21.
YÜZYILIN EŞİĞİNDE DÜNYA EKONOMİSİ*
(I)
I-
DÜNYA EKONOMİSİNİN DURUMU
2001’in
Ocak-Şubat aylarından bu yana dünya ekonomisinin seyri, olumsuz
faktörlerin; ekonomik krize işaret eden göstergelerin çoğaldığını
gösteriyor veya bu göstergeler, dünya ekonomisinin seyrini
belirliyor. Açık ki yeni bir fazla üretim krizinin faktörleri
çoğalıyor. Ne var ki mevcut gelişmelere bakarak, yeni bir fazla
üretim krizinin patlak vermiş olduğunu söyleyemeyiz, ama
gelişmenin yönü yeni bir krize doğrudur. Dünya ekonomisi en son
1990’da Kanada, B. Britanya, İsveç, Finlandiya gibi ülkelerde
patlak vermişti. ABD, Japonya, İtalya, Almanya vb. ülkeler de
1991/92 döneminde krize girmişlerdi. Bu dönemde krize giren bütün
ülkeler, 1994 yılı itibariyle krizden çıkmışlardı.
1994’ten
bu yana dünya çapında; önde gelen ülkeleri kapsayan ve
dolayısıyla dünya ekonomisinin seyrini etkileyen/belirleyen bir
ekonomik kriz yaşanmadı. Ama bu dönem zarfında, başka ülkelerin
ekonomilerini de etkileyen bölgesel krizler(Asya-Rusya krizleri)
yaşandı. Bunun ötesinde şu veya bu ülkede krizler görüldü.
Örneğin Brezilya.
1994-2000
döneminde durumu en zor olan Japon emperyalizmi, bu dönemde
birikmiş sorunlarının, yapısal krizinin, çürümüşlüğün
yansımalarının üstesinden gelemedi. Japon kapitalizmi, hala kendi
çelişkilerinin çözümüyle uğraşmaktadır.
Olumsuz
etkisine rağmen Japon emperyalizmi, dünya ekonomisi üzerinde
belirleyici olumsuz
etkide
bulanamadı. Ancak, Pasifik bölgesindeki iktisadı gelişmeleri
dolaysız etkiledi.
Buna
karşın Amerikan ekonomisi neredeyse on seneden buyana yani
1991/92’den bu yana kesintisiz büyüdü.
Daha
önceki dönemlerde olduğu gibi, 1991-1994 krizinden sonra da
Amerikan ekonomisi, dünya ekonomisinin motoru olmuştur. Bu ülke
ekonomisindeki olumlu-olumsuz her gelişme, başka ülkelerin
ekonomilerinin doğrudan etkilemiştir. 1994-2000 döneminde Amerikan
ekonomisi, dünya ekonomisini büyüme yönünde; krize girmeme
yönünde etkilemiş ve kendi gelişme seyrine göre sürüklemiştir.
Göstergeler bu durumun 2001 yılının başından bu yana
değiştiğini, Amerikan ekonomisinde izlenen büyüme oranlarının
küçülmesinin, üretimde durgunluğun, diğer ülke ekonomilerini
ve dolayısıyla bir bütün olarak dünya ekonomisini olumsuz
etkilediğini ve fazla üretim krizi faktörlerini tetiklediğini
göstermektedir.
Başta
emperyalist ülkelerinki olmak üzere dünya borsalarındaki
inişler-çıkışlar, güya beklenmeyen sert düşüşler,
kapitalist ekonominin seyri hakkında genel fikir veriyor. Bütün
dünya burjuva basını, adeta ağız birliği yapmış gibi belli
bir telaşın, evet korkunun ifadesi olan, aynı zamanda moral
vermeyi de amaçlayan borsa analizleriyle dolap taşmaktadır. Dünya
borsalarındaki son haftalarda görülen istikrarsızlığın
atlatılmış olduğu söylenemez. Reel üretimde durgunluğa doğru
gelişme olduğu müddetçe borsalardaki istikrarsızlık da devam
edecektir.
Daha
14 Şubatta Amerikan Merkez Bankası (Fed), Amerikan ekonomisinde
büyümede görülen gerilemeyi kabullenerek, 2001 yılı büyüme
tahminini yüzde 2 ile yüzde 2,5’e çekmiştir. İki hafta önce,
yani 29 Ocak 2001’de IMF, Amerikan ekonomisinin 2001 yılı
itibariyle yüzde 3,5 oranında büyüyeceğini tahmin ediyordu.
Almanya’da
da gayri safi yurt içi üretimin artış tahmini, 2001 yılı
itibariyle yüzde 2,1 ile yüzde 2,2’ye çekilmiştir. IMF, Almanya
için büyüme tahminini yüzde 1, 9’a indiriyor. Avrupa Alanı
için büyüme tahmini de yüzde 2,8’den yüzde 2,4’e çekiliyor.
Bu
tahminlere, krizin patlak vermesini engellemek için tedbir önlemleri
eşlik ediyor. 28 ülke merkez bankası başkanlarının ve maliye
bakanlarının Brüksel toplantısı buna tipik bir örnektir. (19
Nisan) Daha şimdiden, rasyonelleşmeden bağımsız olarak, yani
doğrudan kriz faktörlerinden dolayı büyük tekeller on binlerce
işçiyi sokağa atmaya başladılar. Örneğin Ericson, on binden
fazla çalışanını işten çıkardı. Philips 6000-7000, Cisco
Systems 8500, Eastman Kodak ise 3500 çalışanını işten çıkardı.
Firmalar, tekeller üretimin
gerilemesinden veya tedbir olarak on binlerce işçi sokağa
atıyorlar. İşten çıkarmanın bugün için en yoğun görüldüğü
emperyalist ülke, Amerika’dır. 2001 Martında ABD’de işsizlik,
Kasım 1991’deki gibi artı. Tarım dışında 86 bin işçi işten
atıldı. İşsizlik oranı da yüzde 4,2’den yüzde 4,3’e çıktı.
İşten çıkartmalar, özellikle imalat sanayinde geriliyor.
Yukarıdaki miktarın 81bini bu sektörde. Yine Mart ayında işten
çıkartılacakların sayısı 162 867 olarak açıklandı. Delphi
11500, Procter+Gamble 9600 çalışanını sokağa atmaya
hazırlanıyor. Bu yılın ilk çeyreğinde gözden çıkartılan iş
yerinin toplam sayısı 406 806’ya varıyor.
Diğer emperyalist ülkelerde
de durum pek değişik değil. Geçen bir kaç yıl içinde işsizlik
oranı Japonya’da artış, AB ülkelerinde azalış trendi içinde
olmasına rağmen, gelinen nokta işsizlik oranlarının emperyalist
ülkelerde oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Tekelci
kapitalizm, kronikleşmiş kitlesel işsizliğe neden olmuştur.
Tekelci kapitalizm döneminde teknolojik gelişme, sermaye birikimi
ve rekabet koşulları sonucunda giderek daha az işgücü/işçi
çalıştırmak eğilim olmaktan çıkarak yasa olmuştur.
Bugünün koşullarında hiç bir emperyalist ülke -üretici
güçlerin olağanüstü yıkımının, örneğin bir savaşın, söz
konusu olmadığı durumlarda kronik kitlesel işsizliği yok edecek;
söz konusu yasayı yeniden eğilime dönüştürecek güçte
değildir.
Emperyalist
ülkelerde işsizlik oranları
|
|||||
Ülkeler |
1989 |
1994 |
1999 |
2000 |
|
ABD
|
5,2
|
6,0
|
4,2(2000)
|
4,3(2001)
|
|
Japonya
|
2,3
|
2,9
|
4,7
|
4,8
|
|
Almanya
|
5,6
|
6,9
|
8,7
|
8,3
|
|
Rusya
|
9,4
|
12,5
|
11,3
|
8,9
|
|
İngiltere
|
7,2
|
9,5
|
-
|
-
|
|
İtalya
|
10,9
|
10,2
|
11,4
|
10,0
|
|
Bkz.:
-Main Economic Indicators, Temmuz 1992, Ocak 1993, Mart 1995(OECD)
-Frankfurter
Allgemeine Zeitung, 24.1.2001
-Internationale
Statistics Yearbook
|
10-11 senelik bir dönemde üç
ülkede işsizlik oranlarında önemli değişme görüyoruz. Almanya
ve Japonya’da işsizlik oranları neredeyse bir misli artıyor.
Buna karşın ABD’de işsizlik oranı düşüyor. Bunun nedeni
Amerika’da üretimin sürekli artışı değildir. Bu yarım günlük
(4 saatlik) çalışmayla bir işyerinde iki kişiyi istihdam
etmekten kaynaklanan bir durumun ifadesidir. Amerikan “iş
mucizesi”nin altında yatan gerçek budur.
Sanayi üretimin gelişme
seyri:
Sanayi üretiminin gelişme
seyrini göstermek için iki tablodan yararlanacağız.
Gayri
Safi Yurt İçi Üretimin(GSYİÜ) gelişme seyri (1995 sabit
fiyatlarıyla dolar bazında, zincirleme endeks. artış (+),
(eksiliş -)
|
|||
Ülkeler |
1997’den
1998’e
|
1998’den
1999’a
|
1999’dan
2000’e
|
ABD
|
4,4
|
3,6
|
5,2
|
Japonya
|
-2,5
|
0,2
|
1,9
|
Rusya
|
3,1
|
2,9
|
3,3
|
Almanya
|
2,0
|
1,6
|
3,1
|
İtalya
|
1,5
|
1,4
|
2,8
|
B.
Britanya
|
2,6
|
2,2
|
3,0
|
AB
alanı
|
2,7
|
2,5
|
3,5
|
Main
Economic İndicators, OECD, Şubat 2001
|
Bu veriler genel anlamda iki
noktaya işaret ediyorlar. Birincisi, verilen dönem itibariyle bu
ülkelerin ekonomik krizde olmadıklarını dolayısıyla dünya
ekonomisinin de krizde olmadığını; ikincisi 2000 yılı
itibariyle fazla üretim krizi emarelerinin olmadığını,
ayrıntılı veriler ise genel görüntünün yanıltıcı olduğunu
gösteriyor.
Bir yıl
öncesinin aynı çeyreğine göre GSYİÜ’in gelişme seyri
|
|||||||||
Ülkeler | 1998 | 1999 | 1999 | 1999 | 1999 | 2000 | 2000 | 2000 | 2000 |
IV
|
I
|
II
|
III
|
IV
|
I
|
II
|
III
|
IV
|
|
ABD |
1,4
|
0,9
|
0,6
|
1,4
|
2,0
|
1,2
|
1,4
|
0,5
|
0,3
|
Japonya |
0,1
|
0,5
|
1,5
|
-0,1
|
-1,5
|
2,4
|
0,2
|
-0,6
|
0,8
|
Rusya |
0,6
|
0,7
|
0,9
|
1,0
|
1,1
|
0,6
|
0,7
|
0,6
|
0,9
|
Almanya |
0,0
|
0,8
|
-0,1
|
0,9
|
0,9
|
1,0
|
1,2
|
0,3
|
0,2
|
İtalya |
0,4
|
0,5
|
0,6
|
0,7
|
0,8
|
1,1
|
0,2
|
0,6
|
0,8
|
B. Britanya |
0,1
|
0,5
|
0,6
|
1,3
|
0,8
|
0,4
|
0,4
|
0,9
|
0,3
|
OECD,
Quarterly National Accounts, 2001.
|
GSYİÜ, Amerika’da 1998’in
4. çeyreğinde yüzde 1,4 ve 1999’un 4. çeyreğinde de yüzde 2
oranında artıyor. Ama 2000 yılı boyunca üretim düşüyor. Ancak
2000 yılının 2. çeyreğinde üretim artış hızı, 1998’in 4.
çeyreğindekine denk düşüyor. (yüzde 1,4).
Yukarıdaki veriler, Japon
ekonomisinin krizle boğuştuğunu gösteriyor. 1999’un ikinci
yarısında üretim mutlak küçülüyor. 200 yılının ilk
çeyreğindeki yüzde 2,4 oranında büyümeye rağmen, sonraki
dönemlerde büyüm oranları küçülüyor. Bu küçülme, 200
yılının son çeyreğinde ilk çeyreğine göre tam üç misli
oluyor. Yani ekonomi 2000 yılının son çeyreğinde ilk
çeyreğindekinin üçte biri kadar büyüyor.
Durumu en “iyi” gözüken,
Fransız ekonomisi. Ama bu ülkede de 1999 sonuna kadar büyüme
trendi içinde olan ekonomide büyüme oranları, 2000 yılı boyunca
küçülüyor.
Alman ekonomisi ancak 1999’un
3. çeyreğinden 2000’in 2. çeyreğine kadar istikrarlı bir
büyüme sergiliyor. 2000’in ikinci yarısında ise büyüme
oranları olağanüstü küçülüyor. Örneğin 2000 yılının son
çeyreğinde Alman ekonomisi, aynı yılın ikinci çeyreğindeki
büyümesinin ancak yüzde 16’sına tekabül ediyordu. Yani yılın
ikinci yarısında ekonomi, ilk yarısına nazaran yaklaşık beşte
dört küçülmüştü.
İtalya ve İngiliz
ekonomilerinde de aynı eğilimi görüyoruz: 2000 yılında büyüme
oranları giderek küçülüyor.
GSYİÜ’in
ve sanayi üretimin önümüzdeki yıllardaki gelişme seyri tahmini
de şöyle:
Tahminlerin ne derece doğru
olacağından bağımsız olarak, bu ve yukarıdaki verilerde
birbirini tamamlayan üç eğilim görüyoruz; Birincisi, dünya
ekonomisi yeni bir fazla üretim krizine doğru evriliyor. İkincisi
bu evrilme önümüzdeki dönemde, örneğin bu yılda ve 2002’de
mutlaka krizin patlak vereceği anlamına gelmiyor ve üçüncüsü,
bu ülkelerde ekonomi klasik anlamda yükseliş aşamasına varmıyor,
ancak inişli-çıkışlı durgunluk seyri içinde büyüyebiliyor.
Dünya ekonomisindeki bu
gelişmenin nedeni nedir? Bunun nedeni, üretim ile tüketim
arasındaki kapsamlı ilişkide aramak gerekir. Kapitalizmde üretim,
tüketimin kapasitesi göz önünde tutularak yapılmaz. Kapitalist,
satacağı umuduyla ve rekabeti de ensesinde hissederek doludizgin
üretir. Ama belli bir noktaya gelindiğinde metaların sürümü/satışı
durma noktasına gelir. Yani fazla üretim söz konusu olur. Demek
oluyor ki, esas tüketici, alıcı olan emekçi yığınların
alabileceğinden fazla, onların alım gücünden fazla meta
üretilmiştir. Kapitalizmde emekçi yığınların alım gücü,
ücrete ve işsizliğe bağlıdır. Ücretlerin sürekli aşağıya
çekildiği ve yukarıda belirttiğimiz gibi kronik kitlesel
işsizliğin söz konusu olduğu koşullarda yığınların alım
gücünün düşeceği açıktır. Kapitalist bu gerçeği bilir ama
o, bu gerçeğe göre değil, üretimin sınırsız genişletilmesine
göre hareket eder. Burada kapitalist sermayeyi değil, sermaye
kapitalisti yönlendirir.
Fazla üretim; metaların
fazla üretimi son kertede sermayenin fazla üretimi demektir. Bu
fazla üretim görecedir; yığınların alım gücüne göre
görecedir. Görece fazla üretim, bu görece fazlalığın ortadan
kaldırılmasıyla, yani devasa boyutlarda sermayenin yok edilmesiyle
ortadan kaldırılır. Bunun adı sabit sermaye kıyımıdır. Bu
kıyım, yeniden talep ihtiyacı doğana kadar sürer.
Hangi nedenlerden dolayı
dünya ekonomisinde fazla üretim krizi faktörleri belirginleşiyor?
Bunun işaretlerini Amerikan ekonomisinde gördüğümüzü
belirtmiştik, ama nedenlerini açmamıştık. Bir de buna bakalım.
Üretimin uluslararasılaşması,
yani burjuva kavramla “küreselleşme”, kapitalist/emperyalist
sistemin gerçekliğidir. Uluslararasılaşan üretim, sürekli
yeniden örgütlenme, yeniden kapasite ve teknoloji düzenlemesine
tabidir. Bu, rekabetten dolayı böyledir. Her bir çok uluslu tekel,
mümkün olduğunca yerinde, en modern teknolojiyle olağanüstü
esnekleştirilmiş çalışmayla ve rakibinden daha ucuza üretmek
baskısı altındadır. Bu durum; sürekli yenilenme, rakibe nazaran
avantajlar elde etme baskısı, uluslar arası çapta bir yapısal
krizin ifadesidir; devasa boyutlara varan uluslararasılaştırılmış
kapasite fazlalığı, yani teknolojinin sürekli yenilenmesinden
doğan kapasite fazlalığı söz konusu oluyor. Bunun anlamı şudur:
Birbirleriyle rekabet eden ve birleşmelerden dolayı sürekli
büyüyen çok uluslu tekeller veya tekel grupları, pazar
hakimiyetlerini korumak, genişletmek veya rakibinin pazarını ele
geçirmek için sürekli yeni ürün ve model üretmek zorundadırlar
ve bunu ancak ve ancak sıçramalı gelişme gösteren modern
teknolojisiyle yapabilirler. Bu durumda ortaya iki süreç ve
aşağıdaki olgular çıkıyor.
a- Rekabetten dolayı
süreklilik arz eden devasa kapasite fazlalığı.
b- Bunun bir sonucu olarak
ulusal ve uluslar arası planda yığınların alım gücünü aşan
-zaten hesaba katmadan yapılan üretim; yeni -çeşitli ürünler
c- Bunları yapabilmek için
teknolojinin sürekli yenilenmesi, yani fabrika ve makine biçiminde
sabit sermaye yenilenmesi.
Temel teknolojinin ömrü
otomobil sektöründe ortalama 6 seneye, elektro sanayiinde ise
sadece bir seneye düşmüştür. Bu demektir ki, dünya pazarı için
rekabet eden dev otomobil tekelleri her 6 senede bir ve elektro
sanayi tekelleri de her senede bir temel teknolojilerini yenilemek
zorundadırlar. Bunu yapmamak iddiasızlaşmak anlamına gelir. Ve
bunu yapmak, aynı zamanda akıl almaz boyutlarda sabit sermayenin
yok edilmesi anlamına gelir. Böyle yok edilen sabit sermaye,
dünya da açlık sorununu ortadan kaldırıyor.
Sermaye kıyımı; yenilenme
makinelerin, işletmelerin, fabrika binalarının yok edilmesi,
yıkılması, duruma göre eski hammaddelerin de imhası demektir.
Bunların yerine yeni makineler yeni işletmeler, yeni fabrika
binaları, yeni hammadde yapılması/alınması demektir. Yıkım,
sermaye kıyımıdır ve yapım, sermaye yatırımıdır. Ve bu
belirli aralıklarla tekrarlanmaktadır. Yani sermayenin
bileşenlerinde sabit sermayenin payı, değişken sermayeye (iş
gücüne ödenen miktar) göre devasa boyutlarda artar. Kapitalist
bunu bilir, bunun ne anlama geldiğini çok iyi anlar. Ama
kapitalist, sermayeyi değil, sermaye kapitalisti yönlendirir.
Yatırılan sermayede işgücü için ayrılan pay, yani sermayenin
organik bileşiminde değişken sermayenin payı giderek düşer. Bu
durumda, artı değeri yegane kaynağı işgücünün sömürü
olduğu için kar oranı, artı değerin yatırılan toplam sermayeye
oranı giderek düşer. Marks, buna kar oranının eğilimli düşüşü
der; kar oranının eğilimli düşüş yasası.
Bu durumda kapitalist ne
yapar?
Daha çok yatırım, daha
modern teknoloji ve işgücünün olağanüstü sömürüsü. Ama
kurtuluş yoktur. Her çözüm geçicidir. Her geçici çözüm, yeni
çelişkilerinin; yeni fazla üretimin kaynağıdır. Bugün dünya
ekonomisinde tek tek ülke ekonomilerindeki fazla üretim krizine
doğru gelişmeyi, yığınların alım gücüne göre fazla üretimde
ve uluslararasılaşmış yapısal krizde görüyoruz; her iki
durumda da kar artışları düşüyor.
Ülkeler ve bölgeler
bazında gelişme:
ABD
-Yukarıdaki verilerin de
gösterdiği gibi GSYİÜ giderek düşüyor. Öyle ki 2001 yılının
ilk çeyreğinde üretim bir önceki yılın aynı dönemine göre
yüzde 1 mutlak azalıyor.
-Yurt içi üretimin üçte
ikisinden fazlası için talep faktörü olan özel tüketim, yani
yığınların alım gücü, 2000 yılının ilk çeyreğinde yüzde
7, 6 oranında, ama son çeyreğinde ancak yüzde 2,8 oranında
artıyor. Böylece alım gücü sene başından sene sonuna 2, 7
misli düşüyor.
-İşletme karları 2000
yılının ilk yarısında yüzde 10 artmasına rağmen, 3.
çeyreğinde geriliyor.
-Yatırım faaliyeti 2000
yılının 2. çeyreğinde yüzde 21,7 oranında artmasına rağmen,
aynı yılın son çeyreğinde yüzde 3,7 oranında mutlak geriliyor.
-Amerikan borsaları alt üst
oluyor. Örneğin teknoloji borsasında (Nasdaq) değerler, Mart
2000’den beri yüzde 40 oranında düştü. Bu, 2,6 trilyon
dolarlık bir zarara tekabül eder. Geleneksel borsada (Newyork Stock
Exchange) değer kaybı yüzde 13 oranına vardı. Yani 2 trilyon
dolar. (Bkz.: Handelsblatt, 21.2.2001)
-1973-1996
arasında bir saatlik işte verimlilik yüzde 26, 4 oranında
artmasına rağmen ücretler, ancak yüzde 1,8 oranında artmıştı.
Ama buna rağmen Amerika’da büyük çaplı bir tüketim gelişti.
Bunun nedeni açıktı; borsanın “uçması”ndan yararlanıldı.
Ücretlerden bağımsız olarak, yükselen borsa değerleri, devasa
tüketim gücünün esas nedeniydi. Artık bu da sona erdi. Bunun
ötesinde tüketiciler, borçlandılar, örneğin, ABD’de tüketici
borçlanması 1990’da 798 milyar dolardan 2000 yılında 1 531
milyar dolara çıkarak yaklaşık iki misli arttı.
Ekonomiyi canlandırmak;
ateşlemek için merkez bankasının faizleri aşağıya çekmesi,
Bush hükümetinin vergi indirimi, kredi ve yatırımın teşviki
sonuç vermedi. En azından bugün için sonuç vermedi. Amerikan
Merkez Bankası faizleri 2000 sonunda yüzde 6’dan 20 Mart 2001’de
yüzde 5,5’e düşürdü. Amaç açıktı; yabancı yatırımcıları
ürkütmeden, ülke dışına çıkmalarına neden olmadan parayı
ucuzlatmak. Faizler düşürmekle para ucuzladı, ama yabancı
yatırımcıları ürkütmemek için başka ülkelerin, AB’nin
faizleri Amerika’dakinin altına çekmeleri gerekiyor. Ancak bu iki
koşul gerçekleşirse, üretimin yeniden canlanması için ortam
oluşur. Sonuç alınamadı.
Otomobil üretimindeki ve
üretim kapasitesindeki gelişme, sadece ABD’de değil dünya
çapında ekonominin gelişme seyri hakkında yeterli ipucu veriyor.
2000 yılının ilk yarısında dünya çapında otomobil üretimi
kapasitesinde yüzde 20 ila yüzde 30 arasında bir fazlalık vardı.
Almanya’da otomobil üretimi 1998’de 5,73 milyondan 1999’da
5,69 milyona ve 2000 yılında da 5,53 milyona düştü. Üç
otomobil devinin Amerikan pazarındaki durumu da şöyleydi;
1999’d6an 2000’e General Motors’un üretimi yüzde 1,8; satışı
yüzde 1, 3 ve pazar payı yüzde 1,1; Daimler-Chrysler’in üretimi
yüzde 9,7 satışı yüzde 4,4 ve pazar payı da yüzde 1,1 oranında
gerilirken, Ford’un üretimi yüzde 2 oranında artmış, ama
satışı yüzde 0,1 ve pazar payı da yüzde 0,7 oranlarında mutlak
gerilemişti.
Her bir ülke veya her bir
otomobil tekeli, birbirlerinin pazarına göz dikerek dünya otomobil
pazarında kelimenin tam anlamıyla meydan muharebesi veriyorlar.
Bunun en tipik gelişmesini Asya krizi döneminde gördük. Örneğin
1997’deki krizde G. Kore otomobil tekelleri Daewoo ve Kia
paylaşıldı. Kia’yı Hyundai Motor yuttu. Hyundai Motor’da
Ford’un payı var. Aynı tekelin yüzde 5’lik payı da D.
Chrysler ile birleşen Mitsubishi’nin elinde. Daewoo tekelini
paylaşmak için çabalar, satış fiyatından dolayı sonuçsuz
kaldı. Daimler- Chrysler/Hyundai, G. Motor/Fiat, VW, bu tekeli
paylaşmak için tetikte bekliyorlar.
Japon
otomobil tekelleri de talandan kurtulmadılar. Daha 1996’da Ford,
Japon tekeli Mazda’nın yüzde 33,4’üne sahipti. General Motors,
Japonya’daki krizden yararlanarak üç otomobil tekelini kendine
bağladı: Isuzu (payı; %49), Suzuki (pay; %20), Susuki (payı;
%20) ve Subaru (pay; %21,1). Renault’un Nissan’daki payı %36,8,
D. Chrysler’in Mitsubishi Motors’daki payı da %34.
Buna
rağmen dünya otomobil pazarında rekabetin şiddetinde bir
gerileme, yumuşama olmadı. Tam tersine bu alanda rekabet bütün
şiddetiyle devam ediyor.
Avrupa
AB veya bir bütün olarak
Avrupa İktisadi Alanı (AB+EFTA), teorik olarak, sahip olduğu
iktisadi potansiyel bakımından (Amerika’nınkinin %92’sine
tekabül eden bir büyüklük) ABD gibi dünya ekonomisinin seyrinde
-olumlu olumsuz gelişmesinde- lokomotif rolünü üstlenebilir. Ama
ABD’de görülen iç dinamik AB’de yok. Yüzde 2, 5 veya yüzde 3
oranındaki büyüme ile dünya ekonomisinde lokomotif rolü
üstlenilemez.
Aşağıdaki karşılaştırma
aradaki dinamik farkları gösteriyor.
ABD’de, Almanya’da ve Avrupa İktisadi Alanında (AİA) GSYİÜ’in büyüme seyri- % olarak | |||||
1996
|
1997
|
1998
|
1999
|
2000
|
|
ABD |
3,6
|
4,2
|
4,3
|
4,2
|
5,0
|
Almanya |
0,8
|
1,4
|
2,1
|
1,6
|
3,0
|
AIA |
1,4
|
2,3
|
2,7
|
2,5
|
3,5
|
Aradaki güç farkı; büyüme
oranlarındaki hız, oldukça belirgin. Bunun ötesinde AIA’nın
ekonomik seyrinde ABD’nin payı veya etkisi oldukça önemlidir.
AIA, avronun dolar karşısındaki ucuzlamasından oldukça
yararlanmıştır. Salt bu nedenden dolayı yurt dışı talepleri
-ihracat- artmıştır. Bu nedenden dolayı son beş sene içinde
ABD’nin AIA’nın ihracatındaki payı yüzde 14’ten yüzde
20’ye çıkmıştır. Avronun değer kazanması veya şimdi olduğu
gibi ABD’de durgunluk eğilimi ve buna bağlı olarak Avrupa’dan
ithalatın gerilemesi AIA’da reel üretimi doğrudan olumsuz
etkileyen bir gelişme olacaktır.
AIA’da en büyük ekonomi
konumunda olan Almanya, dış gelişmelerden oldukça etkileniyor.
Çünkü bu ülke GSYİÜ’sünün yüzde 29’unu ihraç ediyor ve
bunun da yüzde 56’sını AB dışına ihraç ediyor. Yani AB
dışındaki ekonomik gelişmeler, Alman ekonomisini doğrudan
etkiliyor. Bunun böyle olduğunu, ABD’deki mevcut durgunluğun
Alman ekonomisine dış ihracat vasıtasıyla olumsuz etkide
bulunmasında görmekteyiz.
Japonya
Japon emperyalizmi, veya diğer
yaygın tanımlamasıyla “Japon A. Ş.”, krizden çıkışın
yolunu henüz bulamadı. Bütün bir 10 yıl boyunca krizle ve
kitlesel durumla boğuşan Japon emperyalizmi, adeta ‘kağıttan
kaplan”a döndü. Artık hiç kimse “Japonya’nın meydan
okuması”ndan bahsetmiyor. Artık dünya ekonomisi açısından
“Japon tehlikesi”nden bahsediliyor. Japon ekonomisi, borsa
değerinin 1989’da 40 000’den 1992’de 14 309’a düşmesiyle
başlayan yapısal krizden henüz kurtulamadı. Tokyo borsasındaki
bu çöküşle eş anlamlı gelişmesini; “spekülasyon
ekonomisi”nin bir çok nedeni olabilir, ama esas neden şuydu;
Diğer emperyalist ülkelerde olduğu gibi Japonya’da da reel
üretim, sanayi üretimi ‘70’li yılların başından itibaren
yavaş büyüme sürecine girmişti. Yani büyüme oranları,
1970’den öncesiyle karşılaştırılamayacak kadar küçülmüştü.
Böylece sanayi sektöründe muazzam boyutlarda bir para-sermaye
birikmişti. Bu sermaye, reel sektörde yüksek kar olanağının
olmamasından dolayı bu alana yatırılmıyordu. Borsaya, gayri
menkul alanına kayan bu sermaye, hisse senedi pazarlarında
spekülasyonu tetikledi. Fazla sorgulamadan verilen krediler, hisse
senetlerine ve gayri menkullere yatırılan akıl almaz miktarlar,
bir anda yok oldu. Mali kriz, Japon ekonomisinin, bankalarının,
başka mali kurumlarının, ticaret ahlakının ne denli çürümüş
olduğunu, ne denli “veresiye” yaşanmış olduğunu açığa
çıkardı. “Asya kaplanları” diye tanımlanan ülkelerde patlak
veren mali ve sonra da fazla üretim krizinin Japon ekonomisini
olumsuz etkilemesiyle Japonya, ‘90’lı yılların ikinci
yarısında da yapısal krizinin sorunlarıyla boğuşmak zorunda
kaldı.
Bu ülkede GSYİÜ 1985-1990
döneminde yıllık ortalama yüzde 4,2; 1990’da yüzde 5,1;
1991’de yüzde 3,8; 1992’de yüzde 1; 1993’te yüzde 0,3;
1994’te yüzde 06; 1995’te yüzde 1,5; 1996’da yüzde 5 ve
1997’de yüzde 1,4 oranında büyürken 1998’de yüzde 2,8
oranında mutlak küçülmüştür. 1999’da yüzde 0,3 ve 2000
yılında da yüzde 1,2 oranlarında bir büyümeye ulaşılmıştır.
Ekonomideki bu büyüme seyri
etkisini işsizlik oranlarında da göstermiştir. İşsizlik oranı
1991’de yüzde 2,1’den 1996’da yüzde 3,4’e ve 2000 yılında
da yüzde 4,8’e çıkmıştır. On senede iki misli bir artış.
Japon ekonomisi II. Dünya
Savaşı’ndan bu yana tarihinin en derin ve uzun krizinden,
krizsel durumdan ve durgunluk döneminden geçmektedir.
Japonya’da ekonomiyi,
özellikle de özel sektörü yeniden yapılandırma sürecine kadar
devam eder, dünya ekonomisinde uçlanan yeni bir fazla üretim krizi
Japon ekonomisini hangi oranlarda olumsuz etkiler, bu bilinmiyor. Ama
ekonominin yeniden yapılandırılmasından kısa zamanda sonuç
alınamayacağı da oldukça açık. Buna kamu kesiminin, yani
devletin borçlanma durumunun beraberinde getireceği sorunları da
eklemek gerekir. Japonya’da devlet borucu, GSYİÜ’nün 1987’de
yüzde 69’una, 1991’de ise yüzde 58’ine tekabül ediyordu. Bu
oran bütün ‘90’lı yıllar boyunca giderek artmıştır.
1998’de Japon devlet borcu, GSYİÜ’ye eş düşerken, 2000
yılında borç, GSYİÜ’i yüzde 30 aşmıştı. Yani Gayri Safi
Yurt İçi Üretimi 100 Yen ise, devlet borcu da 130 Yendir.
Güneydoğu
Asya ülkelerinde de (“Asya Kaplanları”) ekonomi Japonya’daki
kadar olmasa da sağlam ayaklar üzerinde durmuyor. Her bir ülkede
ekonominin durumu, ülkelerin kendilerine özgü koşullarından
dolayı farklı olsa da, genel durum, aynı; 1997/’98 mali ve sonra
da fazla üretim krizi bu bölgede patlak vermiş ve dolayısıyla da
krizin ilk ve esas “kurban”lar bu ülkeler olmuşlardır. Borç
üzerine yükselen ekonomiler, kolayca alınan krediler, sonu gelmez
sanılan sermaye akışı, reel sektörden sonra sermayenin giderek
borsa ve gayri menkul alımına kayması ve nihayetinde mali sektörde
baş gösteren sorunlar ve yabancı sermayenin kaçması. Dünyanın
bu bölgesinde ve bu ülkelerinde uluslar arası mali spekülatörler
büyük kumar oynadılar ve kaybeden bu ülkeler oldu. Hiçbir
tedbir, patlak veren mali krizin, kısa zamanda sanayi üretimini
etkilemesini ve fazla üretim krizinin patlak vermesini
engelleyemedi. 100 milyarlarca dolarla ifade edilen sabit sermaye yok
edildi. Milyonlarca işçi işsiz kaldı. Dev fabrikalar ve
işletmeler yok oldu, gücünden düştü. Bu bölge ülkelerinde
gerçekleştirilen devalüasyon sonucunda firmalar/işletmeler
ucuzladı ve yabancı sermaye bunları ele geçirmek için adeta
kuyruğa girdi. Başarısız oldukları da söylenemez.
IMF’nin başta G. Kore olmak
üzere bölgeye akıttığı kredi koşulsuz değildi. Koşul
dayatıldı, kredi verildi. Ama beklenen sonuç alınamadı. Başta
G. Kore ve Endonezya olmak üzere bölge ülkelerinde milyonlarca
işçi ve emekçi yığınlar krize, IMF’ye karşı protestolarını
yükseltiler. Özellikle Endonezya’da ekonomik kriz siyasi krize
dönüşerek geniş yığınları etkisi altına aldı. 40 yıllık
Suharto çekilmek zorunda kaldı.
Bölge patlamaya hazır yanar
dağ olma özelliğinden fazla bir şey kaybetmedi. Sadece ekonomide
konjonktürel bir iyi “hava” esiyor, belli bir “iyimserlik”
söz konusu. Bu konjonktürün ne kadar süreceği de özellikle ABD
ve Japon ekonomilerindeki gelişmeye bağlıdır.
1999’un
Mayıs ayı itibariyle kredilerin Endonezya’da %80’i; Tayland’da
%60’ı; G. Kore ve Malezya’da %30’u sorunluydu/çürüktü.
Yani karşılıksızdı. Bu ülkelerde uygulanan ve uygulanmakta olan
IMF patentli programların bu ülkelere çıkardığı fatura ise
şöyleydi; reform programlarının faturası GSYİÜ’in
Endonezya’da %61’ine; Tayland’da %56’sına; Malezya’da
%15’ine ve G. Kore’de %12’sine ulaşıyordu. (Bkz; “Deutsches
Institut für Wirtschaftsforschung”, Wochenbericht 1999, Nr. 32).
Salt bu veriler, mevcut konjonktürel iyimserliğe rağmen,
ekonominin hangi koşullarda olduğunu, her şeyin yeniden tersine
dönebileceğini, bunun için ABD veya Japon ekonomilerinde olumsuz
gelişmelerin yeterli olabileceğini göstermektedir.
Latin
Amerika
Güneydoğu
Asya’daki ekonomik deprem etkisini ancak Kasım 1998’de Latin
Amerika’da gösterdi. İlk etkilenen Brezilya ekonomisi oldu ve
ülke, sadece birkaç hafta içinde döviz rezervlerinin yüzde
40’ını kaybetti. Durumu düzeltmek için IMF, Brezilya’ya 41,5
milyar dolar tutarında kredi vermek zorunda kaldı. Dünyanın 9.
büyük ekonomisine sahip olan Brezilya, mali krizin ABD ve AB’ye
sıçraması önündeki son engeli oluşturuyordu. Bunun engellenmesi
gerekiyordu. Koşulu tanıyoruz; Brezilya devlet maliyesini
iyileştirmek için sıkı bir istikrar ve özelleştirme programı
uygulamayı, iç pazarı açmayı, parayı serbest dalgalanmaya
bırakmayı kabul etti ve Brezilya parası real %40 değer kaybına
uğradı. (Türk hükümetinin iflas eden IMF programı ve IMF-Derviş
koalisyonu program ile Brezilya’da uygulanan arasında önemli fark
yoktur). Bu tedbirler Mercosur ülkelerini, özellikle Arjantin
ekonomisini olumsuz etkiledi. Brezilya ürünleri karşısında,
real’in değer kaybından dolayı, Arjantin sanayi
ürünleri-ihracat-pahalandı ve Arjantin, rekabet gücünü yitirdi.
Bu etkilenme, geleceği görememe Mercosur ülkelerinde; Arjantin,
Brezilya, Şili, Ekvator, Venezuela’da ekonomide krize ve siyasi
çalkalanmalara neden oldu.
Bütün Latin Amerika’da
GSYİÜ, bir yıl öncesine göre 1992’de yüzde 10,3; 1993’te
yüzde 6,3; 1994’de yüzde 5,8 oranında mutlak büyürken, 1995’te
yüzde 2,8 oranında mutlak küçüldü. Büyüme oranı 1996’da
yüzde 5,5; 1997’de yüzde 8,1; 1998’de yüzde 3,9 oranında
mutlak artarken, 1999’da yüzde 3 oranında mutlak geriledi ve 2000
yılında ancak yüzde 0,7 oranında büyüdü.
Latin Amerika, Brezilya ve
Arjantin üzerinden başlayan bir yabancı sermaye akınına maruz
kaldı. Bunun nedeni özelleştirmeye açılan “eski” devlet
işletmelerinin ele geçirilmesiydi. Latin Amerika’da
Telekomünikasyondan çelik ve kimya işletmelerine oradan süper
marketlere kadar uzanan üretim, ticaret ve hizmet alanlarında
yerli sermayenin yabancı sermaye karşısında şansı kalmadı.
1990’a kadar Brezilya’da gayri safi yurt için üretimin yüzde
8’ini sağlayan yabancı tekellerin payı şimdi yüzde 20’ye
çıktı.
Latin Amerika dolarlaştırıldı.
Ekvator, Guatemala ve El Salvador, 2000 yılında aldıkları bir
kararla doları, ulusal para olarak kullanmaya başladılar. 2005
yılına kadar Latin Amerika’da sadece iki para biriminin kalacağı
tahmin ediliyor; Amerikan doları ve Brezilya Reali.
Latin Amerika, IMF melodisine
göre Tango oynayacak duruma getirildi. Kanada’da düzenlenen ve
şiddetli protestolara neden olan bütün Amerika’yı kapsamına
alan yeni pazarın gerçekleştirilmesiyle bütün Amerikan kıtası,
anlaşmalarda ABD’nin arka bahçesi olacak.
Son
olarak IMF ve OECD’nin dünya ekonomisinin seyrine ilişkin
tahminlerini verelim.
Dünya
üretimi (enflasyondan arındırılmış büyüme)
OECD’nin
tahminine göre GSYİÜ’nün büyüme seyri
ABD Avrupa Alanı
Almanya Japonya
2001 1,7 2,6 2,2 1,0
2002
3,1 2,7 2,4
1,1
Bkz.:
Frankfurter Allgemeine Zeitung, 4 Mayıs 2001.
2000 yılı ile
karşılaştırdığımızda dünya üretimi ve ticaretinin 2001 ve
2002 yılları için büyüme tahmin oranlarının ne denli düşük
olduğu görülüyor. IMF ve OECD, tahminlerini birkaç kez yeniden
gözden geçirmek zorunda kaldılar. Her halükarda emperyalist
ülkelerin ve mali kurumların, yeni bir fazla üretim krizi
tedirginliği maddi temelde yoksun değildir.
Neden bu üç rekabet
merkezini dünya ekonomisinin seyri için kıstas aldığımızı da
aşağıdaki veriler gösteriyor.
Üç
Rekabet Merkezinin Karşılaştırılması
ABD
Euro Alanı Japonya toplam
Nüfus
(milyon) 272
302 127 701
GSYİÜ(reel
büyüme, % olarak-1999) 5,0 3,4
1,7
Kişi
başına GSYİÜ (Euro) 31 916 20 667
32 205 -
Dünya
GSYİÜ’ündeki payı (%) 21,9 16,2
7,6
Üç
rekabet merkezinin toplam payı: - -
- 45,7
Bkz.:
Frankfurter Allgemeine Zeitung, 21 Mart 2001.
*) İlk kez yayınlanıyor, Nisan
2001. Bu makalenin II. bölümü (BİR
TROÇKİZM-”POST-MARKSİZM" ELEŞTİRİSİ -DP
VE ALINTERİMİZ’İN EKONOMİK KRİZ TEORİLERİNİN ELEŞTİRİSİ)
Teoride
Doğrultu, Sayı
4'te yayınlanmıştır (Mayıs-Haziran 2001)