Emperyalist devletler, başta ABD ve son dönemde de AB ve ayrıca IMF ve Dünya Bankası(DB) gibi kurumlar, Türkiye’yi öve öve bir hal oldular. Bugünlerde Türkiye’yi ziyaret eden DB Başkanı Wolfensohn da Türkiye’yi övmekten neredeyse sarhoş oldu; nelere muktedir olduğumuzun farkında değilmişiz. AB’ye bir adım daha yakınlaştığımızın, mevcut siyasi yapıyla mucizeler yaratıyor olduğumuzun, 35 yıldır gösteremediğimiz gelişmeyi gösteriyor olduğumuzun, mevcut potansiyelimizi realize etmenin zamanının gelmiş olduğunun, koşulların çok uygun olduğunun farkında değilmişiz. Wolfensohn, bütün bu gizli kalmış yönlerimizi keşfedip açıklayarak gözlerimizi açtı. Daha doğrusu memlekette ne kadar “Kambur İzzet” varsa onların hepsinin ağzına bir parmaklık bal çaldı ve bu arada da gerçek düşüncesini açıkladı. DB Yönetim Kurulu, mali sektör reformlarının neden geciktiğini soruyormuş! Kurul, Türkiye’nin, kamu bankalarının özelleştirilmesine imkân verecek olan yasal düzenlemenin çıkartılmasının, Türkiye’nin bu konuda ciddi olduğunu gösteren bir işaret olarak algılıyormuş, “Türkiye’de uygulanan programın başarıya ulaşması, sadece Türk halkı için değil, aynı zamanda dünya jeopolitik dengesi, dünya barışı ve dünya istikrarına katkı için de hayati önem taşıyor"muş! Wolfensohn, devamla şöyle diyor.”Bankacılık sektöründeki mevzuatı değiştirdiniz. Denetleme Üst Kurulu’nu kurdunuz, enerjide yatırımlarınız var. Yabancı yatırımcılar için zor bir kulüptünüz, ancak belki de bu değişmiştir. Yabancı yatırımcılara kucak açarsanız, bu sizin kazancınız olur. Yabancı yatırımcılar gittikleri ülkelerde hoşgörüyle karşılanmak isterler”.
Bu kadar övgünün arasına iki gerçek sıkıştırılmış: Türkiye, dünyanın jeopolitik dengesi açısından oldukça önemlidir. Türkiye, dünya barışına ve istikrarına bu konumu gereği katkıda bulunmalıdır. İkinci olarak Türkiye, yabancı sermayeye kapıları ardına kadar açmalıdır ve mali destek istiyorsa bunun koşullarını yerine getirmelidir. Yani yapısal uyum adımlarını; dayatılan “reform”ları realize etmelidir.
Gerçekten de Türkiye, hiçbir bakımdan olmasa da salt jeostratejik konumu bakımından oldukça önemlidir. Bu coğrafya, günümüzde emperyalistler arası çelişkilerin en çok keskinleştiği Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya/Hazar Havzası üçgeninin tam ortasında yer alıyor. Dünya hegemonyası için mücadele eden hiçbir emperyalist ülke, dünyanın mevcut nüfuz sahası temelinde paylaşılmışlığını kendi lehine değiştirmek isteyen emperyalist güçler, bu niyetlerini, Türkiye’yi hesaba katmadan yapamayacaklarını, bu nedenle de Türkiye’nin bir şekilde kendi politikalarına koşulmasının kaçınılmaz olduğunu biliyorlar.
Wolfensohn, övgü ve gerçek niyet açıklamasını herhangi bir emperyalist ülke adına değil, doğrudan Amerikan emperyalizminin adına yapıyor. Bu bay, Türkiye’nin önemini Amerikan emperyalizminin çıkarlarına göre vurguluyor. Bu anlamda onun Türkiye’de istikrar, bölgede istikrar anlayışı, Amerikan emperyalizminin bölgemiz üzerine politikalarıyla tam anlamıyla örtüşüyor. Amerikan emperyalizmi, ekonomisi ve politikası istikrarsız bir Türkiye ile bölgedeki çıkarlarını istediği gibi gerçekleştiremeyeceğini çok iyi biliyor. Bu nedenle, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını gerçekleştiren, bu çıkarlara göre tam şekillenmiş siyasi ve iktisadi istikrarlı bir Türkiye, en iyi Türkiye’dir. Wolfensohn, Türkiye ziyaretinde bunu vurguluyor.
Bu bay, siyasi ve iktisadi istikrarın nasıl sağlanacağı konusunda da açıklamalar yaptı. Emperyalist beylere göre mevcut hükümet, mucizeler yaratan bir hükümettir. Bu hükümet, ülkenin siyasi geleceği ve istikrarlı gelişmesi açısından bir şanstır. Siyasi ve iktisadi “reform” adımları atan, demokrasiden, insan haklarından bahseden, işkenceyi kınayan, “terörizm”i kökünden kazıyan bu hükümet, emperyalizme istikrarlı bir şekilde en iyi hizmet eden hükümettir. İnsan haklarının ayaklar altına alınması, işkencenin varlığı, Kürt ulusal mücadelesinin boğulması, siyasi tutsakların katli, en ufak demokrasi kıpırdanışının vahşetle bastırılması emperyalist efendileri hiç ilgilendirmiyor. Önemli olan, tekelci sermayenin çıkarı için siyasi ortamın, “mezar suskunluğu”nun oluşturulmasıdır.
Bunun yanı sıra “Kambur İzzet”lerin hâkim olduğu Türkiye’de iktisadi açıdan da istikrar sağlanmalıdır. İktisadi istikrar ise, ancak ve ancak IMF reçetelerini DB’nın yapısal uyum programlarını uygulamakla mümkün olacaktır. Faşist diktatörlük, IMF ile yapılan anlaşmayı, onun doğrudan ifadesi olan ekonomik dayatmaları yerine getirmeye ne denli hevesli olduğunu uygulamalarıyla sergiliyor. Tahkim yasasından başlayarak yabancı sermayenin önündeki bütün engellerin yıkılması için IMF’nin ve DB’nın ekonomik istikrar adına bütün dayatmalarını hükümet kabulleniyor ve kendi “politik ekonomi”si olarak algılayarak uygulamaya koyuyor. Mali sektör düzeltilmeli, işçiye/memura şu kadardan fazla ücret zammı yapılmamalı, tarımda sübvansiyon kaldırılmalı vs. deniyor ve bu taleplere Kambur İzzet’ler hükümeti hemen sahip çıkıyor.
DB’nın yapısal uyum programları, yardım talep eden ülkenin iktisadi politikasını tamamen yabancı sermayenin çıkarlarına göre şekillendirmeyi öngörür. DB’nın yapısal uyum programına muhtaç olan ülke, bütün alanları, ekonominin bütün sektörlerini, ulusallık adına ne varsa hepsini yabancı sermayeye açmak zorundadır. Talanın koşullarını bizzat hazırlamak zorundadır. DB, 759,6 milyon dolarlık Ekonomik Reform Kredisi verdi. Aynı banka üç sene içinde Türkiye’ye 5 milyar dolarlık bir destek sağlayacağını da açıkladı. Ama önce şu özelleştirme işini hızlandırın diyor. Mali sektörü, istediğimiz gibi düzeltin diyor. Ziraat Barkası’nı özerkleştirin, Emlak Bankası’nı, Halkbank’ı, Vakıfbank’ı özelleştirin diyor. Bu alanları, Türkiye’de bankacılık sektörü adına ne varsa hepsini yabancı sermayeye teslim edin –özelleştirin- ki yabancı sermaye gelsin diyor.
Wolfensohn vasıtasıyla DB, Cotarelli vasıtasıyla IMF, Türk burjuvazisine siyasi ve iktisadi istikrar adına yabancı sermayenin çıkar ve isteklerini sıralıyorlar ve belli aralıklarla da gelerek nelerin yapılıp-yapılmadığını denetliyorlar, yeni direktifler veriyorlar. Wolfensohn ve Cotarelli bugünlerde Türkiye’yi bu amaçla ziyaret ediyorlar.
Bu kadar övgünün arasına iki gerçek sıkıştırılmış: Türkiye, dünyanın jeopolitik dengesi açısından oldukça önemlidir. Türkiye, dünya barışına ve istikrarına bu konumu gereği katkıda bulunmalıdır. İkinci olarak Türkiye, yabancı sermayeye kapıları ardına kadar açmalıdır ve mali destek istiyorsa bunun koşullarını yerine getirmelidir. Yani yapısal uyum adımlarını; dayatılan “reform”ları realize etmelidir.
Gerçekten de Türkiye, hiçbir bakımdan olmasa da salt jeostratejik konumu bakımından oldukça önemlidir. Bu coğrafya, günümüzde emperyalistler arası çelişkilerin en çok keskinleştiği Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya/Hazar Havzası üçgeninin tam ortasında yer alıyor. Dünya hegemonyası için mücadele eden hiçbir emperyalist ülke, dünyanın mevcut nüfuz sahası temelinde paylaşılmışlığını kendi lehine değiştirmek isteyen emperyalist güçler, bu niyetlerini, Türkiye’yi hesaba katmadan yapamayacaklarını, bu nedenle de Türkiye’nin bir şekilde kendi politikalarına koşulmasının kaçınılmaz olduğunu biliyorlar.
Wolfensohn, övgü ve gerçek niyet açıklamasını herhangi bir emperyalist ülke adına değil, doğrudan Amerikan emperyalizminin adına yapıyor. Bu bay, Türkiye’nin önemini Amerikan emperyalizminin çıkarlarına göre vurguluyor. Bu anlamda onun Türkiye’de istikrar, bölgede istikrar anlayışı, Amerikan emperyalizminin bölgemiz üzerine politikalarıyla tam anlamıyla örtüşüyor. Amerikan emperyalizmi, ekonomisi ve politikası istikrarsız bir Türkiye ile bölgedeki çıkarlarını istediği gibi gerçekleştiremeyeceğini çok iyi biliyor. Bu nedenle, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını gerçekleştiren, bu çıkarlara göre tam şekillenmiş siyasi ve iktisadi istikrarlı bir Türkiye, en iyi Türkiye’dir. Wolfensohn, Türkiye ziyaretinde bunu vurguluyor.
Bu bay, siyasi ve iktisadi istikrarın nasıl sağlanacağı konusunda da açıklamalar yaptı. Emperyalist beylere göre mevcut hükümet, mucizeler yaratan bir hükümettir. Bu hükümet, ülkenin siyasi geleceği ve istikrarlı gelişmesi açısından bir şanstır. Siyasi ve iktisadi “reform” adımları atan, demokrasiden, insan haklarından bahseden, işkenceyi kınayan, “terörizm”i kökünden kazıyan bu hükümet, emperyalizme istikrarlı bir şekilde en iyi hizmet eden hükümettir. İnsan haklarının ayaklar altına alınması, işkencenin varlığı, Kürt ulusal mücadelesinin boğulması, siyasi tutsakların katli, en ufak demokrasi kıpırdanışının vahşetle bastırılması emperyalist efendileri hiç ilgilendirmiyor. Önemli olan, tekelci sermayenin çıkarı için siyasi ortamın, “mezar suskunluğu”nun oluşturulmasıdır.
Bunun yanı sıra “Kambur İzzet”lerin hâkim olduğu Türkiye’de iktisadi açıdan da istikrar sağlanmalıdır. İktisadi istikrar ise, ancak ve ancak IMF reçetelerini DB’nın yapısal uyum programlarını uygulamakla mümkün olacaktır. Faşist diktatörlük, IMF ile yapılan anlaşmayı, onun doğrudan ifadesi olan ekonomik dayatmaları yerine getirmeye ne denli hevesli olduğunu uygulamalarıyla sergiliyor. Tahkim yasasından başlayarak yabancı sermayenin önündeki bütün engellerin yıkılması için IMF’nin ve DB’nın ekonomik istikrar adına bütün dayatmalarını hükümet kabulleniyor ve kendi “politik ekonomi”si olarak algılayarak uygulamaya koyuyor. Mali sektör düzeltilmeli, işçiye/memura şu kadardan fazla ücret zammı yapılmamalı, tarımda sübvansiyon kaldırılmalı vs. deniyor ve bu taleplere Kambur İzzet’ler hükümeti hemen sahip çıkıyor.
DB’nın yapısal uyum programları, yardım talep eden ülkenin iktisadi politikasını tamamen yabancı sermayenin çıkarlarına göre şekillendirmeyi öngörür. DB’nın yapısal uyum programına muhtaç olan ülke, bütün alanları, ekonominin bütün sektörlerini, ulusallık adına ne varsa hepsini yabancı sermayeye açmak zorundadır. Talanın koşullarını bizzat hazırlamak zorundadır. DB, 759,6 milyon dolarlık Ekonomik Reform Kredisi verdi. Aynı banka üç sene içinde Türkiye’ye 5 milyar dolarlık bir destek sağlayacağını da açıkladı. Ama önce şu özelleştirme işini hızlandırın diyor. Mali sektörü, istediğimiz gibi düzeltin diyor. Ziraat Barkası’nı özerkleştirin, Emlak Bankası’nı, Halkbank’ı, Vakıfbank’ı özelleştirin diyor. Bu alanları, Türkiye’de bankacılık sektörü adına ne varsa hepsini yabancı sermayeye teslim edin –özelleştirin- ki yabancı sermaye gelsin diyor.
Wolfensohn vasıtasıyla DB, Cotarelli vasıtasıyla IMF, Türk burjuvazisine siyasi ve iktisadi istikrar adına yabancı sermayenin çıkar ve isteklerini sıralıyorlar ve belli aralıklarla da gelerek nelerin yapılıp-yapılmadığını denetliyorlar, yeni direktifler veriyorlar. Wolfensohn ve Cotarelli bugünlerde Türkiye’yi bu amaçla ziyaret ediyorlar.