deneme

17 Mayıs 2000 Çarşamba

“ÇEKİRDEK AVRUPA” DÜŞÜNCESİ


 
AB’nin doğuya ve güneye doğru genişletilmesi, yeni aday 12 ülkenin tam üye olmaları durumunda idarenin ve de karar almanın güçlüklerini göz önünde tutan Fransa ve Almanya, yeni çözüm yolları aramaya başladılar. AB Komisyonu eski başkanı Fransız Delors, bu yılın başında “Le Monde” gazetesine yaptığı açıklamada bir “Ulusal Devletler Federasyonu” için yeni bir “öncü” anlaşması fikrini ortaya attı. Delors’a göre AB’nin kurucu devletleri, yani Fransa, Almanya, İtalya ve Lüksemburg-Belçika-Hollanda (Benelüks devletleri), “ulusal devletler federasyonu”nu oluşturan “öncü”ler olabilirler.

Fransa ve Almanya’ya göre Amsterdam görüşmeleri döneminde ele alınmayan sorunlar bugün AB’nin gelişmesi önünde engel oluyorlar; Bakanlar Konseyi’nde çoğunluk ilkesinin uygulanmaması, yani karar alabilmek için oybirliğinin koşul olması, üye devletlerin oy sayısında nüfus yoğunluğunun yeteri kadar dikkate alınmaması vs.

Delors’un bu düşüncesinden hareketle Almanya Dışişleri Bakanı J. Fischer, “Avrupa Federasyonu” düşüncesini açıkladı. Her ne kadar yeşilci Fischer, bu düşünceler bugün için beni bağlar dese de o, Fransız ve Alman tekelci burjuvazilerinin eğilimini dile getirmektedir. Fischer’e göre, üye ülkelerden oluşan bir çoğunluğun ileriye fırlayıp tam entegrasyonu oluşturup oluşturmayacağı, Avrupa Anayasası temelinde bir Avrupa Federasyonu’nda birleşip birleşmeyeceği veya bir grup ülkenin öncü rolü oynayarak bu yolu seçip bir “Çekim Merkezi” oluşturup oluşturmayacağı önümüzdeki on yılın sorunu olarak görülmeliymiş.

Fischer, Avrupa’nın iktisadi değil, siyasi entegrasyonunu ön plana çıkartıyor ve bu entegrasyonun sağlanması için Avrupa'nın gelişmesini iki veya üç aşamalı olarak görüyor. Her halükarda belli ülkelerin bu gelişmeye öncülük etmesi gerektiği üzerinde duruyor. Alman Dışişleri Bakanı’na göre güçlü bir parlamento kurulmalıdır. Başkan, dolaysız seçilmelidir. Bir AB hükümeti kurulmalıdır. Çekim Merkezi olacak ülkeler, siyasi entegrasyonun tamamlanması için, gelişmenin lokomotifi olmalıdırlar. Çekim Merkezi’ni hangi devletlerin oluşturacağı konusunda Fischer, Delors’a göre oldukça diplomatik, nabız yoklayıcı; bu merkez, AB’nin kurucu 6 ülkesinden oluşabileceği gibi 11 devletten de oluşabilir veya kendine güvenen her üye devlet bu merkeze katılabilir.

Böyle bir düşünce neden ortaya atılıyor? AB’nin iktisadi entegrasyon olarak gelişmesi önünde bürokrasinin frenleyici bir rol oynadığı açık. Ama esas sorun bu değil (AB, isterse çok süratle karar alabilir. Örneğin, Türkiye’yi 36 sene beklettikten sonra Helsinki’de aday üye yapması gibi). Sorun, uluslar arası plandaki rekabetten kaynaklanıyor. Bugün ve yakın gelecekte ne Almanya ve ne de Fransa, dünyanın yeniden paylaşımını tek başına talep edecek konumda değil ve olamayacak. Bu iddiada –Fransa’yı yetmezliğinden dolayı bir kenara bırakırsak- Almanya tek başına ABD karşısında oldukça zayıftır. Güçlü olmanın, ABD’ye, ileride de Rusya ve Çin’e karşı mücadele edebilmenin yegane yol, Avrupa’da, çıkarlarda birleşen bir gücü oluşturabilmektir. Mevcut AB, bunu bir yere kadar yapıyor. Örneğin, ABD’ye karşı ticari “savaş” ilan edebiliyor ve buna bütün AB üyesi devletler katılıyorlar. Ama askeri güç konusunda AB bölünüyor. Alman ve Fransız tekelci burjuvazisi, uluslar arası planda sadece rekabet gücüne sahip olmayı değil, aynı zamanda bu gücü hegemonya mücadelesi için kullanmayı düşündüğünden buna katılacak ülkelerle birlik içinde birlik kurmayı amaçlıyor.

Diğer ülkelerin bunu ne derece kabul edeceklerinden bağımsız olarak çekirdek Avrupa, AB içindeki dengesiz gelişmeyi de sergiliyor. Güçlü olanlar, birlik içinde birlik oluşturarak sıradan üyelerin engelini aşmayı amaçlıyorlar. AB’yi, muhtemel 27 üyenin değil, az sayıda ve güçlü üyelerin çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi hedefliyorlar. Az sayıda üye, çekirdek merkezi, bütün üyeleri bağlayan AB politikalarını belirleyecek ve bunu, çekirdek merkez değil, AB olarak uygulayacak. Yani Çekim Merkezi dışında kalan üyeler, bu merkezin vasalı olacaklar. Çekim Merkezi dışında kalan AB üyesi ülkelerin ikinci sınıf üyeliği ne derece kabullenip kabullenmeyeceğini bilemeyiz, ama böyle bir merkezin oluşması, uluslar arası planda emperyalist ülkeler arası rekabetin ve müttefikleşmenin boyutunu gösterir.