ULUSLARARASI ALANDA ‘SÜREK AVI’ VE SONUÇLARI
Sömürgeci faşist diktatörlük, 8 Eylül’den itibaren kapsamlı
bir gözaltı ve tutuklama saldırısı başlattı. İstanbul Valisi
ve Emniyet Müdürü, muzaffer komutan edasıyla son yılların en
kapsamlı “yakalama operasyonunu gerçekleştirdiklerini
açıkladılar. MLKP ile ilişkilendirerek çok sayıda devrimciyi ve
kamuoyu tarafından gazeteci ve yayıncı kimliğiyle bilinen
insanları “terörist” ilan ettiler ve tutukladılar.
Diktatörlük, MLKP’yi “tümüyle çökerttiğini” söyleyerek
yoğun bir psikolojik savaşa girişti.
Bu türden saldırılar, baskınlar, yasaklamalar ve tutuklamalar ne
Türk burjuvazisine özgüdür ne de yenidir. Bu türden yıldırma,
sindirme, yolundan saptırma amaçlı saldırılarla Marksizm'in
doğuşundan bu yana uluslararası işçi hareketi ve komünist
hareket sürekli karşı karşıya kalmıştır. Burada, sonuçlarıyla
birlikte birkaç örneği ele alalım.
I. Enternasyonale Karşı Komplo Ve Saldırılar
Paris Komünü'nün yenilgisi, uluslararası gericiliğin çeşitli
ülkelerde işçi hareketine ve örgütlerine, ama özellikle I.
Enternasyonal’e karşı yoğunlaşmış saldırıya geçmesi için
işaret olmuştu. Engels’in deyimiyle, “genel uluslararası bir
sürek avı” başlatılmıştı:
“Şu anda Uluslararası İşçi Birliği’ni anlatmamıza pek
gerek yok. Ona bir taraftan devasa Paris gelişmeleri o zamana kadar
sahip olmadığı güç ve genişleme vermişken, diğer taraftan da
hemen bütün Avrupa hükümetlerini yeniden müttefik yaptı
(birleştirdi, çn); Thiers’i Gorçakov ile, Bismarck’ı Beust
ile, Viktor Emanuel’i Papa ile, İspanya’yı Belçika ile
müttefik yaptı. Genel enternasyonal bir sürek avı başlatıldı.
Eski dünyanın bütün güçleri; savaş mahkemeleri ve adli
mahkemeler, polis, basın, kalantorlar (ağalar, çn.) ve burjuvazi,
takibatta birbirleriyle yarışıyorlar ve bütün kıtada işçilerin
büyük kardeşleşmesini yasa dışı ilan etmek için her şeyin
yapılmadığı bir yer kalmadı.” (F. Engels; “Sonvill Kongresi
ve Enternasyonal” makalesinden. C. 17, s. 475).
I. Enternasyonal’e saldırının, “sürek avı’nın başını
Fransız burjuvazisi çekiyordu. Haziran 1871’de Fransız Dışişleri
Bakanı Favre, Avrupa'nın önde gelen devletlerine gönderdiği
mesajda, 1. Enlernasyonal’i yok edelim, tasfiye edelim çağrısı
yapıyordu. Bu çağrı üzerine ilk harekete geçen ülke Almanya
olmuştur. I. Enternasyonal’in tasfiyesini Alman Başbakanı
Bismarck, Ağustos/Eylül 1871’de Avusturya Kralı ile buluşmasında
gündeme getirdi. I. Enternasyonali tasfiye etme saldırılarına bu
görüşmenin hemen ardından Danimarka, İspanya, İtalya, Rusya ve
Belçika devletleri de katıldılar. Öyle ki; Rusya, I.
Enternasyonal’e karşı mücadele için tedbirlerin tartışıldığı
ve kararların alındığı bir uluslararası konferansın
örgütlenmesi çağrısında bulundu.
Polis takibatları, saldırıları ve baskınları, I. Enternasyonali
yasa dışı ilan etmek için kullanıldı. I. Enternasyonal ile bağ
kurmak, Fransa’da cinayet olarak damgalandı ve bu türden ilişki
içinde olanlar hapisle cezalandırıldılar. İspanya’da İçişleri
Bakanı, Enternasyonal’in seksiyonlarının dağıtılması emrini
verdi. Avrupa’nın başka birçok ülkelerinde de benzeri tedbirler
alındı. Yasakları saldırı eylemleri takip etti: Almanya’da
Alman işçi sınıfının önderleri August Bebel ve Wilhelm
Liebknecht tutuklandılar ve haklarında “vatana ihanet”ten
dolayı dava açıldı. 1871’in ilkbaharında tutuklama dalgası
İspanya’yı, yazında ve sonbaharında da İtalya’yı sardı.
Danimarka’da I. Enternasyonal seksiyonu önderleri uzun yılları
kapsayan hapis cezasına çarptırıldılar. Bu saldırılardan
dolayı, I. Enternasyonalin çoğu seksiyonları illegaliteye geçmek
zorunda kaldı. “Sürek avı” ve takipler, legal örgütlenme
olan I. Enternasyonalin faaliyetini zorlaştırdı, karmaşıklaştırdı,
ama devrimci mücadeleyi sindiremedi. Avrupa gericiliği amacına
ulaşamadı. Bütün bu saldırılara rağmen Avrupa veya I.
Enternasyonalde örgütlü işçi sınıfı, saldırılara karşı
koyacak güçte olduğunu gösterdi. 1. Enternasyonal ve örgütleri,
Avrupa gericiliğinin bu saldırı ve “sürek avı” karşısında
dağılmadılar, saldırıları önemli boyutlarda geri
püskürtebildiler.
Saldırılara rağmen Avrupa’da işçi hareketi büyüdü. Örneğin,
saldırılar, Almanya Sosyal Demokrat Partisinin güçlenmesini
engelleyemedi. Baskılar, 1873’ün yazına kadar Fransa’da,
özellikle de ülkenin güneyinde I. Enternasyonal’in
seksiyonlarının oluşmasını engelleyemedi. Bu seksiyonlar,
illegal mücadele veriyorlardı. İspanya gericiliği de, 1.
Enternasyonali tasfiye edemedi. Saldırılar ve baskılar geri tepti
dersek pek abartmış olmayız. Çünkü bu saldırılar, baskınlar
ve tutuklamalar sürecinde Avrupa’nın çok sayıda başka
ülkelerinde grevler ve siyasal gösteriler biçiminde mücadele
eylemleri gelişti, yaygınlaştı. Bu ülkelerde hakim sınıflar,
bir bütün olarak Avrupa gericiliği, Komün'ün tasfiye
edilmesiyle, evet yok edilmesiyle örgütlü işçi hareketinin
sonunun geleceğini hesaplıyorlardı. Avrupa gericiliğinin bu
beklentisi, işçi sınıfı tarafından boşa çıkartıldı. Paris
Komünü'nün yenilgisi ve arkasından gelen ilk kapsamlı
uluslararası saldırılar ve tutuklamalar, illegal mücadele
yöntemlerinde henüz ustalaşmamış olan Avrupa proletaryasını
demoralize edemedi. Tam tersine Komün, işçi sınıfında sınıf
bilincinin gelişmesinde ve uluslararası dayanışmanın öneminin
kavranmasında ve illegal mücadele yöntemlerinin kullanılmasında
bir sıçrama noktası oluşturdu. Komün zaferi ve arkasından gelen
yenilgi, işçi sınıfı güçlerinin güncel ve kaçınılmaz olan
örgütlenme sorunlarını ve aynı zamanda ideolojik bütünlüğün
ve teorinin rolünü, devrimci partilerin ertelenemez gündem maddesi
yaptı.
"Sosyalistler Yasası", Almanya
Almanya’da “solun, düzen karşıtlarının takibata uğraması
polisin ve devletin gelenekselleşmiş bir yöntemidir. Bu işe
1819’da “Karlsbad Kararlarıyla (“Demagoglar-Takibatı”
olarak bilinir) başlanmıştı. Ardından 1848/49 takibatı gelir.
Bu takibat, 1852’de Köln Komünistler Yargılaması olarak doruk
noktasına ulaşmıştı. 1872’de “Sosyalistler Yasası” yeni
bir takibattır. 1930’da çıkartılan Prusya Kararnamesi, 1950’de
çıkartılan “Adenauer Kararnamesi” antikomünist histerinin
istasyonlarıdır. Bu saldırılar arasında en çok bilineni,
Bismack’ın “Sosyalistler Yasası’yla ilgili olanıdır.
Sosyalist hareketin oldukça genişlemesinden/yaygınlaşmasından
dolayı 19. yüzyılın son çeyreğinde işçi sınıfının
kitlesel eylemleri sonuç alıcı olmaya başlamıştı. Bu
mücadelelerde, I. Enternasyonalin rolü ve Marks ve Engels’in
önderliği belirleyici olmuştur. Çoğu kapitalist ülkede proleter
partiler bu dönemde oluşmuşlar ve faaliyetlerinde Marks ve
Engels’in temsil ettiği bilimsel sosyalizm teorisini kılavuz
olarak almışlardı.
Bu partilerden birisi de Almanya Sosyal Demokrat Partisidir (SPD).
1875’te Gotha Kongresinde Almanya’da sosyalist işçi hareketinin
SPD olarak birleşmesi sağlanır.
Marks ve Engels’in katkılarıyla SPD, eksikliklerini aşarak
güçlenir. Örneğin; 1877’deki seçimlerde yaklaşık yarım
milyon oy alır (oyların yüzde 9,1’i) ve 13 milletvekili
çıkartır. Aynı yılın sonunda partinin ve ona bağlı
sendikaların toplam olarak 60’dan fazla yayın organı vardır. O
dönemde SPD, diğer ülkelerdeki örgütlerin, partilerin örnek
aldığı güçlü bir parti durumundadır. Bu durumu değerlendiren
Engels, Almanya-Fransa savaşından sonra Avrupa işçi hareketinin
ağırlık noktasının Fransa’dan Almanya’ya kaydığını ve
“Bazı önderleri hangi hatayı yapmış olurlarsa olsunlar, (ki bu
hatalar çok sayıdadır ve çeşitlidir) Alman proletaryasının,
Avrupa işçi hareketinin kendine yüklediği geçici önderliği
üstlenecek durumda” olduğunu yazıyordu. (Engels; “1887 yılında
Avrupa İşçileri" makalesinden, C. 19, s. 121)
Alman işçi hareketi, SPD, Alman hakim sınıflarını ürkütecek
derecede gelişmişti, güçlenmişti. Bu gelişmeyi durdurmak,
örgütlü işçi hareketini tasfiye etmek için Ekim 1878’de
Bismarck hükümeti, “Sosyalistler Yasası” olarak da bilinen
“Sosyal Demokrasinin Toplumsal Tehlikeli Çabalarına Karşı
Yasayı” çıkartır. Bu, Türkiye’deki “Takrir-i Sükun”
gibi, gerçek anlamıyla bir özel durum yasasıdır. Yasa, partiyi
ve sosyalist amaçlı bütün örgütlerini ve sendikaları yasaklar.
Hemen bütün yayın organları yayınlarını durdurmak zorunda
kalırlar. Haziran 1879’a gelindiğinde toplam olarak düzenli
basılan 127 ve düzensiz basılan 287 yayın organı yasaklanmıştı.
Partinin sosyalist karakterli toplantı yapması ve gösteriler
örgütlemesi yasaklanır. Söz konusuysa, polise, dernekleri,
birlikleri, toplantıları dağıtma, yayınlan yasaklama gibi geniş
haklar veriyor ve polis, sosyalistler ile ilişkileri açığa
çıkarsa sendikaları, kültür ve sportif kurumlan, kütüphaneleri,
tüketici kooperatiflerini, kahvehaneleri kapatabiliyordu.
Siyasal gericiliğin bu hareketine kapitalistler de kendi
cephelerinde katılırlar; sosyalist işçileri işten atmaya
başlarlar. Sıkıyönetim ilan edilen bazı şehirlerde polis,
sosyalist kimliğiyle bilinen işçileri ve önderleri bu şehirlerden
uzaklaştırır. Hareketin en aktif katılımcıları, aktivistleri,
büyük şehirleri terk etmeye zorlanırlar, onlardan bazıları
zindanlara atılır. Yaşam koşulları tamamen elinden alınan çoğu
partili, ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Bu yasa, partiyi fiilen
illegaliteye iter.
Alman gericiliğinin Sosyal Demokrasiye karşı, SPD’ye karşı bu
saldırısı, sadece onunla sınırlı kalan bir saldırı değildi.
Alman militarizmine karşı gelen, Almanya’nın Prusyalaşmasına
karşı mücadele eden demokratik küçük burjuvazi; genel anlamda
demokratik hareket veya bir biçimde Alman gericiliğine karşı olan
bütün siyasal güçler hedef alınmıştı. Bütün siyasal
hareketler, önderliğinden yoksun bırakılarak etkisizleştirilmek
isteniyordu. Almanya’da bu yasaya karşı mücadele, komünistlerin
ve demokratik cumhuriyetten yana olan bütün ilerici güçlerin
merkezi mücadelesi olmuştu.
Baskı ve saldırılar sonucunda liberal muhalefet, Alman
gericiliğinin çıkarlarına tabi olacak derecede hırpalanmıştı,
ama söz konusu yasaya dayanılarak sürdürülen planlı saldırılar,
baskınlar, tutuklamalar, Almanya’da devrimci mücadeleyi
engelleyememişti: Saldırı, baskın, tutuklama ve yasaklama
koşullarında parti, söz konusu yasaya karşı işçi sınıfının
mücadelesini, illegal örgütlemekle ve oldukça daralmış legal
mücadele olanaklarını illegal mücadele yöntemleriyle
birleştirerek mücadele etmekle karşı karşıya kalmıştı.
Uluslararası işçi hareketi, diğer bir ifadeyle I. Enternasyonal,
Almanya’da SPD nezdinde ilk defa legal ve illegal mücadele
biçimlerini aynı anda kullanma sorunuyla karşı karşıya
kalmıştı. Mücadele koşullan, yeni taktik bir yönelimi zorunlu
kılmıştı. Yeni taktik, siyasal, teorik ve ideolojik alanda
açıklığı kaçınılmaz kılıyordu. Acil örgütsel görevlerin
yerine getirilmesi için bu alanlardaki açıklık kendisini
dayatıyordu. Dolayısıyla, Almanya’da bu yasaya karşı mücadele,
Alman işçi hareketinde bilimsel sosyalizmin hakim kılınması
mücadelesinden bağımsız ele alınamazdı.
İllegal mücadele yıllarında SPD, bir taraftan teorik açıklık
kazanırken, diğer taraftan da geniş yığınlar nezdinde
prestijini arttırmıştı. Devrimci mücadeleyi engellemek için
hemen her şey yasaklanmasına rağmen, seçimlere katılma, seçilme
hakkı yasaklanmamıştı. Bunun ötesinde sosyalist adaylar seçim
toplantıları yapma hakkına da sahiplerdi. Bütün çabasına
rağmen Bismarck yönetimi, bu yasal boşluğu ortadan
kaldıramamıştı.
Yasaklara ve devletin baskı ve saldırılarına rağmen, 1887
seçimlerinde SPD, oyların yüzde 10,1 'ini almıştı. 1889’da o
zamana kadar Almanya’da görülmüş en kitlesel ve militan grev
patlak vermişti.
Alman proletaryasının mücadelesi, yasakların ve baskıların
sonuç vermemesi, Alman gericiliği içinde çatışmalara neden
olmuş ve devrimci mücadeleyi geriletmenin, tasfiye etmenin
yasalarla halledilecek bir sorun olmadığını, bunun bir barış v;
savaş sorunu olduğunu savunan Bismarck, kral Wilhelm ile sert
tartışmalar yapıyordu. Bismarck, yasaların yumuşatılmasına
karşıydı ve bu yasaların geleceğiyle ilgili tartışmalarda
parlamentoda çoğunluğu kaybetti ve kısa bir zaman sonra da istifa
etmek zorunda kaldı. “Sosyalistler Yasası”nın reddedilmesinden
önce (1890) ve eski saldırı yasalarının geçerli olduğu
koşullarda yapılan parlamento seçimlerinde SPD, Almanya’nın en
popüler partisi olmuştu. Bu duruma Bebel bile hayret etmişti.
“Sosyalistler Yasası” bir konseptti. Uzun bir dönemi kapsayan
bir tedbirler yığınıydı. Bu yasanın inisiyatifçisi olan
Bismarck, partinin yasaklanması ve aynı dönemde bazı önemsiz
sosyal tedbirlerin alınmasıyla devrimci işçi hareketine ölümcül
darbenin vurulmuş olacağı hesabını yapmaktaydı.
Söz konusu yasa, Alman devrimci hareketi ve ona önderlik yapan genç
parti için bir deneyimdi. Ne Alman işçi hareketi ne de genel
olarak uluslararası işçi hareketi, illegal mücadele araçları
konusunda, illegal mücadeleyi legal mücadeleyle birleştirme
konusunda yeterli tecrübeye sahiplerdi.
Saldırı, baskın, tutuklamalar ve yasaklar, Alman devrimci işçi
hareketinde kısa süren belli bir yalpalanmaya ve şaşkınlığa da
neden olmuş ve parti düşmanı akımların ortaya çıkmasını
beraberinde getirmişti. A. Bebel’in, W. Bracke’nin, W.
Liebknecht’in ve başka önderlerin direnişine rağmen parti
merkez yönetimi kendisini dağıttığını, örgütlülüğüne son
verdiğini açıklamıştı. Bu yanlış karar, söz konusu yasa
yürürlüğe girmeden önce alınmıştı. Bu karar, devlet terörü
karşısında teslim olmaya, partinin devrimci ilkelerini terk etmeye
ve Alman gericiliğinin dayattığı koşullara uymaya hazır olan
oportünist güçlerin etkisiyle alınmıştı. Bu saldırı, baskın,
tutuklama ve yasaklama döneminde kararlı bir önderliğin ve açık
seçik bir siyasal çizginin olmaması, partinin örgütsel olarak
yeniden toparlanmasını ve ideolojik olarak kendini
sağlamlaştırmasını engelliyordu.
Mecliste kümelenmiş olan partili milletvekili oportünistler bu
durumdan yararlandılar. W. Blos ve M. Kayser gibi oportünist
milletvekilleri etrafında kümelenen bu unsurlar, küçük burjuva
unsurlardı. Kapitalizmin gelişmesi ve buna bağlı olarak sermaye
konsantrasyonu, köylüler de dahil, giderek daha çok sayıda küçük
burjuvazinin mülksüzleşme sürecini hızlandırmış ve bunların
bir kısmı partiye katılmışlardı ve bir kısmı da partiye
sempati duyuyordu. Almanya’da devrimci hareket, küçük burjuva
bilincin, oportünist düşüncelerin gelişmesi için uygun zemin
oluşturması gerçeğini yaşıyordu. Ekonomik bağımlılıktan
dolayı işçilerin partinin milletvekili adayı olma durumlarının
zorluğu, partiye katılan küçük burjuva aydınların milletvekili
seçilmelerini kolaylaştırıyordu. Bu nedenle, yasanın uygulanmaya
konmasıyla ortaya çıkan ilk oportünist hareket, partinin
meclisteki fraksiyonunda görüldü.
Bu sağ sapmanın yanı sıra sol sekter, radikal eğilimler de
ortaya çıktı. Anarşizme eğilimi olan ve kısa bir zaman sonra
anarşist kampa katılan ve başını J. Most’un çektiği bu
unsurlar, İngiltere’de yayımladıkları ve Marks’ın “devrimci
içeriği yok, devrimci safsata yapıyor” diye tanımladığı
gazeteleri “Özgürlük”te Alman işçi sınıfını, mevcut
düzene karşı silahlı eylemler örgütlemeye çağırıyorlardı.
Bireysel terör taktiği propagandası yapan ve proletarya
kitlesinden kopuk olan bu grup, her koşul altında parlamenter
mücadeleden vazgeçilmesini talep ediyordu.
Marks ve Engels’in yoğun çabaları, Bebel’e, Liebknecht’e,
Bracke’ye ve diğer önderlere yazdıkları mektupta oportünistleri
sert eleştirmeleri ve onlara karşı kararlı mücadele edilmesi
gerektiğini talep etmeleri sonuç vermiş ve parti, kısa zamanda
sağ ve sol oportünizme karşı mücadelede başarılı olmuştu.
Parti, girilen yeni mücadele döneminde illegal faaliyeti oldukça
sınırlı legal olanaklarla birleştirerek mücadele etmeye
başlamıştı.
Partinin mücadelesinin yaygınlaştırılması ve derinleştirilmesi
için, yaşanan sağ ve sol sapmalara karşı mücadele edilmesi ve
onların politik ve ideolojik teşhiri için ve bütünlüklü bir
önderliğin görevini yerine getirebilmesi için yurt dışında
basılan ve Almanya’da illegal olarak dağıtılan bir merkezi
yayın organa ihtiyaç duyuldu. Kolektif bir örgütleyici,
propagandacı ve ajitatör rolünü üstlenmesi gereken bu gazetenin
yönetimini, daha örgütlenmesinin hazırlık döneminde oportünist
güçler ele geçirmeye çalıştılar. Bu sağ oportünist güçler,
rejimin saldırısını neden göstererek ortaya çıktılar,
seslerini yükselttiler. Önderliğini E. Bernstein’ın, K.
Höchberg’in ve K. A. Schramm’ın yaptığı bu sağ oportünist
unsurlar, “Almanya’da Sosyalist Hareketin Geçmişine Bakışlar.
Eleştirel Düşünceler” başlığını taşıyan platformlarını
yayımladılar. Bu platformun yazarlarından birisi de E.
Bernstein’dı. Katışıksız bir reformizmi içeren bu program,
devrimci amaçlardan ve mücadele yöntemlerinden tamamen vazgeçmeyi
ve partinin liberal burjuvaziye yedeklenmesini, küçük burjuva
demokratik bir reform partisi olmasını talep ediyordu. Bu
programatik anlayışı Marks ve Engels, A. Bebel’e, W.
Liebknecht’e, W. Bracke ve diğer parti önderlerine gönderdikleri
sirküler mektupta şöyle eleştiriyorlardı:
“Bu bayların düşüncelerine göre... sosyal demokrat parti, tek
yanlı bir işçi partisi değil, ‘gerçek insanlık aşkı ile
dolu bütün insanların’ çok yanlı bir partisi olmalıdır.
Her şeyden önce bunu, o bayağı proleter tutkusunu bir yana
bırakarak ve ‘güzel zevkleri işlemek’ ve ‘iyi huyları
edinmek için’ eğitilmiş, insan sever burjuvazinin önderliği
altına girerek kanıtlamalıdır...
Kısaca, işçi sınıfı, kendi başına kendi kurtuluşunu
sağlayamaz. Bu amaç için, işçilere neyin yararlı olduğunu
tanıyıp öğrenmek ‘zamanına ve fırsatına’ tek başına
sahip olan ‘eğitilmiş ve mülk sahibi’ burjuvazinin liderliği
altına girmesi gerekir. İkinci olarak da, kendine karşı mücadele
edecek olan hiçbir şekilde burjuvazi değildir, tersine, canlı
propaganda ile kazanılması gerekendir...
Parti, saygılı ve yumuşak başlı tutumu ile, sosyalistlere karşı
yasanın yol açtığı ‘uygunsuzlukları ve aşırılıkları’,
bir daha dönmemek üzere terk ettiğini kanıtlasın. Eğer kendi
isteği ile yalnızca bu yasanın sınırları içinde hareket etme
niyetinde olduğunu vaat ederse, Bismarck ve burjuvazi, hiç kuşku
duyulmasın ki, artık bir işe yaramayacağına göre, bu yasayı
kaldırma inceliğini göstereceklerdir!...
İşte üç Zürih sansürcüsünün programı... Açıklık
konusunda geriye hiçbir kuşku bırakmıyor... Kararlı politik
muhalefet yerine genel arabuluculuk; hükümete ve burjuvaziye karşı
mücadele yerine onları kazanmaya ve inandırmaya çabalamak;
yukarıdan gelen kötü muamelelere karşı yiğitçe direnmek yerine
uysalca boyun eğmek ve cezanın hak edildiğini itiraf etmek...
Sınıf mücadelesi kağıt üzerinde kabul ediliyor. Çünkü bunun
varlığı artık yadsınamıyor. Ama pratikte örtbas ediliyor,
sulandırılıyor, daraltılıyor. Sosyal Demokrat Parti, işçi
partisi olmamalı. Burjuvazinin veya başka birinin nefretini kendine
çekmemeli; öncelikle burjuvazi arasında canlı propaganda yapmalı;
kapsamlı, burjuvaziyi korkutan ve ama neslimiz tarafından elde
edilemez amaçlara ağırlık verme yerine bütün gücünü ve
enerjisini eski toplum düzenine dayanak noktalar oluşturan ve
böylece nihai felaketi belki tedrici, parça parça ve oldukça
barışçıl çözülme sürecine dönüştürebilecek o küçük
burjuva yamalı bohça reformları için kullanmalı.” (Marks ve
Engels’ten Bebel’e, Liebknecht’e, Bracke ve diğerlerine
mektup, 17/18 Eylül 1879, C. 34, s. 402-406, C. 19, s. 160-164)
Bu oportünist anlayışlar, devletin saldırıları, baskınları,
yasaklamaları ve takibatları karşısında teslim olmaktan,
devrimci partiyi tasfiye etmekten, sınıf partisi yerine herkesin
katılabileceği bir parti anlayışını getirmekten, iktidar
mücadelesinden vazgeçmekten, liberal burjuvazinin peşine
takılmaktan başka bir anlam taşımıyordu.
Kendileriyle ilgili olarak da Marks ve Engels şunu söylüyorlardı:
“Biz kendi payımıza, bütün geçmişimiz yönünden önümüzde
tek bir yol görüyoruz. Neredeyse kırk yıldır, sınıf
mücadelesinin tarihin doğrudan itici gücü olduğunu ve özel
olarak burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadelenin modern
toplumsal devrimin büyük kaldıracı olduğunu vurguladık; o
nedenle, bu sınıf mücadelesini hareketten çıkarıp atmak isteyen
kimselerle ortak hareket etmemiz olanaksızdır. Enternasyonal
oluşturulduğunda bizi şu savaş narasını açık seçik formüle
etmiştik: İşçi sınıfının kurtuluşu, işçi sınıfının
kendi işi olmalıdır. Dolayısıyla, işçilerin kendilerini
kurtarmak için çok eğitimsiz oldukları ve önce insan sever büyük
burjuvazi ve küçük burjuvazi tarafından yukardan özgürlüklerine
kavuşturulmaları gerektiğini açıkça öne süren “kimselerle
ortak hareket edemeyiz.” (C. 19, s. 165/166 ve C. 34, s. 407/408)
Bu mektupta dile getirilen düşünceler, oportünizme karşı
mücadelede partinin önünü açmıştır. Zürih üçlüsünün
çıkışı geri püskürtülmüş ve illegal parti organı olarak
“Sosyal Demokrat”, 28 Eylül 1879’da yayımlanmaya başlamıştır.
Gazetenin yayımlanması, illegal olarak Almanya’ya getirilmesi ve
dağıtımı, geniş bir okuyucu ve muhabirler ağına dayanması,
aynı koşullar altında mücadele etmek zorunda kalan başka
partilere de örnek olmuştur.
Makkartizm, ABD
II. Dünya Savaşı bitiminin hemen sonrasında, Amerikan işçi
sınıfı haklarına ve kazanımlarına saldırı sinyali verildi.
Saldırıyla geri alınmak istenen hakları işçi sınıfı savaş
ve savaş öncesi yıllarda mücadele ederek elde etmişti. Amerikan
gericiliği, özellikle “New Deal” koşullarında elde edilen
hakları geçersiz kılmayı amaçlıyordu.
“Yeni İttifak/Anlaşma” anlamına gelen “New Deal”, ABD’de
iktisadi ve sosyal reformlardan oluşan bir programdır. Bu program,
yoğun devlet yatırımlarıyla iç pazarın canlandırılmasını ve
böylelikle işsizlerin sayısını azaltmayı ve belli bir sosyal
sigorta sisteminin uygulanmasını içeriyordu. Bu programın
oluşturulmasında ve uygulanmaya konmasında, 1929-1932 dünya
ekonomik krizinin yanı sıra Sovyetler Birliğinde sosyalizmin
inşası etkili olmuştur. “New Deal” ABD’de 1933-1941 arasında
uygulanmış ve alınan tedbirlerin bir kısmı 1943 yılında
yeniden kaldırılmıştır.)
1946 sonu-1947 başında sendikalara karşı sürdürülen kampanya
doruk noktasına ulaşmıştı. 1945-1947 arasında ABD Kongresinde
gerici iş yasalarının sayısız versiyonlarını geliştiren
farklı komisyonlar yeniden aktifleştirildiler. Haziran 1947’de
Kongrenin çoğunluğu tarafından kabul edilen sendika düşmanı
Taft-Hartley Yasası, ABD’de işçi hareketine ülke tarihinde
görülmüş en ağır darbe anlamına geliyordu. Yasanın özü,
sendikaları “entegre etmek”ten ibaretti. Yani sendikalar,
bağımsızlıklarını yitirecekler ve bir devlet dairesi gibi
çalışacaklardı. Sendikal mücadeleyi sermayenin çıkarına tabi
kılmak için bu yasayı çıkartanlar amaçlarına ulaşmayı iki
yoldan deniyorlardı: Birincisi, toplu sözleşmelere katılımdan
emekli fonlarının kurulmasına kadar sendikaların faaliyeti sıkı
kurallara tabi kılınıyordu. İkincisi, sendikalar ile
kapitalistler arasındaki bütün ilişkiler, bu iş için özel
kurulmuş idari organların günlük kontrolüne tabi kılınıyordu.
Yasa, grev hakkını oldukça sınırlıyor ve devlet dairelerinde
çalışanlar için grevi ilkesel olarak yasaklıyordu. Devlet, bir
taraftan işçi örgütlerinin içişlerine müdahale ederken, diğer
taraftan da ilerici unsurların, devrimci ve komünistleri
etkisizleştirmek için gözden düşürmeye çalışıyordu.
1950’li yılların ilk yarısında ABD’de dizginsiz gerici ve
şovenist saldırılara “McCartizm” deniyordu. Joseph McCarthy,
geçen yüzyılın ‘40’lı yıllarının sonundaki ve ‘50’li
yıllarının başındaki yoğunlaştırılmış antikomünist
saldırılar, “sürek avı” için bir sembol olmuştu. Tarihte
Makkartizm veya “ikinci kızıl panik” (Ekim Devrimi “birinci
panik” olarak tanımlanıyordu) denen bu saldırılar, Amerikan
emperyalizminin sosyalizmin üstünlüğü karşısında duyduğu
korkunun bir ifadesiydi.
Aslında saldırılar ve takibatlar, Joseph McCarthy’nin bu işle
görevlendirilmesinden yıllar öncesi başlamıştı. 1947’de bazı
film yapımcıları hapisle cezalandırılmışlardı. Suçları ise,
Temsilciler Meclisi Antiamerikan Faaliyetleri Komisyonu önünde
ifade özgürlüğünü savunmaları ve ifade vermeyi
reddetmeleriydi.
Alger Hiss, Ethel ve Julius Rosenberg veya Robert Oppenheimer’e
karşı mahkemeler de bu dönemin azgın antikomünist saldırılarının
açık bir ifadesidir.
Memurlara, politikacılara, sanatçılara, bilim adamlarına karşı
McCarthy döneminde düzenlenen mahkemelerde haklarında dava
açılanlar “komünist ajan” olmakla suçlandılar. Alger Hiss,
Ethel ve Julius Rosenberg davaları en meşhur olanlardı.
Rosenberg’ler ölüme mahkum edildiler ve öldürüldüler.
McCarthy döneminde Makkartizm, Amerika’da toplumsal yaşamın bir
parçası olan bir kavrama dönüşmüştü. Bu kavram, kitlesel
histeriyle, tedirgin etmekle, korkutmak ve sindirmekle, hazırlanan
kara listelerle siyasal düşünceleri etkisizleştirmenin
ifadesiydi. Maddi nedeni olmayan suçlamalar, yasal olmayan
sorgulamalar da Makkarticilik olarak tanımlanır. Bu yöntemlerle
insanlar sindirilmiş, susturulmuş, iftiralarla karşı karşıya
bırakılmışlardı.
Makkartizm, Amerikan toplumunda başka düşünenlere, ilericilere,
aydınlara, sendikacılara, komünistlere karşı sürdürülen
gerçek anlamda bir “sürek avı”ydı.
Adını bu kampanyaya önderlik eden Cumhuriyetçi senatör
McCarthy’den alan farklı düşünen herkese, ama öncelikle de
komünistlere karşı sürdürülen bu sürek avı, Amerikan
emperyalizminin II. Dünya Savaşı sonrasında dünya sistemi
oluşturacak bir gelişme gösteren sosyalizmden ne denli
korktuğunun, Amerikan işçi hareketinde ve toplumunda sosyalizme
duyulan sempatinin kendileri açısından ürkütücü boyutlara
varmış olduğunun açık bir ifadesiydi.
Bazı Sonuçlar
Sınıf mücadelesi karşısında; işçi sınıfı ve emekçi
yığınların sömürü düzenine karşı mücadelesi karşısında,
ezilen ulusların kurtuluş mücadelesi karşısında çaresiz kalan
burjuvazinin karşıdevrimci saldırı konseptleri saymakla bitmez.
Her bir ülkede devrimci güçlerin bu alanda mutlaka kendilerine
göre tecrübeleri vardır. Bu türden kapsamlı saldırıların
konseptleştirilerek, önceden planlanarak gerçekleştirilmesi,
devrimci mücadelenin burjuvazinin yarasını deşecek boyutlarda
gelişmiş olduğunu gösterir. Bu türden baskınları ve
saldırıları, burjuvazinin “olağan” baskın ve saldırılarından
ayıran neden, tam da budur. Bu demektir ki, sınıf düşmanı,
gelişmeyi “olağan” gelişme olarak değil de, sınıfsal
çıkarlarını tehlikeye atan bir gelişme olarak görmeye
başlamıştır. Yukarıda belirttiğimiz örneklerde bunu görüyoruz.
Kendi içinde yoğun fraksiyon tartışmaları sürecinden geçen I.
Enternasyonal, anarşistlerin ve başka oportünist akımların bütün
çabalarına rağmen, özellikle Marks ve Engels’in önderliğinde
ve onların öğretisi temelinde, yani bilimsel sosyalizm temelinde
şekillenen örgütlerin Avrupa işçi hareketinde oynadıkları rol,
şu veya bu Avrupa ülkesindeki burjuvaziyi değil, birçok Avrupa
ülkesinde burjuvazileri tedirgin edecek boyutlara vardığından
dolayı, güçlenen devrimci işçi hareketini ezmek ve tasfiye etmek
için Avrupa gericiliği ortak hareket etmiştir. Komün'ün ne
anlama geldiğini kısa bir dönem iktidarı alaşağı edilen
Fransız burjuvazisi çok iyi biliyordu. Bu nedenle, devrimci
harekete ve onun enternasyonal örgütlenmesine karşı mücadele
startını o verdi. Saldırı ve tutuklamaların amacı açıktı: I.
Enternasyonal’i, işçi sınıfının uluslararası mücadele
örgütlenmesi olarak tasfiye etmek. I. Enternasyonal’i, her bir
ülkedeki seksiyonlarını tasfiye ederek yok etmek.
İşçi sınıfının ilk uluslararası devrimci örgütlenmesine ve
mücadelesine karşı bu ilk uluslararası saldırı, baskınlar ve
tutuklamalar, Avrupa burjuvazisinin ve gericiliğinin elde etmek
istediği sonucu vermemiştir. Şüphesiz ki, şu veya bu darbeler
alınmış, ama saldırının, tutuklamaların ve yasaklamaların
olduğu dönemde Avrupa’da devrimci sınıf mücadelesi, I.
Enternasyonal ve onun seksiyonları tarafından örgütlü bir
biçimde sürdürülmüş ve Fransa ve Almanya gibi bazı ülke
örneklerinde olduğu gibi daha da güçlenmiştir.
Almanya’da “Sosyalistler Yasası”na karşı mücadele, Alman
gericiliğine neredeyse “keşke çıkartmasaydık” dedirtmiştir.
Bu yasanın uygulanması belli başlı şu gelişmelere yol açmıştır:
-Mücadeleyi bastıramayan Alman gericiliğinin fraksiyonları
birbirlerine girmişlerdir. Kral II. Wilhelm ile hükümet başkanı
Bismarck arasındaki tartışma ve sonuçta parlamentoda söz konusu
yasanın yeniden oylanmasında çoğunluğu kaybeden Bismarck’ın
istifası Alman gericiliğinin perişan halini gösterir.
-SPD, saldırılara karşı mücadeleden güçlenerek çıkmıştır.
Bu dönemde teorik konularda da açıklık kazanan ve gericiliğin
saldırıları, takipleri ve tutuklamaları karşısında geri adım
atmadan mücadele etme yeteneğini geliştiren devrimci parti
olmuştur.
-SPD, illegal mücadele yöntemlerini, legal mücadele ile illegal
mücadeleyi birleştirmesini öğrenmiştir. O zamana kadar illegal
mücadele sürecinden geçmemiş ve bu alanda tecrübesi olmamasına
rağmen devrimci parti, kısa zamanda koşulların gerekli kıldığı
mücadele yöntemlerini geliştirmiş ve başarıyla uygulamıştır.
-Devletin baskı ve tutuklamaları, sağ ve sol sapmaları da ortaya
çıkartmış, sağ oportünizmin oluşmasına maddi zemin teşkil
etmiştir. Devrimci parti, gericiliğin yoğun saldırı, takibi,
tutuklamaları ve yasaklamaları karşısında başlangıçtaki kısa
süren yalpalamayı aşmasını bilmiştir.
Sınıf mücadelesi tecrübesi, sağ ve sol sapmaların böylesi
baskı ve saldırı dönemlerinde daha ziyade açığa çıktığını
göstermektedir. Sağ veya sol sapma, adı ne konursa konsun Alman
proletaryasının karşı karşıya kaldığı durum, devletin
başaramadığı tasfiyecilikten başka bir şey değildi. Özellikle
E. Bernstein’ın önderlik ettiği sağ sapma, devrimci partiye
örgütsel, teorik ve politik tasfiyeciliği dayatmıştır.
Revizyonizmin klasiği olan “koşullar” teorisi bu dönemde
ortaya çıkmıştır. Alman proletaryası, Engels’in katkılarıyla
da Bernstein tasfiyeciliğine, revizyonizmine karşı mücadeleden
başarıyla çıkmıştır.
Makkartizm, daha kapsamlı bir korkunun ifadesidir. Ne Makkartizm
döneminde (geçen yüzyılın ‘50’li yıllarının ilk yansı)
ne de daha öncesinde ABD’de sınıf mücadelesi, örneğin bir
Almanya’da veya Fransa’da olduğu gibi gelişmemişti. ABD’de
komünist partisi, her dönem görece güçsüz bir parti olarak
kalmıştı. Hele Browder revizyonizminin etkisiyle, savaş
yıllarından itibaren giderek güç kaybetmeye, revizyonistleşmeye
başlamıştı. Bu durumu Amerikan tekelci burjuvazisi de mutlaka ki
görüyordu. Bu nedenle, onun korkusu, ABD’de komünist partisi
önderliğinde gelişen sınıf mücadelesinden ziyade Sovyetler
Birliği ve onun etrafında toplanan ve giderek dünya sosyalist
sistemini oluşturan sosyalizmin güçleriydi. Amerikan emperyalizmi,
sosyalist sistemin dünya çapında gelişen gücünden, milyonlar
nezdindeki prestijinden ve Amerikan işçi sınıfı ve emekçi
yığınlarının bu gelişmeden etkilenmesinden korkuyordu. Bunun
böyle olduğunu, ABD’de yoğun antikomünizmin, sınıf
mücadelesinin yükseldiği bir dönemde, örneğin savaş sonrasında
değil de, Stalin’in, ABD’de henüz “kızıl Çar” olarak
değil de “Joe amca” olarak anıldığı dönemde başlatılmış
olması da göstermektedir.
Makkartizm, sendikaları düzenin istediği çizgiye getirmekte ve
birçok aydının, sanatçının, yazarın, komünizme sempati duyan
insanın sindirilmesinde etkili olmuştur. Şüphesiz ki, Makkartizme
karşı mücadele edilmiş, bir Anti-Makkartizm Hareketi gelişmiştir.
Ama aynı zamanda Makkartizm, Amerikan burjuvazisini trajikomik bir
duruma düşürdüğünden dolayı bu “sürek avı” yönteminden
kurtulmak için “suç” McCarthy’nin sırtına atılarak kendi
parti yandaşlarının geliştirdiği “Joe gitmeli” hareketiyle
bu bayın senatörlükten uzaklaştırılması amaçlanmıştı.
Verdiğimiz örneklerde de görüldüğü gibi, sınıf mücadelesinin
belli dönemeçlerinde; özellikle hakim sınıfların, devrimci
mücadeleyi dumura uğratmak için, devrim dinamiklerini, devrimci
partiyi sindirmek, düzenin sınırları için hapsetmek, iktidar
mücadelesi yerine reformlar için mücadele eden reformist bir
partiye dönüştürmek ve nihayetinde örgütsel, teorik ve
ideolojik olarak tasfiye etmek için kapsamlı saldırıları,
baskınları, takibatları, tutuklamaları ve yasaklamaları, örgütlü
güçler; yani parti', sendikalar vs. üzerindeki, bir bütün olarak
işçi sınıfı ve emekçi yığınlar üzerindeki etkisi, belli
eğilimlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sağ veya sol
sapma olarak ortaya çıkan eğilimlerin ne denli etkili olduğu,
partinin politikada, teoride ve ideolojide ne denli sağlam durduğuna
ve aynı zamanda legal ve illegal mücadele yöntemlerini kullanmada
ne denli usta olduğuna bağlıdır. Nihayetinde bu saldırılar,
burjuvaziyle proletarya arasındaki irade savaşının doğrudan bir
ifadesidir.
Böylesi saldırılar, kaçınılmaz olarak güç kaybına neden olsa
da, kararlı bir önderliğin olduğu koşullarda mücadelenin
yeniden yükselmesine zemin de oluşturur. Örneğin, Fransa’da,
Almanya’da ve Rusya’da böyle oldu. Rusya’da Stolipin
gericiliği döneminde hem Çarlığın saldırılarına hem de bu
saldırıların sonucu olarak parti içinde ortaya çıkan tasfiyeci
akımlara karşı mücadelede Bolşevikler güçlenerek çıktılar.
Türk burjuvazisinin de, 8 Eylül’de başlattığı ve hala devam
eden saldırılarında, takibatlarında ve tutuklamalarında bir
sonuç alamayacağı görülmüştür. Burjuvazi, bu saldırılarla
işçi sınıfı ve emekçi yığınları komünist partiden
kopartacağını, örgütlenmesini ve mücadele etmesini
önleyeceğini, onları, ücretli kölelik düzenine ebediyen mahkum
edeceğini sanıyor. Komünist ve devrimci hareket, bu konseptli
saldırılara karşı mücadeleden güçlenerek çıkacaktır.
Teoride
Doğrultu, Sayı 25, Ocak-Şubat
2007.