Camp David başarısızlığı Ankara’nın siyasi trafiğine de yansıdı. Filistin-İsrail “barış” süreciyle ilgili olarak 5 Ağustosta Türkiye’ye gelen Y Arafat’tan sonra İsrail Dışişleri Bakanı Sh. Ben-Ami, ABD’nin Ordadoğu’dan sorumlu Dışişleri Bakan yardımcısı E. Walker ve son olarak da İsrail Başbakanı E. Barak, Ankara’yı ziyaret etti.
Bütün bu “bilinen” ziyaretlerde aynı konu çeşitli açılardan; tarafların görüşleri açısından yeniden ele alındı. Sadece, Barak’ın günü birlik ziyaretinde ele alınan konular yelpazesinin genişliği basına da yansıdı.
Amerikan emperyalizmi, bölgemizdeki en önemli üssü olan Türkiye’yi, Ortadoğu’daki çıkarlarına angaje etmeye devam ediyor. Körfez Savaşı’na, “bir koyup üç alma” sevdasıyla dolaylı katılan Türkiye, burjuvazinin kendi hesabına göre bu maceradan 30-40 milyar dolarlık zararla çıktı. Amerikan emperyalizmi, şimdiki Ortadoğu “barış” sürecine de Türkiye’yi katıyor. Böylelikle Türkiye, bir defa bu sürece katıldıktan sonra, Arap ülkeleri-İsrail veya ABD/İsrail-Arap ülkeleri arasındaki ilişkilere de taraf olarak katılmış olacak.
ABD-Türkiye-İsrail üçlüsü, Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına, somutta da Amerikan emperyalizminin çıkarlarına göre şekillendirmek için yoğun çaba harcıyor.
Amerikan emperyalizmi, “barış” anlayışını kabul ettirmek için bütün gücünü kullanıyor. Çünkü sorun, sadece Filistin-İsrail ile sınırlı değil. Sorun, Ortadoğu’nun bütününü ilgilendiriyor; sorun, bölgemizdeki petrol, enerji kaynakları üzerine hegemonya sorunudur. ABD, bölgede gözü olan diğer emperyalist güçleri, başta da AB ve Rusya'yı’ "iş”e karıştırmak istemiyor. Bu nedenle, fiyasko ile sonuçlanan Camp David görüşmelerini, yeni olanaklar/araçlar devreye sokarak devam ettirmek ve “barış” sürecinin kesintisiz devam ettiğini göstermek istiyor.
Tabii Barak’ın ziyareti sadece bu konudaki görüş teatisiyle sınırlı kalmadı. İsrail, Türk ordusunun modernleşme pastasında pay almak istediğini de dile getirdi. Şimdiye kadar ki bir kaç milyar dolarlık ihalelerde –örneğin saldırı helikopteri ihalesinde- umduğunu bulamayan İsrail, mevcut modernleştirme (tank ve uçak) siparişleriyle yetinmek istemiyor. İsrail, Türk ordusunun silah ve başka araç kapasitesinde/sisteminde söz sahibi olmak istiyor. Bunun yolu bir defa açıldı mı, artık arkası gelir. Çünkü silah sistemi, bu alanda bağımlılığı beraberinde getirir. İsrail sermayesinin önemli bir amacı da bu. Türkiye’yi çevreleyen ülkelerdeki uzun menzilli füze yoğunluğu göz önünde tutulursa, İsrail’in neden füze savunma sistemi satmak için büyük çaba harcadığı anlaşılır.
İsrail, silah siparişinde kendisine pay verilmesi durumunda bazı silah teknolojilerinin Türkiye tarafından üçüncü ülkelere satılmasına itirazı olmayacağını açıklıyor. Burada da güdülen amaç açık; Türkiye üzerinden Türk cumhuriyetlerine ve bazı İslam ülkelerine silah satmak ve böylece birçok ülkeyi ve Türk silah sanayini kendine bağımlı kılmak!
Görünen o ki Türkiye, Amerikan emperyalizmi çıkarları doğrultusunda Filistin-İsrail “barış” görüşmelerine giderek daha kapsamlı olarak taraf edilmek isteniyor.
Türkiye’yi taraf yapmak istemenin arkasındaki bir neden de su sorunudur. Bölgeyi susuzluktan kurtarabilecek olan yegane ülke, Türkiye’dir. Sınır aşan ve aşmayan mevcut su kapasitesinin “ortak” kullanımı için ortam oluşturulmaya çalışılıyor. Hemen bugün olmasa da yakın gelecekte, örneğin Suriye’nin, suyu da ön koşul yaparak ABD ve İsrail ile “barış” görüşmesi talep etmeyeceğini kim söyleyebilir? Türk burjuvazisinin böyle bir talebe ne derece karşı çıkabileceği soru götürür. A. Öcalan’ın İmralı’ya getirilmesinde ve Kürt ulusal mücadelesinin yenilgisinde Amerikan emperyalizminin payı, İsrail’in katkısı, Türk burjuvazisinin karşısına, sınır aşan su konusunda bir taviz olarak çıkabilir. Su sorunu, Filistin-İsrail “barış”ında olmasa da, Suriye-İsrail/ABD “barış”ında önemli bir sorun olacak. Bu nedenle de Türkiye, Ortadoğu sorunlarından uzak tutulmuyor.