“ÜÇÜ BİR ARADA”
AB, G-7, NATO ZİRVELERİ
G7, AB, NATO, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve diğerleri dünyanın yaşanamaz hale gelmesinin baş sorumlularıdır. Bunların hepsi, kendi alanlarında uluslararası tekelci sermayenin kurumlarıdır. Milyarlarca insana acı ve açlık çektirenler, sadece sömürmeyen, sömürüyü talana çevirenler bunlardır. Bu kurumları harekete geçiren uluslararası sermayedir. Bir taraftan sermayelerinin genel çıkarları için ortak kararlar alabilirlerken, diğer taraftan da kendi aralarında rekabet ediyorlar.
Batı dünyasında tek başına dünya hegemonyası için jeopolitika geliştiren tek ülke ABD’dir. Bu emperyalist ülke, II. Dünya Savaşı sonrası koşullarında kurulmuş yukarıdaki kurumları harekete geçirerek dünyada tek hakim güç olarak kalma politikasını devam ettirmek istiyor. Ancak, bu kurumlarda yer alan Batının emperyalist ülkeleri arasında da rekabet esastır. Bütün olarak AB’nin ABD ile rekabeti, AB içinde Almanya, Fransa veya başka ülkelerin birbirleriyle rekabeti, NATO içinde üyelerin birbirleriyle rekabeti her ilişkilerinde, her zirvelerinde gündemi belirler.
AB zirvesinde (24-25 Haziran) Ukrayna ve Moldova'ya aday üye statüsü verildi. Ancak aday üyelik statüsü AB'ye hızlı giriş garantisi değildir. AB Komisyonu AB üyeliğine girişi hızlandırabileceği gibi uzun döneme de yayabilir. AB’nin talep ettiği reformlar, AB’nin istediği gibi yapılırsa bu iki ülkenin üye olmaları uzun sürmez. AB, yeni üye olmak isteyen ülkelerin AB “müesses nizamı”nı kurmaya ne derece gönüllü olduğuna bakar. Aksi taktirde 1999’da aday üye statüsü verilen Türkiye gibi beklemeye devam ederler.
Ancak Ukrayna ve Moldova’nın üyeliği politik nedenlerden dolayı gündeme getirilmiştir, ve aynı nedenden dolayı da kısa zamanda AB üyesi olabilirler. Her halükarda AB, garantisi olmayan uzun kabul sürecini, devam eden savaştan dolayı çok da uzun tutmayacaktır. AB, aday üye yapılan Ukrayna ve Moldova’nın ağzına birer kaşık bal çalmıştır.
Söz konusu zirvelerin gündemleri aslında savaş çığırtkanlığı üzerine oluşturulmuştur. Batı’nın başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeleri şimdiye kadar görülmemiş bir istekle Rusya’ya, dolayısıyla Çin’e karşı kılıç kuşanmakta acele ediyorlar. Bu üç zirve diğer şeylerin yanı sıra Ukrayna-Rusya savaşına odaklanmıştır. Ukrayna’ya savaş desteğiyle Rusya’ya göz dağı vermek isteyen bu zirveler savaş boyutuna varmış çelişkileri daha da keskinleştiriyorlar.
Ancak, her şeyin istenildiği gibi ilerlemediğini bu zirveciler de çok iyi biliyorlar. Kovid salgını henüz sona ermedi. Salgına karşı mücadelede burjuvazi çuvalladı. Pandemi sürecinde tedarik zincirleri koptu. Birçok ülkede “ne ondurur ne öldürür” durumda olan ekonomilerde yeniden ekonomik kriz eğilimleri güçlendi. Bazı ülkelerde ekonomik kriz derinleşti. Enflasyon bütün dünyada yaygınlaştı. Enerji krizi birçok ülkeyi derinden etkilemeye baladı. Şimdi tarım krizinden ve muhtemel açlıktan bahsediliyor. Enerji tabanlı yapısal kriz de dahil bütün bu krizler birbirini tetikliyor.
Uluslararası tekelci sermaye için pek de iç açıcı olmayan siyasi ve ekonomik durum, kapitalist dünya müesses nizamının; Amerikan emperyalizmi kontrolündeki düzenin olduğundan daha çok istikrarsızlaştığını göstermektedir. Evet, bu zirveler aynı zamanda bu krizlerden bir çıkış yolu arama zirveleridir. Ancak, bir çıkış yolu bulamayacaklardır. Amerikan emperyalizmi çıkış yolu olarak, bu ülkelerin daha sıkı bir biçimde kendisiyle kenetlenmesinde, Amerikan çıkarlarına kendi çıkarları gibi sahip çıkmalarında ve gerekirse savaşmalarında görmektedir. Amerikan emperyalizmi sanıyor ki, bu zirvelerde alınan kararlarla Rusya ve Çin’e karşı cephe oluşturulacaktır ve kapitalist dünya da söz konusu krizlerinden kurtulacaktır.
Bu zirvelerde en ateşli savaş kışkırtıcısı olacağını açıklayan ülkelerden birisi de Almanya’dır. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, bu zirvelerden önce yaptığı hükümet açıklamasında, Alman "güvenlik politikasının yeniden düzenlenmesinden" bahsetti. Almanya’nın, Rusya'yı geri püskürtmek için ve Kırım da dahil olmak üzere "Ukrayna'nın desteğimize ihtiyacı olduğu sürece" Ukrayna'yı silah tedarikiyle desteklediğini tekrardan dile getirdi. Böylece Almanya devam eden savaşın tırmanması doğrultusunda adımlar atmaktan geri durmayacağını açıklamış oldu. Ukrayna-Rusya savaşı Federal hükümet için artık "gündemin merkezine taşınmış” oldu.
Almanya Başbakanı Olaf Schol, belki de ABD ile işbirliği içinde, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika, Senegal ve Arjantin gibi bazı ülkeleri Batı emperyalist blokunun yanına çekmek için zirveye davet etti.
G-7 Zirvesi üzerine yapılan açıklamalar yeni bir savaş kışkırtıcılığı değildir. Nisan ayında Ramstein'da yapılan toplantıda Ukrayna ve NATO'nun Rusya'ya karşı askeri zaferine odaklanan G7 Dışişleri Bakanları bir ay sonra yeniden toplandılar ve “Rusya'nın değiştirdiği sınırları asla tanımayacağız” dediler ve aynı zamanda Ukrayna'nın "savaş uçaklarını gönderin isteği” üzerine de konuştuklarını açıkladılar.
Diğer taraftan Amerikan emperyalizmi de G7 zirvesinde "Rusya üzerindeki baskıyı artırmayı" planladığını ve bu amaçla "bir dizi somut teklif" sunacağını daha önceden açıklamıştı.
Zirvenin resmi programına göre katılımcı ülkeler, dertlerinin “adil bir dünya için ilerleme” olduğunu, bunun için çalışacaklarını açıklıyorlar. Ancak, zirveye katılan ülkelerin emperyalist karakteri bunun bir demagoji olduğunu göstermektedir.
NATO zirvesi de 29-30 Haziranda Madrid’de toplanacak. Bu zirvede, diğer konuların yanı sıra İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği belirleyici gündem maddesi olacak. Bu zirveye bu iki aday ülkenin yanı sıra “partner ülkeler” olarak Avustralya, Yeni Zelanda , Güney Kore ve Japonya da katılacak.
Diğerlerinden farklı olarak bu zirvede ortam gergin olabilir. Diğer ikisi gibi bu zirve de NATO’nun belirleyici gücü olarak Amerikan emperyalizmi ve bir bütün olarak Batı emperyalizmi açısından oldukça önemlidir. Bütün dünyaya, Çin’e, Rusya’ya NATO’nun “beyin ölümü”nün gerçekleşmediği gösterilmek istenecektir. Ukrayna-Rusya savaşında olduğu gibi NATO’nun nasıl bir savaş ittifakı olduğu, üyelerini harekete geçirebildiği gösterilmek istenecektir. Tabii, Biden da NATO’yu yeniden örgütleyen, dirilten, genişleten lider olarak tarihe geçecektir.
İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği kabul edilmesi durumunda bu zirve, belki de zirvelerin zirvesi olacaktır.
Ancak, her şeyin istenildiği gibi gitmesinin önünde tek engel olan Türkiye’nin ikna edilmesi gerekiyor. Bu nedenle bu iki ülkenin üyeliğini kabul etmeyeceğini, koşullara bağladığını açıklayan Türkiye’nin ikna edilmesi için diplomasi trafiği, bilinen Türkiye “güzellemeleri” ön plana çıkartılarak yoğunlaştırılmış olarak sürdürülüyor.
Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz:
Bu zirveler, her biri kendi gündemi bağlamında Amerikan emperyalizminin Rusya ve Çin’e karşı geliştirdiği jeopolitik doktrinini siyasal, ekonomik, askeri olarak örgütlemeye hizmet etmektedir. ABD, kendi emperyalist çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre karar veriyor ve böylesi zirvelerde de bu kararların kabul edilerek uygulanmasını talep ediyor.
İster Ukrayna-Rusya savaşı bağlamında olsun, ister Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği ve Rusya ve Çin’in Baltık Denizi’nde ve kuzey kutbunda çevrelenmesi bağlamında olsun, ister enerji krizi pahasına ekonomik olarak Rusya’nın baskı altına alınması bağlamında olsun bu zirveler son kertede dünyanın ikiye bölünmüşlüğünün, bütünlüklü dünya ekonomisinin yıkılmasının ve iki farklı dünya ekonomisinin oluşmasının ön adımlarıdır.
Bu zirveler aynı zamanda sadece yeni savaşların değil, dünya savaşının da bir hazırlığıdır.