ROJAVA PAZARLIĞI DEVAM EDİYOR
“Barış Pınarı Harekatı” (9-23 Ekim 2019) ve ABD ile 17 Ekim’de imzalanan “Ankara Mutabakatı” ve Rusya ile 22 Ekim’de imzalanan “Soçi Mutabakatı”ndan istenilen sonucun alınamadığını diktatör her fırsatta dile getiriyordu. Bu harekatla faşist diktatörlük sadece Gire Spi-Serekaniye arasında kalan 30 km derinliği olan şeridi işgal etmişti. Diktatöre göre “Barış Pınarı Harekatı” sonlandırılmalıdır, amacına ulaşmalıdır; yani Kobane’den Irak sınırına kadar olan bölge tamamen işgal edilmelidir. Bu harekattan günümüze kadar sömürgeci faşist diktatörlük söz konusu mutabakatların gereğinin yapılması, yapılmıyorsa biz yaparız moduyla ABD ve Rusya ile sürekli konuşmuş, ama sonuç alamamıştır.
Şimdi koşullar değişti diye yeni bir Rojava seferine hazırlanıyor diktatör. Peki, değişen nedir? Ne değişti de diktatör bunu fırsata çeviriyor?
24 Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşı koşullardaki değişimin esas kaynağıdır. Bu savaş, iki ülke arasında herhangi bir haksız savaş olarak görülemez. Bu savaş, emperyalist bir savaş olmasının ötesinde jeopoitik bir savaştır; iki jeopolitik doktrinin Ukrayna sahasında karşı karşıya gelmesidir. Rusya karşısında Ukrayna’nın olması, ABD/NATO ve AB tarafından destekleniyor olması Ukrayna sahasında esas savaşanların ABD/NATO ve Rusya olduğu gerçeğini karartamaz. Ukrayna, Rusya karşısında ABD’nin/NATO’nun vekilidir. Ukrayna, ABD/NATO tarafından Rus emperyalizminin önüne atılan, Doğu Avrupa’da Amerikan jeopolitik çıkarları için savaştırılan bir vekildir.
Bu savaş, dünya hakimiyeti için oluşturulan jeopolitik doktrinlerin çarpışması olduğu için etkisini bütün dünyada ve öncelikle de yakın bölgelerde hemen göstermiştir. Amerikan emperyalizminin tutmak istediği Baltık ülkeleri-Polonya-Ukrayna-Karadeniz hattı şimdi İsveç-Finlandiya-Baltık ülkeleri-Polonya-Ukrayna-Romanya-Bulgaristan-Yunanistan hattına dönüşmüştür. Yani kuzey kutbundan Girit adasına kadar uzanan bir hat. Baltık ülkeleri-Polonya-Ukrayna-Karadeniz hattını Gürcistan’a kadar da uzatabiliriz. Rusya’yı Karadeniz’de çevrelemek ve Kafkasya’ya doğrudan ulaşabilmek için Amerikan jeopolitikası böyle düşünüyor.
Her iki güç arasındaki bu jeopolitik fay hattı, aynı zamanda Çin emperyalizmini de doğrudan ilgilendirmektedir. Amerikan emperyalizmi, kendisine meydan okuyan Çin’i çevrelemek için attığı adımlardan birisi de İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olmalarıdır. Kısa bir zaman öncesine kadar NATO’ya üye olmayı düşünmediklerini defalarca dile getiren bu iki ülke birdenbire Rusya tehdidiyle karşı karşıya olduklarını ve bu nedenle de NATO’ya üye olmak istediklerini açıkladılar.
Bu iki ülkenin NATO’ya üye olabilmeleri için bütün NATO üyesi ülkelerin onayı gereklidir. Diktatör, bu NATO üyelik koşulunu fırsata çevirmekte gecikmedi. NATO’nun güçlenmesini, bu iki ülkenin üye olmasını biz de isteriz diye başlayan açıklamaların ama’sı şimdi bu ‘iki ülkenin üyeliğini veto ediyoruz’a dönüşmüştür. Nedeni ise bu iki ülkenin “terör örgütleri”ne “ev sahipliği” yapmasıdır. Faşist diktatörlük açısından bu açıklama işin demagojik yanı olmasa da en son söylenecek yanıdır. Bu iki ülkenin NATO üyeliği ve Türkiye’nin talepleri bağlamında ABD ve NATO’nun Türkiye ile görüşme trafiği yoğunlaştı.
Diktatör bu iki ülkeyi veto ederim demekle hem Amerikan emperyalizmine hem de Rusya ve Çin’e şu mesajı veriyor:
Bu iki ülkeyi veto edersem Girit’ten kuzey kutbuna uzanan hat Baltık ülkelerinde kesilir. Kuzey kutup bölgesinde Çin ve Rusya’nın dünyaya açılması önünde bir çevreleme yapamazsın.
Bu iki ülkeyi veto edersem Baltık Denizi bir ABD/NATO denizine dönüşemez; Rusya bu denizi kullanarak dünyaya açılır.
Rusya’ya verilen mesaj da şudur: Bu iki ülkeyi veto etmekle Baltık Denizi ABD/NATO denizine dönüşmez, bu denizi kullanarak dünyaya açılırsın. Aynı zamanda Çin’e kuzey kutbunda bir çevreleme mümkün olmaz, bu hattı kullanarak dünyaya açılırsın diyor.
Karadeniz bağlamında da şimdilik Montrö anlaşmasına sadık kalacağız diyen diktatör ikili oynuyor. Henüz değil, ama gerekirse Rusya’yı tehdit etmek için Karadeniz’i ABD/NATO gemilerine açabilir ve Karadeniz bir ABD/NATO gölü olabilir. Böyle bir durum Rus emperyalizmi açısından jeopolitik bir felaket olur. Böyle bir felaketle karşı karşıya kalmak istemeyen Rusya diktatör karşısında tavizkar davranacaktır.
Şu anda Rusya açısından en iyi Türkiye, Montrö Boğazlar Anlaşmasını uygulayan Türkiye’dir.
Ancak, bütün bu karmaşık ilişkilerde faşist diktatörlüğü en çok ilgilendiren bölge Rojava’dır. Diktatör bu savaşı ve beraberinde getirdiği güç dengelerindeki değişimi ele geçmiş tarihsel bir fırsat olarak görmekte ve Rojava’nın tamamını işgal etmek için ABD ve Rusya’yı zorlamaktadır.
ABD’yi bu iki ülkenin NATO üyeliğini veto ederek zorlamakta ve işgal harekatına en azından göz yummasını sağlamaya çalışmaktadır.
Suriye’den bir kısım güçlerini çeken Rusya, Türkiye’nin yeni bir işgal harekatına sessiz kalmaya en yatkın olandır. Faşist diktatörlük bu iki ülkeyi veto etmesi veya üyeliğinin zamana yayılmasını sağlaması, yukarıda da belirttiğim gibi Rusya ve Çin’in işine yaramaktadır. Diktatörün, ‘Dostum Putin bunun ne anlama geldiğini mutlaka bilyordur’ diye düşündüğünden emin olabiliriz.
Kartlar ortada, Rusya ve ABD yeni bir harekat istemiyorlar. Türkiye şimdi tam zamanı diyor. Ancak, anlaşılan o ki, pazarlıklar sürmekte. Kim kime neyin karşılığında ne verir, orası bilinmez. Ancak ortada duran bazı gerçekler de inkar edilemez.
Avrupa’nın enerji ihtiyacı, AB açısından henüz gerçek bir enerji krizine dönüşmedi. Stoklar kullanıldığı için sorun yok gibi bir durum söz konusu. Kış geldiğinde durum bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. AB’nin petrol ve doğal gaza hemen ihtiyacı var. Bunu da ancak Türkiye’den geçen boru hatlarıyla elde edebilir. Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan petrol ve doğal gazının Hazar Denizi-Azerbaycan-Türkiye üzerinden; Katar-Irak-Güney Kürdistan petrol ve doğal gazının da Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasında bir sorun yok. Azerbaycan ve Orta Asya’dan gelen enerji sevkıyatında sadece kapasite arttırılıyor. Sorun, neredeyse sadece Katar ve İsrail gazının nasıl devreye sokulacağındadır.
Durumun böyle olduğunu taraflar bildiğine göre AB de Türkiye’nin yeni bir işgal girişimine pek de sesli bir itirazda bulunmayacaktır. “Pençe-Kilit” harekatında öyle olmuştu.
Diğer taraftan diktatör, hazırlığı yapılan harekatın herhangi bir harekat olarak görülmesini istemiyor. Bir taşla iki değil, daha çok kuş vurmak istiyor:
Mevcut ekonomik durumun devam ettiği, yoksulluğun diz oyuna vardığı, enflasyonist krizin devam ettiği koşullarda bir seçim, diktatörün yeniden seçilmemesi anlamına gelebilir. Önce bu seçilememe tehlikesinin ortadan kaldırılması gerekir.
Seçim, ekonomik durumun geri plana itildiği, yeni harekat eşliğinde şovenizmin tavan yaptığı ortamda yapılmalıdır. Bu da yetmiyorsa seçim, savaş, harekat koşulları öne sürülerek ötelenmelidir. Diktatör esasen bu iki nedenden dolayı harekatı, etkisinin seçim döneminde tavan yapacağı bir zaman diliminde başlatmak için Rojava’yı işgal pazarlığını kontrollü yönlendiriyor olabilir. Olabilir, çünkü yeni bir işgal harekatı Rusya ve ABD’den ziyade Türkiye’nin gündemidir.
Belirttiğimiz dünya konjonktürü diktatörün lehine olabilir. Ancak bu işgalin daha öncekiler gibi kolay olmayacağı da açık.