deneme

Sovyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sovyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2022 Cumartesi

8 MAYIS 1945 SOSYALİZMİN ZAFERİDİR

8 MAYIS 1945 SOSYALİZMİN ZAFERİDİR


Aradan 77 sene geçti. 60 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan bu savaş Almanya’nın teslim olmasıyla sonlandı.

25 Temmuz 2017 Salı

GÜÇLÜ BİR SANAYİ ÜLKESİ OLARAK SSCB – TEMEL GÖSTERGELER



GÜÇLÜ BİR SANAYİ ÜLKESİ OLARAK SSCB – TEMEL GÖSTERGELER

(100. YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ)

3. Makale

I-SANAYİLEŞMENİN SOVYETİK YÖNTEMİ -

SSCB’DE SOSYALİST SANAYİLEŞME GÖSTERGELERİ


SB, tarihin buz kıranıydı. Bütün dünya proletaryası ve ezilen halkları, Sovyet ülkesini izliyorlardı. Acaba başaracaklar mı, tuttukları yol gerçekten kurtuluşun yolu mu? Ekim Devriminden sonra iç savaş ve ekonominin yeniden inşa süreci geride kalmıştı. Önceleri teorik bir konu olan tek ülkede sosyalizmin zaferi sorunu, artık pratik bir sorun olmuştu. Bu konuda verilen şiddetli mücadele sonucu, tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olacağı görüşü artık partinin politikası olmuştu. Şimdi soru, “tek ülkede sosyalizmi inşa edebilmek için nerede, nasıl başlanacaktı?” sorusuydu. Kavranması gereken esas halka neydi? Bu soruya Bolşevik Partinin verdiği cevap, sanayi oldu. Sosyalizmin zaferi için, ülkenin sanayileştirilmesi olmazsa olmaz ön koşul olmuştu. Ama bu, herhangi bir kapitalist sanayileşme; kapitalist yöntemle gerçekleştirilen bir sanayileşme olamazdı. Bolşeviklerin, sosyalist sanayileşmenin nasıl olacağı konusunda yararlanabilecekleri herhangi bir tecrübe de yoktu. Yapılması gereken, sosyalist sanayileşmenin nasıl olacağı konusunda olgunlaştırılan görüşlerin pratiğe uygulanmasından başka bir şey değildi. Böylelikle, fevkalade başarılı sonuçları alınan sanayileşmenin Sovyetik yöntemi doğdu.

23 Ağustos 2014 Cumartesi

TROÇKİ VE TROÇKİSTLERİN ÇIKMAZI



DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ


Makale 15

TROÇKİ VE TROÇKİSTLERİN ÇIKMAZI


SSCB Troçkistleri bölüyor
24 ayar” “baş kişi” Troçki!

Mayıs 1951'de Troçki'nin eşi Natalie Trotzki “IV. Enternasyonal”e meydan okuyan bir açıklama yapar. Bu açıklamasında SSCB'ni ve II. Dünya Savaşı sorasında Orta ve Doğu Avrupa'da yeni kurulmuş olan anti-faşist demokratik cumhuriyetleri (“halk demokrasisi” ülkeleri) kastederek bu ”Stalinist devletler”in hala “işçi devleti” olarak tanımlanmasına devam edilmesinin yanlış olduğunu dile getirir. Natalie Trotzki bu sorundan dolayı “IV. Enternasyonal”i terk eder. Ona göre “Stalinist devletler”i yozlaşmış da olsa “işçi devleti” olarak tanımlamak bu ülkelerde “Stalinist bürokrasi”ye ilericilik atfetmek, hatta devrimci demek anlamına gelir. Hele hele olası bir III. Dünya Savaşında “IV. Enternasyonal”in, başta SSCB olmak üzere bu devletleri uluslararası işçi hareketiyle destekleme anlayışı hiç kabul edilemez görüşündedir. ABD'de “Sosyalist İşçi Partisi”nin (Socialist Workers Party – SWP) yaptığı açıklamasında Troçki'nin düşüncelerinin “IV. Enternasyonal” tarafından savunulduğunu dile getirmesi kendisine çok dokunur. Bayan Troçki'ye göre Troçki yaşamış olsaydı Stalin'in sosyalist anavatandan geriye hiçbir şey bırakmadığını görecekti ve “işçi devleti” kavramını ağzına bile almayacaktı.

12 Nisan 2013 Cuma

SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLERİ BİRLİĞİ’NDE SOSYALİZMİN İNŞASI İÇİN MÜCADELEDE TROÇKİ’NİN ROLÜ

-->
6. Makale

SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLERİ BİRLİĞİ’NDE
SOSYALİZMİN İNŞASI İÇİN
MÜCADELEDE TROÇKİ’NİN ROLÜ

LENİN, STALİN, TROÇKİ VE TEK ÜLKEDE DEVRİM TEORİSİ

Devrimin üst önderi” Troçki!
SSCB'nde sosyalizmin inşası mücadelesine biraz yakından bakalım. Troçki'nin sürekli devrim anlayışı veya tek ülkede sosyalizmin inşası için mücadele Troçki'nin SBKP(B) ile nihai kopuşunu beraberinde getirmiştir. Bu kopuş için tabii ki birçok neden sıralanabilir. Her halükarda hangi nedenden bahsedilirse bahsedilsin, çatışmalı gelişme 1903'den itibaren teorik, örgütsel, siyasi görüş farklılıkları olarak giderek süreklileşmiş ve derinleşmiştir. Ama belirtiğimiz gibi esas tartışma konusu Troçki'nin sürekli devrim teorisi olmuştur.

3 Mart 2013 Pazar

LENİNİST ÖRGÜTLENME – TROÇKİST “ÖRGÜTLENME”


3. Makale

LENİNİST ÖRGÜTLENME – TROÇKİST “ÖRGÜTLENME

24 ayar anti-leninist örgütçü” Troçki!
Avrupa'nın aksine Rusya'da işçi sınıfının çetin illegalite koşullarında örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka yolu yoktu. Rusya'da işçi sınıfının parti örgütlenmesi daha baştan illegaliteye zorlanmıştı. Zor illegal koşullarda Rusya'nın farklı bölgelerinde oluşan çevreler, gruplar, kendi güçlerine dayanarak mücadele ediyorlardı. Önemli olan, aralarında bağ olmadığı için ideolojik karmaşıklığın hakim olduğu bu grupların birleştirilmesi ve mücadelenin aynı çatı altında yürütülmesiydi, yani bütünlüklü bir partinin kurulmasıydı.

4 Şubat 2008 Pazartesi

NATO’nun Bükreş Zirvesi


 
NATO, çözümü zor sorunlarla karşı karşıya olduğu, üyesi ve üyesi olmayan emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin keskinleştiği bir süreçte “tarihin en büyük” toplantısını gerçekleştiriyor Bükreş’te.

NATO’nun bu zirvesinde Taliban’a karşı mücadeleye daha çok müttefik ülkenin katılması, katkı sunması çağrısı yapılacaktır. Bu ülkeler arasında Türkiye de var.

Bu zirvenin diğer önemli bir gündemini de ittifakın genişlemesi sorunu oluşturmaktadır. Arnavutluk ve Hırvatistan’ın NATO’ya katılmalarında herhangi bir sorun yok. Ama Makedonya’nın üyeliğine Yunanistan, devletin ismini kabul etmediği için karşı çıkmaktadır. Esas sorun Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın üyeliğinden kaynaklanmaktadır.

Bu her iki ülkenin üyeliğini ABD destekliyor. Ama NATO içinde birçok ülke de desteklemiyor. Bu ülkeler, başta da Almanya, Gürcistan ve Ukrayna’nın üyeliğinin Rusya için bir kışkırtma, ağır bir provokasyon olacağını öne sürüyorlar. Özellikle Ukrayna’nın üyeliğine karşı Rusya’nın tepkisi, ABD-Rusya arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesinde bir kırılma, sıçrama noktası oluşturabilir.

Zirvenin bir diğer gündemi de füze savunmasıdır. ABD, bu sistemi Orta ve Doğu Avrupa’da konuşlandırmak için destek arayışlarını sürdürecektir. Bunun yanı sıran NATO’nun kendi füze savunma programını geliştirme projesi de bu zirvede ele alınacak.

Bu NATO zirvesine ABD-Rusya, ABD-AB, AB-Rusya arasındaki çelişkiler damgasını vuracaktır. Amerikan emperyalizmi bir taraftan Ukrayna ve Gürcistan gibi yeni NATO üyeleriyle Rusya’yı çembere almaya devam ederken, diğer taraftan da Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya’nın üyeliğiyle de Avrupa’da AB ile daha elverişli rekabet koşulları oluşturmak istemektedir. Ukrayna ve Gürcistan’ a ittifaka katılım için yol haritası özelliğindeki Üyelik Eylem Planı (MAP) ile üyelik yolunun açılması, Amerikan emperyalizminin bu iki ülkede Rusya’ya karşı şimdikinden daha kapsamlı konuşlanması ve Kafkaslardaki ve Orta Asya’daki gelişmelere bu cepheden de hareket ederek müdahil olması anlamına gelir. Orta Asya ülkelerindeki askeri varlığının sorunlu olması ve geri çekilme durumu, bu ülkelerin üyeliğiyle kapatılmaya çalışılmaktadır.

AB, Rusya ile ilişkileri germemek için ve aynı zamanda bu ülkelerin üyeliğiyle NATO çerçevesinde Amerikan emperyalizmini askeri olarak da bu bölgelere taşımamak için Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliğine soğuk bakmaktadır. AB’nin, aralarında Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya gibi üyelerinin de bulunduğu toplam 12 üyesi bu ülkelerin üyeliğine soğuk bakmaktadır. Bu iki ülkenin üyeliği ve ABD’nin askeri olarak da bu ülkelere yerleşmesi AB’nin bu alanda Rusya’ya ve ABD’ye karşı rekabetini zorlaştırıcı bir rol oynayacaktır.

Rusya’nın ise soruna bakışı Putin tarafından uzun zamandan beri dile getirilmektedir. Füze kalkan sisteminin Çek Cumhuriyetine ve Polonya’ya konuşlandırılması da aynı sorunun; Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üyelik sorununun bir parçasıdır. Rusya ABD’nin kendini çembere almaya çalıştığından hareketle onun bu türden faaliyetlerine karşı çıkmaktadır.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un "En ciddi sorun, Gürcistan ile Ukrayna'nın utanmazca NATO'ya itilmesi. Washington eski Sovyet topraklarına giderek daha fazla aktif biçimde sızıyor. Bunun en vurucu örnekleri de Ukrayna ile Gürcistan"dır açıklaması Rus emperyalizminin soruna bakışına yeteri kadar açıklık getirmektedir.

Rus emperyalizmi, Amerikan emperyalizmini bu konularda yalnız bırakmak ve Bükreş’te tecrit etmek için sorunlara ılımlı yaklaşacağı, uzlaşma yolları arayacağı sinyalleri vermektedir. Böyle bir taktikle NATO’nun AB üyelerini kazanmaya çalışmaktadır. Ama ne Almanya ve ne de Fransa, bu zirvede ABD ile çelişkilerini önplana çıkartarak Rusya’nın yanında tavır alacak durumda değildir. Özellikle, ABD’ye yeniden yakınlaşmaya ve yeniden NATO’ya tam üye olmaya çalışan ve Afganistan’a asker göndermeyi kabul eden Fransa’dan açık anti-amerikancı bir tavır beklenemez.

Amerikan emperyalizminin, AB çerçevesinde de olsa kendi nüfuz alanı olarak gördüğü alanlarda yayılmasını engellemeye çalışan Alman emperyalizmi, Rusya’nın çıkarlarını, tedirginliğini dikkate almalıyız taktiğine göre hareket edecektir.

Fransa ise taktiksel olarak bu ülkelerin üyeliği konusunda aktif olmayacak ve karşı olmasına rağmen ses çıkartmamayı tercih edecektir. Fransa, tavrının, günümüz koşullarında ABD’ye karşı mücadele etmemek, ama bunun aynı zamanda Rusya’nın baskısına, taleplerine boyun eğmek anlamına gelmediği biçiminde anlaşılmasını istiyor.
Bu nedenlerden dolayı Bükreş zirvesinde AB’nin ABD’ye, NATO’nun genişleme planlarına karşı bir ayaklanmasını beklemek abartı olur.

Bükreş toplantısının gündemi her ne kadar bu konulardan oluşuyorsa da NATO’nun sorunu oldukça stratejik içeriklidir ve kapsamlıdır. Her şeyden önce NATO’nun istikrarlı olup olmadığı, güven verip vermediği sorgulanmaktadır. Afganistan direnişi NATO’da bu sorunun sürekli gündemde olmasını sağlamaktadır.

Bazen dile getirilse de açıkça konuşulmayan, ama bilinen gerçek, NATO üyeleri, özellikle de önde gelen emperyalist üyeleri veya ABD, AB arasında bu ittifakın amaç ve geleceği hakkında derin farklı görüşlerin olmasıdır. Sovyetler Birliği, Revizyonist Blok ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra NATO, sürekli bir ortak strateji arayışı içinde olmuştur. Genel söylemlerin ötesinde ortak bir stratejisinin olmayışı Ukrayna ve Gürcistan’ın üyelik sorununda açığa çıkıyor. Önde gelen üyeler bu ülkelerin üyeliğini kendi çıkarları temelinde ele alıyorlar. Bükreş’te bu sorun hangi kapsamda ele alınır, bunu göreceğiz. Ama açık olan şu ki, Amerikan emperyalizmi kendi “önleyici saldır savaşı” konseptini NATO’ya dayatmaktadır. ABD, NATO üzerinden BM ve AB’yi de söz konusu konseptine dâhil ederek hareket etmektedir. NATO’nun Almanya, Fransa gibi önde gelen üyeleri bunu kabul etmiyorlar ve AB’nin kendi ordusunu kurması için mücadele ediyorlar.

ABD-AB arasındaki dünya pazarları için rekabetin, her iki taraf arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi NATO’yu ya dağılmayla ya da AB’nin ayrılmasıyla salt ABD güdümlü bir ittifaka dönüşmekle karşı karşıya bırakmaktadır. NATO’nun esas sorunu budur.



22 Nisan 2007 Pazar

Afganistan Direnişi


 
Afganistan’da 18., 19. ve 20. yüzyıllarda dönemin hakim güçleri arasında oynanan „büyük oyun“ 21. yüzyılın başında tekrarlanıyor. Afgan halkı, ülkenin stratejik konumundan ve dolayısıyla jeopolitik öneminden dolayı sürekli, „büyük oyunculara” karşı bağımsızlığı için mücadele etmek zorunda kalmıştır. Rusya ile İngiltere arasındaki rekabetin bir sonucu da Afganistan’ın işgal edilmesi olmuştu. Afganistan, 20. yüzyılın son çeyreğinde Sovyet sosyal emperyalizmi ile Amerikan emperyalizmi arasındaki rekabetin bir sonucu olarak Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişti. Sovyet işgaline karşı direnen Afgan halkı, Sovyet işgalcilerini ülkeden kovdu ve kukla rejimini de yıktı. 21. yüzyılın başında ise Afganistan, 11 Eylül saldırısı bahane edilerek ABD tarafından NATO aracılığıyla işgal edildi. Sanıldı ki, Afgan halkı bu işgale boyun eğecek, kendini Taliban rejiminden “kurtaran” işgalcileri selamlayacak.

Afgan halkı teslimiyeti değil, direnişi seçti. Afganistan direnişi, işgalciler için önemli bir sorun olmaya başladı. Beş yıllık işgal ve buna karşı mücadeleden sonra Afganistan’da direniş yeni bir sürece girmektedir. Bu süreç, direnişi bütün ülke sathına yayma ve küçük gruplarla saldırı yerine büyük formasyonlarla saldırma ve kurtarılmış bölgeler oluşturma aşamasıdır. Direniş, bölgesel olmaktan çıkmakta, ulusal çapta sürdürülen bir ayaklanma aşamasına girmektedir. NATO’nun Afganistan’daki komutanının direnişin ülkenin Kuzeyinde de yayılması olasılığından bahsetmesi boşuna değil. Bu, işgalci güçlere karşı sürdürülen bir ulusal kurtuluş mücadelesidir. Direnişçilerin Pakistan’dan gelerek eylemler düzenledikleri ve sonra geri döndükleri de gerçeği yansıtmamaktadır. Artık direnişçi güçlerin ülkede konuşlanacak ve mücadele edecek derecede güçlenmiş olduğu gerçeğin işgalciler bile inkâr edemiyorlar. Kukla rejimin başı Karzai’nin direnişçilerle görüşme trafiğini başlattığını açıklaması bu gerçeğin bir ifadesidir.

Irak direnişiyle karşılaştırıldığında Afganistan direnişi, uluslararası alanda gereken desteği, dayanışmayı görmemektedir. Bu da Taliban’ın ideolojik duruşuyla açıklanmaktadır. Afganistan direnişi söz konusu olduğunda İslam motifi daha ziyade önplana çıkartılıyor. Aynı ideolojiden güçlerin Irak direnişinde de yer aldıkları görmezlikten geliniyor. Öyle ki, Afganistan’da direnişe Taliban güçlerinin önderlik etmesi ile Irak’ta direnişe yine İslami güçlerin ve Baascıların önderlik etmesi arasında sanki çok önemli bir fark varmış gibi hareket edilerek, Irak direnişinin yanında yer alınırken, Afganistan direnişi ya geçiştiriliyor ya da reddediliyor. Bunu yapanlar da kendilerini “sol”, “komünist”, “Marksist-Leninist” olarak tanımlayanlardır. Dahası, Afganistan işgalini „medeniyetin savunulması“ diye destekleyenler de var. Bunlar, bu ülkede sürdürülen emperyalist savaşı, nihayetinde tarihsel olarak “ileri” bir adımdır diye destekliyorlar. Yani Amerikan emperyalizminin bu ülkeye “demokrasi” götürdüğüne inanılıyor.

Sol geçinen hareketlerin çoğunluğu Taliban rejimini gerici olarak niteliyor, Afganistan’a saldırıyı emperyalist bir saldırı ve savaşı da emperyalist bir savaş olarak tanımlıyor. Bu doğrudur. Ama bu savaşla herhangi bir şekilde ilgilenmek, ilişkilenmek istemiyorlar. Bunlara göre Afganistan’da sürdürülen savaş, ortaçağ ile emperyalizm arasındaki bir savaştır. Bu savaşta tarafsız kalmak tercih ediliyor ve eylemlerde –kongrelerde, bildirilerde, savaş karşıtı gösterilerde „Dünya çapında barış ve adalet“, „Savaş durdurulsun“, „Hemen barış“ gibi sloganların gölgesinde tarafsızlık ilan ediliyor. Bu türden tavırlar tabii ki, pasifizmle oldukça uyumluluk içinde olan tavırlardır.

Böylesi tarafsızlığı yetersiz bulanlar da var. Bunların sorunu da Taliban yanlısı gözükmeden Afganistan’daki savaşa karşı gelmek, Amerikan emperyalizminin savaş politikasına karşı tavır alabilmektir. Bu bulmacanın yegâne çözümü de „ilerici güçler“ bulmaktır; Afganistan’da savaşa karşı gelmenin, Amerikan emperyalizminin savaş politikasını mahkûm etmenin ve aynı zamanda Taliban ve direniş ile ilişkilenmemenin veya ilişkilendirilemeyecek bir politika izlemenin yegâne yolu, kendi „ilerici güçler“ini desteklemekten geçmektedir. Bu görüşte olanların „ilerici güçleri“, Afganistan’da „ulusal ve sosyal mücadeleyi yükseltecek“ kadar güçlenmişler. Bu nedenle de „Afganistan halkının kurtuluş mücadelesini desteklemek“ için çağrı yapılabilirmiş ve „ABD’ye hayır, Taliban’a hayır, özgür Afganistan“ denebilirmiş.

Hangi „ilerici güçler“den bahsedildiği bilinmez. Açık ki, Afganistan’da tanımı yapılmayan „ilerici güç“ bulmak, emperyalist savaşa ve işgale karşı İslami motifin ağır bastığı direniş karşısında durumu kurtarmaya yaramaktadır. Deniyor ki, Afganistan’da bir tarafta Taliban’ın temsil ettiği ortaçağ karanlığı ve diğer tarafta da emperyalist işgal söz konusudur. Burada tarihsel ilericiliğin (yani burjuvazinin) gericiliğe, işgale karşı mücadelesi söz konusu değildir. Öyleyse her iki tarafın da kendi perspektifi bazında gerici olduğu bu savaşta ve direnişte „taraflı“ olmanın gereği de yoktur. Mesele bu kadar basit!
Aynen Irak’ta olduğu gibi Afganistan’da da direniş, uluslararası çapta antiemperyalist mücadelenin bir bileşenidir. Direniş önderliğinin ideolojik yapısı yanıltıcı olmamalıdır. 1919’da Afgan Emiri’nin İngiliz emperyalizmine karşı mücadelesi ile bugünkü direnişçilerin emperyalist işgale karşı mücadelesi arasında zamandan öte pek bir fark yoktur.

Afgan Emiri’nin Afganistan’ın bağımsızlığı için mücadelesi, Emir’in ve yandaşlarının kraliyetçi niteliğine karşın, nesnel olarak devrimci bir mücadeleydi. Çünkü bu mücadele emperyalizmi zayıflatıyor, parçalıyor, baltalıyor”. Bugün de Afganlı direnişçilerin mücadelesi, onların ideolojik niteliğine karşın nesnel olarak emperyalizme, başta da Amerikan emperyalizmine darbeler vuruyor, dünya çapında emperyalist tahakkümü zayıflatıyor, dünyayı çıkarları temelinde yeniden paylaşmak isteyen emperyalist güçlere bu işin kolay olmayacağını, her onurlu halkın ulusal bağımsızlık için direneceğini gösteriyor.


18 Şubat 2007 Pazar

Rusya’nın Geri Dönüşü


 
Putin’in, Münih’te düzenlenen bu yılki “Güvenlik Konferansı”nda yaptığı konuşma birçok çevre tarafından dünyanın yeniden iki kutuplu hale dönüşünün habercisi olarak değerlendirildi. Putin, SB’nin yıkılmasından bu yana ABD-Rusya ilişkilerinde kullanılan diploması dilini bir kenara atarak yaklaşık 40 ülkenin önde gelen politikacıları ve omuzu kalabalık subayları önünde Amerikan emperyalizmine adeta haddini bildirdi; Rusya’nın da dünya hegemonyasında söz sahibi olduğunu, ABD’nin tek başına at koşturduğu bir dünya anlayışını kabullenmeyeceklerini açıkladı.

2001’den bu yana düzenlenen “Güvenlik Konferansı”nda bu sefer gündemi “teröre karşı mücadele” ve güçlenen ulusal kurtuluş mücadelelerini bastırmak için ortak strateji tespiti üzerine tartışma oluşturdu. Ama konferansın kendisi ve gündemi, işgalci güçlerin Afganistan ve Irak’taki zor duruları ve İran’a karşı olası saldırı gölgesinde geçti. Diğer bir ifadeyle bu seferki toplantıda gündem, emperyalistler arası çelişkiler daha sert bir biçimde ortaya konarak ele alındı. 

Putin, ABD dış politikasının „oldukça tehlikeli“ olduğundan, „uluslararası ilişkilerde dizginsiz ve aşırı derecede şiddete” başvurduğundan, bu „zor kullanımının dünyayı sürekli yeni çatışmalar uçurumuna” ittiğinden, ABD’nin „tek taraflı ve yasal olmayan hareketlerinin tek bir sorunu dahi çözmediğinden“, aksine başka „çatışmalara yataklık“ ettiğinden, insanlığın, „uluslararası hukuk ilkelerinin ayaklar altına alınmasına şahit olduğundan, hiç kimsenin güvenlik içinde olmadığından, hiç kimsenin uluslararası hukuka sığınacak durumda olmadığından ve bunun da silahlanma ve başka ülkelerin nükleer silah üretmesi için zemin oluşturduğundan“ bahsetti.

Putin, “tek kutuplu dünya tek bir iktidar merkezidir ve bu da bir efendinin elinde olan askeri zor merkezidir“. ‘Demokrasi konusunda bizi eleştirenlerin kendileri demokrasiden öğrenmiyor. ABD, Rusya’ya yönelik askeri bir politika izliyor’. Polonya ve Çek ülkesine konuşlandırılması planlanan savunma füzelerini kastederek „Bize yeni sınır çizgileri ve duvarlar dayatılıyor“, “durumu biliyoruz, karşı tedbirler alacağız ve Rusya’nın ABD’nin bu yeni silah sisteminin üstesinden gelecek yeni silah sistemine sahiptir” diyerek ABD’yi tehdit etti. 

Putin, İran’a karşı ABD’nin savaş hazırlığı konusunda da Rusya’nın tedirginliğini dile getirdi. Rusya, sınırları içindeki ve Orta Asya’daki islami güçlerin güçlenebileceğinden ve Rus emperyalizminin yayılmacı politikası önünde bir engel olabileceğinden çekindiği için İran’ın bir bölge gücü olmasına karşı. Ama diğer taraftan da İran ile mevcut ekonomik ilişkilerini ve Amerikan emperyalizmine karşı ortak hareket etme olanağını geri tepmek istemiyor.

İran, hem ABD ve hem de Rusya açısından anahtar rol oynayacak bir konumda. Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasına göre İran’ın Amerikan emperyalizminin güdümüne girmesiyle Rusya’nın ABD tarafından çembere alınması tamamlanmış olacak. Orta ve doğu Avrupa ülkelerinin hemen hepsi NATO üyesi, Ukrayna ve Gürcistan’daki „renkli devrim”lerle bu ülkeler Batıya yöneldiler, Orta Asya ve Azerbaycan’da Amerikan etkisi belli. Bu durumda Rusya’ya açık sınır olarak geriye sadece Çin kalıyor.

Putin’in çıkışını AB’nin önde gelen ülkeleri, özellikle Almanya ve Fransa yumuşak bir tonla cevaplandırmayı yeğlediler. AB’nin bu ülkeleri, hem Rusya hem de İran ile ekonomik ilişkilerinden dolayı, ABD’nin Rusya tarafından eleştirilmesine içten içe sevinirlerken, kamuoyu önünde müttefik olmanın sorumluluğunu taşıyan bir tavır içinde oldular. 

Açık ki, uluslararası ilişkilerinde zorluklarla karşı karşıya olan, artık Afganistan ve Irak işgallerinde zafer umudunu kesmeye başlayan ABD, böyle bir ortamda Rusya’yı doğrudan karşısına almak istemediğinden dolayı, Dışişleri Bakanı vasıtasıyla Putini’in konuşmasını cevaplandırırken yumuşak bir ton kullanmış, ortak sorunların ortak çözümünden, yeni bir soğuk savaş dönemine girmeye niyetinin olmadığından bahsetmiştir. 

Anlaşılan o ki, SB’nin ve Revizyonist Blokun dağılmasından sonra Rus emperyalist burjuvazisini kahreden dönem artık geride kalmıştır. Uzun bir dönem, ’90lı yıllarından bu yana dünya politikasında sözü geçmeyen, ABD’nin eski Sovyet nüfuz alanlarını dünyanın gözü önünde paylaşmasını, kendi kontrolüne almasını adeta seyretmeye mahkum kalan Rusya, ekonomik dirilişine paralel olarak uluslararası politikada, emperyalistler arası rekabette, dünyanın yeniden paylaşımı mücadelesinde söz sahibi olduğunu yeniden göstermeye başladı. Rusya, Putin vasıtasıyla bu niyetini Münih’te derli toplu olarak ortaya koydu.