deneme

16 Ağustos 2007 Perşembe

Değişen Ne?


 
Genelkurmay Başkanı Y. Büyükanıt, 12 Nisan 2007’de kuvvet komutanlarının da hazır bulunduğu bir basın toplantısında 27 Nisan muhtırasında da yer alan bazı konular üzerinde durmuştu.
Ordunun istediği Cumhurbaşkanını şu sözlerle tarif ediyordu: “… Seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda TSK’nın başkomutanıdır. Bu yönüyle TSK’yı yakından ilgilendirmektedir. Biz hem cumhurbaşkanımızın hem de aynı zamanda başkomutanımızın Silahlı Kuvvetler ve Türk milletinin sahip olduğu cumhuriyetin temel değerlerine, anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti idealine, devletin üniter yapısına bağlı ama sözde değil özde, bunu davranışlarına yansıtacak şekilde bir cumhurbaşkanının oraya seçileceğine olan inancımı belirtmek istiyorum… cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir… cumhurbaşkanı… Karar Meclis’in kararıdır”.
27 Nisan muhtırasında da aynı konuda şöyle deniyordu:“Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur”.
Y. Büyükanıt, seçimlerden sonra da 27 Nisan’da dile getirilen nasıl bir Cumhurbaşkanı sözünün ardında olduğunu açıkladı.

Seçim sonuçları ve Cumhurbaşkanı seçimi, başa dönüldüğünü göstermektedir. Bizim uygun görmediğimiz birisinin Cumhurbaşkanı olmasını kabullenemeyiz diye muhtıra veren ordu şimdi 4 ay sonra kabullenemediği kişinin Cumhurbaşkanı olmasını kabullenecek mi?
Bu kadar keskin konuştuktan, kararlılık gösterdikten sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi hareket etmek, istenmeyen kişinin Cumhurbaşkanlığını sineye çekmek, her koşul altında korunması talep edilen ordunun prestijini ayaklar altına almak anlamına gelmiyor mu? Büyükanıt’ın deyimiyle “bu yüce kurum yıpratılmış” olmuyor mu?

27 Nisan muhtırasıyla ordu, erken genel seçim yaptırmada başarılı olmuştur. 27 Nisan muhtırasıyla ordu, AKP’nin yeniden güçlü olarak tek başına hükümet olmasına katkıda bulunmuştur. 27 Nisan muhtırasıyla ordu, kabullenemediği kişiyi kendine Başkomutan seçtirmektedir.

Seçim sonunda seçim başına dönülmesi, rejim krizinin derinleşerek devam edeceğini göstermektedir. Şimdi “Çankaya Savaşları” başka silahlarla sürdürülecek. Açık ki, devletin tepesindeki kurumlar birbirlerini boykot edecekler. “Laikçi” kesimin hâkim olduğu kurumlarla “İslamcı” kesimin hâkim olduğu kurumlar arasındaki çatışma önümüzdeki dönemin “flaş”ları olacaktır.

28 Şubat 1997’de Erbakan Hükümetine ordu tarafından yapılan “ince ayar”ı biliyoruz. Rejimin geleceğini garantiye almak adına ordu, önümüzdeki dönemde aynı taktikleri uygulayarak mevcut hükümeti yıpratma yolunu tutabilir. Hükümetin her adımı karşısında yeni açıklamalarla iki merkezli bir iktidar süreci başlatabilir. “Laiklik tehlikede” demagojisiyle yeniden mitingler düzenlemeye çalışabilir.

A. Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylığı AKP’nin, ABD, AB ve TÜSİAD’ı da arkasına alarak orduyla çatışmayı göze aldı anlamına gelmektedir.

Önümüzdeki dönemde rejimin krizi sadece Cumhurbaşkanı seçimiyle de sınırlı kalmayacak. Seçimlerin hemen arkasında yeni AKP’li Prof. Zafer Üskül’ün Anayasayla ilgili açıklamaları önümüzdeki dönemde rejim krizinin ne denli şiddetli olacağına bir işarettir. Üskül, “Kemalizm’in Anayasadan ve milletvekili yemininden çıkarılması” gerekir derken, AKP de “sivil anayasa” hazırlığını tamamladığını açıkladı.

AKP’nin anayasa taslağında MGK ve MGK Genel Sekreterliği anayasal kurum olmaktan çıkartılıyor, Yüksek Askeri Şura kararlarına yargı yolu açılıyor, YÖK kaldırılıyor, Cumhurbaşkanının yetkileri sınırlandırılıyor vs. Ama bu taslakta Kemalizm’e ilişkin bir öneri yer almıyor.

Anayasa ekseninde çatışan güçler de belli: Bir taraftan AKP ve TÜSİAD, diğer taraftan da ordu, CHP, MHP ve birtakım “silahsız güçler” denen kuruluşlar.

TÜSİAD’ın talepleri, çıkarları doğrultusunda AKP’nin düzeni yeniden yapılandırma anlayışı ile ordunun düzeni devam ettirme anlayışı birbirine taban tabana zıttır. TÜSİAD’ın talep ettiği “demokratikleşme” ordunun mevcut haliyle siyasete müdahale olanağını ortadan kaldırmaktadır.

Görünen o ki, bu koşullarda “Çankaya Savaşları”yla başlayacak olan devletin tepesindeki klikler çatışması, “Anayasa Savaşları”yla devam edecektir.