deneme

30 Ağustos 2007 Perşembe

DÜNYA EKONOMİSİNİN GELİŞME SEYRİ (II)





Borsalardaki Dalgalanmalar Ekonomik Krizin Habercisidir
Dünya ekonomisi görece bir canlılık sürecinden geçmektedir. Bunun nedeni dünya çapında önemli bazı pazarların oldukça genişlemesidir. Asya’da Çin ve Hindistan, Latin Amerika’da Arjantin, Brezilya ve bazı doğu Avrupa ülkeleri bu türden pazarlardır. Bu pazarlara önemli miktarlarda yatırımlar yapılmış ve yeni işletmeler açılmıştır. Sanayi üretiminin genel seyri şöyledir:

Sanayi üretimi, 2000=100
Büyüyen ekonomiler
Ülkeler
2004
%
2005
%
2006
%
2004’e göre 2005’da +,-
2005’e göre 2006’da +,-
Çin
167,8
194,5
224,4
15,9
15,4
Güney Kore
126,3
134,1
147,6
6,2
10,1
Hindistan
124,5
134,4
148,5
7,9
10,5
Rusya
121,9
126,7
132,7
3,9
4,7
Türkiye
119,3
125,7
133,1
5,4
5,9
Polonya
124,8
129,9
145,5
4,1
12,0
Çek Cum.
125,7
134,0
149,0
6,6
11,2
Slovakya
124,2
129,0
141,7
3,9
9,8
Macaristan
121,5
129,9
143,1
6,9
10,2
Durgunluk içinde olan ekonomiler
Almanya
102,6
106,1
112,2
3,4
5,7
Fransa
102,1
102,3
102,8
0,2
0,5
İtalya
96,7
95,9
98,4
-1,1
2,6
B. Britanya
97,1
95,2
95,2
-1,9
0
ABD
100,0
103,2
107,3
3,2
4,0
Kanada
100,1
101,4
100,7
1,3
-0,7
Japonya
100,5
101,7
106,3
1,2
4,5
Kaynak: OECD

Görece canlılığın nedeni olan bu yeni pazarların da doyum noktasına varması sadece bir zaman meselesidir. Bu da çok sonrasının bir sorunu değildir.  
Gelişmiş ülkelerde verimlilik yılda ortalama olarak ancak yüzde 2 ila 4 arasında artmaktadır. Rekabet gücünü kaybetmek istemeyen her işletme bu verimlilik oranını yakalamak zorundadır. Yani teknolojisini yenilemek ve söz konusu bu verimlilik oranına denk düşen işgücünü sokağa atmak zorundadır.

Hemen bütün gelişmiş ülkelerde Brüt Yurtiçi Üretimin büyüme oranları sürekli düşmektedir. Örneğin bu oran Almanya’da 1945’ten bu yana yüzde 12’den ‚90’lı yıllarda yüzde 2’ye kadar düşmüştür. Bu oran Japonya’da ‚60’lı yıllardan itibaren düşmeye başlamıştır. ABD’de, Fransa’da, İtalya’da vb. ülkelerde de durum pek farklı değildir. Sadece Çin’de şimdilik „dolu-dizgin“ bir gelişme söz konusudur. Bu ülkede ekonomik devreviliğin yükseliş dönemi belli bir zaman sonra diğer ülkelerdekiyle aynılaşacaktır. Bundan kurtuluş yok.

Kapitalist dünya ekonomisi tarihinde şimdiye kadar görülmemiş derecede sermayenin bol olduğu, ama kar oranının da oldukça düşük olduğu bir süreçten geçmektedir. Sorunun merkezinde kar oranının eğilimli düşüş yasasının işlerliği vardır. Gerçek, reel değerler ancak ve ancak canlı iş (emek) tarafından yaratılabilir. Ama rekabet, işletmeleri sürekli olarak işgücünün az gerekli olduğu teknolojilere yatırımda bulunmaya zorlamaktadır. Böylece sermayenin organik bileşiminde canlı işin (emeğin) payını azalmaktadır. Bu sürecin sonucunda da kapitalistlerin kar oranı düşmektedir. Rasyonelleştirmeyen, işletmesini en modern teknoloji ile donatmayan kapitalist rekabet yeteneğini yitirir. Böylece kısa vadeli rekabet gücü elde etmek veya üretimi, işgücünün ucuz olduğu ülkelere kaydırmak geçici çözümdür. Belli bir zaman sonra kar oranları yeniden düşmeye başlar. Bugün kapitalist dünya ekonomisinde yaşanan da bu süreçtir; kar oranının eğilimi düşüş yasasının etkisi.

Yüksek kar vaat eden yatırım alanı arayan sermaye miktarı dünya çapında devasa boyutlara varmıştır. Dünya çapında 2 trilyon dolar tutarında sermaye en karlı yatırım alanı aramakta ve bu nedenle de her gün dünyayı “dolaşmaktadır”. Kar oranının düşmesinden dolayı reel üretime yatırım yapmak değmediği için sermaye, “çekirge” stratejisini keşfetmiştir. Bu stratejiye göre işletmeler alınıyor ve satılıyor. Satın alınan işletmelerde ücretler veya ücretle bağlam içindeki harcamalar olağanüstü düşürülüyor, satın alınan işletmeler parçalanıyor ve ortalamadan fazla olan bir karla yeniden satılıyor. İşletme satın alan “çekirge” sermaye, aldığı işletmeyi başka bir “çekirge” sermayeye satıyor. Satın alan sermaye, satın aldığı işletmeyi kar elde ederek satıyor. Bu süreç sonunda da kar oranı belli bir aşamadan sonra yeniden düşmeye başlıyor.
Böylece sermayenin kendini değerlendirme olanakları daralıyor ve devasa boyutlarda ne yapacağını bilmeyen bir sermaye birikimi ortaya çıkıyor.  Kendini değerlendirme dürtüsüyle bu devasa boyutlardaki sermaye spekülasyona yöneliyor. Satın almak, devralmak, parçalamak, bölmek ve yeniden satmak sürecinde sermayenin belli bir aşamadan sonra gerçek değerlerle bağı kopuyor. Sermayenin gerçek değerlerle bağının kopması artık „sanal“, olmayan „değerlerin“ alınıp satılmaya başladığını gösterir. Bugün dünya mali pazarlarında yaşanan tam da budur: Hiçbir maddi değeri olmayan, kâğıt üzerinde var olan, üretimden kopmuş devasa boyutlardaki sermayenin serüveni!

Dünya ekonomisi görülmemiş bir para bolluğu içinde adeta boğuluyor. Son 10-15 yıl içinde bazı kişilerin, kurumların ve devletlerin ellerinde astronomik miktarda para birikmiştir.  
Para bolluğu, kaçınılmaz olarak düşük faizi beraberinde getirdi.”Paradan para kazanma” dürtüsü, mevcut araçları yetersiz kıldı. Klasik para kazanma araçları olan bankalara, borsalara veya bonolara yeni araçlar eklendi. Yeni araçlar üzerinden daha kapsamlı kumar oynanıyor, kazanılırsa tam kazanılıyor. Bu oldukça riskli ve karmaşık araçlarla değişik teminatlara bağlı bir dizi türev oluşturuldu. Para bol ve faiz düşük olduğu için kredi verilirken özensizlik adeta kural haline getirildi. Böylece geri ödenmesi şüpheli alacaklar oluşturuldu ve bunlara birinci sınıf kredi itibarı verildi. Sonuçta bankalar bu alacakları kontrol edemez oldular. Ve bu alacakları, yüksek getiri peşinde koşan başka bankalara, sigorta şirketlerine emeklilik fonlarına,  hedge-fonlara, başka fonlar ve özel kişilere sattılar. Küçük olunca daha hazmedilir hale geleceği için riskler, küçük parçalara bölündü ve dünyanın dört bir yanına dağıtıldı. Bu olgu üzerinden geleceği belli olmayan kredi piyasası da genişledi. 

2006’ın ikinci yarısından itibaren bu kredi ve türev bolluğunun balon gibi şiştiği ve mali bir krize yol açabileceği görülür hale gelmeye başladı.  Ve kriz, beklediği gibi ABD’de konut sektöründe patlak verdi. Düşük gelirlilere konut almaları için değişik finans kurumları tarafından açılan subprime mortgage kredilerini alanlar ve tabii ki verenler de iflas etmeye başladılar. Korkunun paniğe dönüşmemesi için devreye giren merkez bankalarının operasyonu mali piyasalarda belli bir rahatlamayı sağlasa da yatırımcıların ellerindeki diğer kâğıtların subprime mortage'lar gibi ellerinde patlayacağı endişesi yok edilemedi.   

Kapitalist dünya ekonomisinin bütün zamanların en büyük kredi balonunun patlamasıyla karşı karşıya olduğunu söylersek durumu abartmış olmayız. Dünya ekonomisinin seyri böyle bir durumla karşı karşıya kalınacağını göstermektedir. ABD’de yüksek riskli konut kredilerinden (subprime),   ipoteklerinden kaynaklanan kriz sadece bir başlangıçtır; büyük kredi balonunun patlaması için bir ilk adımdır. Hedg-fonlarda (yüksek risk alınarak,  karşılığında yüksek getiri elde etmek için oluşturulmuş fonlar; risk üzerine kumar), Private Equity‘lerde (Bir işletmeye sermaye üzerinden belli bir zaman için katılım), Carry Trades’lerde (Faizin düşük olduğu ülkelerde borçlanarak getirinin daha yüksek olduğu ülkelere yatırım yapmak veya ucuz paradan kredi alarak faizi yüksek paraya veya da para üzerinden hisse senetlerine, bonolara vb. yatırım yapma oyunu) ve Derivat’lardaki bilinmeyen ve bu nedenden dolayı da ölçüsüz işlemler, mali piyasalarda ne türden bir gelişmeyle karşı karşıya kalınacağını göstermektedir. Örneğin dünya çapında bütün Derivat’ların toplam miktarı dünya GSH’sının 6 mislini aşmaktadır. Bu durum, merkez bankalarının mali piyasalara harçlık gibi üç-beş milyar dolar sürmesiyle “normalliğe” dönülemeyeceğini göstermektedir.
 
„McKinsey Global Institute“ün açıklamasına göre mali dolaşım alanında serseri mayın gibi dolaşan spekülatif sermayenin 2005’deki miktarı 140 trilyon dolar tutarındaydı. Bu sermayenin önemli miktarı ticari bankaların kontrolündeydi. 46 trilyon dolarlık bir kısmı, herhangi bir bankaya ait olmayan mali kurumların; 1,6 triyom dolarlık bir kısmı Hedge fonlarının ve 600 milyar dolarlık bir kısmı da özel katılımcı yatırımcıların kontrolündeydi.

„Paradan para kazanma“ faaliyeti, üretimden sonra ticareti de geri planda bırakmıştır: Spekülatif sermayenin bu alandaki dünya pazarlarındaki günlük faaliyetinin hacmi 1,9 trilyon dolarla ve bütün dünyada mal ve hizmet ticaretinin hacmi de 9,1 trilyon dolarla ifade ediliyor. Yani spekülatif sermaye, ticaretin bir yıldaki getirisinin yüzde 20’sini bir günde getiriyor.

Mali piyasalarda patlak veren krizin boyutları kestirilememektedir. ABD’de 100’den fazla ipotek bankası iflas etmiş durumda Hedge fonları da arka arkaya kapılarını kapatıyorlar. Yatırım fonları da kapıları kapattığı için yatırımcılar paralarını çekemiyorlar. Giderek daha büyük bankalar krizin girdabına giriyorlar. Sorun sadece Amerikan emlak piyasasıyla sınırlı değil.

Dünya kapitalist ekonomisi için esas tehlike borsalardan, spekülatif sermayeden kaynaklanmamaktadır. Borsalarda, spekülasyonlarla ancak ve ancak gelecekte elde edilebilecek kar üzerine kumar oynanmakta, yani riskler, tehlikeler satılmakta ve satın alınmaktadır; ekonomik beklenti üzerine kumar oynanmaktadır.
Mali piyasalardaki kriz daha şimdiden mali bir tsunamiye neden olmuştur: Amerika’da patlak veren ipotek balonu dünya çapında bankaları ve bir kısım fonları etkisi altına almıştır. Sonuçta New Century Financial Corporation, Countrywide Financial,  First Magnus Financial, Accredited Home Lenders, Bear Stearns, Basis Capital Funds Management, Absolute Capital, IKB Deutsche Industrial Bank AG, Commerzbank AG, West LB, Sal. Oppenheim CIE, Sowood Capital Management, C-Bass, NIBC, UBS AG, Caliber Global Investment, BNP Paribas, Sachsen LB und Nomura Holdings Inc. vb. bankalar ve mali kurumlar bu krizden doğrudan etkilenmişlerdir. 

Amerikan konut piyasasında patlak veren bu krizin artık bu pazarla pek bir ilişkisi kalmamıştır: Amerikan konut pazarı sadece krizin ilk patlak verdiği alan olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Kriz, uluslararası mali sektörü etkisine almış ve reel sektöre de bulaşmıştır.

Marks”ın dediği gibi “Bütün gerçek bunalımların son nedeni… kitlelerin yoksulluğu ve sınırlı tüketimidir.” (Kapital, C. 3, s. 503).

Çin ekonomisinde devam eden yükselişin, dünya ekonomisine, daha doğrusu başta ABD olmak üzere emperyalist ülke ekonomilerine biraz nefes aldırması da durumu kurtarmayacaktır. Milyarlarca insanın günde bir veya iki dolarla geçinmek zorunda kaldığı, bir milyara yakın işsizin olduğu koşullar, kitlelerin nasıl bir yoksulluk içinde olduğu ve tüketim güçlerinin ne denli sınırlı olduğunu gösterir. Üretilen her şeyin satılacağı mantığı üzerine kurulmuş kapitalist pazarın satılmayan ürünlerle dolup taşacağı dönem pek uzakta değildir. Mali pazarlarda yaşanan gelişme sadece ve sadece böyle bir dönemin; ekonomik krizin habercisidir.