1993 Oslo anlaşmasına göre beş yıl içinde Filistin Özerk Yönetimi bağımsız Filistin devletine dönüşecekti. İsrail tarafı bu sürecin varılan anlaşmalar doğrultusunda ilerlememesi için elinden geleni yaptı. Oslo’dan bu yana şüphesiz birçok adım atıldı. Ama Filistin, özlemini duyduğu sonuca varamadı.
Filistin-İsrail barışı, dünyanın stratejik önemi olmayan herhangi bir bölgesinde iki halk arasındaki çatışmanın sone erdirilmesi ve barışın sağlanması olarak görülemez. Filistin-İsrail arasındaki çelişkilerin kökeninde, gelişmesinde ve süren bu haliyle durumunda birçok faktörün belirleyici etkisi vardır. Bölge, emperyalizm açısından stratejik bir öneme sahiptir. Petrol kaynaklarına yakındır. Hazar Havzası enerji kaynağından ve bu enerjinin dünya pazarlarına taşınması için düşünülen Bakü-Ceyhan boru hattından uzak değildir. Bu hattın inşası durumunda Ceyhan’ı kontrolde Kıbrıs kadar önemlidir. Bu ve başka nedenlerden dolayı Filistin-İsrail barışı, emperyalist ülkelerin, başta da Amerikan emperyalizminin kontrolünde bir “barış” görüşmesi olarak gelişmiştir. Şaron’un seçimleri kazanmasıyla bu görüşmelerin yeniden şekillendirileceği açıklanıyor.
Şaron, geçen yılın sonbaharında Haremi Şerif provokasyonuyla o zamana kadarki “barış” çabalarını sıfırladı. Filistinliler, yeni bir intifada ile haklı taleplerine sarıldılar. Karşılıklı tehdit, birbirini kovalayan Arap ülkeleri zirvesi ve Clinton ile görüşmeler sonuç vermedi. Veremezdi de. Clinton gidiciydi. Barak’ın siyasi durumu belli değildi. Keza Arafat da zayıflayan siyasi konumunu yeniden güçlendirmek zorundaydı. Şaron da seçime oynuyordu. Oyunu kazandı ve şimdi başbakan.
Kim bu adam? “Buldozer” denilen A. Şaron, bir katildir. Filistin halkının amansız, yeminli düşmanlarından birisidir. 1953’te “komando 101” ile Filistinli kadınları ve yaşlıları katlettiren odur. 1982’de Lübnan’a saldıran, Beyrut’a giren ve bu ülkenin güneyini işgal eden odur. Lübnanlı falanjistlerin (faşistlerin) Sabra ve Şatila kamplarında Filistinlileri katletmelerine yol gösteren aynı Şaron’dur. Bakanlık yaptığı dönemde Filistin topraklarını işgal edenler tarafından “baba” diye anılan Şaron, bir işgalcidir.
Şimdi bu katil –45 gün içinde güvenoyu alınca- Filistin-İsrail “barış” görüşmelerinde yeni bir sayfa açacağını ilan ediyor. Oslo anlaşması, Şarm el Şeyh, Camp David ve son olarak da Taba görüşmeleri beni bağlamaz, Kudüs bölünmez, İsrail’in bütün zamanlar için başkentidir diyor. Barak’ın tavizkar davrandığını açıklıyor. Ariel Şaron’un barış anlayışı tam teslimiyet anlamına geliyor. Benim belirleyeceğim şekilde “barış” olur diyor.
Likud partisi tek başına hükümet olamadığı ve İşçi Partisi ile (Barak’ın partisi) koalisyon yapmaya çalıştığı için bu sözlerin ne derece ciddi, ne derece retorik olduğunu zaman gösterecektir.
Şaron, Filistin-İsrail ilişkilerinin, “barış” görüşmelerinin nasıl gelişeceği konusunda istediğini söyleyebilir. Esas olan bu değil. Esas olan Amerikan emperyalizminin soruna nasıl baktığıdır. ABD’nin yeni başkanı W. Bush’un Filistin-İsrail “barış” görüşmelerini eski yönetimin bıraktığı yerden devam ettirip ettirmeyeceği henüz bilinmiyor. Mutlaka ki girilen “barış” yolundan çıkılmayacaktır. Çünkü Amerikan emperyalizminin çıkarları bunu; “barış”a devamı gerekli kılıyor. Bugünkü aşamaya gelmiş ilişkileri bir kenara atmak, “barış”tan yana gözükmemek, başka emperyalist ülkeleri kendi nüfuz alanına müdahaleye davet etmekten başka bir anlam taşımaz. Amerikan emperyalizmi, bölgenin Amerikan çıkarları açısından jeopolitik ve stratejik öneminden dolayı Arap dünyasını tamamen karşısına alarak, Filistin Özerk Yönetimi’ni tamamen yok sayarak bir “barış” görüşünde bulunamaz ve Şaron’un bu yönde adım atmasına da müsaade etmez.
Gelişmenin bu yönde olacağını bilen Arap ülkeleri ve Arafat önderliğinde Filistin idaresi, temkinli olmayı elden bırakmadan bekleyelim-görelim, ama görüşmelerden yana da olalım tavrını sergiliyorlar. Nitekim Arafat, Şaron ile de görüşmeye hazır olduğunu açıkladı. Arafat, Filistin halkı nezdinde durumunu güçlendirmek, tartışmasız liderliğini sürdürmek için Filistin-İsrail “barışı”nda ABD’nin, başka güçlerin, tabii bu arada İsrail’in de kendisine duyduğu güveni bir şekilde açıklamalarını bekliyor. Her iki taraf, iç sorunlarını hallettikten sonra yeniden masaya oturacaklar. O zamana kadar da çatışmalar, kontrollü bir şekilde sürecektir.
Filistin-İsrail ilişkilerinde veya bir bütün olarak Ortadoğu’da Türk devleti de söz sahibi olduğunu her fırsatta açıklıyor. Faşist diktatörlük, her ne kadar tarafsız gözükse ve dönem dönem, Filistin’in yanında yer alıyor havasını uyandırsa da o, esas itibariyle bütün Ortadoğu bölgesinde Amerikan emperyalizminin global çıkarlarına, onun jeopolitik ve stratejik anlayışına koşulmuştur. ABD-Türkiye-İsrail arasındaki stratejik önemi olan askeri anlaşma, revizyonist blokun dağılmasından sonra bölgemizde yapılan ve Ortadoğu-Hazar Havzası enerji kaynaklarının kontrolü açısından önemi olan ilk ittifaklaşmadır. Türkiye, bu anlaşmanın gereği doğrultusunda hareket ediyor ve bu nedenle Filistin’e destek adı altında Amerikan “barışı”na evet demesine “yardımcı” oluyor. Türkiye, Filistin’in siyonizme ve emperyalizme, somutta da Amerikan emperyalizmine karşı direncini kırmaya/törpülemeye çalışan bir rol üstlenmiştir.
Filistin-İsrail “barış” görüşmelerinin nasıl şekilleneceğini İsrail hükümetinin güvenoyu almasından sonra göreceğiz.