deneme

31 Ocak 2007 Çarşamba

DÜNYA SOSYAL FORUMU VE NGO’LARIN ROLÜ





2007 Dünya Sosyal Forumu 20-25 Ocak 2007 tarihinde Kenya’da (Nairobi) gerçekleştirildi. Yapılan açıklamalara göre bu forumda daha ziyade kara kıtanın sorunlarına ağırlık verilmiş. Sorunların kendisi ve ele alınışı bu forumun daha önceki dünya ve Avrupa sosyal forumlarından farklı olduğunu göstermektedir. Sosyal forum anlayışının merkezinde duran “çeşitlilik içinde birlik” ilkesinin ne anlama geldiği bu forumda çok açık bir şekilde görülmüştür. ‘90’lı yıllardan bu yana güçlenen, geniş yığınları etkileyen “küresel direniş hareketi” veya “küreselleşme karşıtı hareket” veya da “enternasyonal kitle hareketi”, 2001’de Porto Alegre’de (Brezilya) ilk kez forum biçiminde örgütlenmişti. O günden bugüne kıtalar, bölgeler, ülkeler ve şehirler bazında dünyanın hemen her tarafında forumlar örgütlendi. Forumlara, sadece tekellere, emperyalizme, neoliberalizme karşı olan, sadece sosyalizmi kast ederek “başka bir dünya” isteyen kurumların katıldığı doğrultusundaki genel anlayışın ne denli yanlış olduğunu kara kıtada düzenlenen forum göstermiştir. Evet, bütün sosyal forumlarda işçiler, köylüler, gençler, kadınlar farklı ideolojilerin, siyasal anlayışların şekillendirdiği örgütlerle kendilerini ifade etmeye çalışmışlar ve “başka bir dünya” talebini yükseltmişlerdir. Bu doğrudur. Ama bu, sosyal forumlara damgasını vuranların “başka bir dünya”dan yeniden kapitalizmi talep ettikleri gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.

Bütün forumlarda esas itibariyle iki çizgi, iki anlayış, evet iki ideoloji karşı karşıya gelmiştir. Foruma niçin katıldığının bilincinde olan ve hayali beklentilere sürüklenmeyen Marksizm-Leninizm ve yine forumu niçin örgütlediğinin bilincinde olan; devrimcileşme potansiyeline sahip bu devasa uluslararası gücü düzene yeniden yamamaya çalışan reformist ve pasifist güçler. Dünya ve Avrupa sosyal forumu önderliğini oluşturan bu güçler AB yanlısı, “sosyal devlet” savunucusu unsurlardan oluşmaktadır. Sosyal forumu ele geçirerek dünya partisi kurmak ve dünya devrimi gerçekleştirmek isteyen birtakım Troçkistler de, “sızma” harekâtı içinde oldukları için bu unsurların çizgisinde hareket etmekteler.

2001’den bu yana örgütlenen forumlarda “çeşitlilik içinde birlik” anlayışının partileri niçin dışladığı, sosyal forum önderliğini elinde tutan güçler tarafından “çeşitlilik içinde birliği” gerçekleştirmek için diye açıklanmıştır. Bu unsurlar, birlikten teori ve pratiğin bütünleştirilmesini anlamıyorlar. Onların birlikten anladıkları, farklılıkların aynı projede; aynı eylemde ortaklaştırılmasıdır. Teori ve pratiği farklı olanlar, farklılıklarını aynı projede nasıl ortaklaştırırlar, burası bir sır. Ama “çeşitlilik içinde birlik”ten anlaşılan bu. Aslında bu, “tek gündemli” kurumların birliğinden başka bir anlam taşımamaktadır. “Tek gündemli” kurum dendiğinde de akla ilk gelen NGO’lardır (“Hükümet Dışı Örgütler”). Tam da bu anlamda sosyal forumlar, NGO’ların uluslararası ve ulusal çaptaki çatı örgütlenmesidir. (Forumlara demokratik kuruluşların, örneğin sendikaların, kadın ve gençlik örgütlerinin katılması bu gerçeği değiştirmemektedir.) Faaliyet alanları birbirinden tamamen farklı olan NGO’lar, “çeşitlilik içinde birlik” sağlamasını çok iyi beceriyorlar. Örneğin, Tanzanya’da Aids’e karşı mücadele eden NGO’larla, Hindistan’da tekellerin bitki tohumlarına patent koymasına karşı mücadele eden NGO’lar ve Etiyopya’da su çıkarmayı görev edinmiş olan NGO’larla Somali’de NGO kurarak Somali halkının emperyalizme karşı mücadelesini örgütlemeye çalışan Avrupalı Troçkistler arasındaki ortak nokta, emperyalizme, neoliberalizme ve emperyalist savaşa karşı birlik değildir, tam tersine toplumsal, sınıfsal mücadelenin konusu olan sorunları ayrıştırmak ve her bir sorunu kendi alanında uzmanlaşmış NGO’ların sorunu olarak görmektir. Böylece NGO’lar sınıf olgusunu, siyasal örgütlenme, parti olgusunu ortadan kaldırıyorlar. Sınıf ve sınıfsal bir sorun yok. İdeoloji ve ideolojik bir sorun yok. Parti yok. Sadece belli insan gruplarının sorunu var ve o insan grubunun o sorunuyla ilgilenen NGO var!    

NGO’lar, kendilerini sivil toplumun temel taşları olarak görüyorlar. Birçok çevre de bu örgütleri, devlet ile pazar arasında yer alan üçüncü sektör, kar amacı gütmeyen, politik ve ticari çıkarlar tarafından yönlendirilmeyen, yoksulluğa karşı mücadele eden, kalkınmanın ve demokrasinin şu veya bu sorunlarına çözümler arayan örgütler olarak görüyor.

NGO’lar neye muktedirdir, gerçekten ne yaparlar sorusunu cevaplandırmak için hangi güçler tarafından desteklendiklerine bakmak gerekir. Bu örgütlerin arkasında devletler, firmalar, partiler, kiliseler, vakıflar, haber alma servisleri vardır. Bunların, şu veya bu ülkede ısrarlı faaliyetleri, umulmadık alanlarda ve yerlerde ortaya çıkmaları şüphe götürür, kimin adına çalışıyor oldukları düşünmeye değer. Örneğin bunların Yugoslavya savaşında, Gürcistan ve Ukrayna’daki “renkli devrim”lerde oynadıkları rol, Afganistan’ın işgalinden sonra bu ülkede sayılarının olağanüstü artışı bilinen gerçeklerdir.

Bu örgütler, güya yardımlarıyla, sorunların çözümüne güya katkılarıyla sınıf çelişkilerini yumuşatmaya, bağımlı ve yeni sömürge ülkelerde emperyalist ülkelere, tekellere duyulan kin ve tepkinin törpülenmesine hizmet etmektedirler. BM, tam da bu görevleri yerine getirsinler diye bu türden örgütlerin kurulmasını ve yaygınlaşmasını teşvik etmektedir.

Önemli olan, uluslararası sermayeye, tekellere, evet emperyalizme karşı mücadelenin çarpıtılmasıdır. Sorunların sistem içinde çözülebileceğine inancın güçlendirilmesidir.
NGO’lar,   genellikle “insancıl”, sosyal reformist anlayışlarıyla, sermayenin ve üretimin uluslararası örgütlenme sürecinde ortaya çıkan sorunları ve uluslararası tekellerin; mali sermayenin çıkarlarını zedeleyen tepkileri önlemede ve bu anlamda da uluslararası kapitalizmi istikrarlaştırmada hiç de küçümsenmemesi gereken bir rol oynamaktalar. Bu nedenden dolayı da, sermaye tarafından güçlü bir şekilde desteklenmekteler.

Tarihsel görevi bu olan hükümet dışı örgütlerin sayısı son yıllarda oldukça artmıştır. Örneğin 1960’da dünya çapında sadece 1268 hükümet dışı örgüt vardı. Bu sayı 1981’de 9398’e, 1990’da ise 16208’e çıkar. 1992’de sayıları 12457’yı düşmesine rağmen sonraki yıllarda sürekli artar. Bugün sayılarının 30 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.

Dünya Sosyal Forumu, sayıları 30 bin civarında olan NGO’ların çatı örgütlenmesidir ve çok açıktır ki, mali destek sağlayan güçlerin çıkarları için mücadele ediyorlar. Yani emperyalist sermayenin çıkarları için mücadele.  Temel görevleri de sınıf örgütlenmesini, siyasal örgütlenme anlayışını yıkarak yeni sömürge ülkelerde emperyalizme karşı mücadeleyi engellemektir. Bu anlamda yeni sömürgelerde devrimci mücadeleyi, siyasal örgütlenmeyi engellemenin yolu NGO’lar kurmakta ve onları güçlendirmekte geçiyor demekle bir abartma yapmış olmayız. Emperyalizm, hemen bütün kurumlarının dolaylı ve doğrudan mali desteğiyle kurdurduğu NGO’lara devrim sorunlarını üstlendirmiş ve örneğin, su, eğitim, açlık vs. akla gelen her konuda o alanda uzmanlaşmış NGO’lar faaliyette. Sınıfsal sorunlar, insan grupları sorunlarına indirgenmiş ve devrimci bir partinin toplumsal sorun diye ele alması gereken her bir sorun/konu uzmanlaşmış NGO’ların varlık nedeni olmuş. Güya sorunu ortadan kaldırma mücadelesi veriliyor, ama aslında emperyalizme bağımlılık güçlendiriliyor.
NGO’lar kendi gücüne güven olgusunu yıkıyor, güya dayanışma ve mücadele mali desteğe ve bu desteği verenlerin çıkarlarına mahkûm ediliyor. NGO’lu olmak zorundasın! Verilen mesaj bu.
Kenya’da gerçekleştirilen DSF’nun gösterdiği gibi, Afrika’da NGO’lar toplumu ayrık otu gibi sarmışlar.