deneme

30 Eylül 2002 Pazartesi

AMERİKAN İMPARATORLUĞU HAYALİ VE SAVAŞ

Amerikan emperyalizmi açısından 20. yüzyılın sonu, 19. yüzyılın son dönemlerine benziyor. 19. yüzyılın sonunda ABD, diğer güçlü ülkelerle sömürge elde etme yarışına girmiş ve Asya’da, Karaipler’de, ve Pasifik’te katliamların izlediği işgallere girişerek, birçok ülke ve adayı kendine bağlamıştı. Zamanın önde gelen iktisat adamları, Amerika’nın dünya çapında sanayisel hâkimiyetinin planlarını kuruyorlardı. 1895’te senatör Henry Cabot Lodge, “19. yüzyılın hiçbir ülkesi, istilalarımızla, sömürgeci başarılarımızla ve genişlememizle boy ölçüşecek durumda değildir,… bize, şimdi hiçbir şey engel olamaz” diyerek Amerikan yayılmacılığının propagandasını yapıyordu.

Dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt de “Birleşik Devletler’in Pasifik’te hâkim güç olmasını” ve “Amerikan halkı(nın) büyük gücüne yakışır işler yapmasını” istiyordu.

1896’da gazeteci M. Henry Wattereson, Amerikan yayılmacılığını şu sözlerle değerlendiriyordu:
“Biz, insanlık üzerinde belli bir nüfuza sahip olmak ve şimdiye kadar, Roma İmparatorluğu da dâhil hiçbir ulusa nasip olmayan dünyayı şekillendirme göreviyle karşı karşıya olan büyük bir emperyalist cumhuriyetiz”.

19. yüzyılın son dönemlerindeki ve 20. yüzyılın ilk yıllarındaki Amerikan başkanları Harrison (1889-1893), Cleveland (1893-1897); Mackinley (1897-1901) ve T. Roosevelt (1901-1909), Amerikan sermayesinin; Amerikan mali oligarşisinin çıkarlarını siyasi cephede savunurlarken, Mahan, Gilpen, Beveridge, Adams, Turner, Semple vb. ırkçı ve jeopolitikacılar da ideolojik cephede Amerikan emperyalizminin çıkarlarını savunuyorlar, Amerikan yayılmacılığını ve saldırganlığını haklı çıkartmaya çalışıyorlardı.

Aradan bir asır geçmesine rağmen Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti anlayışından hiçbir şey değişmemiştir. Değişen, başkanlar ve ideologlar olmuştur. Harrison, Cleveland, Mackinley ve T. Roosevelt’in yerini Reagen, Bush, Clinton ve Bush (oğul), Mahan, Gilpen, Beveridge, Adams, Turner, Simple gibi ırkçı ve jeopolitikacı ideologların yerini de Brzezinski, Huntington gibiler, sayısız kalemşorlar almıştır. Bunlardan birisi, Charles Krauthammer; Amerikan saldırganlığının önde gelen bu ideologu, “Roma’dan buyana hiçbir ülkenin kültürel, iktisadi, teknik ve askeri açıdan böyle bir hâkimiyete sahip olmadığı gerçeği”nden bahsediyor, Washington Post’taki bir yazısında. Aynı ideolog 1999’da da şu tespiti yapıyordu: “Roma’nın Kartago’yu yıkmasından buyana hiçbir büyük güç böylesi bir zirveye ulaşamadı”.

20. yüzyılın sonunda/21. yüzyılın başında Amerikan emperyalizmi kendisini Roma İmparatorluğu ile ölçüyor. Amerikan emperyalizminin jeopolitik açılımını, yayılmacılığını ve bunun için savaşını doğrudan destekleyenlerin yanı sıra nispeten “ılımlı” olanlar da Roma ile ölçüşme hastalığına yakalanmışlar. Bunlardan birisi Joseph S. Nye(jr.) yeni kitabına şu cümleyle başlıyor: “Roma’dan buyana hiçbir ulus, diğer uluslar üzerinde bu denli hâkim konumda olmamıştı”. Tarihçi Paul Kennedy’ye göre de “ne pax Britanica, ne Napolyon’un Fransa’sı, ne Philipp’in İspanya’sı, ne Büyük Karl İmparatorluğu, evet Roma İmparatorluğu dahi” Amerika’nın bugünkü hâkimiyetiyle boy ölçüşecek bir hâkimiyete sahip olamamışlardı.

Son dönemlerin Amerikan literatüründe Roma ve imparatorluk, kavramlaştırılmış olarak kullanılıyor. Amerikan ideologlarına göre yeryüzünde hiçbir ülke ABD ile ölçüşemez, aşık atamaz, ABD’nin büyüklüğünü ölçmek için kıstas olamaz. Olsa olsa Roma İmparatorluğu olurdu. Öyleyse ABD’nin büyüklüğünü ve dünya üzerindeki hâkimiyetini gözler önüne serebilecek yegâne kıstas, Roma İmparatorluğudur. Bu anlayış savaş demektir; sürekli savaş demektir; Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası, buna tekabül eden jeopolitikası önündeki engelleri yıkmak için permanent (sürekli) savaş demektir.

Dünyada gelmiş geçmiş bütün imparatorluklar, sürekli, savaşlarla, sürekli, istilalarla, ezme, yok etme, katletme ve işgalle imparatorluk olmuşlardır. Roma, Roma imparatorluğu olana kadar sürekli savaştı. İngiltere, “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olana kadar sürekli savaştı. Osmanlı da, Osmanlı İmparatorluğu olana kadar sürekli savaştı. Amerikan emperyalizmi de Karaibler’de, Asya’da, Pasifik’te, Orta ve Güney Amerika’da sayısız savaşlarla, istilalarla, katliamlarla, işgallerle emperyalist çağa emperyalist ülke olarak girdi.

1994-1998 arasında bütün dünyada savaş ve çatışmaların sayısı 70 (Bu savaş ve çatışmalarda ölenlerin sayısı da 3 milyondan fazla). Bu savaş ve çatışmaların kaçında Amerikan parmağının olmadığını bilmiyorum. İsteyen araştırır. Ulusal kurtuluş mücadelesi; haklı savaşlar dışında hemen hemen hepsinde Amerikan emperyalizminin parmağı var. Amerikan emperyalizminin çıkarları; dünya hâkimiyeti jeopolitikası sürekli savaşmayı kaçınılmaz kılıyor. Bu savaşlarda Amerikan emperyalizminin önünde iki engel var: Bunlardan birisi, emperyalist ülkeler ve ona boyun eğmeyen geri ülkeler. Amerikan emperyalizmi bu engeli aşmak için emperyalist rakipleriyle birleşebileceği gibi, tek başına da hareket edebilir. 1991’de Irak’a karşı savaşta, Yeni Balkan Savaşlarında, Afganistan’a karşı savaşta olduğu gibi kendi önderliğinde emperyalist koalisyonlar kurabilir. Ama ekonomik ve askeri gücüne dayanarak savaş koalisyonu kurmayabilir de. Irak’a tek başına saldırıp, onu yenebilir de. Ama onun korkusu ikinci engeldir; dünya proletaryası, emekçileri, ezilen halkları ve uluslarıdır. Amerikan emperyalizmi, görece teknik gücüne dayanarak bu güçleri geçici bir dönem için sindirebilir, ama hiçbir zaman onların iradesini kıramaz.

Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün imparatorluklar; Roması, Osmanlısı, Britanya’sı, iç çelişkiler ve dıştan gelen daha üstün bir gücün vuruşlarıyla yıkılmışlardı. Amerikan emperyalizminin de sonu böyle olacak. Tarih, bütün büyük imparatorlukların, en büyük biziz düşüncesine saplandıklarında yıkılma sürecine girdiklerini göstermektedir. Bunu en tipik örneğini sosyal emperyalist Sovyetler Birliği’nin çöküşü oluşturur. Bu emperyalist devlet, çöküş sürecinde bile “reel sosyalizm”in başarılı gelişmesinden, emperyalizme olan üstünlüğünden bahsetmekten, evet düpedüz yalan söylemekten geri kalmamıştır.

Şimdi 21.yüzyılın başında Amerikan emperyalizmi en büyük olma kompleksine kapıldı. Bu onun sonunun yaklaştığına bir işarettir. Amerikan emperyalizmi, imparatorluğunu kurmadan çökecektir. O, ya daha üstün, daha dinamik bir emperyalist güç tarafından geriletilecektir, ya da devrimci güçler tarafından tarih sahnesinden silinecektir.
21. yüzyılın sosyalizmin yüzyılı olacağını söylüyoruz. Bunun böyle olacağına inanıyoruz ve Amerikan emperyalizminin üstünlüğüne daha güçlü bir emperyalist ülkenin değil de, antiemperyalist, sosyalist güçlerin dünya çapında örgütlü irade ve eyleminin son vereceğine inanıyoruz. Gün bu yönde mücadelenin günündür.