deneme

22 Haziran 2022 Çarşamba

YAKLAŞAN NATO ZİRVESİNİN TÜRKİYE AÇISINDAN ANLAMI


YAKLAŞAN NATO ZİRVESİNİN TÜRKİYE AÇISINDAN ANLAMI

NATO’nun Madrid zirvesi 29-30 Haziranda gerçekleşecek. Bu zirvede, diğer konuların yanı sıra İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği belirleyici gündem maddesi olacak. Bu zirveye bu iki aday ülkenin yanı sıra “partner ülkeler” olarak Avustralya, Yeni Zelanda , Güney Kore ve Japonya da katılacak.

Bu zirve NATO’nun belirleyici gücü olarak Amerikan emperyalizmi ve bir bütün olarak Batı emperyalizmi açısından oldukça önemlidir. Bütün dünyaya NATO’nun “beyin ölümü”nün gerçekleşmediği gösterilmelidir. Ukrayna-Rusya savaşında olduğu gibi NATO’nun, bir “savunma ittifakı” (aslından doğrudan bir savaş ittifakıdır) olarak bütün üyelerini harekete geçirebildiği gösterilmelidir. Bu özelliğinden dolayı üye olmak isteyen ülkelerin olduğu gösterilmelidir. Tabii, Biden, NATO’yu yeniden örgütleyen, dirilten, genişleten olarak tarihe geçmelidir.

Hele bir de İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği kabul edilirse bu zirve belki de zirvelerin zirvesi olabilir.

Ancak, her şeyin istenildiği gibi gitmesinin önünde engel olan Türkiye’nin ikna edilmesi gerekiyor. Bu iki ülkenin üyeliğini kabul etmeyeceğini, koşullara bağladığını açıklayan Türkiye’nin ikna edilmesi için diplomasi trafiği yoğunlaştırılmış olarak sürdürülüyor. Dikkati çeken, şimdiye kadarki görüşmelerde ne NATO ne ABD ne de AB bu iki ülkenin üyeliği bağlamında Türkiye ile sürdürdükleri görüşmelerde “havuç-sopa” politikasının sadece “havuç” tarafını kullanmalarıdır. Bildiğimiz “güzellemeler” ön plana çıkartılıyor. Ancak, şimdiye kadar faşist diktatörlüğün tavrında bir yumuşama olmadı.

Rojava’ya yeni bir işgal girişimi konusunda “yeşil ışık” göremeyince diktatör bu iki ülkenin üyeliğini zamana yayma ve taleplerini gerçekleştirme taktiğini uyguluyor, en azından durum bunu gösteriyor. Burada bir pazarlık söz konusudur. Bu pazarlık sadece NATO/ABD/AB- Türkiye arasında değildir. Bu pazarlık NATO genişlemesinin sonuçları ne olur bağlamında Türkiye ve Rusya arasındadır.

Türk burjuvazisi böyle bir fırsatın eline bir daha kolay kolay geçmeyeceğinden hareketle veto hakkını karşılığını alana kadar kullanacağını gösteriyor. NATO’nun genişlemesine karşı değiliz diye başlayan açıklamalar, bu iki ülkenin “terörizm”le bağını öne çıkartmaya ve bundan dolayı bu ülkelerin üye olamayacaklarına vardırıldı. Bu süreci 11 Haziran günü yaptığı Çekya ziyaretinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şöyle açıklar: “Türkiye NATO’nun açık kapı politikasını her zaman desteklemiştir. Şu an NATO’nun karşısında en önemli iki tehditten biri Rusya diğeri de terörizmdir.”

Bugün bu anlayış sadece detaylandırılıyor, bu iki ülkenin üyeliği “yokuşa sürülmüyor” sadece, taleplerinin karşılanması için Türkiye tarafından zamana yayılıyor. Acele eden taraf NATO, zamana yayan, acele etmeyen taraf da Türkiye.

İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliği bağlamında Türkiye'nin çekincelerini gidermek için 20 Haziranda üç ülkeden üst düzey yetkililerin katılımıyla gerçekleşen toplantı sonrasında medya mensuplarına açıklama yapan Kalın, Madrid'de yapılacak NATO zirvesinin nihai tarih olmadığını, görüşmelerin devam edeceğini; bu iki ülkenin NATO üyelik sürecinin hızlandırılmasının "bu ülkelerin atacağı adımların yönüne ve hızına bağlı olacağını" açıkladı.

NATO Genel Sekreteri J. Stoltenberg de Türkiye, İsveç ve Finlandiya'nın, Pazartesi günkü toplantıya atıfta bulunarak, "yapıcı" bir görüşme gerçekleştirdiğini belirtti: "Finlandiya ve İsveç'in NATO üyelik başvuruları konusunda görüşmelerimizi sürdüreceğiz. Mümkün olan en kısa zamanda ilerleme kaydedecek bir yol bulmayı dört gözle bekliyorum."

Pazartesi günü Lüksemburg'da düzenlenen AB Dışişleri Bakanları toplantısına katılan İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde "konunun bir süre daha zaman alacağına hazırlıklı olmalıyız" mesajı verirken, Finlandiya Başbakanı Sanna Marin de üyelik meselesi Madrid'deki NATO zirvesine kadar çözülmezse, bir müddet rafa kaldırılabileceği endişesini dile getirdi.

Bu açıklamalar, NATO’nun “Türkiye’nin endişelerini” karşılamaya hazır olmadığını, Türkiye’nin de hiçbir şey almadan değil, istediğini almadan vetosunu kaldırmayacağını, dolayısıyla pazarlığın devam edeceğini göstermektedir.

Türkiye’nin bu iki ülkenin NATO üyeliğini kabul etmesi için ne talep etmiş olabileceğine gelmeden önce bu iki ülkenin NATO üyeliği ABD/NATO/AB ve RUSYA/Çin açısından ne anlama geldiğini açıklamak gerekir.

Mevcut haliyle NATO, Doğu Avrupa’da Baltık ülkelerinden başlayarak Polonya-Ukrayna-Romanya-Bulgaristan-Yunanistan hattını kurmuş oluyor, yani Baltık ülkelerinden Girit adasına uzanan bir jeopolitik hat. Bu hattı tutmak, tahkim etmek sadece Rus jeopolitiğine karşı bir tedbirdir. Bu durumda Baltık Denizi Rusya gemilerine (ticari ve askeri) açıktır.

Ancak, üye olmaları durumunda bu hat, İsveç ve Finlandiya ile kuzey kutbuna uzatıldığında bir taraftan Çin’in dünya pazarlarına açılma rotası (Bir Yol Bir Kuşak projesinin kuzey rotası) kesilmiş olacak, diğer taraftan da Baltık Denizi Rusya’ya kapatılmış olacak. Bu deniz ABD/NATO’nun bir iç denizi olacak ve Rusya izin almadan bu deniz yolunu kullanamayacak. Bu durum Rus emperyalizmi için jeopolitik bir felaket olur.

Bu nedenden dolayı İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği NATO ve Amerikan emperyalizmi açısından oldukça önemlidir.

Bu jeopolitik anlayışın gerçekleşmesi, bu alanda Rusya ve Çin’in tutulması/çevrelenmesi önünde tek engel Türkiye’dir. Türkiye kabul etmediği müddetçe bu alan Amerikan jeopolitikasına göre şekillenmeyecektir.

Türkiye’nin bu saha bağlamında ABD-Rusya/Çin arasında jeopolitik rekabet ve üstünlük elde etmek için girişilen it dalaşında ne denli önemli bir rol oynadığını her üç taraf da (ABD/NATO/AB-Rusya/Çin ve Türkiye) çok iyi biliyor.

Bu nedenle her bir taraf Türkiye’yi kendisi için kazanmak istiyor. Türkiye karşısında “havuç” politikasının nedeni budur.

Bu durumda pazarlık her iki tarafla yapılıyor demektir:

ABD ve NATO’ya verilen mesaj, vetoyu kaldırabiliriz ama bunun karşılığı olarak Rojava’da bize göz yumun, şu veya bu ambargoları kaldırın.

Rusya’ya verilen mesaj ise bu ülkelerin üyelik sürecini uzatırım, zamana yayarım, bu zaman zarfında Baltık Denizi bir NATO/ABD denizi olmaz; sürecin uzaması için Rojava’da bize göz yumman gerekir.

Her iki tarafa verilen mesajlar ancak bu çerçevede olabilir. Faşist diktatörlüğün Rojava işgal girişiminin gündemde olduğu koşullarda diktatörün bundan başka, buna eş değer ne talebi olabilir ki?

İktidarda kalması, seçimi kazanması için “Pençe-Kilit” operasyonu yetmez. Türkiye’de şovenizme tavan yaptıracak, milyonları sürükleyecek, açlığı, yoksulluğu, döviz/enflasyon krizini unutturacak, bir kısım Suriyeli göçmenin geri dönüşüne yol açacak ve etkisinin seçim döneminde tavan yapacağı bir savaşa, bir işgale ihtiyacı vardır. Bu da ancak ve ancak yeni bir Rojava “seferi” olabilir.

Bunca laftan sonra diktatörün geri adımı hem ABD/NATO/AB ve hem de Rusya açısından “şamar oğlanı” olmak anlamına gelir.

Bu ülkelerin NATO üyeliği üzerine söz konusu zirvede Türkiye pek de yalnız sayılmaz. Almanya’nın da bu ülkelerin hemen üyeliğine sıcak bakmadığı açık.

Diğer taraftan bu zirvenin ABD açısından NATO’nun yeniden dirilişi olacağı, Rusya ve Çin’e karşı bir gövde gösterisine dönüşeceği de tartışmalıdır. AB, yaşanmakta olan enerji kriziyle nasıl baş edeceğini düşünürken, aynı zamanda Rusya ile ekonomik, ticari, siyasi ilişkileri ne zaman eski haline getiririmi de düşünmektedir. Başta Almanya olmak üzere AB içinde Fransa ve başka ülkelerin de Amerikan jeopolitikasına boyun eğmeye, Amerikan çıkarları için konuşlanmaya yanaşmayacakları açıktır.

Avrupa’da NATO, Amerikan emperyalizminin her dediğini, her zorlamasını oy birliği içinde kabul etmeye ve uygulamaya artık eskisi gibi yatkın olmaktan çok uzaktır.