2.
makale
ALTHUSSER
“ÜSTAT” SUS, SUS Kİ, “TEORİ VE POLİTİKA” KONUŞSUN!
(Teori
ve Politika dergisi ve coğrafyamızda Post-Marksizme zemin oluşturma
çabaları)
(Sıkça sorulan
sorular)
TP,
44. sayısında Ali Osman Alayoğlu kimi izlememiz gerektiği
konusunda yolumuza ışık tutuyor: “Althusser’in yaptığı
özeleştirilerle sürekli tahrifata uğrattığı Marx İçin ve
Kapital’i Okumak’taki epistemolojik materyalist duruşu çıkış
noktamızdır. Bu materyalist duruşta, tüm hayatı boyunca hiç
değiştirmediği görüşleri baş köşede oturmaktadır.
Marksizmin derin bir krizde olduğu bir dönemde, krizin teorik
cepheden çözümü için çabalarken, Tarihin öznesiz ve ereksiz
bir süreç olduğunu Althusser’siz ortaya koymayı düşünmek ne
büyük bir hata olacaktır!“
Yazının
başlığı “Bir Kez Daha Konuş Althusser!“ Yazısının
girişinde Alayoğlu, “Balibar, “Bir kez daha sus Althusser”
diyordu“ diyor ve sonra Balibar'ı konuşturarak devam ediyor:
“Althusser sus,.. sus ki Althusser konuşsun!“
Bütünselliği
ile “üstat” mı paylaşılamıyor, yoksa bir Althusser'in
konuşması için diğer Althusser'in susması mı talep ediliyor,
pek anlayamadım. Ama o kadar da önemli değil. Madem ki, Alayoğlu
“Bir Kez Daha Konuş Althusser” diyor, biz de onu bir kez
daha konuşturalım.
Alayoğlu,“Günümüzde
Althusser’in saptamalarını benimseyenler yok denecek kadar az”
diyor. Öyle olduğunu sanmıyorum. Bu coğrafyada “gelin hep
beraber yeni bir Marksizm anlayışı oluşturalım",
“Solduyu”ya aykırı bir Marksizm ortaya koyduk”
diyebilecek kadar kendine güvenen takipçileri vardır “üstat”ın.
En fazlasıyla, insanlar “üstat”ı anlamamış olabilirler ve
bundan dolayı onun “saptamalarını benimseyenler yok denecek
kadar az” olabilir. Yazar soruna bu açıdan bakıyorsa, doğru
söylüyor.
Evet,
“epistemolojik materyalist duruşunla, bir kez daha konuş
Althusser!” Ama bu sefer Anadolu coğrafyasındaki
takipçilerinin dilinden. Bakalım ortaya ne çıkacak.
Anadolu'da
Post-Marksizme zemin oluşturanlar sadece bu dergiden ibaret
değildir. Ama burada bizi bu dergi ilgilendiriyor. Bu nedenle bu
yazıda ele alacağımız konuları TP'nin görüşleriyle
sınırlandırıyoruz.
Bu
derginin “tarihsel” misyonunu anlamak için “Bütünsel
Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve
Taslağı”nı okumak gerekir (Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra,
1995).
Söz
konusu taslakta hepsini ele alamayacağımız kadar çok şey
söyleniyor; akıl vermekten, küçümsemekten, Marksizmi
ilkesizleştirmeye varana kadar sıralanmış bir anlayışlar
yığını. Bu anlayışları atlamamaya çalışacağız, ama çoğuna
geçerken değinmiş olacağız. Çünkü bu yazının, eleştirimizin
esas konusu “ezilenler”, “ezilenlerin Marksizmi”, “Marksizmin
krizi” gibi konular olacaktır.
“Giriş”te
şunları öğreniyoruz:
“Bugün,
"yerel ve küçük adamlar" çok serbest bir durumdalar ve
bugün, serbesti bize kaygıdan çok umut veriyor. Çünkü, artık
olmayan merkezi noktalar çoktandır yeterli ve iyi öğütler
vermekten uzaklardı”.
Marks'ın
ölümünden sonra yazdığı bir mektupta "Proletarya
hareketi sürüyor ama, kritik anlarda Fransızların, Rusların,
Amerikalı ve Almanların, ancak durumun dahiyane ve çok yönlü
bilgisine sahip olan birinin vereceği berrak ve tartışma götürmez
öğüdü edinmek için kendiliklerinden yüzlerini döndükleri
merkezi nokta artık yok" diyerek "yerel ve küçük
adamların" uluslararası saygınlığı olan
önderliklerden yoksun kalmalarından duyduğu kaygıyı dile
getiriyordu. (TP'daki alıntıya göre hareket ediyorum).
TP'yi
anlamakta güçlük çekiyorum. Uluslararası alanda saygınlığı
olan örgütlerin olmaması, yeni gelişenlerin görüş
alabilecekleri örgütlerin olmaması Engels'i kaygılandırıyor,
ama TP'yi neredeyse sevindiriyor. Bu durum size neden “çok umut
veriyor”? Yoksa “artık olmayan merkezi noktalar çoktandır
yeterli ve iyi öğütler vermekten uzaklardı” derken öğüt
verme sırasının kendinize mi geldiğini sanıyorsunuz? Sadece
sanmıyorlar, sıranın kendilerinde olduğundan oldukça eminler.
Türkiye devrimci hareketine sayısız “iyi öğütler”
veriyorlar. Öyle ki, gelin ortaklaşa bir Marksizm kuralım
diyebiliyorlar.
TP,
bulanık sudan, sisli havadan hoşlanıyor, “yerel ve küçük
adamlar”a yol gösterebileceğini sanıyor. Ama “artık
olmayan merkezi noktalar çoktandır yeterli ve iyi öğütler
vermekten uzaklardı” derken de dünyadan habersiz olduğunu
teslim ediyor. Türkiye'de Maocu hareket belki eskisi kadar güçlü
olmayabilir, ama dünya çapında güçlü bir akımdır. Arnavutluk
çizgisini takip eden bir akım olmayabilir (sadece AEP çizgisine
yakın örgütler olmuştur), ama AEP çizgisi Marksizm-Leninizmi
temsil eden çizgiydi. Sovyet modern revizyonizmi, SSCB'nin
dağılmasından sonra dağılmıştır, güçten düşmüştür, ama
o çizgiyi veya genel olarak revizyonist dediğimiz çizgiyi sürdüren
ve uluslararası alanda örgütlü olan partiler vardır. Daha da
ileri gidelim; Troçkizm, tarihinin belki de en güçlü döneminden
geçiyor. 5-6 “eğilim”e bölünmüş olsalar da “dimdik”
ayaktalar.
Doğru,
sadece Marksizm-Leninizm; dünya çapında Marksist-Leninist
örgütlerde belli bir gerileme vardır. Ama onların da işçi
sınıfının yerine “ezilenleri” özne yaparak “ezilenlerin
Marksizmi” ışığında ezilenlerin “sosyalizmi” için
mücadele etme anlayışları yok.
Bütün
bu akımlar, deyiminizle “tarihsel politik okullar” kendi
çapında “yeterli ve iyi öğütler” vermeye devam
ediyorlar.
“Tarihsel-politik
okullar varlık nedenlerini yitirmişlerdir. Onlardan birini baz
alarak yükümleri anlamak bile olanaksızdır”.
Bu,
tamamen yanlış, tamamen öznel bir düşüncedir, saptamadır. Bu
“Tarihsel-politik okullar”ın hiçbirisi “varlık
nedenlerini” yitirmemişlerdir. Adı üzerinde, sınıflı
toplumda yaşıyoruz. Toplum sınıflı olduğu için kaçınılmaz
olarak “sol”da da politik akımlar olacaktır. TP de bunlardan
birisi olmaya çalışmıyor mu? O zaman TP'nin de “varlık
nedeni”nin olmaması gerekir.
Onlardan birisini “baz olarak” görmeyebilirsiniz, ama en azından
kendi kendinizi “baz” alıyorsunuz ve Türkiye devrimci
hareketine 'biz varız' diyerek akıl vermeye çalışıyorsunuz.
“Örgütler,
teorik-taktik tıkanma sürecine girmişlerdir. Tıkanıklığı,
teori yönünden, örgütlerin içinden yapılacak müdahale ile aşma
imkanı kalmamıştır”.
Tamam,
doğrudur, şu veya bu örgüt veya “Örgütler, teorik-taktik
tıkanma sürecine girmişlerdir”. Ama
bu, “Tıkanıklığı, teori yönünden, örgütlerin
içinden yapılacak müdahale ile aşma imkanı kalmamıştır”
anlamına gelmez. Bu
anlayışınızla diyalektiği, gelişmeyi reddediyorsunuz, örgütleri
aynen Althusser “üstat”ın “yapıları” gibi
donduruyorsunuz, onları ölüme mahkum ediyorsunuz. İç mücadele
dinamiği olmayan bir yapı, bir örgüt nasıl düşünülebilir.
Doğru, Althusser “üstat” böyle düşündüğü için siz de
örgütlerin iç mücadele ile sorunlarını aşacaklarına akıl
erdiremiyorsunuz. “Üstat”ın diyalektiği, “yapısalcı”
anlayışı önünüzde aşamayacağınız engel olarak duruyor.
Yoksa
“Tıkanıklığı, teori yönünden, örgütlerin içinden
yapılacak müdahale ile aşma imkanı kalmamıştır” derken
çözüm adresi biziz, TP'dir mi demek istiyorsunuz? Var
oluşunuzdan bu yana Türkiye devrimci hareketine kesintisiz “akıl”
verdiğinize göre kendinizi çözüm adresi olarak gösteriyorsunuz.
Yoksa abarttım mı? Sanmıyorum. Aşağıdaki anlayış
abartmadığımı gösteriyor.
“Türkiye'de
politik Marksizm için bir teorik-politika misyonu oluşturmak
gerekmektedir”. “Bir analiz ve teorik-politik yaklaşım zemini
oluşturmak istiyoruz”.
“Tıkanıklığı,
teori yönünden, örgütlerin içinden yapılacak müdahale ile aşma
imkanı kalmamıştır” tespitinizden
hareketle “zavallılaştırdığınız” örgütlere, ideolojik,
teorik ve örgütsel olarak oldukça uzaktan; onlara erişemeyeceğiniz
uzaklıktan “politik Marksizm için bir teorik-politika
misyonu oluşturmak gerekmektedir” çağrısı
yapıyorsunuz. Ve bahsettiğiniz tıkanıklığı aşmak, zaten var
oluş nedenleri ortadan kalkmış olan “akımları
birleştirmek için de “Bir
analiz ve teorik-politik yaklaşım zemini oluşturmak”
istiyorsunuz.
Peki
siz kimsiniz? Ben sormuyorum. Yok olmaya mahkum ettiğiniz
örgütlerin, üyelerinin, aktivistlerinin, sempatizanlarının,
devrime sempati duyanların, -biraz daha ileri gidelim- işçi
sınıfının, “ezilenler”in sorduğunu düşünün. Cevabınız
ne olabilir?
Ama
cevabı da aynı yazının 1. bölümünde veriyorsunuz: “Artık,
Türkiye'de Marksizmi tanımlama ve anlamada, yarınımıza uzanan
tarihsel süreci, bizim de içinde mütevazı bir özne olarak rol ve
etkimizin olacağı yeterince belirginleşmemiş kanalın işlevini
gözönüne alma zamanının gelmiş olduğu bir evredeyiz”.
Althusser
yapısalcılığıyla mı, Marksizm-Leninizmi reddetmekle mi, işçi
sınıfının yerine ezilenleri koymakla mı, “ezilenlerin
Marksizmi”ni oluşturarak mı, “ezilenler”in sosyalizmini
gerçekleştirerek mi bunu yapacaksınız?
“Ayrım
çizgilerinin yenilenmesi süreci” ara başlığı altında şunlar
söyleniyor:
Ama
önce bir dil, bir kavram sorununun olduğunu söylemeliyim. TP'nin
deyimiyle, benim “okul”un diliyle TP'nin dili farklı. Dil
farklılığı belirleyici öneme sahiptir. Ortak dil olmayınca
insanlar birbirlerini anlayamazlar.
“Eski
çizgileri aynen korumanın fiziki imkanları yok. Kısaca, bugün,
dünyada ve Türkiye'de yaşayan bir gerçek, bu anlamda politik
olarak bir AEP çizgisi yok”.
TP'nin,
AEP (Arnavutluk Emek Partisi) üzerinde neden bu kadar durduğunu
anlayamıyorum. Dünyada ve Türkiye'de “AEP çizgisi yok”
demekle AEP'in uluslararası komünist harekete katkı
diyebileceğimiz görüşlerinin yok olduğu mu savunuluyor? Nedir
AEP çizgisi sorusuna birkaç cümleyle şöyle cevap verebiliriz:
Sovyet
modern revizyonizmine, sosyal emperyalizmine karşı mücadelede
uluslararası komünist harekete önderlik ederek yer alması.
Tito
revizyonizmine karşı mücadele.
Bürokratizme
karşı mücadeleye katkısı.
Stalin'e
her alanda saldırıya karşı mücadeleye önderlik etmesi.
Marksizm-Leninizmi
savunması.
Mao
Zedong düşüncesine karşı mücadelesi.
Tamam,
AEP yok, Arnavut komünistleri bir dizi hata yapmışlardır ve orada
da geriye dönüş gerçekleşmiştir. Ama bu, AEP'in uluslararası
komünist harekete kazandırdığı değerlerin de yok olduğu
anlamına mı gelir?
Tamam,
AEP yok ama revizyonizme karşı mücadele devam ediyor, Maoizme
karşı ideolojik mücadele devam ediyor, Troçkizme karşı
ideolojik mücadele devam ediyor.
TP,
“Troçki, ilk sosyalizm deneyine soldan ve sistemli bir eleştiri
yönelten ilk Marksisttir” diyecek kadar Troçki'ye yakındır,
ama Sovyetler Birliği'nde geriye dönüşe “soldan ve sistemli
bir eleştiri yönelten” son Marksist E. Hoca'dır demeyecek
kadar da E. Hoca'dan ve AEP'ten uzaktır.
“Geleneğimizin
Marksist olan ve olmayana ilişkin devraldığı ve kullandığı
terim, alabildiğine sekter ve dogmatik bir yaklaşımın aracı
olmuştur. Anlayışa göre, Marksizm içinde sapmalara, kesinlikle
yer yoktur. Bu saf ve tarihdışı Marksizm anlayışına göre bir
tek Marksist okul (akım vs.) vardır ve teorisiyle taktiğiyle,
örgütlenme anlayışı ve mücadele yöntemleriyle, kitle çizgisi
ve çalışma teknikleriyle tek tek gerçekleşmiş olanın toplamı
bir Marksist bütünlük teşkil eder”.
TP,
yeni bir Marksizm kuracak kadar iddialı olduğuna göre ne yazdığını
iyi bilmek zorundadır. Yukarıdaki alıntıda geleneğinin ne denli
sekter ve dogmatik olduğunu eleştiriyor; aslında
Marksist-Leninistlerin, evet Marksist Leninist Komünistlerin kendine
her Marksistim diyeni (örgütü vb.) Marksist olarak görmemesini
“tarih dışı” bir “Marksizm anlayışı”nın savunucuları
olarak görüyor. Burada Marksizmin bütünselliği, işçi sınıfının
bilimi olduğu konularına girmeyeceğim. Ama Marksizm aynı zamanda
bir yöntemdir; düşüncede ve eylemde doku uyuşmazlığını kabul
etmez. TP'nin de dediği gibi “teorisiyle taktiğiyle,
örgütlenme anlayışı ve mücadele yöntemleriyle, kitle çizgisi
ve çalışma teknikleriyle” bir bütünü ifade eder. TP'nin
kendisi ne yapıyor? Gelin bir Marksizm oluşturalım diyor ve temel
görüşlerini sıralıyor. Bu durumda TP'nin görüşlerini kabul
etmezsen sekter oluyorsun, dogmatikleşiyorsun, bütünlüklü bir
Marksizmi savunmuş olmuyorsun. Peki, TP ne yapmış oluyor?
Tersinden o da sekter olmuyor mu, dogmatikleşmiyor mu?
Aşağıdaki
anlayışıyla da yukarıdaki anlayışını geçersiz kılıyor.
Sapmanın olduğu yerde ortak hareket etmenin; düşüncede ve
eylemde ve dolayısıyla örgütlenmede ortak hareket etmenin;
aynılaşmanın koşulları yok demektir. Bu çok doğaldır ve bir
kısım burjuva partilerde de görülmektedir. TP böyle demagoji
yapacağına, kendine en yakın örgüte gitsin, ben geldim,
görüşlerinizi de kabul ederek düşüncede ve örgütlenmede
sizinle ortaklaşmak istiyorum desin. Niye yapmıyor? Yapamaz, çünkü
bizzat kendisinin sekter ve dogmatiktir.
TP'nin
aşağıdaki anlayışına, son cümle hariç katılırım. Kendim
formüle etsem belki bu kadar anlaşılır formüle edemeyebilirim.
Ne diyor? Tartışacaksın, her özgül dönemlerde o özgüllüğe
tekabül eden düşünceler geliştireceksin, gelişmenin gerisinde
kalmayacaksın vb. diyor. Çok doğru. Ama sonra ne diyor? “Bir
dönemin Marksizmi içinde Marksizmi koruma ve geliştirmenin tek
yolu, yegane sigortası, kesintisizce sürdürülen ayıklama
işlemidir”. Demek ki, bunu kendisi yaparsa doğru oluyor,
başkası yaparsa sekter, dogmatik oluyor. Neden? “Ayıklama”yı,
örneğin a, b, c örgütleri yaparsa “sekter ve dogmatik”
oluyor, “saf ve tarihdışı Marksizm anlayışı”
savunucusu oluyor, ama TP yaparsa “kesintisizce sürdürülen
ayıklama işlemi” yapmış oluyor!
“...Marksizm,
burjuva teorisi, politikası ve pratiğine karşı mücadeleyi
öncelikle kendi içinde verir. Felsefede, politikada ve "bilimde"
Marksist olan ile olmayan, verilmiş ayrımlar değildir. Her özgül
dönemde özgül yaklaşımlar geliştirmek gerekir. Bir dönemin
Marksizmi içinde Marksizmi koruma ve geliştirmenin tek yolu, yegane
sigortası, kesintisizce sürdürülen ayıklama işlemidir.
Bu
işlem, "genel olarak Marksizm alanı"nda yapılır”.
“Kesintisizce
sürdürülen ayıklama işlemi, "genel olarak Marksizm
alanı"nda” yapılıyormuş.
Anladığım
kadarıyla "genel olarak Marksizm alanı" herkese
açık bir alan. Herkes
derken de “Marksistim” diyen her örgütü, yani “okul”u
kastediyorum. Herhalde TP de böyle düşünüyordur. Şimdi bu
“herkesi”, bugünün “herkesi”ni göz önünde tutarak bir
açalım, bakalım karşımıza ne çıkacak:
Marksist-Leninstler
(Marks, Engels, Lenin, Stalin)
Maocular.
Troçkistler
(Kendi aralarında aynı “alan”da bir araya gelemediklerine göre
her bir “eğilim” başlı başına bir “akım” olarak ele
alınırsa bu listeye en azından 5-6 akım daha eklemek gerekir).
Titocular.
Sovyet
revizyonizmi çizgisinde olan revizyonistler.
Gramsci'ciler.
Althusser'ciler.
E.
Hoca'yı savunanlar.
Kim
İl Sung'cular.
Kastro'cular.
SUCI
Socialist Unity Centre of İndia (Shibdas Gosh)
Otonomcular
(kendine Marksistim diyenler ve demeyenler, Ludistler vs.)
Dimitrof'cular.
Konsey
Komünizmciler.
Operaizmciler/Negri'ciler.
Eksik
oldu, ama yeter. Bunların hepsi bir biçimde Marksizmi referans
alıyor. Yani "genel olarak Marksizm alanı"nın
aktörleri. TP'ye göre demek ki, “Marksizmi içinde
Marksizmi koruma ve geliştirmenin tek yolu, yegane sigortası,
kesintisizce sürdürülen ayıklama işlemi” olduğu
için ve bu işlem de "genel olarak Marksizm alanı"nda
yapıldığı için yukarıdaki “akımlar” veya yapılar kendi
aralarında; o sihirli "genel olarak Marksizm
alanı"nda tartışacaklar
ve “kesintisizce sürdürülen ayıklama işlemi”ni
gerçekleştirecekler.
Burası
sözün bittiği yer. Kolay gelsin!
TP
demagojiye baş vuruyor:
“Ve
Lenin, hala Marksizm alanında yer alan oportünist ve
revizyonistlerle, ekonomist ve "sol" komünistlerle
kavgalarını, Marksizm alanı dışında yer alan devrimcilerle
kavgalarından özenle ayırmıştır.
Türkiye'de
kavramlar, anlamını yitirecek ölçüde çarpıtılmıştır.
Lenin'in genel olarak Marksizm-alanı üzerinde bir kavram olarak
kullandığı "revizyonizm", "karşı-devrimci
sosyal-faşistleri" nitelemek için; "sol" ve "sağ"
oportünizm terimleri, Marksist olmakla ilişkileri bile söz konusu
edilmeyen küçük-burjuva devrimcileri ve reformist uzlaşmacılar
için kullanılmıştır”.
Hiç
de öyle değil. TP'nin, “tanrı katı”ndan aşağı inmesi
gerekiyor. Anladığım kadarıyla TP, Lenin'in “polemik”
yazılarını, ideolojik mücadele yazılarını çok iyi
araştırmıştır. Lenin'in revizyonizm üzerine değerlendirmelerini
tanıması gerekir. Aynı zamanda Lenin'in revizyonizm için
burjuvazinin işçi hareketi içinde ajanıdır, uzantısıdır
değerlendirmesini de biliyordur. Lenin, revizyonizmi “Marksizm-alanı
üzerinde bir kavram olarak” kullanmamıştır.
TP,
çarpıtmaya devam ediyor: "Karşı-devrimci
sosyal-faşistleri" nitelemek için; "sol" ve "sağ"
oportünizm terimleri, Marksist olmakla ilişkileri bile sözkonusu
edilmeyen küçük-burjuva devrimcileri ve reformist uzlaşmacılar
için kullanılmıştır”.
"Karşı-devrimci
sosyal-faşistleri" kavramlarını bir kenara koyalım.
Çünkü TP, bir dizi kavram sırlıyor ve katakulli
yapıyor."Karşı-devrimci sosyal-faşistler" kavramının
nasıl kullanıldığı ayrı bir tartışma konusu. Ama
Türkiye'de Maocular, Cepheciler, Kaldıraççılar, Kızıl
Bayrakçılar, TKP vs. "genel
olarak Marksizm alanı"nda
yer almıyorlar mı? TP'ye göre yer almaları gerekir. Peki bunlar
kendilerine göre bir biçimde Marksizmden bahsediyorlarsa ve kendi
aralarında birbirlerine “sağ”, “sol” sapma göndermeleri
yapıyorlarsa bunda yadırganacak ne var? Bunlar, bizim Marksizmle
ilişkimiz var diyorlar. Yoksa TP'ye mi sormaları gerekir veya kimin
Marksizmle ilişkisinin olup olmadığına, kimin kime “sağ”,
“sol” oportünizm göndermesi yapıp yapmayacağına TP mi karar
veriyor?
Devamla
şöyle deniyor:
“Bu
karmaşık ortamı anlamak için, "Marksizmin genel alanı"
kavramını literatürümüze yeniden katmanın pratik
yararının yeterince açık olduğu düşüncesindeyiz.
Örgütsel
ifadelerine kavuşmuş akımlar içinde, geleneğimizin unsurları
dışında TKEP, Kurtuluş, Ekim gibi örgütleri, şimdiden,
Marksizm alanı içinde belirleyebiliyoruz. Marksizm alanında yer
alan akımlara eski ölçütler vurgulanamaz. Bu akımlar burjuva
ideoloji ve politikasının bağışık olamıyorlar. Her biri, büyük
ve derin yalpalamalar yaşayabiliyor. Bunlar dışında, örgütsel
yapılar olarak politika yapan ya da henüz birer propaganda çevresi
konumunda olan ve çeşitli okul geleneklerinden gelen birçok odağın
Marksizm alanında yer aldığını ya da bu konuda değerlendirme
konusu olduklarını belirleyebiliyoruz: Doktorcular diye anılan
kesimdeki bazı yapılar, Maocu gelenekte yaşanan ayrışmalar
sonucu ortaya çıkan Komün çevresi gibi oluşumlar, henüz birer
propaganda çevresi niteliğinde olan ve Troçkist gelenekten sayılan
bazı odaklar”.
"Marksizmin
genel alanı"nın geleneğimizin alışılmış anlayışından
oldukça farklı ve heterojen bir zemin olduğu açıktır”.
Arkadaşların
kendilerine özgü bir "Marksizmin
genel alanı" anlayışları
var. “Literatürümüze
yeniden katmanın pratik yararı”nda
bahsedildiğine göre bu kavram daha önce kullanılıyordu, pratik
yararı vardı, sonra vazgeçildi, yeniden kullanalım deniyor.
Anladığım kadarıyla tanımlamada sıkıntı çekildiğinde solu
“sol” olarak yazmaya benziyor. Bu durumda “solun genel alanı”
içinde örneğin a, b, c örgütlerinin soldan saymadığı, ama
başka örgütlerin sol olarak gördüğü örgütler var.
"Marksizmin
genel alanı" için
de aynı durum geçerli; bazı örgütlerin bu “alan” içinde
görmediğini bazıları o “alan” içinde görüyor. TP de
yazının devamında kimleri bu alan içinde gördüğünü
sıralıyor; Troçkistlere kadar uzanan bir yelpazede hemen “herkes”
yer alıyor. Kimin kiminle bir araya gelebileceği veya gelemeyeceği
tartışmasını bir yana bırakalım. Marksizmin uluslararası ve
tekil ülkelerdeki tarihine baktığınızda “herkes”in kendine
göre bir “alan” belirlemesi yaptığını görürsünüz. Ama
aynı “alan”da olamayacakları bir araya getirme çabasını
göremezsiniz. I., II. ve III. Enternasyonal'in tarihine bakın. III.
Enternasyonal'in ön çalışmalarında sayılabilecek Zimmerwald ve
Kienthal konferanslarına bakın ve yakın tarihe bakın. İlkesel
olarak bir araya gelemeyecek olanların aynı “alan”ı
paylaşmadıklarını, aynı “alan”ın bileşenleri olmadıklarını
görürsünüz.
Ve
sonra "Marksizmin
genel alanı"nın geleneğimizin alışılmış anlayışından
oldukça farklı ve heterojen bir zemin olduğu açıktır”
deniyor.
Birçok yerde ısrarla “geleneğimiz”
göndermesi
yapılıyor. Anlayamadım bunu. Ya bir beklenti var ya da
“ezilenler”, “geleneğimiz”den ne kadar farklı olduğumuzu
görün mesajı veriliyor. TP, “bir şeyler” kaşıyor/okşuyor,
acaba neyi kaşıyor/okşuyor? Her neyse. Burada TP'nin diyalektik,
gelişme, değişim vb. adına Althusser “üstat”tan aldığı
yapısalcılığı görüyoruz. TP'nin sık sık dile getirdiği
gelenek ve başka gelenekler birleşti ve tamamen değişik bir
gelenek oluşturdular. O tamamen başka gelenek içinde ne TP'nin
geleneği ne benim geleneğim ne de başka bir gelenek olduğu gibi
temsil edilmektedir. Bu gelenekler, kendilerini aşarak, kendilerini
yeni, daha üst seviyede yapılandırarak yeni içinde yok
olmuşlardır. Ama Althusser “üstat”a göre “yapılar”
değişmez; “yapılar” bir araya gelebilirler yeni bir “yapı”
oluşturabilirler, ama her bir “yapı”, o yeni “yapı” içinde
varlığını değiştirmeden sürdürür. “Üstat”ın
diyalektikten, değişimden, gelişmeden anladığı bu. TP de öyle
anlıyor ve sürekli varlığına inandığı geleneğine hitap
ediyor.
Tabii
sorun sadece bununla sınırlı değil; bu sadece bir açılım. TP,
yeni bir Marksizm oluşturma peşinde ve bunu da "Marksizmin
genel alanı"nda
yer alanlarla gerçekleştirecek. L.
Althusser “Üstat” da, Marksizmi yapısalcı öğretilerle
birleştirerek yeni bir Marksizm oluşturmaya çalışıyordu; yani
“bilimsel olmayan” unsurlarından arındırılmış, bu durumda
Marksizmin devrimci özünden arındırılmış bir Marksizm
oluşturmaya çalışıyordu. “Üstat”, yeni bir Marksizm
oluşturma iddiasındaydı. TP de onun takipçisi olarak Türkiye'de
“Solduyu”ya
aykırı bir Marksizm ortaya koyduk” diye
yeni bir Marksizm oluşturma iddiasıyla yola çıkmıştı.
“Genel
olarak Marksizm alanı ve okullu parçalanmışlığın aşılması”
ara başlığı altında (2. bölüm) şunları okuyoruz:
“Tarihsel
okulların fukara çeperlerine sıkıştırılmış Marksizm anlayışı
zayıflıyor, o halde ona son ve kesin darbeyi vurmaya hazırlanmak
gerekiyor. Okullar arasında, onyıllar boyunca küllenmiş bir
kavram olarak kuluçkaya terkedilen ve artık gerçeklik kazanacak
olan "genel olarak Marksizm alanı"nda cereyan edecek
ateşli bir etkileşim (kavgasızlık değil kavga) sürecinin,
tarihsel Marksist okulların sınır çizgilerinin silinmeye
başladığı bir sürecin başlarında; çelişkileri ve
çeşitlilikleriyle bütünleştirici (abç) bir Marksizm
anlayışının dünyasal egemenliğini ilan edeceği bir dönemin
öngünündeyiz”.
TP,
daha 1995'te bugünleri de görerek yazmış; komünist, devrimci
hareketleri, kendi deyimiyle "genel olarak Marksizm alanı"nda
yer alan başkalarını, açıklanmasında zorluk çektiğim bir
üstünlüğe sahip olma edasıyla ezmeye, onlara darbe vurmaya
hazırlanmış.
Aradan
bunca zaman geçmesine (2012-1995 = 17 sene) görüşleri
doğrultusunda bir gelişmenin olmaması, daha başından beri “genel
Marksizm alanı”nda yer
alanlara karşı duyduğu tepkiyi, küçümsemeyi öfkeye
dönüştürüyor. Marksist Leninist Komünistler de dahil o “alan”a
sıkıştırdığı “herkes”i zavallı görüyor, “son
ve kesin darbe” vurmaktan
bahsediyor. O “alan”da sürdürülecek olan ateşli ideolojik
tartışmalardan bahsediyor; “okul” bahçelerinin duvarlarının
yıkıldığından “çelişkileri ve çeşitlilikleriyle
bütünleştirici Marksizm”in
Anadolusal değil, “dünyasal” ilanından bahsediyor. Anladığımız
kadarıyla TP'nin tarihsel misyonu, bir araya gelebilecek ve
gelemeyecek güçleri -”çelişkileri ve çeşitlilikleri”-
bir ideolojik çatı altında toplamaktır. Herkes bu yapı içinde
“çelişkileri”yle yer
alabilir, bu onların “çeşitli” oluşlarının ifadesidir; yani
varlıklarının, yeni çatı; “Marksizm” içinde eriyip
gitmemesinin ifadesidir. Althusser “üstat”ın yapısalcı
anlayışı burada da kendini gösteriyor, TP'ye yol gösteriyor.
Yeniden
formüle etmeye niyetim olmadığı için ilk makalede yer alan
Diyalektik ve yapısalcılık üzerine anlayışı buraya
aktarıyorum:
Yapısalcılık,
“sistemler“in tekil parçalarından oluşan iç bağlarını
arar. Sistem dendiğinde akla toplum düzenleri gelebileceği gibi
örneğin biyoloji de, dilbilimi de gelebilir. Marksizm de
sistemlerin tekil parçalarından oluşan iç bağlarını arar.
Buraya kadar yapısalcılıkla Marksizm arasında soruna bakışta
bir fark yoktur. Belirleyici fark şudur: Yapısalcılık şeylere,
olgulara durağan, hareketsiz bir bakış açısıyla yaklaşır.
Aradığı bağlar, ilişkiler görünür ve tanımlanabilir
olmalıdır. Yapısalcılık, bir bütünün özünü onu oluşturan
tek tek yapılardan -parçalarından ve bu parçaların
bağlamlarından hareketle açıklamaya çalışır. Bu bakış
tarzı, yapısalcılığın biçimsel mantıkla bağını gösterir.
Marksizm,
bir bütünü karmaşık bir sistem olarak görür; sistem tekil
parçalardan oluşur, öyle ki, sistem, ne tekil parçaların
özellikleriyle ne de bu parçalar arasındaki görülebilir
bağlamlarla açıklanamayan özellikler ortaya çıkarabilir.
Yapısalcılık,
bütünü onun tekil parçalarının, yapılarının, yüzeysel
bağlarının toplamı olarak anlar. Buna karşın Marksizm ise
bütünü oluşturan parçaları, yapıları, yüzeysel bağlarını
o bütünün özelliklerinden; yani bütünün özünden hareketle
açıklar. Bu durumda bütünü oluşturan yapılar, parçalar
bütününün özüne inmekle, onu
kavramakla açıklanabilir. Ama yapısalcılık bunun tam da
tersinden hareket ettiği için olguların özünü tanıyamaz.
TP'nin,
sorunu anlamadığı ve anlayamayacağı tam
da budur. Sanıyor ki, tekilleri, değişmeden bir araya getirebilir
ve yeni bir yapı oluşturabilirim. Belirttikleri, “çelişkileri”yle,
“çeşitlilikleri”yle anlayışı tam da budur. Değişmeden,
birbirinize benzemeden bir arada olabilirsiniz ve böylece
“bütünleştirici
Marksizm”i
oluşturabiliriz.
“Tarihsel
Marksizmin, Marksistlerin elinde, Marksizmin büyük teorik-pratik
kapasitesi ve iddiasına karşılık olamayacak ölçüde eksikli
oluşu, tarihsel Marksizmin tarihle "baş edememesi" ve
onun radikal niteliği, etkisini, bir yazarın vurguladığı gibi,
Marksizmin rakip eğilimler ve düşman partiler olarak
parçalanmasında gösteriyor. Tarihsel ve teorik doğası gereği
bir iç mücadele dinamiği taşıması gereken Marksizm, mücadeleyi
"içeride" yapamayacak ölçüde -eğilimler ve okullar
arasında "dışarıdan" ancak "silahların
eleştirisi"nin yapılabildiği- derin bir parçalanma dönemi
yaşadı. Her Marksist okul, her zaman "kuvve"de olmasa
bile, ama bütün dönem boyunca "fiil"de kendini "tarih"in
egemenliğine bıraktı. Tarihin azgın suları nihayet Marksizmin
kendi içlerinde bile parça parça olmuş okullarını kıyıya
vurdu”.
Yazı
ilerledikçe TP'nin doğru söylememeye başladığını da
görüyoruz. Önce şu kavrama bir açıklık getirmek gerekir:
“Tarihsel Marksizmi” tanımıyorum, onu tarihselleştirerek
başkalaştırmak; içini boşaltmak Post-Marksizmin temel amacı,
varoluş nedenidir. Ama Marksizmin şu veya bu konudaki görüşü
tarihseldir. Bunu kabul ederim.
“Tarihsel
Marksizmin, Marksistlerin elinde, Marksizmin büyük teorik-pratik
kapasitesi ve iddiasına karşılık olamayacak ölçüde eksikli
oluşu, tarihsel Marksizmin tarihle "baş edememesi"
tamamen Post-Marksist,
Althusser'ci bir anlayıştır. Gelişme, değişim, dönüşüm vs.
diyerek Marksizmin yeni sorunlara cevap veremediği, tarihselleştiği,
esas olanın onu geliştirmek olduğu Post-Marksizmin temel çıkış
noktasıdır. Althusser “üstat” Marks'ı ikiye bölerken; bir
Marks'tan iki Marks çıkartırken, bir Marks'ı tarihselleştiriyor,
diğerini de geliştiriyordu. TP de Post-Marksizmin bu temel
yöntemini “tepe tepe” kullanıyor.
Unutmamak
gerekir ki, Marksist yöntem bütün sorunların çözümünde
anahtardır. Ama onu kullanamamak, uygulayamamak Marksizmin kendisine
değil, kişilere; Marksistlere özgüdür. Bu iki olguyu birbirine
karıştırarak Marksizmi, Post-Marksistleştirmek Post-Marksistlerin
işidir. TP de bunu yapıyor.
“Tarihsel
ve teorik doğası gereği bir iç mücadele dinamiği taşıması
gereken Marksizm”diyor
TP. Doğru söylüyor, ama yanlış sonuç çıkartıyor. İç
mücadele dinamiği, tartışmak ve tartışılan konu üzerinde bir
sonuca varmak sürecidir. Bu sürecin sonunda aynı görüşe
varılabileceği gibi, ayrı görüşlere de varılabilir. Aynı
görüşe varıldığı durumda örgütsel birlik devam eder, ama
sorun ilkesel ise farklı görüşe varılmışsa; programatik,
stratejik birlik yoksa örgütsel olarak da bir arada olmanın bir
anlamı kalmaz. TP bunu anlamıyor mu? Çok iyi anlıyor, yazıyor
da. Ama Althusser'ci yapısalcı anlayış onun önüne en büyük
engel olarak çıkıyor; her şeye rağmen, bütün “çelişkilere”
ve “çeşitliliklere”
rağmen “bütünleştirici
Marksizm”
anlayışı TP'nin handikabıdır,
çıkmazıdır.
“Tarihsel
parçalanma eğiliminin merkezkaç etkisinde olan okulların hiçbiri,
altmış-yetmiş yıl boyunca Leninizminkine benzer bir etkiyi
Marksizm alanı üzerinde gösteremedi ve dünya-ölçekli
egemen bir pozitif Marksizm anlayışını Marksizmin etki alanı ve
burjuva düşüncesi nezdinde kuramadı. Tarihe yöneltilecek bir
bakış, küçük tepeciklerin oluşturduğu birkaç tarihsel tepe
dizisinin arasından ve üzerinden "Lenin dağı"nı ve
Leninizmi rahatlıkla görebiliyor. Lenin'in ölümünü izleyen
yaklaşık yetmiş yıldan sonra bizim Lenin'e ilk elde ulaşmamıza
gerek bırakmayan teorik-pratik Marksizm eşikleri (yeterli
ölçülerde) teşkil edilememiştir. Marks'ın kişisel eseri
Lenin'in varlığıyla daha büyük önem, anlam ve gelişkinlik
kazanmıştır...”.
Yazı
ilerledikçe TP'nin doğru söylememe oranı da yükseliyor;
çarpıtıyor, gerçekleri farklı göstererek Post-Marksizme zemin
hazırlıyor. Ama önce şimdiye kadar anlayamadığım bir konuya
yukarıdaki alıntıda açıklık getirildiği için sevindim. Şimdi
neden sürekli Marksizmden bahsettikleri ve Marksizm-Leninizm
demedikleri anlaşılıyor. TP, Post-Marksizm ve Post-modernizmin
ortak özelliği, yalın olarak Marksizmden bahsetmeleridir. Kökenine
döneceksin, yani Marks'a döneceksin; onu kendi koşullarını ve
yaşanan koşulları birbirine karıştırarak parçalarına
ayıracaksın; işine yarayanı alıp, geriye kalanı atacaksın veya
tarihselleştireceksin ve böylece Marksizmin zaman içinde nasıl
“çatallaşığını”, “tarikatlaştığını” veya
“mezhepleştiğini” döne döne anlatacaksın ve “bütünleştirici
Marksizm”in yolunu açacaksın. TP, Marksizmi,
Post-Marksizmleştirmede kendi çapında bir rol oynuyor.
TP,
Leninizmi de bir “okul” olarak görüyor. Tamam, kısmen taktir
ediyor, ama sonuçta Marksizmin bir “okul”u, bir “mezhebi”
olarak görüyor. Bundan dolayı yalın olarak Marksizmden
bahsediyor; Marksizm-Leninizmden bahsetmiyor.
“Tarihsel
parçalanma eğiliminin merkezkaç etkisinde olan okulların hiçbiri,
altmış-yetmiş yıl boyunca Leninizminkine benzer bir etkiyi
Marksizm alanı üzerinde gösteremedi ve dünya-ölçekli egemen bir
pozitif Marksizm anlayışını Marksizmin etki alanı ve burjuva
düşüncesi nezdinde kuramadı” derken
bunu söylüyor.
Burada
Leninizmin çağımızın Marksizmi olduğunu, bu nedenle çağımızda
Marksizmin Marksizm-Leninizm olduğunu TP ile tartışmanın bir
anlamı olduğunu sanmıyorum: TP'nin mutlak doğrusu, Leninizmin,
Marksizmin bir okulu olduğudur. Benim veya tüm
Marksist-Leninistlerin mutlak doğrusu da çağımızda Marksizmin,
Marksizm-Leninizm olduğudur.
Lenin'in
ölümünü izleyen yaklaşık yetmiş yıldan sonra bizim Lenin'e
ilk elde ulaşmamıza gerek bırakmayan teorik-pratik Marksizm
eşikleri (yeterli ölçülerde) teşkil edilememiştir. Marks'ın
kişisel eseri Lenin'in varlığıyla daha büyük önem, anlam ve
gelişkinlik kazanmıştır...”
Yukarıdaki
anlayışta başka bir Post-Marksist yöntem görüyoruz: TP,
Marksizmi kişiselleştiriyor, “Marks'ın kişisel eseri”nden
bahsediyor. Tabii arkasından da kişi olarak Lenin geliyor ve
Leninizm kişiselleştiriliyor. İş bu noktaya getirilince kişileri
ikiye, üçe bölebilirsiniz. Ama abartmayalım ve Althusser “üstat”
ve bütün Post-Marksistler gibi Marks'ı ve Lenin'i ikiye bölelim;
işimize gelen yanlarını alalım, geriye kalan yanlarını da
tarihselleştirelim. Böylece onlardaki düşünce ve yöntem
bütünselliğini bir çırpıda yok etmiş oluruz ve istediğimiz
gibi Post-Marksist tarzda değerlendirebiliriz. TP de bunu yapıyor.
Her şeyden önce Leninizmi, Marksizmin bir “okul”u olarak
görmekle Leninizmin Marksizme katkısını veya kişiselleştirsek
Lenin'in Marks ve Engels'in düşüncelerini; bu anlamda Marksizmi
geliştirdiğini inkar ediyor. Diğer taraftan Leninizmi
kişiselleştirdiği için onun ölümüyle (1924) o defterin de
kapandığını söylüyor. Peki SSCB'ndeki uygulama; teorinin
yaşamın ve ekonominin her alanında pratiğe geçirilmesi,
Marks'ın, Engels'in ve Lenin'in düşüncelerinin; teoride
Marksizmin uygulaması değil miydi? Bu uygulamalardan; pratiklerden
çıkartılan sonuçlar teorileştirilmedi mi? Leninizmi
kişiselleştirirseniz, hayır demek zorundasınız, ama Leninizmi
kişiselleştirmezseniz evet demek zorundasınız. Bu durumda
Stalin'i göz ardı edemezsiniz. Ama TP bunu yapıyor. “Lenin'in
ölümünü izleyen yaklaşık yetmiş yıldan sonra” diyerek
Troçkizmi bir “okul” yapabiliyor, “Batı-Marksizmi”ni bir
okul yapıyor, ama “Stalinizm” de bir okuldur deme cesaretini
gösteremiyor (Belki de diyordur). Bu, TP'nin sorunu.
“Tarihsel
parçalanma eğiliminin merkezkaç etkisinde olan okulların hiçbiri,
altmış-yetmiş yıl boyunca Leninizminkine benzer bir etkiyi
Marksizm alanı üzerinde gösteremedi ve dünya-ölçekli egemen bir
pozitif Marksizm anlayışını Marksizmin etki alanı ve burjuva
düşüncesi nezdinde kuramadı” derken
TP (okulcu anlayışlarını bir kenara koyuyoruz) 1924-1953
dönemini; bu dönemin SSCB'ni, sosyalizmin inşasını, doğa ve
toplum bilimlerinin geliştirilmesini vs. nereye koyuyor?
“Marksizmin
tarihinde Marks-Engels ve Lenin eşikleri dışında bütünsel
eşikler yoktur. Lenin'den sonra hiçbir akımın bütünlüklü bir
teorik-pratik oluş ve karşı-koyuş gerçekleştirememesi, hiçbir
akımın bütünlüklü bir savunuya konu olamayacağı anlamına
gelir”.
Yukarıdaki
anlayış, öyle formüle etmeyi yanlış da bulsam, doğrudur. TP
burada Marks ve Engels'in devamı olarak Lenin'den bahsediyor.
Dolayısıyla Marks ve Engels'in görüşlerinin Lenin tarafından
geliştirildiğinden bahsediyor. Marks ve Engels'in görüşlerinin
bütünlüklü olduğunu, Lenin'in de bu bütünlüklü dünya
görüşünü “bütünlüklü” geliştirdiğin söylüyor.
“Bugün
dünyada Marksizm alanında yer alan hiçbir okul, kendini
diğerlerine karşı net bir şekilde öne süreceği bütünlüklü
bir varlığa sahip değil. Hiçbir okul, bütünlüklü bir Marksizm
zemininde bulunmuyor. Her bir okul, Marksist bütünlüğün şu ya
da bu sektörünü, belirli tarihsel kesitlerin sınırlayıcılığında
gerçekleştirebilme uğraşı veriyor”.
TP'nin
anlayışının doğru olduğunu düşünelim ve soralım:
Troçkistlere bir sorun da size “bütünlüklü bir varlığa
sahip” olup olmadıklarını, “bütünlüklü bir Marksizm
zemininde” bulunup bulunmadıklarını anlatsınlar. Maoculara
bir sorun da size “bütünlüklü bir varlığa sahip”
olup olmadıklarını, “bütünlüklü bir Marksizm zemininde”
bulunup bulunmadıklarını bir anlatsınlar ve son olarak
Marksist-Leninistlere veya Marksist Leninist Komünistlere bir sorun
da size “bütünlüklü bir varlığa sahip” sahip olup
olmadıklarını, “bütünlüklü bir Marksizm zemininde”
bulunup bulunmadıklarını anlatsınlar.
Sorabilir
misiniz? Sizde o cüret var mı?
TP,
bir türlü “tanrı katı”ndan aşağı inip “baldırı
çıplaklar”ın arasına karışmıyor, kendini hapsettiği
fanustan bir türlü dışarı çıkmıyor; belkide etkilenirim,
kendimi “okul”lara karşı korumalıyım diye düşlüyordur.
Bunu bilemem, ama TP'nin yaşamdan ne kadar kopuk olduğu aşağıdaki
görüşlerinden anlaşılıyor:
“Bütünlüklü
Marksizm arayışı, bütün sorunlarına rağmen ilgili okulların
içinden yeşeriyor. Bu bir dinamiktir”.
Örneğin
“karşı devrimci Stalinizm” “okul”uyla; yani
Marksist-Leninistlerle Troçkist “okul”ların, Maocu “okul”larla
Troçkist “okul”ların, varsa Gramsci'ci,
Negri'ci veya “otonom Marksist” “okul”larla başka
“okul”ların “Bütünlüklü
Marksizm arayışı”
içinde oldukları için bırakalım birleşmeyi, yakınlaştıklarını,
“bütün
sorunlarına rağmen ilgili okulların içinde”
“bütünlüklü
Marksizm arayışı”nın
“yeşeriyor” olduğunu gösteren bir ipucu var mı?
TP,
hayal dünyasını konuşturuyor, ben böyle düşünüyorum, o halde
bu gerçektir diyor. Burada hangi felsefi disiplinin esiri olduğunuza
girmeyeceğim. Yazı uzuyor da ondan dolayı.
“Doğru
Marksist çizgi, tek başına hiçbir okulun uhdesinde değildir. Her
bir okul, bünyesinde farklı düzlemlerde ve farklı tutumlarda
çeşitli sapmaları, burjuva düşünce ve politikasının
yansımalarını taşıyor”.
Yukarıdaki
anlayış da başka bir dert! Diyelim ki, dediğiniz doğru. Belli
bir çizginin “doğru Marksist çizgi” olduğuna kim karar
veriyor? TP karar veriyor. Marksizmin tarihinde hiçbir “okul”,
başka bir “okul”a “Doğru Marksist çizgi”yi ben
savunuyorum, bu benim “uhdemde”dir, sen savunamazsın dememiştir.
Ama doğru çizgiyi savunduğu iddiasında her zaman bulunmuştur.
“Her
bir okul, bünyesinde farklı düzlemlerde ve farklı tutumlarda
çeşitli sapmaları, burjuva düşünce ve politikasının
yansımalarını taşıyor” deniyor,
taşıyabilir, sınıflı bir toplumda yaşıyoruz bu mümkündür
denmiyor. Ortada kesin bir hüküm var; “taşıyor”. Madem ki, bu
işe; “bütünleştirici Marksizm anlayışı”
oluşturmaya bu kadar önem veriyorsunuz, o halde söz konusu
“okul”larda gördüğünüz “çeşitli sapmaları,
burjuva düşünce ve politikasının yansımalarını” niçin
açmıyor sunuz? Örneğin, ben bir Marksist Leninist Komünistim,
bendeki (bizdeki) “çeşitli sapmaları, burjuva düşünce
ve politikasının yansımalarını”
neden açmıyor sunuz?
Fanustan
dışarıyı izleyerek (şimdilik) David'in Goliath'a karşı
mücadelesinde söz söyleme hakkınız yoktur. Bunu bilmeniz
gerekir.
TP,
inkarcılığı ve tasfiyeciliği somutlaştırıyor:
"Pratiğin
ölçütü, kendini ancak belirli bir dönem sonunda gösterir"
ve 60 yıl, okulların yaklaşımlarına ilişkin, yeterince "belirli
bir dönem"dir. Pratiğin ölçütü göstermiştir ki,
1920'lerin sonundan bu yana varolan Marksist akımların hiçbiri,
tarihsel-politik haklılığını bütünsel olarak
kanıtlayacak bir eyleyiş ortaya koyamamışlardır. Tabii eğer 60
yıl boyunca bunu yapamamak "teorik haklılığı" da
(teori-içi tarih dışında) berhava etmiyorsa...
Böylece
ufkumuz, mantıksal nedenlerle de, okullar sınırını aşmalıdır.
Okulların, kısırlaştırıcı, darlaştırıcı çeperinden,
öncelliği belirgin olarak teoriye vererek çıkmak gerekiyor”.
Bırakalım
şu “okul” hikayelerini bir kenara ve 1920'lerden bu yana olup
biteni birkaç cümle ile tanımlayalım:
Dünya
deviminin ilk adımı, bir parçası olarak Ekim Devrimi ete kana
bürünmüş müdür?
SSCB'nde
sosyalizm, sosyalist üretim biçiminin nesnel yasalarının
oluşacağı derecede kurulmuş mudur?
SCCB,
dünya proletaryasının ve emekçi yığınlarının bir meşalesi
olmuş mudur?
SSCB,
sosyalizm gerçeği, kapitalist dünya sistemini parçalamış ve
birbirine zıt iki dünya oluşmuş mudur?
Bütün
bunlar Marksizmin bir “okul”unun eseri değilidir, çağımızın
Marksizmi olan Marksizm-Leninizmin eseridir.
Söylediklerimin
tamamen “yanlış” ve “saçma” olduğunu Troçkistler
kesinlikle onaylar. Ama aynı zamanda “1920'lerin
sonundan bu yana varolan Marksist akımlar”dan
(birisi olarak), “tarihsel-politik haklılığını
bütünsel olarak kanıtlayacak”
nice meydan muharebeleri verdiklerini en ufak ayrıntılarına varana
kadar anlatırlar. İstiyorsanız “bütünleştirici
Marksizm”inizin bu “okul”una
bir sorun.
Diğer
taraftan Sovyet tarihinin farklı iki tarihten oluştuğunu bilmeniz
gerekir. 1917-1956 arası sosyalizmin inşa edildiği, proletarya
diktatörlüğünün hakim olduğu tarihtir ve 1956-1989 arası da
revizyonist, bürokrat kapitalist, sosyal emperyalist Sovyet
tarihidir. “Bütünleştirici Marksizm”inizi oluştururken,
o bileşenden; “bütünleştirici” “okul”lardan
bazılarının buna çok önem verdiklerini; ilkesel bir sorun olarak
gördüklerini bilmeniz gerekir. Bu tarih anlayışı işin “olmazsa
olmaz”larından birisidir.
“Hangi
sağduyu sahibi ve makuliyetini kaybetmemiş Marksist, bu kadar çok
parçalı ve eski-yeni eğilimleri barındıran Marksizm alanının,
tek-tipleşeceğini düşünebilir?” diye
soruyor TP.
Söyleyelim:
Marks, Engels, Lenin, Stalin ve bugün de bütün
Marksist-Leninistler böyle söylüyorlar. Onların verdikleri
mücadeleye bakınız; I., II, III. Enternasyonal toplantıları ve
mücadele; Lenin'in revizyonizme karşı mücadelesi; Troçki'ye
karşı mücadele vs. Bütün bunlar neyin ifadesidir? Eskiye,
yanlışa, “çok tipleşme”ye karşı mücadele değil mi? Bir
taraftan Marksizmin bu mücadele dinamiğinden bahsediyorsunuz sonra
da bu olmaz, “Hangi sağduyu sahibi ve makuliyetini kaybetmemiş
Marksist” bunu kabul eder diyorsunuz.
“Bir dönemin Marksizmi
içinde Marksizmi koruma ve geliştirmenin tek yolu, yegane
sigortası, kesintisizce sürdürülen ayıklama işlemidir” derken
“tek-tipleşme” sürecinden
bahsetmiyor musunuz?
İsterseniz
bu soruyu, “Hangi
sağduyu sahibi ve makuliyetini kaybetmemiş Marksist” diye
başlayan sorunuzu Troçkistlere ve Maoculara bir sorun. Eminim onlar
da kendi açılarından cevaplandırırlar.
Althusser'ci
yapısalcılık devam ediyor:
Özellikle,
yaşadığımız geçiş döneminde, farklılıkların sürmesini
karşılayabilecek, ayrımları bir üst-birlik içinde yoğurabilecek
kapsayıcı ve bütünleştirici bir organik sentez çıkmasına
elverebilecek kudrette bir bağlam kurmaya dönük olmak
gerekmektedir”.
Anlaşıldı,
bir geçiş dönemi söz konusu. Bu dönemde “okul”lar bir araya
gelecekler; “farklılıkların sürmesini karşılayabilecek”
bir mekanizma oluşturacaklar. Bu bir “üst-birlik”tir;
“bütünleştirici” bir “üst-birlik”tir.
Althusser
“üstat”ın diliyle konuşalım: “yapılar” (burada
“okul”lar) “farklılıkların sürmesini karşılayacak”
bir “üst yapı”da bir araya gelecekler; bir bütünü
oluşturacaklar; her bir “yapı” kendi tekilliğini; onu o yapan
temel özelliklerini kaybetmeden; diğerleriyle kaynaşıp
başkalaşmadan bir bütünü oluşturacaklar.
İş
bu noktaya gelince diyecek bir şey kalmıyor!
“Marksizmin
krizi ve çağrısı” alt başlığı altında şunlar yazılıyor:
“Marksizmin
krizi”nden neyin anlaşılması gerektiğini TP şöyle açıklıyor:
“Bu
bakımdan, Marksizmin krizde olduğu saptamasından önce, böyle bir
saptamanın ne anlama geldiğini belirlemek gerekiyor. Kriz,
süregelen ve alışılmış Marksizm kavrayışı, Marksizm anlayışı
ve Marksizm pratiğinin, eski tarzda yaşayamaz hale gelmesi, değişen
koşullara uyum sağlayamaması ve değişiklikler, dönüşümler
geçirmek zorunda olması, yani koşullara uygunluk oluşturma
zorunluluğunun ortaya çıkması durumudur”.
Doğru
anlamak için veya Marksizmden ne anladığımın anlaşılması için
birkaç açıklama yapmam gerekiyor:
1-
Marksizmde “süregelen
ve alışılmış Marksizm kavrayışı” yoktur.
Çünkü, Lenin'in dediği gibi “Marksizm,
tam da, cansız bir dogma olmadığı, tamamlanmış, hazır,
değişmez bir öğreti olmadığı, eylemin canlı bir kılavuzu
olduğu için... toplumsal yaşam koşullarındaki şaşılacak
kadar beklenmedik değişmeleri yansıtmak zorunda”dır.
Bu nedenle bilim olarak, yöntem olarak Marksizm “süregelen
ve alışılmış Marksizm kavrayışı” reddeder.
Kişilerin; bu durumda Marksistlerin veya Marksist örgütlerin
Marksizmin bu özelliğini kavramamalarından doğan sorunlar,
Marksizmin kriz olarak tanımlanamaz. Marksizm, şu veya bu konudaki
o günün koşullarına göre tespitlerim değişmez demiyor.
Yöntemim değişmez diyor. Kapitalizm var olduğu müddetçe bu
sisteme özgü bazı anlayışlarım gelişmelere göre;
gelişmelerin analizine bağlı olarak -örneğin serbest rekabetçi
dönemden emperyalist döneme geçiş; örneğin kitlesel kronik
işsizliğin eğilim olmaktan çıkarak nesnel bir yasa olması-
değişebilir diyor.
2-Marksizmin
kendi başına; doğadaki ve toplumdaki gelişmelerden yalıtılmış
ne bir anlayışı ne de pratiği vardır. Ona bir veya farklı
anlayış verenler, onun pratiklendirenlerdir, onu sahiplenenlerdir.
Burada da her bir örgütün geliştirdiği belli bir anlayışla ve
pratikle onu kılavuzlaştırdığı görülür. Dolayısıyla burada
da sorun Marksizmin kendisinde değildir; onun uygulamasındadır. Bu
nedenle “Marksizm
anlayışı ve Marksizm pratiğinin, eski tarzda yaşayamaz hale
gelmesi” uygulayanların
bir sorunudur.
Bilim
ve yöntem olarak Marksizm, doğadaki ve toplumdaki gelişmeleri
birbirinden kopuk, tekilleştirilmiş, yalıtılmış
ilişkiler/gelişmeler olarak ele alın; zıtların birliği ve
mücadelesini dikkate almayın; nicel gelişmelerin nitele
dönüşmesini (sıçrama) göz ardı edin; yadsımanın yadsıması
diye bir şey yoktur mu diyor? Yoksa tam tersini mi söylüyor? Şayet
bizzat Marksizmde bir “kavrayış”, bir “anlayış” arıyorsak
diyalektiğin bu yasalarında aramak gerekir. Buralarda yanlışlık
varsa, Marksizmin yöntemi yanlıştır ve dolayısıyla bilim olması
da söz konusu değildir.
TP,
“Marksizmin krizi”nden
bahsederken yöntem konusunda belirttiğim noktalarda susuyor. Neden?
Çünkü Marksist yöntem ile Althusser'ci yöntem birbiriyle
çelişmektedir. Althusser, yöntem ve bilim olarak Marksizme karşı
mücadele etmiş, onun Post-Marksizmleştirilmesi için zemin
hazırlamış birisidir. TP
de Anadolu'da bu görevi üstlenmiştir.
TP'nin
“Marksizm anlayışı ve Marksizm pratiğinin, eski tarzda
yaşayamaz hale gelmesi, değişen koşullara uyum sağlayamaması ve
değişiklikler, dönüşümler geçirmek zorunda olması, yani
koşullara uygunluk oluşturma zorunluluğunun ortaya çıkması
durumudur” söyleminden
ne anlaşılmalıdır? Marksizm bize 19. yüzyıldaki kapitalizm
analiziyle yetinin, 21. yüzyılda da idare edersiniz mi diyor?
Marksizm-Leninizm, Leninist emperyalizm analizi yeterlidir, 21.
yüzyıldaki somut gelişmelere de cevap veriyor, araştırma
yapmanıza gerek yok mu diyor? Yoksa işçi sınıfı aynen Marks
dönemdeki gibidir, gelişme, değişim geçirmemiştir mi diyor?
Neden
“Marksizm anlayışı,... eski tarzda yaşayamaz hale
geli(yor)... değişen
koşullara uyum sağlayamı(yor)
... ve değişiklikler, dönüşümler geçirmek zorunda (kalıyor),
yani koşullara uygunluk oluşturma zorunluluğunun ortaya çık(ıyor)?
Burada
TP, Marksizmin şu veya bu konudaki anlayışının eskimiş
olacağına, yeni koşulların, yeni anlayışları beraberinde
getireceğine işaret etmiyor. Bunu söylemeye de çalışıyor, ama
ısrarla “Marksizm anlayışı” diye
yöntem ve bilim olarak Marksizme saldırıyor. Onun sorunu burada. O
da çok iyi biliyor ki, Marksist-Leninistler her dönem yeni olanı
araştırmışlardır; geçmişle yetinmemişlerdir; geleceği
geçmişin eskimiş ve bundan dolayı da geçersiz olan
düşüncelerinde, teorilerinde aramamışlardır. Tamam, yanlış
sonuçlara varmış olabilirler, ama sürekli ileriye bakanlar
onlardır.
TP,
yeni bir Marksist anlayış oluşturmayı amaçladığı için mevcut
Marksizmin işe yaramadığını, sorunları çözemediğini, evet
eskidiğini göstermek zorundadır. Bütün
çabası buna yöneliktir. Bu da revizyonizmin, Post-Marksizmin temel
savlarından birisidir; Marksizmi, temellerine, başlangıcına
inerek güya onu savunma ve geliştirme adı altında onda işe
yarar bir şey bırakmamak; güya yeni durumu, gelişmeyi ifade eden
teoriler üretmek ve bunu da Marksizmin geliştirilmesi olarak
sunmaktır. İsterseniz revizyonist, Post-Marksist savları şöyle
bir gözden geçirin. Revizyonizm, Post-Marksizm veya tasfiyecilik
hiçbir zaman Marksizmin şu veya bu konudaki görüşüyle, ilkesel
olmayan anlayışlarıyla ilgilenmemiştir. Hep ilkesel olanla;
Marksizmi, Marksizm yapan niteliklerle ilgilenmiştir. Post-Marksizm,
değiştirmenin, başkalaştırmanın nitelik değişiminden
geçtiğini çok iyi bilmektedir.
Bu
nedenle “Marksizmin krizde olduğunu kabul etmemiz
gerekiyor. Krizde olan, Marksist hareket (yani sadece "politik
kriz"!) vs. değil, Marksizmdir” diyor.
TP,
"Marksizmin genel alanı" içinde yer alanlara
"gelin her beraber yeni bir Marksizm anlayışı oluşturalım"
anlayışını haklı çıkartacak bir şeyler söylemek zorundaydı.
“Solduyu”ya aykırı bir Marksizm ortaya koyduk!” derken,
neden yeni bir Marksizm sorularına cevap vermek zorundaydı. Bu
nedenle onun sorunu Marksizmin, Marksizm-Leninizmin şu veya bu
konudaki görüşlerinin eskimesi veya yanlışlığı değil, yöntem
olarak Marksizmin hedef alınmasıdır.
Madem
ki, bu kadar Marksistsiniz, Marksizme bağlısınız, bilinen
Marksizmin “suyu mu çıktı “ diye sorarlar. Örneğin ben
soruyorum: Sorununuz bilim ve yöntem olarak Marksizm değilse,
Marks'ın, Engels'in, Lenin'in, Stalin'in Marksizminin veya
Marksizm-Leninizmin “suyu mu çıktı”? Mademki, bu kadar
Marksistsiniz, neden yeni bir Marksizm peşinde koşuyorsunuz?
“Eski”si, gelişmenizin ve dünyayı algılama düzeyinizin
gerisinde mi kalıyor?
Örneğin
benim savunduğum ve sizin reddettiğiniz Marksizm (yani
Marksizm-Leninizm), emperyalizmin gelişmesini; sermaye ve üretimin
uluslararasılaşmasını, yani emperyalist küreselleşmeyi analiz
etmeyi yasaklıyor mu? İşçi sınıfının iç yapısındaki
gelişmeyi/değişimi araştırmamızı yasaklıyor mu? Hayır,
bunların hiçbirisi söz konusu değildir. Adı üzerinde TP, başka
bir Marksizmden bahsediyor: İşçi sınıfının bilimi olarak
Marksizmden değil, “ezilenlerin Marksizmi”nden bahsediyor.
Aradaki fark bu.
“Ezilenlerin
Marksizmi”, TP'nin Post-Marksizmidir; onun aşkıdır, varoluş
nedenidir.
TP,
akıl vermeye devam ediyor:
“Marksizm,
tanımsal kavranışı gereği, yaşanan, yaşanması gereken bir
yapıdır. Bu yüzden Marksizm, sürekli gelişmeye açık ve
geliştirilmesi gereken, hiçbir zaman "kemâle ermeyecek"
bir oluşumdur. Ona, "işte bu!" demek, onun öleceğini
ilan etmektir. Marksizmi, büyümesi hiç durmayan bir canlıya
benzetebiliriz; kim, artık büyümeyen 10 yaşındaki çocuğun
ciddi bir bünyesel sorun yaşamadığını iddia edebilir?”.
Çok
doğru, aynen katılıyorum. Peki neden bu düşünceniz
doğrultusunda hareket etmiyorsunuz, neden, yeni bir Marksizm
arayışına giriyorsunuz? Madem ki, Marksizmin gelişmesine,
felsefesine, politik ekonomisine, teorisine bu kadar hakimsiniz,
neden geliştir miyorsunuz? Doğru, geliştirdik ve geliştire
geliştire “ezilenlerin Marksizmi”ne vardık diyecektir TP.
Başka seçeneği yok, demek zorundadır.
TP,
öğretmeye ve uçmaya devam ediyor:
“Stalin'le
teorik ya da tarihsel bağı olan okul ya da okulların, kriz
öğeleriyle savaşa tutuşmasından söz edilmemiştir/edilemezdi.
Buna karşılık diğer okullar da içine yuvarlandıkları, bütünlük
ve uyum kapasitelerini geniş ölçüde kullanılmaz kılan süreğen
savunma psikozundan dolayı, basit sadakat yarışını hiçbir zaman
bırakamadılar ve krizle bağımsız ve ucu açık bir savaşa
girişemediler”.
TP'nin
yukarıdaki anlayışı buraya aktarmamın tek nedeni bir de
“Stalin'le teorik ya da tarihsel bağı olan okul ya da okulların”
olduğunu göstermek içindir.
Bu
durumda “Lenin'le “teorik ya da tarihsel bağı olan okul ya
da okulların” olması gerekir!
“Artık,
Stalin'le başlayan geleneklerden çıkan dinamikler, genel olarak
konumlandıkları politik alandan kalkarak önce teorik ve sonra
politik krize hükmetme; Troçki
ile başlayan geleneklerden çıkan dinamikler ise, genel olarak
teoriden kalkarak önce politik ve sonra teorik krize hükmetme;
bütünsel anlamda sorunsallarını ortaklaştırma ve özgül
varlıklarına son verme aşamasına gelmiş bulunuyorlar.
Onyıllar
sonra patlayan krizden yapısal olarak etkilenmeyen hiçbir okul
yok”.
Bu
anlayışta önemli olan “Stalin'le başlayan gelenekler”in
ve “Troçki
ile başlayan gelenekler”in krize hükmetmek için
taktiksel olarak işe nerede başladıklarının TP tarafından
tespiti değildir. (Onu bu konuda bu “okul”ların, bu
“gelenekler”in hiçbiri dikkate almaz veya henüz, dikkate alacak
derecede zavallı, acınacak duruma düşmüş değiller). Burada
önemli olan, TP'nin, bu “gelenekler”in “Onyıllar sonra
patlayan krizden yapısal olarak etkilenmeye”ye son verme
mücadelesi sürecinde “bütünsel anlamda sorunsallarını
ortaklaştırma ve özgül varlıklarına son verme aşamasına
gelmiş bulunuyor” oldukları anlayışında konaklamasıdır.
TP'den
arkadaşlar ne yazdıklarının farkında değiller. Dünyanın
neresinde “Stalin'le başlayan gelenekler”
ile “Troçki
ile başlayan gelenekler”,
“bütünsel anlamda sorunsallarını ortaklaştırma ve
özgül varlıklarına son verme aşamasına gelmiş bulunuyor”?
Ben de bu dünyada, TP'nin
yaşadığı dünyada, onun yaşadığı coğrafyada yaşıyorum,
ayrıca uluslararası işçi hareketinin, devrimci hareketin,
komünist hareketin tarihi ve mevcut durumuyla ilgilenmediğim de
söylenemez, ama şimdiye kadar böyle bir şey duymadım, okumadım.
“Troçki
ile başlayan gelenekler”,
hala bildiğimiz geleneklerdir;
Marksizm-Leninizme,
Stalin'e, Sovyetler Birliği'nde sosyalizme karşı düşmanlık,
Troçkizm ve Troçkistlerin yaşam iksiridir. Bu anlayışlarında
değişen bir şey yok.
Bu
durumda, TP'nin iddialarının gerçeklikle ilişkisi olmadığına
göre “Hala aksini iddia edenlere, "ahmak ıslatan
yağmuru" deyişini”
kimin için “hatırlat(mış)”
olduğunu sormadan geçmeyelim. Evet, hal böyle olunca "ahmak
ıslatan yağmuru" deyişini”
acaba kimin için “hatırlat(mış)”
oluyorsunuz?
TP,
yönteme saldırıyor:
“Bir
bilim olarak tarihsel materyalizm, son 60 yılda, toplumsal
yapılarının değişim, gelişim ve dönüşümünü, tarihsel olay
ve olguların dinamiğini izleme, nedenselliklerini ortaya koyma
konusunda yeterli ürünler verememiş, burjuvazinin ideolojik ve
bilimsel cephesini yeterince karşılayamamıştır”.
Tarihsel
materyalizm kavramı, yöntemi ifade etmek için kullanılır.
Kendisi şu veya bu konuyu incelemez; kişiler veya partiler bu
yöntemi kullanarak şu veya bu konuyu analiz ederler. TP bunun böyle
olduğunu anlamıyor mu? Elbette anlıyor. Aşağıdaki
anlayışlarında bunu görüyoruz:
“Batının
ileri kapitalist ülkelerinde yaşanan sosyo-ekonomik
farklılaşmaların kendisi ve burjuva dünyasının getirdiği
açıklamalar tarihsel materyalist bir analiz dizinine konu
edilmemiştir. Burjuva dünyanın ideologlarının ve
akademisyenlerinin tezleri karşı-yankısını bulamıyor.
Post-endüstriyel toplum, yüksek teknoloji çağı, otomasyon,
emperyalizmin yokoluşu, kafa ve kol emeği ayrımının birinci
lehine ortadan kalkıyor oluşu, işçi sınıfının yok oluşu ya
da kimlik ve bileşiminin önemli oranda değişmiş olduğu gibi ve
daha bir dizi kavram ve olgusal teze karşı Marksizm cephesinden
doyurucu karşı-tezler ve açıklamalar getirilmedi”.
Burada
yukarıdaki her iki alıntının içeriğiyle ilgili değilim, ele
almıyorum, çoğunu da yanlış buluyorum. Burada beni ilgilendiren
iki durum var: birisinde “Bir bilim olarak tarihsel materyalizm,
son 60 yılda,... ürünler verememiştir” deniyor; ikinci
durumda da “Batının ileri kapitalist ülkelerinde yaşanan
sosyo-ekonomik farklılaşmaların kendisi ve burjuva dünyasının
getirdiği açıklamalar tarihsel materyalist bir analiz dizinine
konu edilmemiştir” deniyor.
Hangisi
doğru? “Bir bilim olarak tarihsel materyalizm” mi,
yoksa “tarihsel materyalist bir analiz” sorunu
mu sorumlu? İlkinde yöntem olarak Marksizmi eleştiriyorsunuz,
ikincisinde ise onun yöntem olarak kullanılamadığını
eleştiriyorsunuz? Bunlar, tamamen farklı sonuçlara götürecek iki
yöntemdir. TP, bunu bilinçli olarak kullanıyor. Yöntemi
eleştirerek, yöntemi sorumlu tutarak, artık işe yaramadığını
göstermeye çalışıyor. Tam da Althusser “üstat”ın yöntemi;
onun tarihsel materyalizme, diyalektiğe saldırısını TP devam
ettiriyor.
TP,
tek yanlı yontmaya devam ediyor:
“Bugün,
dünya çapında yeni bir devrimci çağrı için, ileri kapitalist
ülkelerin toplumsal yapısının ve ondan nasıl bir devrimci
yönelim çıkabileceğinin belirlenmesi faaliyeti tayin edici
önemdedir. Gramsci'den sonra, hiçbir Marksist, bu konu üzerinde
anlamlı sonuçlar verecek bir yoğunlaşma göstermemiştir”.
Önce
“Bugün, dünya çapında yeni bir devrimci çağrı için, ileri
kapitalist ülkelerin toplumsal yapısının ve ondan nasıl bir
devrimci yönelim çıkabileceğinin belirlenmesi faaliyeti tayin
edici önemdedir” olduğunu
anlamak istiyorum, ama anlayamıyorum. Yani “ileri
kapitalist ülkeler”den sayılmayan “ülkelerin toplumsal
yapısının ve ondan nasıl bir devrimci yönelim çıkabileceğinin
belirlenmesi faaliyeti tayin edici önemde” değil
midir? O
zaman Ekim Devrimini, Çin Devrimini, II. Dünya Savaşı sonrasında
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki “halk demokrasileri”ni ne
yapacağız? Bu, TP'deki Batı hayranlığının, emperyalizme
bağımlı, ileri olmayan ülke “vatandaşı” olmaktan duyduğu
ezikliğin de açık bir ifadesidir. Bir taraftan, 'gelin arkadaşlar
yeni bir Marksizm oluşturalım' diyor, diğer taraftan da “ileri
kapitalist” olmayan ülkelerde devrimci yönelim bağlamında
sürdürülen faaliyetin tayin edici önemi yoktur diyor. O zaman,
tayin edici bir öneme sahip olmayacağına göre neden yeni bir
Marksizm oluşturmak istiyorsunuz? Bu durumda TP, ya Türkiye'yi
“ileri kapitalist ülke” olarak görüyor ya da Batı kültürüyle
“aşık atacak” durumdayım demek istiyor. Öyle ya bildiğim
kadarıyla şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde yeni bir
Marksizm oluşturma çabasında olunmamıştır; şüphesiz Marksizmi
geliştirme çabasında olanlar olmuştur. Ama yeni bir Marksizm
oluşturmaya hiç kimse yanaşmamıştır. Bu konuda “en gözü
kara” olanların başında Kim İl Sung ve Shibdas Gosh (SUCI
Socialist Unity Centre of İndia) gelmektedir. Sonunda Kim İl
Sung'un yol açımıyla oğul Kin Jong İl ve Kore Demokratik Halk
Cumhuriyeti, “Marksizm,
işçi sınıfının tarihsel arenaya çıktığı ve sermayeye karşı
mücadeleye atıldığı zaman dilimini temsil eder. Ama zaman
değişti ve tarih ilerledi ve böylece Marksizm, kaçınılmaz
olarak tarihsel sınırlandırmalarla karşı karşıya kaldı”
(Kin Jong İl; “Sosyalizmin İnşasında Tarihsel Dersler ve
Partimizin Genel Çizgisi”, Pjongjang 1994) diyerek Nisan 1992
Anayasadan “Marksizm-Leninizme yapılan atıf
çıkartılmalı ve yerine Kim İl Sung’un Çuçe-İdeolojisine
atfı konmalı”dır
(KDHC Anayasasından) sonucuna varmıştır.
Shibdas
Gosh! O da neredeyse tanrıların tanrısı olmuştu.
Şimdi
TP, “benim gözü daha kara” diyor. Gerçekten de öyle. İleride
göreceğimiz gibi, gelin bir Marksizm oluşturalım derken -sanki
'gelin arkadaşlar saklambaç oynayalım' der gibi-, bir de
bakıyorsunuz, oluşturulması gereken Marksizmi, “çakma”
Marksizmi çoktan oluşturmuş; “Ezilenlerin Marksizmi”!
Gramsci,
1937'de öldü. Yani 1937'den bu yana “hiçbir
Marksist, bu konu üzerinde anlamlı sonuçlar verecek bir yoğunlaşma
göstermemiştir” diyor
TP. Söz konusu bu ülkelerde komünist partiler vardı, sonra
revizyonist partilere dönüştüler. Bunların iktidarı ele
geçirmek için programları vardı; ülke analizleri vardı, vardı
da vardı. TP, bütün bunları yok sayıyor. Neden yok sayıyor?
Gramsci'nin düşünceleri doğrultusunda, sivil toplumcu, devleti
ele geçirici “Marksist” anlayışlar geliştirilmediği için
yok sayıyor. Ama yanılıyor. Althusser, Gramsci'den etkilenen bir
“üstat”dır. “Hiçbir
Marksist, bu konu üzerinde anlamlı sonuçlar verecek bir yoğunlaşma
göstermemiş”se
Althusser de mi göstermedi? Ondan etkilenen Michael
Hardt, Antonio Negri, Nicos Poulantzas, David Harvey, Ernesto Laclau
ve Chantal Mouff gibi Post-Marksistler de mi gerekli yoğunlaşmayı
göstermediler?
Durum
şimdi anlaşıldı:
“Ama
Marksizmin felsefe ve genel olarak teori alanında, yapısal
nitelikler gösteren birtakım sorunların yaşandığı yolunda bir
bakış açısı, dünya Marksistlerinin gündemine, "Batı
Marksizmi"nin teorik çabasından beri girmiş bulunuyor. "Batı
Marksizmi"nin felsefeye yönelmesinde sosyo-politik nedenler
kadar, felsefe ve genel olarak teori alanında uygun bir boşluk
bulmalarının da rol oynadığı kanısındayız. Marksizm alanında
yer alan okulların ortak özelliklerinden biri de, Marksist
felsefeye mesafeli durmaları ve onunla ancak pratik-politikacılar
olarak ilgilenmeleriydi.
Başlıca
olarak Althusser tarafından ortaya konulan ve Marksizmin
felsefesinin sadece uygulanmış olduğu, ama kurulmasının önümüzde
bekleyen bir uğraş olduğu şeklindeki anlayış, tarihsel politik
okulların genel olarak teori ve felsefeyle aralarına çektikleri
duvar nedeniyle özellikle vurguya ihtiyaç gösteriyor. Zira kriz
dönemlerinde felsefe yardıma çağrılır, özel bir role sahiptir;
ama Marksist filozofların söylediklerinden çıkarıyoruz ki,
yardıma çağrılan felsefe de sorunludur”.
TP'nin
sorunu, Marksizmi geliştirmek, ona katkıda bulunmak değil;
Althusser'ciliği; yani Post-Marksizmi Anadolu coğrafyasında
yaymaktır. Yukarıdaki alıntıda dile getirilen anlayışları
ayrıştıralım:
“Ama
Marksizmin felsefe ve genel olarak teori alanında, yapısal
nitelikler gösteren birtakım sorunların yaşandığı yolunda bir
bakış açısı, dünya Marksistlerinin gündemine, "Batı
Marksizmi"nin teorik çabasından beri girmiş bulunuyor”
tespitini yapıyor TP. Hani
Lenin de “Marksizmin krizi”nden
bahsediyordu? Yoksa Lenin de mi “Batı Marksizmi”nin
bir savunucusu. Doğrudur, 1920'li yıllardan itibaren Sovyetler
Birliği'nde proletarya diktatörlüğü, sosyalizmin inşası
sorunları Batıda birçok aydının aklına yatmıyordu, onlar da
“aydın kulüpleri”nde Marksizmi, SSCB'nde sosyalizmi
eleştirmeye, “Marksizmin krizi”nden
bahsetmeye başladılar; “Marksizmin krizi”ni
örgütlediler. TP, bundan bahsediyor.
SSCB'inde
bütün ülke bir taraftan iç ve dış düşmanlara karşı mücadele
ediyor, diğer taraftan da sosyalizmi inşa ediyor. Ve Batıda
birtakım aydınlar bu sürece uzaktan bakarak değerlendirme
yapıyorlar. Onların çoğunluğunun işçi
sınıfını,
emekçileri örgütleme ve sınıf mücadelesinde, pratikte yer alma
gibi bir sorunları
yoktu; soyut tartışmalarla gün geçirdiler. Kimdir bunlar
diyecek olursanız, şu isimleri sıralayabiliriz: Bu “Marksizm”in
önderleri Antonio Gramsci (durumu ilk yıllarında oldukça
farklıdır, olumludur), Georg Lukács, Karl Korsch'tu. Önde gelen
diğer savunucuları
arasında şunlar yer alır:
Franz
Jakubowski, Ernst Bloch, Frankfurt Okulu (Theodor Adorno, Max
Horkheimer, Herbert Marcuse, Walter Benjamin, Erich Fromm), Henri
Lefebvre, Jean-Paul Sartre, Louis Althusser, Perry Anderson vs.
TP
sonra şu tespitte bulunuyor: “Marksizm alanında yer
alan okulların ortak özelliklerinden biri de, Marksist felsefeye
mesafeli durmaları ve onunla ancak pratik-politikacılar olarak
ilgilenmeleriydi”.
“Okul”
mantığınıza göre devam edelim:
Yani
siz şimdi Troçki'nin felsefeyle ilgilenmediğini, felsefeye
mesafeli durduğunu mu söylüyorsunuz? Marks'tan sonra, bazen de
-duruma bağlı olarak- Lenin'den önce veya sonra dünyanın en
büyük “Marksist” filozofunun Troçki olduğunu bilmiyor
musunuz?
Troçkistler
duymasın!
Yani
siz şimdi Lenin'in felsefeyle ilgilenmediğini, felsefeye mesafeli
durduğunu mu söylüyorsunuz?
Yani
siz şimdi Stalin'in felsefeyle ilgilenmediğini, felsefeye mesafeli
durduğunu mu söylüyorsunuz?
Yani
siz şimdi Bolşevik Parti'nin felsefeyle ilgilenmediğini, felsefeye
mesafeli durduğunu mu söylüyorsunuz?
Yani
siz şimdi SSCB'inde felsefe akademilerinin veya fakültelerinin
olmadığını; bu alanda eserler verilmediğini, felsefeye mesafeli
durduğunu mu söylüyorsunuz?
Yani
siz şimdi Mao Zedong'un felsefeyle ilgilenmediğini, felsefeye
mesafeli durduğunu mu söylüyorsunuz? Maocu arkadaşlar duymasın!
Evet,
neyi iddia ediyorsunuz?
Neyi
iddia ettiklerini öğreniyoruz:
Başlıca
olarak Althusser tarafından ortaya konulan ve Marksizmin
felsefesinin sadece uygulanmış olduğu, ama kurulmasının önümüzde
bekleyen bir uğraş olduğu şeklindeki anlayış, tarihsel politik
okulların genel olarak teori ve felsefeyle aralarına çektikleri
duvar nedeniyle özellikle vurguya ihtiyaç gösteriyor. Zira kriz
dönemlerinde felsefe yardıma çağrılır, özel bir role sahiptir;
ama Marksist filozofların söylediklerinden çıkarıyoruz ki,
yardıma çağrılan felsefe de sorunludur”.
Sıralayalım:
1-“Başlıca
olarak Althusser tarafından ortaya konulan ve Marksizmin felsefesi
sadece uygulanmış”tır.
2-”Ama
kurulması önümüzde bekleyen bir uğraş”tır.
3-”Tarihsel
politik okullar genel olarak teori ve felsefeyle aralarına duvar
çektikler”.
4-”Kriz
dönemlerinde felsefe yardıma çağrılır, özel bir role
sahiptir”.
5-”Marksist
filozoflar yardıma çağrılan felsefe(nin)
de sorunlu (olduğunu)
söylüyorlar”.
Anlaşıldı.
“Üstat” Althusser, ortaya bir Marksizm felsefesi koyuyor, ama bu
felsefe sadece uygulanıyor, kurulmuyor, yapılandırılmıyor. Veya
“tarihsel politik okullar genel olarak teori ve felsefeyle
aralarına duvar çektikleri” için olsa gerek bu iş “üstat”a
kalıyor. Kriz dönemlerinde felsefenin yardıma çağrılmasından,
özel bir role sahip olmasından doğal bir şey olamaz. Hele hele
sorun “Marksizmin krizi” ise felsefesiz hiçbir şey
olamaz. Ve bir de bakıyorsunuz ki, yardıma çağrılan felsefenin
kendisi sorunlu çıkıyor. Hangi “Marksist filozoflar” böyle
söylemişler, bilemiyorum, ama önemli değil, önemli, olan yardıma
çağrılan felsefenin sorunlu çıkması. Yardıma çağrılan
felsefe de Marksist felsefedir. Yani Marksist felsefe sorunludur,
krizi çözecek durumda değildir. O halde yapılması gereken
Althusser “üstat”ın ortaya koyduğu “Marksizm felsefesi”ni
kurumlaştırmaktır, yapısallaştırmaktır.
TP'nin
coğrafyamızdaki misyonu da budur. Bunu bizzat kendisi söylüyor.
“Tarihsel,
teorik ve politik temeller” alt başlığı altında
yazılanlardan:
TP,
Marksizmi “mezhep”lerine ayırıyor, her birine “mavi boncuk”
dağıtıyor ve sonra da birleştirmeye çalışıyor.
TP'nin
söylediği oldukça açık:
“Aralarındaki
çatışmanın, ardılları ve adlarına yazılan okullar
aracılığıyla hala sürdüğü bu isimlerin (Stalin,
Enver Hoca, Mao ve Troçki kastediliyor, İ. Okçuoğlu),
Marksizmin genel alanında kabul edilmesinin, günümüzün krizini
atlatmayı mümkün kılacak bir tarihsel temel ve önemli oranda
yitirilmiş olan sağduyunun
yeniden kazanılmasının güvencesi olduğu düşüncesindeyiz. Bu,
kuşkusuz hiçbir zaman bir nihai iddia anlamına gelmiyor, ama halen
bulunduğumuz konum, Troçki ve Mao'yu (Stalin ve E. Hoca'yı),
tarihe çekeceğimiz pozitif bir çizginin dışında tutmak için
bir neden öne sürmüyor.
Biz,
şüpheyi bu isimler lehine değerlendiriyoruz ve bugün Marksizm
alanında kabul ettiğimiz okullardan hiçbirinin Stalin, Mao, Troçki
ve E. Hoca gibi tarihsel kişiliklerden herhangi birini, en azından
bizi ikna edecek bir tarzda, Marksizmin dışına atacak veriler
sunmadığı kanısındayız”.
Şimdiye
kadar adı, yönü muğlak olan okullar nihayet tanımlanıyor:
Stalin, Enver Hoca, Mao ve Troçki okulları veya onların adıyla
özdeşleştirilen siyasi akımlar. Bu okulların “Marksizmin
genel alanı”nda kabul etmemiz gerekiyormuş. Yani bu okulları
“Marksizmin genel alanı”nın bileşenleri olarak kabul
edersek “günümüzün krizini atlatmayı mümkün kılacak bir
tarihsel temel ve önemli oranda yitirilmiş olan sağduyunun yeniden
kazanılmasının güvencesi”ni sağlamış oluyoruz; yani
“barışıyoruz, “küskün” olduğumuz için Marksizmin
krizine neden olmuşuz, “Marksizmin genel alanı”ında
buluşunca Marksizmin krizi de sonlanmış olacak! Yukarıdaki
alıntının ilk kısmında bunu anlıyorum.
Sonra
TP, “halen bulunduğumuz konum”, bu okul önderlerini
“tarihe çekeceğimiz pozitif bir çizginin dışında tutmak için
bir neden öne sürmüyor” diyor.
Bütün
sorun da burada, bu anlayışta. Arkadaşlar anlayışlarının ne
denli sorunlu, gerçek dışı, kabul edilemez olduğunun farkında
değiller. Sadece bu okullarla ilgili olarak değil, Marksizmi
çatallaştırma ve sonra da birleştirme anlayışlarının kabul
edilebilir bir yanının olmadığını göremiyorlar. Bulunduğunuz
konumdan dolayı onları, “tarihe çekeceğiniz pozitif bir
çizginin dışında tutmak için bir neden öne sürmüyor”
olabilirsiniz, (sürseydiniz şaşardım) ama sizin gibi
düşünmeyenler var, onları ne yapacaksınız? Bu okulların
hiçbirisi sizin gibi düşünmüyor.
Siz
mahkeme misiniz; size böyle bir rol mü verildi de hukukta “şüphe
sanık lehine
yorumlanır“dan
esinlenerek “...şüpheyi
bu isimler lehine değerlendiriyoruz ve bugün Marksizm alanında
kabul ettiğimiz okullardan hiçbirinin Stalin, Mao, Troçki ve E.
Hoca gibi tarihsel kişiliklerden herhangi birini, en azından bizi
ikna edecek bir tarzda, Marksizmin dışına atacak veriler sunmadığı
kanısındayız”
diyebiliyorsunuz?
Troçkistler
sunuyorlar ve örneğin Stalin'i “Marksizm alanında”
görmüyorlar.
Marksist-Leninistler
(Stalin, E. Hoca) sunuyorlar ve Troçki'yi, Mao'yu “Marksizm
alanında” görmüyorlar.
Maocular
sunuyorlar ve Troçki'yi “Marksizm alanında” görmüyorlar.
Şimdi
ne yapacaksınız?
Tamam,
düşünceniz doğru olsun. Ama bir hatırlatma yapalım: Siz
Althusser “üstat”ın diyalektiği ters yüz eden yapısalcılık
anlayışından hareket ediyorsunuz. Siz, şeyleri, olguları
durağan, hareketsiz bir bakış açısıyla ele alıyorsunuz.
Aradığınız bağlar, ilişkiler görünür ve tanımlanabilir
olmalıdır. Yapısalcı olduğunuz için, bir bütünün özünü
onu oluşturan tek tek yapılardan -parçalarından ve bu parçaların
bağlamlarından hareketle açıklamaya çalışıyorsunuz.
Stalin,
E. Hoca, Mao, Troçki, başlı başına farklı olan bu “okul”ları;
yapıları; bütünü oluşturmak için bu tekilleri bir araya
getiriyorsunuz ve böylece bütünü, parçalarının, yapılarının
yüzeysel bağlarının toplamı olarak anlıyorsunuz. Bunu size
Althusser'cilik öğretiyor, ele aldığınız soruna bu pencereden
bakıyorsunuz. Perspektifinizi Althusser'ci bakış açısı
belirliyor.
Tabii,
coğrafyamızda sizin bu anlayışınızdan mestolanlar da, kendinden
geçenler de yok değil; “Okul”larınız, “çatallar”ınız
hemencecik “mezhebe” dönüşüveriyor ve karşımıza “mezhepçi
Marksizm” “teorisi” çıkıyor!
Siz
hiç Troçkistlere, Stalin'i neden karşı devrimci olarak
gördüklerini sordunuz mu? Siz hiç Marksist-Leninistlere Troçki'yi
nasıl değerlendirirsiniz diye sordunuz mu? Siz hiç Maoculara veya
E. Hoca'cılara Troçki'yi nasıl değerlendiriyorsunuz diye sordunuz
mu?
Koskoca
bir tarih var ve o tarihte kimin ne yaptığı belli. Siz bu tarihi,
gerçekleri bir kenara atıyorsunuz ve bu tarih “en azından
bizi ikna edecek bir tarzda, Marksizmin dışına atacak veriler
sunmadığı”nı savunabiliyorsunuz.
Sizin,
SSCB'inde sosyalizmin inşasından değil de “sosyalizm deneyin”den
bahsetmeniz Marksizm-Leninizme, Marksist-Leninistlere, evet Stalin
önderliğinde Bolşevik Partiye ne kadar uzak/yakın durduğunuzu
göstermektedir. Troçki için söyledikleriniz, onu göklere
çıkartan değerlendirmeniz “okul”lara hiç de eşit mesafede
durmadığınızı göstermektedir; siz tarihi
“şüpheyi (Troçki) lehine değerlendiriyoruz”.
“Troçki,
ilk sosyalizm deneyine soldan ve sistemli bir eleştiri yönelten ilk
Marksisttir” diyebilmek için Lenin'i, Stalin'i; sosyalizm
üzerine SSCB'nde sürdürülen tartışmaları ya tanımıyorsunuz
ya da kasıtlı hareket ediyorsunuz.
“Sonuçta,
bugün, sade bir sağduyuyla yaklaşırsak, Troçki'yi Marksizm
dışında kabul etmeyi veri olarak almamıza neden olabilecek hiçbir
esaslı neden bulamayız” diyebilmek için SSCB tarihini ve
Troçki'nin bu tarihte oynadığı rolü ya bilmiyorsunuz ya da
kasıtlı hareket ediyorsunuz.
Anlamadığınız,
Troçkizmin, işçi hareketi içinde bir akım olmaktan çıkarak
karşı devrimci olmasının yegâne nedeninin 1922-1953 arasındaki
SB'de uygulanan politika ve ekonomi olduğudur. Bu nedenle Troçkizmin
varlık nedeni SB somutunda Marksizm-Leninizme ve onun uygulanmasına
karşı olmaktır. Bugün de öyledir; hâlâ
1922-1953 dönemindeki karşı devrimcilikle uğraşmaktadır. Tabii
esas sorunları da Stalin'dir.
Anlaşıldı,
”Stalin okulu” hariç “okul”ların hepsini Troçkizm
yönlendirmiştir:
“Troçki,
"sosyalizm deneyleri" pratiğinin kavranması için
tarihsel materyalist bir kanal açmıştır. Onu, Dördüncü
Enternasyonal'in de teslim ettiği üzere, kısmen Mao devralmış ve
Troçki'nin açtığı kanala, Mao ve E. Hoca da girmiştir”.
Troçkizme
“mavi boncuk” verdikten sonra, “geleneğiniz”e
de bir “mavi boncuk” veriyorsunuz. Bu arada
E. Hoca'nın çizgisine göre hareket etmiş olanlara da bir “mavi
boncuk” veriyorsunuz.
Şimdi
bu dört “okul”un her birinin elinde birer “mavi boncuk” var.
Ama en büyüğü ve yüksek estetiği olan “mavi boncuk”
Troçkist “okul”a verilmiş.
Sonra
“Stalin okulu” hariç diğerleri “arasında esas
olarak bir tamamlayıcılık ve süreklilikten; ama ancak çok farklı
türden bir ayrılıktan söz edilebilir” diyorsunuz.
Yani bu “okul”lar birbirlerini tamamlamışlar, ama her nedense
birbirlerini tamamladıklarını, bunca mücadeleden sonra dahi
görememişler! Ama TP görmüş. Olabilir. Durumun farkına vardığı
için TP, ne yapmak istediğini de açıklıyor:
“Yapmak
istediğimiz ve doğru olduğunu düşündüğümüz faaliyet,
Troçki, Mao, Stalin ve E. Hoca'yı uzlaştırmak gibi idealist bir
çaba olmayacak. Bu adamlar arasında zaten nesnel-tarihsel ayrımlar
var. Gerçek ayrımlar... Ayrılıklarının nedenleri var, ve
aralarında haklı-haksız, doğru-yanlış var. Bizim yapacağımız
şu: İlgili figürlere dayanan
tarihsel çizgilerin var olma nedeni ortadan kalkıyor. Dolayısıyla
biz, safiyane bir uzlaşmadan, birleşmeden değil, yeni ayrımlardan,
çizgileri dikine kesen yeni ayrımlardan yana tavır koymak
gerektiğini düşünüyor ve faaliyetimizin temellerinden birini
burada buluyoruz”.
Çok
doğru söylüyorsunuz. Althusser'ci yapısalcılıkta uzlaşma diye
bir şey yoktur; tabii ki siz, “safiyane bir uzlaşmadan,
birleşmeden” yana olamazsınız. Bu sizin ilkelerinize
aykırıdır. Yapısalcı anlayışınıza göre, her bir yapı bütün
özelliklerini koruyarak üst bir yapının bir bileşeni olabilir.
Siz, bu her bir “okul”, kendi özelliklerini koruyarak
“bütünleştirici Marksizm”in bileşeni olabilir
diyorsunuz. Althusser diyalektikten bu kadar anladığına veya
diyalektiği böyle kavradığına göre TP de Althusser'den farklı
bir “diyalektik” anlayışa sahip olmayacaktır.
Yukarıdaki
alıntının son cümlesinde “Dolayısıyla
biz, safiyane bir uzlaşmadan, birleşmeden değil, yeni ayrımlardan,
çizgileri dikine kesen yeni ayrımlardan yana tavır koymak
gerektiğini düşünüyor ve faaliyetimizin temellerinden birini
burada buluyoruz”
tanımlamanız bir taktiktir; “hiç
kimse tartışmadan “bütünleştirici Marksizm”e
varacağımızı sanmasın mesajını veriyorsunuz.
Diğer
taraftan bu son cümle, “tanrı katı”nı mekan edindiğini
sananların sefil hayal dünyasını yansıtmaktan başka bir anlam
da taşımaz.
TP
ile Anadolu coğrafyasında Marksizm-Leninizm arasında neden doku
uyuşmazlığı olduğu aynı yazının “Teori: Batı Marksizmi ve
Althusser” alt başlığı altında açıklanıyor.
Okuyalım:
“Politik
okullarda temsil edilen Marksizm, "olağanüstü basitlik ve
yüzeyselliğiyle kendi sorunlarının bütünselliğinden hepten
habersiz olan vulgar Marksizm"di. (K. Korsch). Dünya-tarihsel
düzlemde Marksizm, sadece politik ve ideolojik parçalanmalar
yaşamamış, parçalanma 1920'li yıllar içinden başlayarak
Marksizmin genel olarak teorisi ve politik hareketi arasında da
gerçekleşmiştir. Söz konusu okullar, Marksizmin genel olarak
teori alanında edinimini, yeniden-üretimi faaliyetini
örgütleyemiyorlardı”.
1-“Politik
okullarda temsil edilen Marksizm, "olağanüstü basitlik ve
yüzeyselliğiyle kendi sorunlarının bütünselliğinden hepten
habersiz olan vulgar Marksizm"di.
Yani
tek başına Lenin veya Marksizm-Leninizm “olağanüstü
basitlik ve yüzeyselliğiyle kendi sorunlarının bütünselliğinden
hepten habersiz olan vulgar Marksizm"i
temsil ediyordu. Bu anlayışa göre Marksizm-Leninizmi savunanlar
“kaba Marksizm”i savunmuş oluyorlar. Korsch “üstat” böyle
diyor, TP de onu doğruluyor.
2-Dünya-tarihsel
düzlemde Marksizm, sadece politik ve ideolojik parçalanmalar
yaşamamış, parçalanma 1920'li yıllar içinden başlayarak
Marksizmin genel olarak teorisi ve politik hareketi arasında da
gerçekleşmiştir. Söz konusu okullar, Marksizmin genel olarak
teori alanında edinimini, yeniden-üretimi faaliyetini
örgütleyemiyorlardı”.
Böyle
bir değerlendirmeye 1920'li yıllarda Bolşevik Parti içindeki
tartışmalar zemin teşkil ediyordu. Marksizm, sadece dünya çapında
politik ve ideolojik parçalanmalarla karşı karşıya kalmamıştır,
aynı zamanda “okulları”na da bölünmüş ve sonuçta da teori
alanında edinimini koruyamadığı gibi, yeniden üretiminin de
örgütleyememiştir!
Yani
Marksizm, çok “zavallı” bir duruma düşmüş. TP bu tespiti
yaptıktan sonra kurtuluşun yolunu da gösteriyor:
“Altmış
yıllık dönem boyunca teoride Marksizm arayışı bizi "Batı
Marksizmi"ne ulaştırıyor.
"Batı Marksizmi", başlıca olarak Lukacs, Korsch, Gramsci
ve Althusser'in aralarında yer aldığı düşünürler tarafından,
hem bir açmazı, hem de bir çözüm yolunu belirtmesi bakımından
ortaya konmuş ve oldukça aykırı olmalarına karşın birtakım
genel zeminleri paylaşan eserler bileşkesidir”.
TP,
yaklaşık olarak 1935'ten bu yana (60 yıllık) teoride Marksizm
aramış ve sonunda bulmuş: “Batı Marksizmi”!
Başka
bir şey bulamadınız mı diye sormuyorum. Herkes yerini, önderini
belirliyor. TP neden yapmasın! Örneğin Marksist-Leninistler
Marksizm-Leninizm diyorlar; Marks, Engels, Lenin, Stalin dünya
proletaryasının önderleridir diyorlar.
Troçkistler,
Troçki diyorlar.
Maocu
arkadaşların bir kısmı Marksizm-Leninizm diyor; Marks, Engels,
Lenin, Stalin, Mao; bir kısmı Marksizm-Leninizm-Mao Zedong
düşüncesi; Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao diyor.
TP
de Batı Marksizmi; Lukacs, Korsch, Gramsci ve Althusser diyor.
Haksızlık
etmeyelim, TP, Troçkistlerin Troçkizme; Maocuların Maoizme;
Marksist-Leninistlerin Marksizm-Leninizme “bağnazca” bağlı
oldukları gibi “Batı Marksizmi”ne bağlı değildir. Her ne
kadar “Dünya ölçüsünde Marksizmi... Batı Marksizmi(ne)...
temsil” ettirse de onun da yetersiz kaldığını, bölündüğünü
yazıyor.
TP,
açık ki bir Mesih arıyor. Ve aradığı Mesih'i buluyor da.
Mesih'in
adı Louis
Pierre Althusser'dir.
“Bize
göre, Batı Marksizmi içindeki ayrımlardan bahsolunduğunda
Althusser'in teorik binasının zemini, bütünsel Marksist oluşum
uğraşında "teorik bir en uygunluk" taşıyor.
Althusser'in bazı çıkış noktaları (ama varış noktaları
değil) ve vargıları (ama bu vargıların öncülleri değil),
bulunduğumuz tarihsel-teorik konum bakımından doğru soru sorma ve
uygun sorunlara yöneltme olarak belirleyebileceğimiz etkin bir
işlev kazanıyor”.
“Althusser'in
teorik tezlerinin bugünkü tarihsel sonuçlarını ve ilgili
yaklaşımları izliyoruz. Althusser, içinde bulunduğumuz dönemde,
bütünsel (teorik-politik-pratik) Marksizmin tarihsel olarak ortaya
konması bakımından çok önemli bir çatışmanın, Marksizm ile
Post-Marksizm arasında cereyan edecek mücadelelerin dinamik bir
unsuru olarak beliriyor. Bu çatışmanın kavranılacak halkası
Althusser'de cisimlenen sorunsaldır. Marksizmin, bir felsefö
ütopya; Marksist politikanın konjonktürleri görmeyen ve taktiksiz
bir stratejik belirleme (genel politika ya da sınıfçı politika)
olmadığını görmek için, fakat bu arada bütün'ü de yitirmemek
için Althusser'in Marksist klasiklerden soyutlayarak koyduğu
anlayışın elverişli bir zemin sunduğunu ileri sürüyoruz”.
(Hiç
yorum yapmadan cümleye bakalım: Sorun
çözümünde “Althusser'in bazı çıkış noktaları”
doğrudur, “ama
varış noktaları” yanlıştır;
Althusser'in sorun çözümünde
bazı “vargıları” doğrudur,
ama bu vargılara yol açan nedenler, “vargıların
öncülleri” yanlıştır. Bu
haliyle Althusser veya
onun yöntemi TP'ye göre “bulunduğumuz tarihsel-teorik
konum bakımından doğru soru sorma ve uygun sorunlara yöneltme
olarak belirleyebileceğimiz etkin bir işlev kazanıyor”.
Yani ilke, kural yok; her şey oynaktır; işine geldiği gibi
değerlendirebilirsin; “Çıkış noktaları”nı alırsın,
sonuçları atarsın veya sonuçları alırsın “çıkış
noktaları”nı atarsın! İşine nasıl geliyorsa öyle yaparsın!)
TP,
'gelin arkadaşlar yeni bir Marksizm oluşturalım' deken
arkadaşlarını (“mavi boncuk” sahiplerini) tam da bu yöntemle,
eklektizmle yeni bir Marksizm oluşturmya çağırıyor.
Şimdi
anlaşıldı. TP, “Taslak”ı gerçekten de amacına en iyi hizmet
edecek biçimde oluşturmuş: TP, “Taslak”ta okuru bir kanala,
hayır bir tünele sokuyor, size “at gözlüğü” taktığını
fark etmiyorsunuz; çaresizsiniz; arkaya, sağ yana, sol yana gitme,
bakma, sapma olanağınız kalmıyor; sadece ileriye gidebilirsiniz.
Tünelin sonuna geldiğinizde “epistomolojik” yenileniyorsunuz ve
“ontolojik” olarak kendinize geliyorsunuz; o zamana kadar
savunduğunuz görüşlerin ne denli yanlış olduğunu anlıyorsunuz;
Marksizmi değil, Marksizmleri bir kenara atıyorsunuz. Tünelin
sonuna geldiğinizde, yeni
doğmuş bir
çocuk
gibi günahsız
oluyorsunuz
ve sizi “üstat“
Louis
Pierre Althusser
karşılıyor.
Bir Mesih'e özgü bütün erdemleriyle karşınızda “üstat”
duruyor.
Althusser'ci
olmaktan başka çareniz yok!
Ama
yine de insanın aklına bazı sorular geliyor:
1-”Batı
Marksizmi içindeki ayrımlardan bahsolunduğunda Althusser'in teorik
binasının zemini, bütünsel Marksist oluşum uğraşında "teorik
bir en uygunluk" taşıyor”. Nedir bu "teorik bir
en uygunluk" diye sorarsanız, her halde yapısalcılık
diye cevap verilecektir.
2-”Marksizmin,
bir felsefö ütopya; Marksist politikanın konjonktürleri görmeyen
ve taktiksiz bir stratejik belirleme (genel politika ya da sınıfçı
politika) olmadığını görmek için, fakat bu arada bütün'ü de
yitirmemek için Althusser'in Marksist klasiklerden soyutlayarak
koyduğu anlayışın elverişli bir zemin sunduğunu ileri
sürüyoruz” derken neyi kastediyorsunuz diye sorarsanız
Marks'sız Marksizmi kastediyoruz denecektir.
Veya
“Althusser'in Marksist klasiklerden soyutlayarak koyduğu
anlayışın” Marksizmle ilişkisi nedir? Madem ki, Marksist
klasiklerden; yani Marks'tan, Engels'ten, Lenin'den (belki de
Stalin'den de!); yani yalın haliyle Marksizmden ve
Marksizm-Leninizmden soyutladıktan sonra geriye Althusser ile
Marksizm, Marksizm-Leninizm arasından ne türden bir ilişki
kalıyor?
Böylece
siz, Marksizmsiz, Marksizmi savunmuş olmuyor musunuz? TP, tam da
bunu istiyor. Bunun için, bu Post-Marksizmi kabul ettirmek için
“mavi boncuk” dağıtıyor. Yöntemi, yöntemsizlikten;
ilkesizlikten, kuralsızlıktan ibaret; oynak olan; işine geldiği
gibi değerlendirme yapmaya uygun olan; bazen “çıkış noktaları”
doğru olan, ama sonucu yok sayılan; bazen sonuçları doğru olan,
ama “çıkış noktaları” yanlış olan bir yöntem ve
Marksizmin temelini oluşturan klasiklerden, anlayışlardan,
ilkelerden; niteliklerden arındırılmış bir Marksizm! Yani
Post-Marksizm. TP bunu savunuyor.
3-”Althusser,
içinde bulunduğumuz dönemde, bütünsel (teorik-politik-pratik)
Marksizmin tarihsel olarak ortaya konması bakımından çok önemli
bir çatışmanın, Marksizm ile Post-Marksizm arasında cereyan
edecek mücadelelerin dinamik bir unsuru olarak beliriyor” derken
bütün dünyayı kandırmaya çalışmış olmuyor musunuz?
Althusser, Marks'ı, Marksizmi çarpıtmakla, başkalaştırmakla,
içini boşaltmakla “ünlü”dür. Üstat” bu hizmetleriyle
Post-Marksist öğrenciler yetiştirmiştir. Ve
siz böyle bir “figür”ü “Marksizm ile
Post-Marksizm arasında cereyan edecek mücadelelerin dinamik bir
unsuru olarak” görme cüretini
gösterebiliyorsunuz.
İnsanlar
sizi anlayamayabilirler, kavrayışları kıt olabilir. Bunu normal
karşılamanız gerekir. Ama satır aralarında gizlenmiş bir
kızgınlık, açık bir tepki var. ”Sosyalizmin, bilimsel
sosyalizmi atlayarak, ütopyacı aşamasından yeni bir ütopyacı
aşamaya yönlendirilmesi, bugün Marksizmin bayrağını arşa
yükseltenler arasında var olan güçlü bir eğilimdir. Ütopyacı
sosyalizm, burjuva egemenliğinin gücüne karşı bir savunma hattı
olarak yükseltilmek isteniyor” derken
neyi kastediyorsunuz? “Bilimsel sosyalizm” tarihin
neresinde duruyordu da “Marksizmin bayrağını arşa
yükseltenler” o
“bilimsel sosyalizmi atlayarak” “ütopyacı aşamasından yeni
bir ütopyacı aşamaya” doğru
dolu dizgin yol alıyorlar? Marksizmin bayrağının “arşa”
yükseltilmesinden,
yükseltenlerden neden
bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Veya
“burjuva egemenliğin gücüne karşı bir mücadele biçimi olarak
“Marksizmin bayrağını arşa” yükseltmekle
ne kaybetmiş oluruz? Anlamaya
çalışıyorum ve vardığım sonuç şu: “Ezilenlerin
Marksizmi”nin bayrağı “arşa” yükseltilse
bundan hiç de rahatsız olmayacaksınız.
Demek ki, siz Marksizmin; Marksizm-Leninizmin bayrağından rahatsız
oluyorsunuz.
Diyorsunuz
ki, “Althusser'in ortaya koyduğu zemin, sosyalizmin
yüzelli yıl sonra yeniden ütopyacılığa dönmesine karşı önsel
teorik engel işlevi görmektedir”.Tamam, diyelim ki dediğiniz
doğru. O zaman “Althusser'in ortaya koyduğu zemin”in ne
olduğunu açıklayın da biz de öğrenelim. Ne de olsa bu “zemin,
sosyalizmin yüzelli yıl sonra yeniden ütopyacılığa dönmesine
karşı önsel teorik engel işlevi görmektedir”.
Batının
tartışma kültürüne bakıyorum, “entel” çevrelerin,
feylesof
çevrelerin
tartışma
kulüplerinde ele aldıkları konulara bakıyorum, sosyalizm ve
sorunları adına çıkan kitaplara bakıyorum, “ezelden” bu yana
Sovyet revizyonizminin ideoloji ile ilgili sayısız yayınlarına
bakıyorum, diyelim ki, '60'lardan bu yana Troçkist “eğilimler”in
yayınlarına bakıyorum, Maocu örgütlerin yayınlarına bakıyorum,
Marksist-Leninist örgütlerin yayınlarına bakıyorum ve bunların
hiçbirinde “Althusser'in
ortaya koyduğu zemin(in),
sosyalizmin yüzelli yıl sonra yeniden ütopyacılığa dönmesine
karşı önsel teorik engel işlevi” gördüğü
anlatılmıyor. Olabilir, belki de ben anlamamışımdır. Ama
Post-Marksist, Post-modern, yapısalcı ve Post-yapısalcı
kaynaklara bakıyorum oralarda “üstat”ın Marks'ı nasıl ikiye
böldüğünü,
Marksist
olmadığını (bunu bizzat “üstat” söyler), diyalektiği naslı
çarpıttığını, sınıf olgusunu nasıl iç ettiğini (saymaya
devam edeyim mi, yoksa bu kadar yeter mi? Bu kadar yeter diyelim)
görüyorum. Ve Anadolu coğrafyasında bize, olmayan, yaşamamış,
TP'nin hayal dünyasında var olan bir Althusser anlatılıyor.
“Taslak”
hakkında son olarak bir not:
“Hareketimizin
hedeflediğimiz biçimsel karşılığını, bir "teorik-politik
çekirdek" yaratmak olarak adlandırabiliriz. Yaratmaya
uğraşacağımız teorik-politik çekirdek, kendini bütünsel
Marksist oluşum sürecine onun mütevazı bir unsuru olarak
kilitleyecektir...
Biz,
Engels'in sözünü ettiği "küçük insanlar"ız. Hiç
istemediğimiz halde, karmaşık ve muazzam büyüklükte bir dünya
ve sorunlarıyla 'başbaşa' kalmış durumdayız”.
Demek
ki, "Marksizmin genel alanı" içinde yer alanlara
"gelin hep beraber yeni bir Marksizm anlayışı oluşturalım"
çağrısı yapacak kadar, “Solduyu”ya aykırı
bir Marksizm ortaya koyduk” ve “Biz bir Marksizm
anlayışını temsil ediyoruz” diyecek kadar “alçakgönüllü”
ve "küçük insanlar"sınız!
Öyle
mi!
Sizi
taktir ettiğimi belirtmek isterim:
Çoğu
insan Marksizmini henüz bulamadı. Ama siz Marksizminizi arayıp
bulmuşsunuz:
Batı
Marksizmi üzerinden “ezilenlerin Marksizmi”.
Çoğu
insan önderlerini henüz bulamadı. Ama siz, önderlerinizi arayıp
bulmuşsunuz:
En
başta Althusser olmak üzere Lukacs, Korsch ve Gramsci.
Çoğu
insan “çekirdek” yaratacak durumda değil. Ama sizin “çekirdek”
yaratmak için teorik organınız var: TP.
Çoğu
insan partisini ararken siz “Günümüzde
‘Bütünsel Marksizm’in, bir başka deyişle, ‘Ezilenlerin
Marksist Partisi’nin varlığının önkoşulları ‘programatik’
terimlerle belirmiştir”
diyerek parti sorununu ve ideolojik açılımını neredeyse
halletmiş durumdasınız.
Geriye
“asker” aramaktan başka bir işiniz kalmıyor! Sizin sadece
“asker”e ihtiyacınız var. Ama her “asker”e “mavi boncuk”
dağıtacak gücünüz yok. Bu nedenle, “asker başı”
sandıklarınıza; sağa-sola “mavi boncuk” dağıtıyorsunuz,
ideolojik, teorik, örgütsel doku uyuşmazlığı olmasına rağmen;
bahsettiğiniz geleneğin yerini üst seviyede başka bir geleneğin
almasına rağmen hala sık sık “geleneğimiz” kavramını
kullanıyorsunuz. Nostaljik olmadığınız anlaşılıyor. Öyleyse
sık sık bu kavramı kullanmanızın bir anlamı olması gerekmez
mi?
Yoksa
bir anlamı yok mu?
“Asker”
sorununu halledince “yaşasın ezilenlerin Marksizmi”
yazılı bayrağınızı “arşa” yükselttirebilirsiniz!
*
3. makale
TP
DÜNYASINDA GEZİNTİ
Post-Marksizmin
Post-Marksizme karşı mücadelesi
(Sıkça
sorulan sorular)
4.
makale
POST-MARKSİZM,
MARKSİZMİ SAVUNABİLİR Mİ?
Post-Marksizmin,
Post-Marksizme karşı mücadelesi
(Sıkça
sorulan sorular)
5.
makale
İŞÇİ
SINIFI - “EZİLENLER” ve “ÇATALLAŞAN” MARKSİZM (I)
(Anadolu
coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça
sorulan sorular)
6.
makale
“ÇATALLAŞAN”
MARKSİZM - “ÇAKMA” MARKSİZM (II)
(Anadolu
coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça
sorulan sorular)
7.
makale
POST-MARKSİZM
- “EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
SINIFTAN KAÇIŞIN TEORİLEŞTİRİLMESİ
(İşçi
Sınıfı - “Ezilenler” ve “Çokluk”)
(Sıkça
sorulan sorular)
*