deneme

22 Nisan 2008 Salı

„DEDEM DUYSAYDI ‚’NAMISSIZLAR’ DERDİ“!



Uluslararası alanda tarım sektöründeki gelişmelerin ne türden sonuçlar vereceği bilinmiyor değildi. Açlık ve ona karşı protestolar adeta programlanmıştı. IMF, Dünya Banksı, emperyalist devletler ve tüm bunların ötesinde bazı Hükümet Dışı Örgütler, yıllardan beri bağımlı ve yeni sömürge ülkelerde tarım sektörünü uluslararası tarım, tohum, patent, gen tekniği kurum ve tekellerinin çıkarlarına göre şekillendirmek için elele vererek çalıştılar. Bunun; IMF dayatmasının, neoliberal dayatmaların ne anlama geldiğini en azından 1999 yılından bu yana bizzat biliyoruz.

Bugün dünya tarımın, daha doğrusu bağımlı, yeni sömürge ülkelerde tarımın geldiği sefil durum iklim değişimiyle, kuraklıkla veya bazı tarım ürünlerinin bio-yakıt için kullanılmasıyla açıklanamaz. Tarımın bu hale getirilmesi IMF ve Dünya Bankasının, üç-beş milyon dolarlık kredi karşılığında bağımlı, yeni sömürge ülkelere yaptığı dayatmaların doğrudan bir sonucudur. Neler talep edildiğine bakalım:

1999’da IMF, birkaç yüz milyonluk kredi vermek için şunları dayatmıştı:
—Çiftçi ürün bazında desteklenmeyecek. Arazisini ekip biçsin biçmesin, çiftçiye sahip olduğu araziye dönüm başına her yıl (bütçeden) Doğrudan Gelir Desteği ödemesi yapılacak.
—Çiftçiye ucuz kredi verilmeyecek. Kredi desteği yapılmayacak.
—Gübrede ve diğer girdilerde destekler azaltılarak sabit tutulacak.
—Tarımdaki diğer tüm destek politikalarına son verilecek.
—Buğdaya en fazla dünya fiyatının yüzde 20 üzerinde fiyat verilebilecek.
—Desteklenecek ürünlere ödemeler tek seferde değil, yılda 2 taksitte yapılacak.
—Şeker fabrikaları ve Tekel özelleştirilecek. Şeker kanunu, alkollü içkiler kanunu, tütün kanunu çıkarılarak pancar, tütün, üzüm üretimi azaltılacak.

2002’de ise Dünya Bankası ile “ARIP Tarımsal Destekleme ve Tarım Reformu Uygulama
Projesi” adında bir anlaşma imzalandı. Toplamı 600 milyon dolar olan kredinin karşılığında Dünya Bankası şunları talep etmişti:
—Tarımda destekleme politikasına son verilecek.
—Tarım kredilerine ve girdilere verilen sübvansiyonlar kaldırılacak.
—IMF’nin istediği şekilde arazi büyüklüğüne dayalı Doğrudan Gelir Desteği (arazide tarım yapılsın yapılmasın) uygulanacak.
—Destekleme alım fiyatları enflasyonun altında belirlenecek. Desteklenen ürün sayısı ve ürün miktarı azaltılacak.
—Tarım satış kooperatifleri kaderlerine terk edilecek. Yaşayamayan kapanacak.
—Tarım sektörüne destek veren devlet kurumları (Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Devlet Üretme Çiftlikleri, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Orman Ürünleri Sanayi Kurumu, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı çiftlikler ve işletmeler) kapatılacak. Varlıkları özel sektöre satılacak. (Güngör Uras, 17.04.2008 tarihli Milliyet gazetesinden).

Tarımın geldiği yer belli. Tarım üretimi 2007 yılı itibariyle yüzde 9’un üzerinde mutlak geriledi.

Türkiye tarımında yaşanan bu gelişme hemen bütün emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülke tarımında da yaşanmaktadır. IMF ve Dünya Bankası bu ülkelerde tarımı uluslararası tarım tekellerinin çıkarlarına göre biçimlendirdi. Şimdi utanmazca “açlık ayaklanması”ndan, bunun bütün dünyaya yayılacağından, gülünç “yardım” paketleriyle insanların açlık ızdırabı”nı bir nebze de dindirmekten bahsediyorlar.
Dedem duysaydı bunlara “namısszılar” derdi!

Dünya çapında gıda maddelerinin fiyatı yıllarca görece olarak istikrarlı kaldı. Öyle ki 1991–2001 arasında önemli gıda maddeleri dünya fiyatı artmadı, aksine bazı maddelerde fiyatlar düştü. Ancak 2006 yılından itibaren güçlü bir şekilde artmaya başladı. Örneğin buğday, pirinç, mısır yüzde 180 oranında –iki misli- pahalandı. Son birkaç ay içinde ise gıda maddeleri fiyatında gerçek anlamda bir patlama yaşandı. Son birkaç ay içinde örneğin buğday fiyatı yüzde 120 oranında artarken, pirincin fiyatı da yüzde 75 oranında arttı. Gıda maddeleri fiyatı son üç yıl içinde ortalama yüzde 83 oranında arttı.

Dünya Bankası, aralarında protestoların yükseldiği Mısır, Arjantin, Burkina Faso, Fildişi, Haiti,   Honduras, Hindistan,   Endonezya,  Kamerun, Fas, Mauretanya, Mozambik, Peru, Senegal gibi ülkelerin de bulunduğu 33 ülkeden oluşan bir liste oluşturmuş. Bu listede yer alan ülkeler açlıktan dolayı “huzursuzluklar”ın patlak vereceği ülkeler olarak görülmektedir. 
Dünya çapında açlık sorununun baş sorumlularından olan IMF şefi, birçok ülkede istikrarsızlığın oluşacağından, sorunun sadece insani ve iktisadi sorun olmadığından, bunun demokrasiyi de ilgilendiren bir soru olduğundan, yüksek fiyatların sadece ekonomiye değil, bu ülkelerdeki politik yapılanmalara da zarar vereceğinden bahsediyor. Yani ayaklanmaların olacağından korkuyor.

Sorunun nedeni yanlış yerde aranıyor:
Burjuvazinin tarım uzmanları, tarımın dünya çapında yeniden şekillendirilmesini, ekim yöntemlerinin değiştirilmesini talep ediyorlar. Bunun somut anlamı, geleneksel ekim yöntemlerine geri dönülmesidir; geleneksel üretim tarzı, o bölgede kullanılan tohum, doğal gübre vb.

Biyo yakıt gıda maddeleri üretimini olumsuz etkileyen önemli bir neden olarak görülüyor. IWF-Şefi Dominique Strauß-Kahn bBiyo yakıtı insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak görüyor.

Sorunun baş sorumlularından IMF ve Dünya Bankası, en hafif deyimiyle açlığın dindirilebilmesi için BM’e kullanılması için 500 milyon dolarlık bir kredi açtı.  Bunlar, açlıktan ölenler ve sürünenlerle adeta dalga geçiyorlar.

Başka bir neden olarak da dünya çapında iklim değişimi öne sürülmektedir. Kuraklık vb. 
 
Dünya nüfusunun artışı başka bir neden olarak gösteriliyor (Dünya nüfusu yıllık olarak 75 milyon artıyor) ve gıda maddeleri üretimi bu nüfus artışı karşısında yeterli olmuyor deniyor.

Gıda Maddeleri ve Tarım Örgütü Başkanı Jacques Diouf, Çin ve Hindistan’ın artan ihtiyacını da bir neden olarak gösteriyor.

Endonezya ve Brezilya’da daha fazla et ve süt tüketimi de bir neden olarak gösteriliyor. (Burjuvazinin fazla üretim krizlerinin patlak vermesinin nedeni olarak güneşte tespit edilen bir lekeden bahsettiğini ve ayrıca 230’dan fazla ve gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan neden sıraladığını da biliyoruz!). Hayvan yetiştirimi için mısır kullanıldığı için bu madde giderek daha az miktarda gıda maddesi olarak pazarlanıyormuş vs.

Bunların hiçbirisi yaşanan gelişmelerin, tarım ürünlerindeki, özellikle de en geniş yığınlar tarafından sürekli tüketilen gıda maddelerinde fiyatların astronomik artışının nedeni değildir veya oldukça tali nedenidir. Esas nedeni başka yerde aramak gerekir.

Esas nedenlerden birisi tarım ürünleri üzerine spekülasyondur.
İkinci neden, gen teknolojisini insanlığa zorla kabul ettirme çabasıdır.
Üçüncü neden AB’de tarım krizinin sorunlarının başka ülkelere; bağımlı ve yeni sömürge ülkelerin sırtına yıkılmasıdır.

Birinci neden üzerine: 
Borsalardaki spekülasyonu düşünelim. Amerikan konut alanında spekülasyon köpüğü patladıktan sonra spekülatif sermaye, yeni yatırım alanları; spekülasyon yapacak alan aramaya başladı. Ve bu alanı buldu da. Bu alan bütün dünyayı doğrudan ilgilendiren gıda maddeleriydi. Oluşturulan gıda maddeleri darlığı –gıda maddeleri kıtlığı sonucunda fiyatlar fırladı. 
Gıda maddeleri fiyatlarındaki gelişmelere baktığımızda et, yağ, süt, tahıl vb. temel ürünlerin fiyatı 2005’dan itibaren oldukça hızlı artmaya başlamıştır. Bu hız, daha önceki yıllarla karşılaştırılamayacak derecededir. Bu temel maddelerdeki 2006 itibariyle böyle astronomik derecedeki fiyat artışının spekülatif nedenlerden bağımsız olduğu düşünülemez. 2007’de ise temel gıda maddelerindeki fiyat artışı astronomik artış olarak devam etmiştir. Aşağıdaki grafikte bu gelişmeyi görüyoruz.




İkinci neden üzerine:
Gen teknoloji kullanılarak üretilen gıda maddelerinin yaygınlaştırılması için bu alanda faal olan tekeller, istedikleri sonucu şimdiye kadar pek alamadılar. ABD gibi bazı sayılı ülke dışında bu teknoloji sonucu üretilen ürünlerin sürümü pek mümkün olmadı. En azından açıktan olmadı. Şimdi tarım tekelleri dünyanın gıda sorununun çözümü için geliştirdikleri gen teknolojisini öne sürmekteler. Yani onlara göre gen teknolojisi kullanılarak tarım ürünleri üretilirse açlık diye bir sorun kalmaz, bu sorun tarihe karışır. Son gelişmeleri kullanarak tarım üretiminde bu teknolojinin kullanılmasının yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır. Yüksek fiyatlarla tahıl ithal etmek zorunda bırakılan bağımlı, yeni sömürge ülkeler gen tekniğinin kullanıldığı tarımı geliştirmeye veya gen tekniğine göre üretilmiş tarım ürünleri ithal etmeye zorlanmaktalar. Bu, bu teknolojiye, bu teknoloji bazında tohum patentine bağımlılığı, bu alanda faal olan tekellerin dayatmasına boyun eğmeyi beraberinde getirmektedir.

Üçüncü neden üzerine:
AB’de tarım krizi yaşanmaktadır. AB’nin tarım ürünleri depoları tıka basa doludur; bazı gıda maddelerinde bir fazla üretim söz konusudur. AB, bu ürünleri düşük fiyatlarla geri bıraktırılmış ülkelere satmaktadır. Örneğin Afrika’da tarımın sefil durumunda AB’nin bu politikası önemli derecede sorumludur. Afrika pazarlarında Alman, Fransız, Hollanda veya Belçika tarım ürünlerinin, örneğin sebzenin, aynı kalitede yerli ürünlerin yarı fiyatına veya üçte birine satılması herhalde Afrika tarımında bir katkı değildir. (Güney Avrupa üreticileri bir tüp salçayı Gana’da 29 sente satıyorlar. Ganalı üretici ise en azından 35 sente satmak zorunda. AB, domates üretimini 380 milyon Avro ve AB dışı ülkelere ihracatını kilo başına 15 sent ile sübvanse ediyor). Şimdi bu türden düşürülmüş fiyatlarla AB tarım ürünlerinin, gıda sıkıntısı çeken ülkelerde daha yoğun satışı başlarsa bunda şaşmamak gerekir. AB, tarım ürünleri fazlasını; tarım krizini başka ülkelerin; bağımlı ve yeni sömürge ülkelerin sırtına yıkarak aşmaya çalışmaktadır.

Gıda maddeleri yetersizliği düpedüz bir yalandır. İnsanlığın açlık sorununu ortadan kaldıracak kadar gıda maddeleri vardır. Sadece AB’nin depolarının boşaltılması yeter. Ama bu maddeler tarım tekellerinin, spekülatörlerin elindedir. İstiflenmiştir, spekülasyon konusu yapılmıştır.  Spekülasyon, gen teknolojisi kullanmaya zorlama, AB’nin tarım krizini bağımlı, yeni sömürge ülkelerin sırtına yıkmaya çalışması, açlık sorununun temel nedenleridir.

Gelişen protesto hareketi üzerine:
Sağlıklı bir değerlendirme yapmak için biraz zamana ihtiyaç var. Ama yapılan açıklamalara, yorumlara ve sorunun içeriğine bakarak şunu söyleyebiliriz:

Protestolara iki ana sosyal grup/sınıf katılmıştır: Şehirlerde işçi sınıfı ve emekçi yığınlar ve kırsal alanda kır yoksulları ve küçük üretici köylü.

Şehirlerde:
Şehirlerde oturanlar ve çalışanlar; işçiler, küçük burjuvazi, küçük üreticiler, gıda maddeleri üretmedikleri ve sadece satın alan durumunda oldukları için bu gıda maddelerinin fiyat artışından doğrudan etkilenmişlerdir. Fiyat artışından en çok etkilenen ve protestolara katılanlar, bu sınıf ve sosyal tabakaların en yoksul kesimlerini oluşturanlardır.    

Kırsal alanda:
Küçük köylüler:
Küçük köylüler bu durumdan katmerli etkilenmişlerdir. Kendi tüketimi veya yerel pazarlar için üreten küçük köylü, tarımsal alandaki sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasından dolayı; yani uluslararası tarım tekellerinin ürünleriyle rekabet edecek durumda olamadıklarından dolayı olumsuz etkilenmekteler.

Dünya pazarı için üreten köylüler:
Dünya pazarları için; ihracat için üreten köylülerin pek sorunu yok. Gıda maddelerindeki fiyat artışı bu köylülerin çıkarınadır. Bunlar, çıkarlarına ters düşen hükümet kararlarını sembolik eylemlerle protesto etmekteler ve çoğu zaman da sonuç almaktalar.

Eylemlerin karakteri:
Burkina Faso, Haiti, Yemen, Kamerun, Mozambik ve Senegal gibi ülkelerde şehirlerde marjinal planlanmamış, spontan eylemler gerçekleşmiştir.

Honduras, Meksika, Peru, Arjantin, Endonezya, Fas, Mauretanya ve Fildişi gibi ülkelerde planlı ve örgütlü eylemler gerçekleştirilmiştir.

Tabii daha karmaşık durumlar da olmuştur. Örneğin Kamerun, Senegal, Mısır, Haiti, Meksika gibi ülkelerde örgütlü ve örgütlü olmayanların ortak eylemleri de olmuştur. Yani bu ülkelerde sivil örgütler, sendikalar, partiler örgütlü güç olarak, örgütsüz olanların eylemlerine katılmışlardır.

Burkina Faso, Mısır, Kamerun ve Haiti gibi ülkelerde dükkânların, işyerlerinin talan edilmesi görülmüştür.
Senegal ve Haiti’de arabaların yakılması gibi eylemler de olmuştur.
Meksika, Arjantin, Peru, Honduras, Haiti, Burkina Faso, Fas ve Mozambik gibi ülkelerde taleplerin kabul edilmesi için ve yanı zamanda silahlı devlet gücünün müdahalesinin engellenmesi için sokaklara barikatlar kurulmuştur. 
Burkina Faso, Mısır, Fildişi, Kamerun, Endonezya ve Kamerun gibi ülkelerde grev, yürüyüş gibi “klasik eylemler” de gerçekleştirilmiştir.

Uluslar arası örgütlü gerçekleştirilmeyen bu kendiliğindenci eylemler, emperyalist burjuvaziyi korkutmuştur. Emperyalist burjuvazi ve işbirlikçileri,  tarımda neoliberal dayatmalarının, uluslararası tarım tekellerinin çıkarları için bağımlı, yeni sömürge ülkelerde tarımı yıkmalarının siyasal sonuçlarıyla karşı karşıyalar.
 
Mali krizden sonra sıkça sorgulanan neoliberalizm, şimdi daha çok, daha kapsamlı sorgulanmaktadır. Sorgulayanlar da bizzat kendileridir. Mali krizden dolayı, bu krizden etkilenenlerin protestoları pek yaşanmadı. Ama gıda sorununda, açlıkla karşı karşıya kalanlar seslerini yükselttiler. Ekonomik krizin patlak vermesi ve buna karşı işçi sınıfı ve emekçi yığınların eylemlerinin gıda sorunundan kaynaklanan eylemlerle birleşmesi durumunda dünya biraz daha “güzel” olacaktır!