“Ücretli işçi sayısındaki görece azalmaya karşın, mutlak olarak artış, zaten kapitalist üretim biçiminin bir gereksinimidir. İş gücünü günde 8–10 saat çalıştırmak artık zorunlu olmaktan çıkar çıkmaz, bu üretim biçimi için işgücü artık bollaşmış demektir. Üretici güçlerde mutlak işçi sayısının azalmasına yol açabilecek, yani bütün ulusun kendi toplam üretimini daha kısa zamanda yapabilmesini sağlayacak bir gelişme, nüfusun büyük bir kısmını işsiz bıraktığı için, bir devrime neden olabilir. Bu, kapitalist üretimin özgül sınırının bir başka belirtisidir. Çalışan nüfusun bazen şu, bazen bu kısmının, eski istihdam biçimi altında fazlalık haline gelmesinden doğan devresel krizlerde bu çatışma kısmen görünür duruma gelir. Kapitalist üretimin sınırı, işçilerin fazla zamanıdır”.
Marks’ın bu öngörüsü bugün gerçekleşme sürecine girmiştir. Gelişme, henüz “bir devrime neden olabilecek” kapsam ve derinlikte değil. Ama gelişmenin yönü o tarafa doğru. Belirttiği gibi, burada söz konusu olan, devrevi krizlerden dolayı işsizliğin dönemsel artışı değildir. Burada verimliliğin, üretimden daha hızlı gelişeceği gerçeğine işaret ediliyor. Kapitalizmde verimliliğin artması, giderek daha çok sayıda işçinin işsiz kalmasına ve bunun devamlılık arz eden bir görüngü olmasına neden olmaktadır.
Bu öngörüsü son yıllarda gerçeklik olmuştur. Eskiden, işsizlerin sayısıyla ekonominin gelişme seyri arasında aynı yönlü bir orantı söz konusuydu: Yani ekonomi krizdeyse, işsizlerin sayısı artar, ekonomi krizde değilse işsizlerin sayısı azalırdı. Artık böyle bir gelişme, en azından emperyalist ülkelerde ve kısmen de Türkiye gibi orta derecede gelişmiş ülkelerde tarihe karışmaktadır. Bu anlamda “yedek sanayi ordusu” kavramı da anlamını yitiriyor. Yedek sanayi ordusu, konjonktürün yükselme aşamasında erime ve konjonktürün gerileme aşamasında kabarma/çoğalma özelliğine sahiptir. Bu anlamda yedek sanayi ordusu tarihe karışıyor. Kapitalist üretim biçimi, dönem dönem emeceği, üretim sürecine sokacağı, dönem dönem (kriz) sokağa atacağı bir iş gücü kitlesiyle değil, sürekli işsiz olan, kitlesel olan bir işsiz iş gücü yığınıyla karşı karşıyadır. Bu, kapitalist gelişmenin ürünüdür.
Artık kapitalist üretim, sadece devrevi hareketinin kriz aşamasında değil, aynı zamanda yükseliş aşamasında da işsizliğe neden olacak boyutlarda gelişmiştir. O, bu anlamda sınırına dayanmıştır.“Çalışan nüfusun bazen şu, bazen bu kısmının eski istihdam biçimi altında fazlalık haline gelmesinden doğan devresel bunalımlarda bu çatışma kısmen görünür”. Burada ekonomik kriz dönemlerinde “kısmen” daha belirgin olan, yükselen sınıf mücadelesinden bahsediliyor. Gerçekten de böylesi dönemlerde grevler, protestolar, işten atılmaya ve sosyal, ekonomik hakların gasp edilmesine karşı mücadeleler, konjonktürün yükseliş aşamasında görülenden daha sık görülür.
Ama 2000–2004 dünya ekonomik krizi döneminde görüldüğü gibi, krizden kaynaklanan protestoların beklendiği gibi gelişmemesi, kriz yok anlayışını canlı tutma eğilimini güçlendirmesinin ötesinde, işçi sınıfının özellikle kriz döneminde baş vurduğu mücadelelerin artık her dönem, konjonktür devreviliğinin her aşamasında sürdürülüyor olmasında aranmalıdır. Nedeni oldukça açık: İşçiler, sadece dönem dönem; kriz dönemlerinde sokağa atılmıyorlar, aksine konjonktürün yükseldiği dönemlerde de sokağa atılıyorlar.
İşçilerin sürekli sokağa atılma durumu, “üretici güçlerde mutlak işçi sayısının azalmasına yol açabilecek, yani bütün ulusun kendi toplam üretimini daha kısa zamanda yapabilmesini sağlayacak bir gelişme, nüfusun büyük bir kısmını işsiz bıraktığı için bir devrime neden olabilir” mi, bunu bilmiyoruz. Örgütsüz, kendiliğindenci mücadeleyle işçi sınıfı, kapitalist üretim sistemi sınırının ötesine geçemez. Bunu biliyoruz.
İşin verimliliğinin artması, modern teknolojinin üretimde kullanılması, kaçınılmaz olarak kronikleşmiş kitlesel işsizliğe neden olmaktadır. Bütün emperyalist ülkelerde ve Türkiye gibi orta derecede gelişmiş ülkelerde bu süreç yaşanmaktadır.
Giderek daha az sayıda işçinin, giderek daha çok üretmesi, dolayısıyla işçi sınıfının çalışmayan kesiminin çalışan kesime nazaran daha hızlı artması, “kapitalist üretimin özgül sınırına” vardığının açık ifadesidir.
Artık işsizlerin sayısındaki artış ve eksilişe bakarak ekonominin, konjonktürün seyri tespit edilemez; sadece ekonomik kriz döneminde işçiler yığınsal olarak sokağa atılırlar, böyle bir durum yoksa ekonomi de seyrinin kriz aşamasında değildir demek günümüz kapitalizmi için geçerli değildir.