, kapitalizm gibi bir toplum düzeni “Hiçbir zaman daha derin bir nesnelliğin tezahürü değildir.” (Ernest Laclau ve Chantal Mouffe; “Für einen linken Populismus” s. 17 ve 101.)
Post-modernizm/Post-marksizm’e göre nesnel gerçeklik yoktur, olamaz da. O ancak üretilebilir.
Örneğin Troçki’nin kapitalizm değerlendirmesi “bir anlatım”dır, gerçeklik değildir. Troçki, kapitalizm çöküyor anlatımını, hikayesini anlata anlata Troçkistlerin kafasında ‘kapitalizm çöküyor’u “gerçekliğe” dönüştürebilmiştir. Hal böyle olunca hayal dünyasında gezinenlerin “gerçek” sandığı kapitalizmle uğraşmak zorunda kalıyoruz. Oysa böyle bir kapitalizm yoktur.
Post-modernizm/Post-marksizm, Marksizm-Leninizm’in tarihin sınıflar mücadelesi olduğuna; sınıflara ayrışmış insanın kendi tarihini kendisinin yaptığına tamamen karşıdır. Marksizm-Leninizm düşmanı bu unsurlar açısından sınıflı toplum yoktur ve aynı zamanda toplumu topyekun değiştiremezsin. Bu unsurlara göre insanların yaşadıkları dünyayı değiştirme diye bir dertleri de yoktur. Dünya ancak ve ancak farklı kimliklere, kültürlere göre değişebilir veya farklı kimlikler toplumsal olarak kendilerini ifade edebilirler. Devrim, dünyayı topyekun değiştirme, sınıf mücadelesi ve sonucu korkusu Post-modernist ve post-marksistlerin akıllarını başlarından almış. Örneğin bu korku içinde kıvranan Foucault şöyle diyor: “Bütünün tümünü birden değiştirmeye kalkamazsınız, eğer tümünü birden değiştirmeye kalkarsanız yeni bir despotizm yaratırsınız. Marksizmin yanlışı da toplumu global bir şekilde değiştirmeye kalkmasında yatmaktadır. Stalinizme neden olan da budur.” (Aktaran; Sema Sav; Postmodernizm, https://sosyolojivefelsefe.wordpress.com/2014/07/14/postmodernizm/ - 14 Temmuz 2014)
Bu anlayışı biraz daha deşerseniz bu unsurların insanı özne olarak ortadan kaldırmaya çalıştıklarını görürsünüz.
Sadece birkaç örnek Post-marksizm’in, Post-modernizm’in derdinin Marksizm-Leninizm’le hesaplaşmak olduğunu göstermektedir. Marksizm-Leninizm'in çağ açması veya kapatması nesnel gerçeklere/olgulara dayanır. Örneğin emperyalizm çağından bahsediyorsak, bunun nesnel nedenleri vardır. Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir diyorsak, bunun nesnel nedenleri vardır. Özel mülkiyetin hakim olduğu toplumlarda toplum ezen ve ezilen; sömüren ve sömürülen olarak iki ana sınıfa ayrışmıştır diyorsak, bunun da nesnel nedenleri vardır. Ancak, bütün bunlar Post-marksizm açısından “gerçeklik” değildir; indirgemeciliktir, determinizmdir. Bu durumda Marksizm-Leninizm, anlatımdan oluşan dünyanın hayali “gerçekliği” anlatamaz, açıklayamaz. Bu nedenle de Marksizm-Leninizm dünyanın hal-i pür melalini açıklayacak durumda olmadığı için içi boşalmış bir ideolojiden başka bir şey değildir. Anlatılan budur.
Üzerinde bolca durulan işçi sınıfı mı? O zaten daha baştan yok sayılıyor veya özne olarak yapacak bir şeyi kalmamış insan topluluğu olarak görülüyor. Bu durumda ortaya ne çıkar dersiniz? İşçi sınıfını sınıf olarak ortadan kaldırmak, onun tarihsel misyonunu da ortadan kaldırmak demektir; komünist partide örgütlenmesini ve devrimi gerçekleştirmesini ortadan kaldırmak demektir. Bu durumda devrim de ortadan kaldırılınca geriye ne kalır dersiniz? Reformizm!
“Kahrolsun sınıf politikası, yaşasın kimlik politikası”!
Post-marksist tasfiyeciler böyle haykırmak, Marksizm-Leninizm’e karşı duydukları nefreti böyle dile getirmek isterler, ama haykıramazlar. İçerik ile biçim önlerinde engeldir; göründükleri gibi olamazlar, oldukları gibi görünemezler.
Bir Marksist-Leninist parti, kimlik politikasını sınıf politikası yerine koymuşsa veya önüne geçirmişse; ideolojik cephaneliğini atık kimlik politikası oluşturuyorsa, o partinin Marksist-Leninist parti olup olmadığı tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. Artık o, en fazlasıyla kimlik politikası zemininde “Marksist-Leninist” parti olmuştur.
Kimliklerin de birbirlerine nasıl yaklaştıklarını, aralarındaki ilişkilerin nasıl olduğunu; aralarında çıkar ortaklıklarının mı, zıtlıklarının mı genel anlamda hakim olduğunu burada ayrıntılı ele almaya gerek yok. En azından bu makalenin hacmini oldukça genişletir. Aslında bu konuya ne Marksist-Leninistlerin ne de post-marksist tasfiyecilerin kafa yormalarına gerek var. Kimlik politikasında “üstat” olan Laclau ve Mouffe post-marksist tasfiyecilerin akıl hocaları olarak konuya yeteri kadar kafa yormuşlar. Bunlar, sınıfları ortadan kaldırma konusunda Marksizm’in “yapı kıran”larıdır ve aynı zamanda sınıf yerine kimlik politikasının da “yapıcı”larıdır. Vardıkları sonuç “radikal demokrasi”dir. Ancak, “radikal demokrasi” de derde derman değildir. Yan yana gelmekte zorlanan kimliklerin omuz omuza mücadelesi çok nadirdir. Hele hele iktidara karşı mücadelesi daha da nadirdir. Ortak mücadelenin, omuz omuza mücadelenin zeminini oluşturacak ortak bir çıkarın olmaması sonuçta çarenin siyaset dışında aranmasını kaçınılmaz kılar. Efendim ortada bir iyi niyet olmalıdır. Belki bu yoldan ilerlenirse sonuç alınabilir!
Kimlik siyasetinde ısrarın nedenini hiç sordunuz mu? Neden kimlik siyasetine harcanan zaman ve imkanları işçi sınıfının politikasına, onu örgütlemeye harcamıyoruz diye hiç sordunuz mu? Bir sorun. Alacağınız cevap “kem küm”den öte bir şey olmayacaktır. Burada da biçim ve içerik arasındaki uzlaşmazlık kendini gösterecektir. Biçim olarak, görünüşte, bir Marksist-Leninist parti sınıf partisidir, işçi sınıfını örgütleyerek var olur. Bu kabul edilecektir. Ancak, bir dizi nedenler sayılacak ve soruyu sorana bu işin kolay olmadığı anlatılacaktır. Ama kimlikler, sınıfsal aidiyetlerinden arındırılmış olarak sürekli şu veya bu biçimde düzenle çatışma içindedir denecektir.
Aslında burada, sınıfı örgütlemenin zorluğu anlamında söylenmek istenen, ama bir türlü açıktan söylenemeyen şudur: İşçi sınıfı artık, eskiden olduğu gibi toplumsal altüst oluşun veya genel anlamda toplumsal ilerlemenin motor gücü, bu altüst oluşun öznesi değildir; başka bir ifadeyle, işçi sınıfı devrimi gerçekleştirecek temel özne olmaktan çıkmıştır. Post-marksizm, Laclau ve Mouffe gibileri bunu öğretiyor. O halde geriye ne kalıyor? Geriye başka, daha doğrusu yeni toplumsal hareketler kalıyor. Nedir bunlar? Anti-küresel hareketi hatırlarız. Bu yeni bire sosyal harekettir. ATTAC da yeni bir sosyal hareketti. Avrupa Sosyal Forumu yeni bir sosyal hareketti. Dünya Sosyal Forumu da yeni bir sosyal hareketti. Bunlar uluslararası sosyal hareketlerdi ve aradığınız her türlü kimliği bu hareketler içinde bulabilirdiniz. Ancak, bunların hepsi şimdi birer cenaze olmuştur.
Bu hareketler neden bir saman alevi gibi parladılar, dünyada ne kadar avanak küçük burjuva varsa hepsine umut oldular ve sonra sönümlenip gittiler? Bu hareketler, geliştilerse bunun temel nedeni Marksist-Leninist partilerin müdahale gücünün olmamasında, kendilerini post-marksist tasfiyenin girdabından kurtaramamasında ve genel anlamda işçi hareketinin geriye çekilmesinde aramak gerekir. Eh böyle bir ortamda post-marksist kimlik politikaları gelişmeyecek de ne gelişecekti?
Kimlik politikasının hakim olduğu yerde sınıf politikası yürütülemez. Çünkü sınıf politikasının ideolojik arka planı, örgütlenmesi ve hedefi kimlik politikasının arka planından ideolojisinden, örgütlenme ve hedefinden farklıdır.
Neresinden bakarsanız bakın söz konusu olan ideolojik tasfiyeciliktir. İdeolojik tasfiyeye uğramış bir “komünist” parti aynı zamanda sınıfsal tasfiyeye de uğramış demektir. Eh sınıfsal tasfiyenin sonucu da örgütsel tasfiyedir. Kapılar her bakımdan; ideolojik, teorik, sınıfsal ve örgütsel olarak toplumun diğer ezilen sınıf ve sosyal tabakalarına, tabi bu arada kimliklere de ardına kadar açılmıştır. Post-marksist tasfiyecilik işçi sınıfının ideolojisini ve örgütünü teslim almış, bir daha kolay kolay çıkamayacağı bir köşeye sıkıştırmıştır. O köşe devrim yapma iddiasından vazgeçme köşesidir, varlığını kimlik politikalarıyla sürdürme köşesidir. O köşede sınıfa hitap edemezsin; onun taleplerini dillendiremezsin ve onu örgütleyemezsin. Orada ancak en genel anlamda ezilenlere hitap edebilirsin. O köşede LGBTI+’lardan bahsedebilirsin. Kürt “halkımız”dan, Ermeni “halkımız”dan, Arap “halkımız”dan, Alevi “halkımız”dan bahsedebilirsin. Ancak, nedense Sünni “halkımız”dan bahsetmezsin. Çünkü halklarımızın bu kesiminden umut kesilmiştir, diktatörlüğün oy küpü olarak görülmektedir.
Bu durumda ortaya ne çıkıyor? Bu halklarımızın sınıfsal aidiyetleri siliniyor; farklı sınıflardan bir bileşim olsalar da bir bütün olarak görülüyor. Bu halklarımız çalıştıkları işyerlerinde, fabrikalarda, işletmelerde işçi sınıfı olarak örgütlenmiyor; hangi dinsel ve etnik kökenden olurlarsa olsunlar onların bir sınıfın üyeleri oldukları öne çıkartılmıyor, tam tersine özenle gözardı ediliyor.
Post-marksizm tam da bunu istiyor, böyle olmalısınız, böyle olursanız Marksizm-Leninizm cenderesinden kurtulmuş, düşünce özgürlüğünüze kavuşmuş olursunuz diyor. Bunun tersi, yani sınıf politikası, Post-marksizm için çok tehlikeli, asla girilmemesi gereken sulardır.
İşçi sınıfı, bu ve benzeri post-marksist anlayışları göklere çıkartan bir “Marksist-Leninist” parti ile mi kendi tarihini yazacak?
Devam edecek
Marksist-Leninist Ortamda “Üç Maymun Oyunu” ve Tasfiyecilik!