“Kara Çarşamba”dan bu yana geçen zamanın gösterdiği nedir sorusuna çok çeşitli açılardan cevaplar verilebilir ve çok şey söylenebilir. Ama bütün bu süre içindeki gelişmeleri yönlendiren, etkileyen ve bu anlamda bağlayıcı öneme haiz olan, Türkiye’nin emperyalizm ile ilişkileridir. Mali krizin patlak vermesinden bu yana iki aydan fazla bir zaman geçti ve bu zaman zarfından, krediye-dövize olan acil ihtiyaç her gün birkaç defa vurgulandı. Piyasaların açılması için acil paranın olmazsa olmaz koşul olduğu sürekli tekrarlandı. Ama adım atılmadı. Adım atmamanın esas nedeni olarak da İMF-Dünya Bankası (DB) ikilisinin dayatması olan ve Derviş’in 14 Nisanda açıkladığı kararların (“ulusal” program) ve yasa tasarılarının hazırlanması ve yasallaştırılması gösterildi. Bu, genel anlamda doğrudur. Emperyalist ülkeler ve mali kuruluşlar, 15 karar, 15 yasa diye direttiler. Bu 15 karar ve 15 yasa tasarılarının önemli bir kısmı, iflas eden “istikrar programı”nda da yer alıyordu. Ama “kara Çarşamba”dan bu güne geçen süre içinde sürekli dillendirilen bir konu, önceki dönemlerde pek öne çıkmamıştı. Dünya emperyalist basınında Türkiye’de yolsuzluk, rüşvet, gelir dağılımındaki olağanüstü farklılık, hortumlama, kamu olanaklarının; genel olarak ulusal maddi değerlerin partiler tarafından siyasi amaçlı kullanılması, verilen kredilerin çarçur edilmesi, çok bilinçli olarak yerinde ve zamanında işlendi. Açık konuşuluyordu; Ne kredi vermek ve ne de kredinin miktarı önemli değil. Önemli olan, siyasi yapılarınıza güvensizliğimizdir. Önemli olan, bu sefer de paralarımızın çarçur edilmesinin, siyasi amaçlı kullanılmasının engellenmesidir.
K. Derviş, bu gerçeği daha, DB tarafından gönderilirken biliyordu. Derviş-İMF/DB koalisyonu Washington’da Amerikan emperyalizminin patronluğunda kurulmuş ve izlenecek yol da saptanmıştı; Türkiye’nin, Amerikan emperyalizminin veya genel olarak emperyalizmin çıkarlarına kusursuz hizmet edebilmesi, borcunu ödeyebilmesi ve yağlı bir talan faktörü olabilmesi için mutlaka ve mutlaka yeniden yapılandırılması gerekir ve yeniden yapılandırmada bağlayıcı olan, siyasi güvensizliğin, rüşvetin, yolsuzluğun, hortumculuğun vb. üzerine gidilmesidir. Tabii bu, mevcut siyasi partiler kapatılsın, yenileri kurulsun biçiminde ifade edilmiyor. Ama mevcut siyasi çürümüşlüğü devam ettiren, besleyen koşulların ortadan kaldırılması biçiminde dile getiriliyor. Ve ne zamanki Türk hükümeti, çıkar yol kalmadığını anladıktan sonra Derviş-İMF/DB koalisyonu dayatmasına evet dediyse, o zamana kadar destek akan para musluklarında bu sefer para akmaya başladı. Her şey medyatik yapıldı; Derviş geldi, konuştu, bakan oldu, program hazırlığı başladı. Sonra bakan olarak ABD’ye gitti. Oradan mesajlar gönderdi, 15 öneri ve 15 yasa tasarısını orada, İMF ve DB ile birlikte hazırladı ve geldi. Bunlar-şunlar olmalı-yapılmalı dedi. Adeta İMF ve DB adına talimatlar verdi. Kabinesinin üyeleri, homurdana homurdana talimatları yerine getirirken Derviş, yeniden ABD’ye gitti ve para musluğunun açıldığını orada açıkladı. Bunlar tesadüf değildir; Emperyalizm, aynı ata (Türk burjuvazisine) yeni semer (Derviş) vuruyor ve salt bu tavrıyla da mevcut siyasi partilere nasıl baktığını açıklamış oluyor.
Bugün kesinleşen veya sözü alınan kredinin miktarı veya bu kredinin verileceği çok önceden biliniyordu. Önemli olan bunu, yeni bir dayatmayı kabul ettirmek için koz olarak kullanmaktı. Öyle de yapıldı.
Para muslukları, siyasi partilere güvenilmediğinin, ama K. Derviş’e güvenildiğinin ve verilen kredilerin, kamu olanaklarının çarçur edilmesinin, arpalık olarak kullanılmasının önüne geçileceğinin tarafların bilincine çıkmasından sonra “birden bire”açıldı. Bu anlamda Derviş, şeyhi Amerikan emperyalizminin ve vekilleri İMF ve DB’nin dediğini yapıyor.
Şimdi ne olacak? Derviş, ihtiyacımız olan kredi miktarını 12-13 milyon dolar diyordu. Daha fazlasını elde etti ve 17-19 milyar dolar civarında bir para gelecek. Bu duyulunca borsa fırladı ve en düşük seviyesi 7 159 puandan (29 Mart) 12 363 puana çıktı. (27 Nisan). Dolar ve faizler de düşme trendi girdi. Borsa sadece 20-27 Nisan arasında yüzde 28 artış gösterdi. Hangi açıdan bakarsak bakalım İMKB, Türk ekonomisinin, mali sektörün kalbidir. Oradaki hareketlilik, seyri yönü, ekonomideki gelişmeler hakkında ipuçları verir. Bu anlamda Türk ekonomisinin barometresi İMKB’dır.
Mali krizin temel nedeni olarak mali sektörü tıkayan; borsayı alt-üst eden, cari döviz açığı ve bu açık kapatılsa da (Kasımda kapatılmıştı) sektör sorunlar ve kamu olanaklarının arpalık olarak kullanılmasıydı. Şimdi para geliyor, sektörde -özellikle bankacılıkta- yeniden yapılanma tedbirleri yasa seviyesinde uygulanmaya konuyor ve kamu olanaklarının arpalık olarak kullanılmasının önünde yine yasal tedbirlere geçiliyor. Bütün bunların uygulanmasını da İMF/DB ikilisi üstleniyor. Bu son şansındır, uygulamazsanız para yok söyleminin iki anlamı vardır: Birincisi, verdiğimiz kredileri çarçur edemezsin ve ikincisi de kredilerin gerektiği gibi kullanılıp kullanılmadığını, programa uygun hareket edilip edilmediğini doğrudan kontrol edeceğiz.
Şimdi ne olacak? Aslında bu sorunun muhatabı “dergin” analizleriyle çığırtkanlık yapan avanak küçük burjuvazidir. Eminiz ki, yeni bir “derin” analizle “yeni”, hiç değişmeyen bir durum tespiti yapıyordur.
Derviş-İMF/DB koalisyonunun Türk siyasetini ve mali sektörünü yönlendirmesi sonucu piyasalara hakim olan “iyimserlik” ve görülen belli canlanma, ne bir dopingdir ve ne de ekonominin düze çıkmasıdır. Her ikisi de değildir; Türk ekonomisinin ve burjuvazinin dopinge tahammülü yoktur ama mevcut “iyimserlik” ve canlanmayı da düze çıkmanın ifadesi olarak görmek, erken bir değerlendirme olur. Ama her halükarda mali kriz koşulları ortadan kalkmıştır. Bu, bu krizin fazla üretim krizini tetiklemesi sonucunda ekonominin, koşullu kabul ettiğimiz bir fazla üretim sürecine girmesi, reel üretime sirayeti ve böylece fazla üretim krizinin bir unsuru olması anlamına gelir. Hem bu anlamda ve hem de yukarıda belirttiğimiz “iyimserlik” havasının spekülasyon olmayıp (paranın miktarı da belirlendiğine göre bu, spekülasyon olamaz)b maddi nedenlerinin olmasından dolayı, artık mali krizden bahsetmenin bir anlamı da kalmamıştır. Bu nedenle mali kriz göstergeleri ve muhtemel “hala” ve gelecekteki sonuçları üzerine siyasi hesap yapmak ve sonuçlar çıkartmak boşunadır. Bu dönem geride kaldı ve mal krizin “hala” ve gelecekteki muhtemel sonuçları, fazla üretim krizinin göstereceği sonuçlar çerçevesinde siyasi olarak değerlendirilmeli ve hitap edilen yığınlar; işçi sınıfı ve emekçiler buna göre harekete geçirilmelidir.
Piyasalardaki canlanmanın da faturası emekçi yığınlara çıkartılacaktır. Derviş-İMF/DB koalisyonu, devletin iki yakasını bir araya getirmek için, kamu harcamalarını kısmanın yanı sıra ve esas olarak, milyonların kemerini daha da sıkma anlayışından vazgeçmiş değil. Bu olamaz zaten. Derviş, “biraz, bir müddet daha sıkıntı çekeceğiz” derken bir niyetini açıklıyordu. Bir kaç ay daha yükselen enflasyonla yaşayacağız, yani paramız pul olmaya devam edecek. Ücretlerimizle oynamaktan, “sıfır artışlı ücret zammından” vazgeçmeyecekler. Böylesi sendika ağaları olduğu müddetçe de bu işi daha kolay yapacaklar.
Cottarelli’nin bir zamanlar; daha önceki “istikrar programı” döneminde reel üretimi kısın talebi, Derviş’inde dilinden hiç düşmüyor. Mali krizin iki aydan fazla sürdürülmesinin nedenlerinden birisi de reel sektörde üretim gerilemesine neden olan faktörleri tetiklemekti. Ulaşılmak istenen amaç şu; reel üretim, sanayi üretimi gerilerse; mutlak düşerce, bu üretime bağlı dış girdi de, yani ithalat da geriler. Ucuzlayan parayla ucuza yapılan üretimin de dış pazarlaması, yani ihracat artar. Bu durumda ithalat, ihracata göre görece azalır ve buna bağlı olarak döviz açığı da daralır. Yani cari işlemler açığı düşer. Kriz dönemlerinde ise bunun gerçekleşmesine neredeyse mutlak gözüyle bakılır. Salt bunu sağlamak için sanayi üretimin gerilemesine olumlu gözle bakılıyor. Bunun işçi sınıf açısından önemi burjuvaziyi ilgilendirmiyor. Reel sektörde kriz, fabrikaların ve işletmelerin kapanması demektir. Sabit sermaye kıyımı demektir. On binlerin, krizin ağırlığına göre, yüz binlerin sokağa atılması, aileleri ile birlikte açlığa ve sefalete itilmesi anlamına gelir. Krizin sosyal sonuçları, hem genel olarak analiz edilmeli ve hem de her bir somut durum bazında; yerelden genelleştirmeye doğru analiz edilerek ajitasyon çalışmasının merkezine konmalıdır. Kriz döneminde ajitasyon ve propagandasında krizi esas almayan, sloganlarıyla bunu ifade etmeyen bir siyasi hareket kendi kendini anlamsızlaştırır.