deneme

5 Kasım 2011 Cumartesi

G-20 TOPLANTISI VE EMPERYALİST ÜLKELER ARASI ÇELİŞKİLER

 
G-20, G-8 ülkelerinden (ABD, Kanada, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya), Arjantin, Brezilya, Çin, Hindistan, Endonezya, Meksika, S. Arabistan, Güney Kore, Avustralya, Güney Afrika ve Türkiye gibi “gelişen” ülkelerden ve AB'den oluşmaktadır. Dünya Bankası ve IMF de grup toplantılarına katılmaktadır. Bu grup, dünya nüfusunun üçte ikisini, dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 90'ını ve dünya ticaretinin de yüzde 80'ini temsil etmektedir.

G-20, 1999'da uluslararası mali sistemin sorunlarını tartışmak, iyileştirme adımları atmak için maliye bakanları ve merkez bankaları şeflerinin bir forumu olarak kurulmuştu. Ama süreç içinde devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı toplantılara dönüştürüldü.

G-20 ülkeleri devlet ve hükümet başkanlarının ilk toplantısı (bu anlamda ilk G-20 toplantısı) Kasım 2008'de Vaşington'da gerçekleştirildi. Toplantının nedeni dünya mali kriziydi.

İkinci toplantı Nisan 2009'da Londra'da yapıldı. Bu toplantıda en önemli gündem maddesi, vergi kaçakçılığı konusunda işbirliği yapmayan devletlerin kara listeye alınmasıydı. Hedge-Fon'ların daha güçlü bir biçimde kontrol edilmesi de toplantının önemli gündem maddelerinden biriydi.

Üçüncü toplantı Eylül 2009'da Pittsburgh'da (ABD) gerçekleştirildi. Bu toplantıda G-20'nin küresel ekonomik sorunların ele alınmasında karar verici organ olarak G-8'in yerini alması, sistemin geleceği bakımından önemli bankaların sert öz sermaye kurallarına tabi tutulması kararlaştırıldı.

Dördüncü toplantı Haziran 2010'da Toronto'da yapıldı. Bu toplantının ana gündem maddesi borçların azaltılmasıydı; “gelişmiş sanayi ülkeleri” bütçe açıklarını 2013 yılına kadar yarıya indirecekler ve en geç 2016'da da dengeli bir bütçeye sahip olacaklar.

Beşinci toplantı Kasım 2010'da Seoul'de (Güney Kore) gerçekleştirildi. Bu toplantıda bankalar için katı kuralların uygulanması ve IMF'nin reforme edilmesi kararı alındı. (Yaşanmakta olan ekonomik krizden dolayı düzensiz aralıklarla gerçekleştirilen toplantıların 2011'den itibaren yıllık olarak sonbaharda yapılması kararlaştırıldı.)

Şimdi Cannes'da altıncı toplantı gerçekleştiriliyor. “Avro krizi”nin gölgesinde gerçekleşen bu toplantının ana gündem maddeleri dünya kapitalist sisteminin durumunu göstermeye yetiyor: “Avro krizi”, dünya ekonomisi, mali pazarlarda düzenleme, IMF, uluslararası para sistemi reformu, hammadde pazarları.
Daha önceki beş toplantıda dünya ekonomik krizinin dayattığı sorunları çözmek için birtakım kararlar aldılar. Sonuçları ortada. Her seferinde toplantıya girerken ortak hareket etmenin gerekli olduğundan bahsettiler, ama toplantılarda kendi sermayelerinin çıkarlarını savundular. Bu toplantıda da aynısı oldu; büyük hedeflerden bahsettiler, ama “dağ fare doğurdu”yu gerçekleştirdiler. Herbir ülke gündem maddelerine kendi sermayesinin çıkarları doğrultusunda yaklaştığı için; aralarında rekabet esas olduğu için, toplantı sonuçları da bir iyi niyet açıklamasından, suya sabuna dokunmayan birtakım genel kararlardan ileri gitmiyor. Bilerek yaptıkları, kesinkes anlaştıkları tek nokta budur. Son toplantının gündemi ve karar babında yapılan açıklama ortada. Sarkozy'nin yaptığı açıklamada bunu görüyoruz:

Yunanistan'la ilgili olarak Almanya ve Fransa, Avro'yu, Avro Alanı'nı ve genel anlamda da AB'yi kurtarmak için bu ülkeyi tehdit etmişler; ya söylediğimizi yaparsınız ya da AB'den çıkarsınız denmiştir.

Parası olan Rusya, Çin ve Brezilya gibi ülkeler Avro Alanı ülkelerinin borç yükünü hafifletmek için birtakım vaatlerde bulundular. Benzeri açıklamaları daha önce de yapmışlardı.

İtalya'nın durumu da ele alındı; kamu borçlarını “makul” bir seviyeye düşürmesi için bu ülkeye baskı yapıldı. Bu yönde istek ve baskılar toplantı öncesinde de sık sık yapılmıştır.

Avro Alanı ülkelerinin borç krizine IMF'nin yardım edebilmesi için kaynaklarının artırılması konusunda anlaşmaya varılmıştır. Ama esas sorun bunun nasıl yapılacağıyla ilgili. İşte o konuda anlaşma sağlanamamıştır.
Durumu kurtarmak için, şimdi çözülmesi gereken bu sorunda uzlaşma sağlanamadığından dolayı çözüm başka bir bahara; G-20 ülkeleri maliye bakanlarının gelecek toplantısına havale edilmiştir.

Sanki şimdiye kadar bilinmiyormuş gibi G-20 ülkelerinde 11 vergi cenneti tespit edilmiş ve artık vergi cenneti istenmiyormuş.

Bankacılık sektörüne ilişkin bilgilerin gizlenmesi istenmiyormuş. Sanki bankacılık sektörünün bütün sorunu bilgilerin gizlenmesi. Bu bir yana, bu ülkelerin hangisinde bankacılık sisteminde dönen dolapları olduğu gibi açıklama cüreti var?

Mali sektörde düzenlemeler konusunda önemli mesafe katedilmiş. Dünya ekonomisini krize sürükleyen mali kurumlardan hesap sorulacakmış; krizin yükünü karşılamaları talep edilecekmiş. Oysa şimdiye kadar yapılan tam tersiydi; bu kurumlar; bankalar vb. batmasın, ayakta kalsın diye “destekleme paketleri” uygulandı; bu kurumların kârına dokunulmadı, ama zararlar devletleştirildi; yani halkın sırtına yıkıldı. Şimdi dünya çapında bankacılığa, mali sektöre karşı yükselen tepkinin sonucunda “hesap sorma“ havası atılıyor.

G-20, her ne kadar grup olarak tanımlansa da bu bileşeni oluşturan ülkeler arasında ve ülke grupları arasında devasa farklar var. Tam da bu nedenle ne şimdiye kadarki toplantılarda aldıkları kararları gerçekleştirebildiler ne de şimdiki toplantıda aldıkları kararları gerçekleştirebilirler. Önce bu grubu krizde olan ülkeler ve olmayan ülkeler diye ikiye ayırmak gerekir: AB, ABD, Japonya gibi krizde olan ülkelerin sorunlarıyla Çin, Brezilya, Hindistan, Rusya, Türkiye gibi krizde olmayan ülkelerin sorunları ve aynı zamanda toplantıda ele alınan konulara yaklaşımları farklıdır. Bu nedenle çözüm için öneriler veya niyetler de farklı olacaktır. İkincisi, çok güçlü ve çok güçsüz ülkeler arasında çözümde ortak nokta bulmak zordur. Üçüncüsü, bu toplantılar ülkeler ve sermayeler arasında kıyasıya rekabetin damga vurduğu toplantılardır.

Borçlanma krizi içinde boğulan, Yunanistan krizinden dolayı konumu zayıflayan bir AB'nin bu durumundan kurtularak yeninden güçlenmesini hangi rakibi ister? ABD ister mi, Çin, Rusya ister mi? İstemez. Tam tersine AB'nin bu konumundan yararlanmayı isterler. Krizde olmayan ülkelerin derdi, sermayelerinin güçlenmesidir, krizde olan ülkelerin rekabet alanlarından dışlanmasıdır. Bu nedenle dünya ekonomisini ilgilendiren konularda ortak hareket edemezler. Yunanistan'ın ne hale getirildiği ortada; durumu kurtarmak için bu ülkeyi “şamar oğlanı” yaptılar; kulağını çektiler, Hakaret dolu sözler sarf ettiler. Bunu yapan Almanya ve Fransa. Yunanistan'ın bu iki ülke ile hangi konuda tartışarak karar alma gücü var? Hiç bir konuda. Yunanistan AB tarafından yönetilen bir protektorat durumunda. Üçüncüsü, G-20'ler görünüşte sorunların çözümü için ortak hareket etme isteğini dile getiriyorlar, ama pratik tam tersini gösteriyor: G-20, esasen sermaye ve üretimin uluslararasılaşması önündeki engellerin yıkılması; serbest ticaret vs. için kurulmuştu. Ama tam tersi yapılıyor: Hemen her ülke korumacı tedbirlerle rekabet gücünü arttırmaya çalışıyor. Serbest ticaretten; sermaye ve meta hareketi önündeki engellerin kaldırılmasından bahsediyorlar. Ama diğer taraftan da engeller koyuyorlar. Örneğin bu alanda Rusya'nın koyduğu engel (tedbir) sayısı 112; Arjantin'inki 111; Büyük Britanya'nınki 59; Almanya'nınki 58; Hindistan'ınki 56; Çin'inki 55; Fransa'nınki 51. Bunlar konulan engel (tedbir) sayısı. Bir de bu tedbirlerden doğrudan etkilenen ülkeler var: Çin, bu tedbirlerinden dolayı ticari partnerlerinin 195'i; Arjantin 175'i; Almanya 161'i; Hindistan da 154'ü karşısında haksız üstünlük sağlıyor. Bu ülkelerin hepsi G-20 üyesi. Korumacılığın, haydutluğun bu boyutta olduğu bir ortamda hangi ortak karardan ve uygulamasından bahsedilebilir?

Hepsi birbirine yan gözle bakıyor. Örneğin Hindistan, korumacı tedbirlerinden dolayı ABD ve AB'yi eleştiriyor; ABD Çin'i eleştiriyor, Çin de ABD'yi eleştiriyor; sürekli biri diğerini eleştiriyor, eleştirirken de korumacı tedbirler alıyor.

Krizin ilk yıllarında uluslararası piyasalarda para bulmak kolaydı; para boldu. Ama şimdi öyle değil. Ekonomiyi canlandırmak için bolca borçlanıldı. Ekonomi canlanmadı ama borçlar yığıldı. Şimdi borç çok, para yok. Bu nedenden dolayı da borçlu ülkelerin alınan kararı yerine getirmeleri neredeyse imkansız.

Toronto toplantısında alınan karara göre bütçe açıkları 2013'e kadar yarıya düşürülecek, 2016'da ise borç durumu istikrarlaştırılacak. Bu karar G-20'deki “gelişen” ülkeler için geçerli değil. Diyelim ki, Almanya, Kanada, İngiltere bu kararı yerine getirsinler. Ama ABD, Japonya, İtalya, hatta Fransa bu kararı uygulamaktan oldukça uzaktalar.

Ekonomisi yerde sürünen bir ABD, hangi imkanla dünya ekonomisinde lokomotif rolünü oynasın ki G-20 kararları gerçekleştirilmiş olsun?

G-20 içinde durumu en iyi olan BRIC ülkeleridir (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin). Üstelik IMF'nin 24 kişilik yönetiminde şimdi Hindistan ve Çin de yer alıyor. Bu ülkeler G-20 içinde daha etkili olabilirler. Ama bu durumda kendi sermayelerinin çıkarlarına ters düşerler. Bu dört ülke korumacı tedbirler alıyorlar, öncelikle de kendi sanayilerini teşvik ediyorlar. Hakimiyet, hegemonya uygulama sırasının yakında kendilerine geleceğinden emin olarak hareket ediyorlar.

Bu G-20 toplantısını daha öncekilerden ayıran birtakım özelliklerinin olduğunu da belirtmek gerekir. Uluslararası toplantılarda pek görülmeyen, burjuvazinin kendi diplomasi anlayışını ayaklar altına alan tavırlar sergilenmiştir. Buna Yunanistan'a alınan tavır ve İtalya'nın hali örnek gösterilebilir. Merkel ve Sarkozy tarafından temsil edilen Almanya ve Fransa, AB içinde kimin söz sahibi olduğunu, bu iki ülkenin belirlediği politikalara karşı çıkmanın ne anlama geleceğini, AB içinde esas olanın Alman ve Fransız sermayelerinin çıkarlarının korunması olduğunu çok açık bir biçimde bir kabadayı edasıyla göstermiştir. Öyle ki, Avro'yu kurtarmak için Sarkozy ve Merkel “savaşma” kararlılığını sergilemişlerdir. Ne pahasına olursa olsun Avro kurtarılmalıdır. Onlar da biliyorlar ki, Avro Alanı'nın çökmesi/dağılması AB'nin sonunu getirebilir. Hırçınlıkları bu nedenden dolayıdır. Bütün dünyanın gözü önünde Yunanistan “itilip-kakılmış”, tehdit edilmiş, azarlanmıştır. Yunan hükümetinin, hükümet etme yetkisi fiilen elinden alınmıştır. Bu ülke, fiilen Alman ve Fransız sermayelerinin çıkarlarını koruma doğrultusunda AB tarafından yönetilmektedir.

İtalya da hizaya getirilmiştir. Avro bazında AB'nin geleceği kaygısıyla Almanya ve Fransa, İtalya üzerinde baskıyı arttırmışlar, bu ülkenin maliye ve bütçe politikasının IMF'nin kontrolüne açması sağlanmıştır. Böyle bir kontrolün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden bağımsız olarak söylenmesi gereken şudur: Avro Alanı'nın üçüncü büyük ekonomisi, kendinden daha büyük iki ekonomi tarafından mali ve bütçe politikalarının tespitinde ve uygulamasından ehliyetsizleştiriliyorsa; bağımsız hareketi elinden alınmak isteniyorsa, Avro Alanı'nın bu en büyük iki ekonomisi (Almanya ve Fransa) kendi çıkarları için her şeyi göze alabileceğini göstermiş oluyor. Bugün bu iki ülkenin başına gelenler, yarın diğer ülkelerin de başına gelebilir. Almanya ve Fransa, bu hareketleriyle AB'nin niçin kurulduğunu, neden devam etmesi gerektiğini açıklamış oluyorlar; AB'nin geleceğini Alman ve Fransız sermayelerine ne derece hizmet edip etmeyeceğine bağlıyorlar.

Dünya koşulları aynı kalırsa G-20, yedinci toplantısında da ilk altı toplantıda aldığı sonuçları almak için toplanmış olacaktır.