“DÜŞTÜYSEK
KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
“24
AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ
1.
Makale
ÖNSÖZ
YERİNE
Günümüzde
Post-Marksizm ve Troçkizm - Troçki'nin Argümanlarıyla
Post-Marksist Tasfiyecilik
Revizyonist
sistemin çöktüğü dönemi ve sonrası yılları (1989-1991 ve
sonrasını) hatırlayalım. Emperyalist burjuvazinin örgütlediği
o yoğun anti-komünist propagandanın bir tarafında da Troçkistler
vardı. Onlar da tarihin kendilerini doğruladığını yazıyorlardı.
Sosyalizmin yenilgisinden bahsetmiyorlardı, “Stalinizm”in
yenilgisinden bahsediyorlar ve böylece Lenin'in öğretisinin
uygulamasını lanetliyorlardı. Her zaman olduğu gibi, yeni bir şey
söylemiyorlardı. Troçki'nin bilinen otobiyografik görüşlerini
tekrarlıyorlardı.
1990'lı
yıllar “tarihin sonu”nun getirildiği, Marksizmin, sınıf
mücadelesinin tarihe karıştırıldığı; küreselleşmenin
emperyalizm ötesi bir gelişme olarak lanse edildiği, Negri'lerin
göklere çıkartıldığı; aslında ne kadar anti-marksist akım
varsa hepsinin önünün açıldığı; siyasi, felsefi, ekonomik
vb. gelişmelerin Post-modern ve Post-Marksist yazarların
görüşlerine göre değerlendirildiği bir dönemdi. Revizyonist
sistemin çökmesi ve yoğun anti-komünist propaganda tasfiyecilerin
imdadına yetişmişti, gerçekten de rahatlamışlardı; içinden
çıkılamaz büyük sıkıntılara düşmeksizin, karşı devrimci
rüzgarı arkalarına alarak, değişimden,
gelişmeden, yeni olandan
bahsederek etkili olmaya başladılar. Düne kadar sahiplenilen
değerlerin artık istenildiği gibi eleştirildiği ortam oluşmuştu,
tam tasfiyecilik ortamıydı. Bir taşla sadece 2-3 “kuş” vurmak
ancak yeteneksiz olanların işi olabilirdi; ortam 10-15 “kuş”u
birden vurmaya uygundu. Marks'ı, Engels'i, Lenin ve Stalin'i
düşünmek, okumak dinozorluktu. 100, 150 seneden beri aynı
düşünceler nasıl olur da hala önümüzü aydınlatabilirdi?
Marksizm-Leninizmi
sağdan soldan çekiştirmenin ve içini boşaltmanın tam zamanıydı.
Eminim çoğunuz -abartı olmasın diye bir kısmınız- yanı
başınızda sizinle yıllarca omuz omuza mücadele verenler,
teoriden anlayanlar arasında, o zamana kadar inandığı değerlere
inanmadığını açıklayanları mutlaka şaşkınlıkla
izlemişsinizdir. Değişimi, gelişmeyi, yeni koşulları dilinden
düşürmeyen bu unsurlar, değişimi, gelişmeyi görmek için
revizyonist sistemin çökmesini ve emperyalist burjuvazinin yoğun
anti-komünist propagandasını başlatmasını beklemişler.
Bekleyenler arasında Troçkistler de vardı. Troçkizm, tarihi bir
fırsat yakalamıştı ve bu gelişmeden yararlanmaya çalıştı;
Troçkistler, bir kısım tasfiyecinin Marksizm-Leninizmi düşüncede,
örgütlenmede ve eylemde tasfiye etmeye çalışmasından, Troçkizmi
ideolojik ve teorik gıda kaynağı olarak görmesinden oldukça
memnunlardı. Tarih onları haklı çıkartmıştı! Troçkistler
artık bundan emindiler. Hangi tarih onları haklı çıkartmıştı,
orasını bilmiyorum. Ama bu anlayışlarının altında yatan şudur:
Ya dünya devrimi ya da hiçbir şey! Bunu şöyle de ifade
edebilirsiniz: “Ya hep ya hiç!”. Böylesi radikalliğe teslim
olmayan genç, genç sayılır mı? Troçkistlerin, kısmen oldukça
radikal sloganları özellikle gençlik ve aydınlar arasında yankı
buluyordu. Diğer bir özellikleri de bizzat Troçki'nin burjuva
çevreler tarafından “iyi
oğlanlar”dan
sayılmasıdır. Emperyalist burjuvazi onu “komünist
rejimin cinayetleri”ne
katılmamış birisi olarak görüyor; “Troçkizm
komünizmin iyi vicdanıdır. O, bütün totaliter
yozlaşmaya...rağmen iç yapısı sağlam kalan düşünceye
dayanmaktadır ve yıkıntıdan yeniden doğuşu mümkün
kılmaktadır” diye
değerlendiriyordu (1).
Bildiğimiz
Troçki'yi emperyalist burjuvazi “Zümrütü Anka” ilan etmişti.
Gerçekten de öyle; hep öldü denirken kendi külleri içinden
yeniden dirilmiştir.
Şüphesiz
ki, insanlar Troçkist örgütlere akın etmiyorlardı. Ama
Troçkizmden etkilenme inkar edilemezdi. Etkilenme kendini bazen
erken, bazen de gecikmeli olarak açığa vurdu. Bu sürecin
uluslararası arenada nasıl geliştiği takip edilebilir. Dünyanın
şurasında, burasında bu “yenilikçi” unsurlar, tarihin
kendilerine her dönem önder olma görevini verdiğini sanan
unsurlardır. Bunu da Troçki'den, onun otobiyografik “eser”lerinden
öğrenmişlerdir. Tasfiyecilik tespit etmişti: Yeni bir durum söz
konusuydu ve yeni durumda da yeni düşünce ve örgütlenme
anlayışıyla yeni konumlanma olmalıydı!
Özne
değiştirilmeliydi; zaten Troçki de “Çürüyen kapitalizm
koşullarında proletarya sayısal ve kültürel olarak büyümüyor”
demiyor muydu daha 1939 yılında. Proletarya sayısal ve kültürel
olarak büyümüyorsa, büyüyen bir toplumsal kesim olmalıydı. Bu
da sosyal hareketlerin işçi sınıfı dışındaki ezici
çoğunluğunu oluşturan bileşenleri olabilirdi. Zaten
“Post-Marksizm” de daha 1980'li yıllarda buna işaret etmiyor ve
bel bağlamıyor muydu?
Öznesel
değişim kaçınılmaz olmuştu!
Kavram
olarak Marksizm-Leninizm de artık yetersiz kalıyordu;
“orijin”imizi, kökenimizi ifade etmiyordu! Zaten Ekim
Devriminden hemen sonra Batı dünyasında bu devrim ve sonuçları
üzerine sonu gelmeyen tartışmaların tozu dumanı içinde Leninist
olmayan “Marksistler”, “orijin” Marksizmi Bolşevizmden
ayırmak ve yeni bir akım oluşturmak çabasına girmemişler miydi?
Bu Batı-Marksizmi, Marksizm-Leninizmi tanımıyordu, sadece ve
sadece Marksizmi tanıyordu. Hem Marksist, hem Leninist ve hem de
Bolşevik Troçki de Marksizm-Leninizmi tanımıyordu; tek başına
Marksizmi veya tek başına Leninizmi tanıyordu. Değişimin,
yeninin bir parçası da bu alandaki değişim oldu;
Marksizm-Leninizm kavramının yerini tek başına Marksizm kavramı
almaya başladı. Böylece ideolojik yozlaşmanın önü açıldı:
Herkes kendine Marksist diyebilir, ama Marksist-Leninist diyemezdi.
Marksizm kavramı içine Batı-Marksizminden Negriciliğe, Troçkizme
varana kadar her türden sapkınlık sığdırılabilir, ama
Marksizm-Leninizm kavramı bu sapkınlıkları dışlayarak, onlara
karşı mücadele içinde gelişmişti. Böylece, örneğin adları
anılmaksızın Althusser, Negri, Troçki ve başkaları keşfedildi.
Tabii bu arada Althusserciler, Negriciler, Troçkistler, “N'oluyor,
bu kıymet -i harbimiz nereden geliyor” diye şaşkınlık içinde
durumu izliyorlardı. Tasfiyecilerden hangi düşünceden, kimden
etkilendiklerini açıkça söylemeleri tabii ki beklenemezdi.
Almanya Komünist Partisi-Marksist/Leninist'in Troçkist tasfiyeye
uğrama sürecini takip edin bunu görürsünüz. Tasfiyeciliğin,
tasfiyecilerin özelliği budur. Tarih, hiçbir zaman tasfiyecilerin
tek yüzlü olduklarına şahit olmamıştır; oldukları gibi
görünmezler veya göründükleri gibi olmazlar. Açıklama ortamı
oluşana kadar gerçek düşüncelerini özenle saklarlar. Hep
gelişmeden, değişimden, yeni koşullardan bahsederler. Bunu
yaparken kendilerine hangi düşüncelerin yol gösteriğini ve o
düşüncelerin kendilerini nasıl değiştirdiğini açıklama
cüretini gösteremezler. Negri, Althusser, Troçki veya başkaları
haklı çıktı, Marksizm-Leninizm yanıldı; Marks, Engels, Lenin,
Stalin yanıldılar diyemezler. Onlarda bu cüret yoktur. Ama
inandırıcı olmak için yapılması gereken tam da budur. Yerli
veya uluslararası alanda tasfiyecilik örneklerini
inceleyebilirsiniz. Yeni adı altında öne sürdükleri, tarihin
mahkum ettiği düşüncelerin neden yeni ve doğru olduğunu
açıklayamadıklarını göreceksiniz. Örneğin tarihin Troçki'yi
nasıl doğruladığını Troçkistler de dahil tasfiyeciler
açıklayamazlar. Örneğin varoluş krizcileri ve kapitalizmi
kendiliğinden çökertenler bu anlayışlarını Troçki'ye
dayandırdıklarını açıklayamazlar; Troçki “Kapitalizmin
çöküşü, keza eski hakim sınıfın da çöküşü en son
sınırlarına varmıştır. Bu sistemin varlığını sürdürmesi
imkansızdır” derken
doğru bir tespit yapmış oluyordu diyemezler.
Ama
Troçki'nin teori adına ortaya koyduğu anti-marksist düşünceleri,
Lenin ve Stalin dönemindeki SSCB'de (Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği) sosyalizmi,
bir bütün olarak Marksizm-Leninizmi reddetmek için kullanırlar.
Neden Marksizm-Leninizmden değil de, Marksizmden bahsettiklerini
açıklayamazlar. Neden düne kadar Marksizm-Leninizm bayrağı
altında yürüdüklerini ve bugün sadece Marksizm bayrağı altında
yürümek gerektiğini açıklayamazlar. Aksi taktirde niyetlerinin
ne olduğu açığa çıkar.
Tasfiyecilik
yıkıcılıktır; tasfiyeciler de yıkana, dağıtana kadar “olduğu
gibi görünmemeye”
devam ederler.
Tasfiyeciler
başkalarına ders vermeyi pek severler. Hani kendileri değişimi,
gelişmeyi ve nihayetinde de yeni olanı görmüşler ve diğerleri
bunu görmemişler ya! Geride kalanları ilerletme, onların ufkunu
açma, öğretme babından yeni adına o dönemin koşullarına en
uygun olan düşünceyi seçerler. Tasfiyecilerin yazılarına
bakarsanız bunları görürsünüz. Post-Marksist düşünceleri,
Negriciliği veya Troçkizmi savunanların değerlendirmelerinde bunu
görürsünüz. Sanki yedi düvelde sayısız devrime bizzat önderlik
ederek katılmışlar ve edindikleri engin tecrübe ve teorik
birikimlerine dayanarak 21. yüzyılda sosyalizmin nasıl olmaması
gerektiği üzerine dersler verirler. Örneğin, sosyalist devrim,
tek veya birkaç ülkede devrim, dünya devrimi üzerine, Negri'nin
çokluğu üzerine, işçi sınıfının nasıl “eriyip yok olduğu”
üzerine vb. “yeni” yorumlar yaparlar. Ekim Devriminde, SSCB'nde
sosyalizmin inşasında bugüne kadar göremedikleri yeni bir
şeylerin olduğunu “gevelemeye” başlarlar. Peki yeni nedir diye
sorarsanız, karşınıza Troçki'nin “malum” görüşleri çıkar.
Troçki'nin 80 veya 100 senelik düşünceleri birden bire “yeni”
olur ve bu “yeni” düşüncelerle o zamana kadar savundukları
düşüncelere karşı mücadele ederler. Bu unsurların bir kısmının
amacı hiç de Troçkizmi savunmak değildir. Ama Troçki'nin
düşünceleri Marksizm-Leninizme karşı kullanılması gereken bir
silahtır. Bu silahla ideolojik kargaşa yaratabilirsin.
Tasfiyeciler, Marks'ın, Engels'in, Lenin'in, Stalin'in; yani
Marksizm-Leninizmin sosyalizm, tek veya birkaç ülkede devrim vb.
konulardaki öğretisinin artık değersizleştiğini; çağımızdaki
gelişmelere, “yeni” olana cevap vermediğini kanıtlamak için
Troçki'ye veya Althusser'e veya Negri'ye veya Wallerstein'a veya da
Harvey'e sarılırlar. Ama bunu açıktan söyleyecek cüretleri
olmadığı için gevelerler; yani ideolojik ve teorik geviş
getirirler. Örneğin SSCB'nde
sosyalizmin inşasını nasıl reddedebilirsiniz? Tek başına,
kişisel “kurtuluş”
için asla reddetmezler; bu kişisel bitiş, yok olmak demektir.
Böyle tasfiyecilik yapılmaz. Sürükleyeceksin, herkesi peşine
takacaksın, bu amaç için reddetmek tasfiyecinin esas işidir. Her
halükarda tasfiyecinin önünde iki yol var:
Bunlarda
birisi, doğrudan Maksizm-Leninizmi açıktan reddetmek ve
burjuvazinin safına geçmek. Bu türden bireysel tasfiyecilerin,
döneklerin sayısı hiç de az değildir.
İkinci
yol ise “ince” yoldur.
Bu yola başvuranlar,
düşüncede ve pratikte; ideolojide ve örgütlenmede “değişimi”,
yani savunulan dünya görüşünü (ideoloji) ve örgütlenmeyi
başkalaştırmayı, yok etmeyi amaç edinirler. Bu nedenden
dolayı bu unsurların cepheden Marksizm-Leninizme saldırmalarını
beklemek bir hayaldir. Nasıl bir yöntem izleyebilirler?
Tasfiyecilikle karşı karşıya kalmış örgütlerin
değerlendirmelerinde bu konuda öğrenebileceğiniz çok şey
vardır. Örneklemek istersek: Yazılarında Marksizm-Leninizmden çok
Marksizm kavramını kullanmaya başlarlar. Burada söylenen “biz
Leninizmi sorguluyoruz”dur.
Sonra Ekim Devriminin ulusal karakterli olduğu bir biçimde
anlatılır. Ardından emperyalist çağda sosyalizmin ulusal çapta
kurulamayacağı işlenir. SSCB'nde ulusalcılık yapıldığı,
dünya komünist hareketinin çıkarlarının SSCB'nin çıkarlarına
tabi kılındığı anlatılır. Troçki'den, Troçkizmden tek kelime
söz edilmez. Ama bir Alman örgütünün (MLPD) yaptığı gibi,
program değişikliğinden dolayı Troçkist olmadığını bir iki
ek paragrafla açıklama derdine düşebilirler. Bunlar hep yeni
diye anlatılır. Ama tarihi biraz karıştırırsanız bu rezil
düşüncelerin Troçki tarafından otobiyografik teorileştirildiğini
ve pratiğinde de Troçkizmi karşı devrimle buluşturan düşünceler
olduğunu görürsünüz.
Günümüzde
bir kısım tasfiyeci, Marksizm-Leninizmi ancak Troçkizmle
vurabilirsiniz düşüncesine varmıştır. Tasfiyecilerin bir bölüğü
bu nedenle Troçkizme sarılıyor. Diğer bir bölüğü ise
Batı-Marksizmi hattından ilerleyerek Marksizm-Leninizme saldırıyor.
Ama bu hattan tasfiyecilik, birkaç yozlaşmış aydın tiplinin
ötesinde kimseyi etkileyemez. Uyanık tasfiyeciler, Batı-Marksizmi
hattından giderek “Marksist”
kalınamayacağını çok iyi bilirler. Veya işçi sınıfının
geleceği üzerine Troçki ve Negri'nin görüşlerini birleştirerek
veya harmanlayarak Marksizm-Leninizme saldırılabilirsiniz. Böyle
bir sınıfın kalmadığını söylemenize gerek yok. Bu hiç
inandırıcı olmaz. Bunun yerine, kapitalizmde sermaye ile emeğin
(işgücünün) diyalektik birliğini kopartırsınız; bu durumda
bir -acemiyseniz iki veya üç- cümlede kapitalizmi ortadan
kaldırmış olacağınız için işçi sınıfını da yok etmiş
olursunuz...Bu durumda bir
taşla kaç “kuş” vurduğunuza bakalım:
Birinci
“kuş”: Böylece herkesi, ama herkesi sermaye karşısında
işçi yapabilirsiniz.
İkinci
“kuş”: Bu durumda işçi sınıfının değil, herkesin;
“çokluk”un
örgütlenebileceği bir örgütten bahsedebilirsiniz. Leninist bir
partide üyelik kıstaslarını Martov'un üyelik kıstaslarına
indirgersiniz; böylece bir şey yapmayarak da, pasif kalarak da
parti üyesi olabilmenin yolunu açarsınız. Herkesin üye olduğu,
ama herkesin mutlaka aktif olmasının, bir parti örgütünde fiilen
mücadele etmesinin gerekmediği bir parti anlayışıyla Leninist
örgütlenme değil de başka hangi örgütlenme anlayışı
dinamitlenmiş olur? Varacağınız yer burjuvazinin kabul edeceği,
herkesin üye olabileceği bir burjuva parti örgütlenmesidir.
Örgütlenme konusunda Lenin'i anlamak istiyorsanız, konuya ilişkin
olarak mutlaka ve mutlaka Martov ve Troçki'yi okumalısınız.
Başka
yöntemler de kullanabilirsiniz: İdeolojik-teorik bütünlüğü
parçalamak, çok ideolojili olmak için ipe-sapa gelmez burjuva
düşünceleri işlersiniz. Belli bir zaman sonra parti, her türden
burjuva düşüncenin savunulduğu, ama sadece Marksizm-Leninizmin
savunulmasının fiilen yasaklandığı bir “Marksist-Leninist”
partiye dönüşür. İdeolojide ve teoride “köşe”leriniz,
renkleriniz kalmamıştır. Böylesi ortamlarda Marksizm-Leninizm
savunanlara dinozor denir. Dinozor, gelişmelerin, değişimin
gerisinde kalmıştır! Uluslararası alanda böylesi değişimden
geçmiş birkaç örnek inceleyin, bunları görürsünüz.
Başka
bir yol: Leninist emperyalizm analizine ve devrim teorisine darbeyi
tam indirmek için sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasını ele
alabilirsiniz. Bu konuda; sermaye ve üretimin uluslararasılaşması
konusunda Troçki ufkunuzu açar. Yani emperyalist küreselleşme
sürecini bütün ülkelerin birbirine sıkı bir biçimde
bağlandığını ve ulusallığın ortadan kalktığını
savunabilirsiniz. Bu
konuda tasfiyecilere Troçki yol göstermektedir. Kapitalizmin
geleceği üzerine fal bakmayı Troçki'den öğrenmişlerdir.
Onların artı üretim artık yapılamaz, kapitalizm kendiliğinden
çökecektir, varoluş krizi vb. sözleri Troçki'den alınmıştır.
İsterseniz birkaç örnek verelim.
“Marksizmin
Savunulması, SSCB Savaşta” yazısında Troçki, diğer şeylerin
yanı sıra şunları söyler:
“Kapitalizmin
çöküşü, keza eski hakim sınıfın da çöküşü en son
sınırlarına varmıştır. Bu sistemin varlığını sürdürmesi
imkansızdır”
(2).
Bu
iki cümlede kapitalizmin varoluş krizi anlatılmaktadır.
Aynı
yazısında Troçki “(II.
Dünya Savaşının) toplumun kapitalizm temelinde
yaşayabilemeyeceğini itiraz edilemez bir biçimde kanıtladığını“
yazar (3).
Troçki
burada da kapitalizmin son sınırına dayandığını, var oluş
krizi içinde kıvrandığını anlatır.
“IV.
Enternasyonal”in programı
“Kapitalizmin Can Çekişme
Mücadelesi ve IV. Enternasyonal'in Görevleri”
başlığını taşır. “Geçiş
Programı”
kavramı parantez
içinde ve ikinci sırada yer alır.
Sadece
bu da değil. İşçi sınıfının tarihsel rolünü
önemsizleştirilmesi konusunda hep Negri'ye saldırıyoruz, ama bu
anlayışın fikir babası Troçki'dir. İşçi sınıfının
tarihsel rolünü artık yerine getiremeyecek durumda olduğunu,
artık sayısal olarak da çoğalmadığını iddia etmeye
kalkışanlar bu cüreti Troçki'den almışlardır. “Çürüyen
kapitalizm koşullarında proletarya ne sayısal olarak ne de
kültürel olarak büyümektedir”
diyen de Troçki'den başkası değildir (4).
Bu
düşünceleri savunmak çok kolaydır. Düşüncelerinizi kanıtlamak
için sayısız örnekler verebilirsiniz. Ve arkasından da tek tek
ülkelerde sosyalizmin inşa olanağı artık kalmadı, tek ülkede
devrim ve sosyalizmin inşası dünya sosyalist devrim sürecine
zarar verir sonucuna varabilirsiniz. Bunu anlatırken de -aynen
Troçki gibi- devrim ancak ve ancak uluslararası olanakları
değerlendirerek yapılabilir demeyi unutmamanız gerekir! Alman
Maocuları bu yolda hızla ilerliyorlar. Bu durumda
tasfiyeciler, örneğin günümüz koşullarında Türkiye'de devrim
olsa dünya ekonomisinin olanaklarını kullanamayacağı için
yenilgiye mahkum olacaktır diyeceklerdir ve bu devrime karşı
geleceklerdir. Şöyle düşünmelisiniz: Türkiye'de devrim
yapıyorsunuz, ama başka ülkelerde, diyelim ki Troçki'nin
deyimiyle “bazı
ileri ülkelerde”,
devrimler gerçekleşmiyor ve tek başınıza kalıyorsunuz. Ne
yaparsınız? Sanıyorum devrimi ilerletmek istersiniz. Ama
geleneksel Troçkistler ve tasfiyeciler hemen karşınıza
dikilirler ve yaptığınız “gerici
bir ütopya”dır
(Troçki); başka ülkelerde devrimler gerçekleşmediği için
sosyalizmi
inşa edemezsiniz; kapitalist dünya pazarıyla yeniden
bütünleşeceksiniz, kısa zaman içinde...yok olacaksınız. O
halde,...yok olmak istemiyorsanız tek başına devrim yapmaya
yeltenmemelisiniz. Troçki'nin ... uluslararası alanda
yandaşlarının, daha doğrusu hayranlarının yanlış
anlaşılmayacak bir açıklıkla söyledikleri budur. Troçki ve
Troçkistler bu veya benzeri argümanlarla SSCB'nde sosyalizmin
inşasına karşı mücadele ettiler.
Sözün
kısası, tek tek ülkelerde devrimler gerçekleştirilebilir, ama
devam ettirmenin koşulları yoktur. Öyleyse bütün ülkeler
devrime hazır olana kadar beklemek zorundasınız. Tek tek ülkelerde
başarılı devrim, başarısızlığa mahkum olmuş devrimdir.
Troçki, geleneksel yandaşları ve tasfiyeciler bu ve benzeri
anlayışları yanlış anlaşılmayacak açıklıkta savunuyorlar.
Kime karşı? Marks'a, Engels'e, Lenin'e, Stalin'e ve bir bütün
olarak Marksist-Leninist öğretiye karşı.
Demek
oluyor ki, tekil ülkelerde devrim ve sosyalizm, tek tek ülkelerle
sınırlı kalındığı müddetçe, yani dünya devrimi
gerçekleşmediği müddetçe kapitalizme geri dönüş kaçınılmazdır
anlayışı, katışıksız Troçkist bir anlayıştır. Bu anlayışa
göre tekil ülkelerde devrimi gerçekleştirmek, sosyalizmin
inşasına girişmek anlamsızdır. Bu bir zorunluluktur, ama yine de
anlamsızdır. Çünkü eninde sonunda kapitalizme geri dönülecektir.
Ekim Devriminden sonra Troçki, benzer düşüncelerle oluşmakta
olan SSCB'nde sosyalizmin inşasına -tek ülkede sosyalizmin
inşasına- karşı çıkıyordu.
Coğrafyamız
açısından bunun anlamı şudur: Türkiye'de -tek ülke olarak-
devrim yapmanın ve sosyalizme geçmeye yeltenmenin bir anlamı
yoktur. Tek başına kalıp yok olmanız o kadar önemli değil;
sadece tek ülkede devrimle ve sosyalizmi inşa çabanızla dünya
çapında sosyalizme doğru ilerlemeye bir katkı yapmış
olmayacaksınız, tam tersine dünya devimine zarar vereceksiniz, onu
zayıflatacaksınız. Dünya devrimine zarar vermemek ve onu
zayıflatmamak için, başka ülkelerde devrimin koşulları yoksa
Türkiye'de de devrimin koşuları yoktur anlayışından hareket
edeceksiniz. Bu nedenle başka ülkelerde devrim koşullarının
olgunlaşmasını beklemelisiniz. Bu arada ulusal çapta devrimi
hedefleyen programınızı da değiştireceksiniz. Program
uluslararası devrimin, dünya devrimin bir parçası olmalıdır!
Programın, kapitalizmde eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak
uluslararası olması; dünya devriminin yaşadığımız
coğrafyadaki; bölgedeki ayağı olması, Troçkist dünya devrimi
programına ters düşmektedir. Dünya devriminin bir parçası
olarak tek ülkede devrimi amaçladığı için değiştireceksiniz;
tek ülkede devrimi uluslararası devrime dönüştüreceksiniz.
Alman Maocuları böyle bir değişim yaptılar ve rahatladılar. Her
ne kadar Almanya'da devrimden bahsetseler de bir devrim sorunları
kalmadı. Almanya'da
devrimi dünya devrimine bağladılar, havale ettiler.
Bu
konuda Lenin ve Stalin'in çıkardıkları sonucu; yani tek veya
birkaç ülkede devrim ve sosyalizmin inşası kapitalizmde eşitsiz
gelişme yasasının doğrudan bir sonucudur; bir kaçınılmazlıktır,
zorunluluktur; bu nedenle tek tek ülkelerde devrim ve sosyalizmin
inşası, dünya çapında sosyalizme doğru ilerleme sürecinin bir
adımı olarak görülmelidir sonucunu, Troçki'nin, onu karşı
devrime götüren “sürekli devrim” teorisine dayanarak
reddedeceksiniz.
Bu
niye böyledir ve başka türlü değildir, sorusunun cevabını yazı
içinde vereceğiz.
Yani
tek ülkede sosyalizmin inşası ulusal bir sorun değil mi diye
sorabilirsiniz. Doğru, bu bir ulusal sorundur. Ama tek ülkede
sosyalist devrim bir amaç değil, bir zorunluluktur ve aynı
zamanda tek tek ülkelerde sosyalizmin inşası da bir amaç değil,
bir zorunluluktur. Tek tek ülkelerde devrim ve sosyalizmin inşası,
dünya devriminin bir adımı, bir bileşeni olarak görüldüğünde
ve ona göre hareket edildiğinde “ulusal sorun” olmaz. Ama bunun
böyle olmadığı anlayışında olanlar da var. Örneğin Troçki,
Bolşeviklerin sosyalizmi inşa çabasını; SSCB'nde sosyalizmin
inşasını ulusal bir sorun olarak görmüştür. Ama Bolşeviklerin
SSCB'nde sosyalizmin inşasını SSCB ile sınırlamama, dünya
devriminin bir parçası olarak görme anlayışları, Troçki ve
Troçkistleri hiç ilgilendirmemiştir.
SSCB'nde
sosyalizm sorunu üzerine düşüncelerinin bütününe bakıldığında
Troçki'nin bu inşayı, dünya çapında sosyalist gelişmeye zarar
veren, kaçınılmaz olarak buharlaşıp yok olacak bir adım olarak
değerlendirdiği görülür.
Troçki'ye
göre sosyalizm sorunu ulusal çapta değil, uluslararası çapta ele
alınması gereken bir sorundur. Aksini savunan olmadığına göre
Troçki neden bu anlayışını inatla savunur? Bunun nedenini onun
dünya görüşünde, devrim, sürekli devrim, dünya devrimi
anlayışında aramak gerekir. Troçki, kapitalizmde eşitsiz gelişme
yasasını sözde reddetmez, ama bu yasanın doğrudan bir sonucu
olan tek ülkede devrimi reddeder. Troçki, kendi sürekli devrim
anlayışına göre devrimlerin tek tek ülkelerde başlayabileceğini
reddetmez, ama başlayan devrimi yenilgiye mahkum eder. Troçki bu!
Birbiriyle çelişen anlayışlar savunur. Onda düşünce bütünlüğü,
sistematiği yoktur.
Bu
işi nasıl becerdiğini yazı içinde ele alacağız.
Troçki
veya Troçkizm üzerinden tasfiyecilik yapanların argümanlarında
aynı görüşün savunulduğunu görürsünüz. Troçki
ve tasfiyecilere göre kuşkusuz
sosyalist devrime tek tek ülkelerde burjuva ulus devlet iktidarları
yıkılarak başlanabilir. Bu nedenle biçim olarak sosyalist devrim
tek ülkede başlayabilir ve yine bu tek ülkede sosyalizmin inşasına
girişilebilir. Ama sosyalist inşanın tamamlanması, sosyalizmin
zaferi ulusal bir sorun değildir; modern toplumu içeren bütün
ülkeleri kucaklayan ve çözümü en ileri ülkelerin pratik ve
teknik işbirliğine dayanan toplumsal bir sorundur. Troçki ne
diyordu? Rusya'da devrimin başarıyla sürdürülmesi için, yani
SSCB'nde sosyalizmin inşa edilebilmesi için kapitalist gelişmesi
geri Rusya'ya ileri, modern ülkelerin teknik vb. katkısı şarttır.
Ama bu katkının yapılabilmesi için o ileri ülkelerde devrimlerin
gerçekleştirilmiş olması gerekmez mi? Ne de olsa Troçki Batı'dan
gelmesi gereken “devletsel destek”ten bahsediyordu. Bu durumda
Troçki, ileri ülkelerin teknik vb. desteğini talep ederken de tek
ülkede sosyalizmin inşasını reddediyor! Günümüzde Troçkistler
ve tasfiyeciler de aynı düşünceleri savunuyorlar...
Ama
burada sormadan geçmeyelim: Peki,
Bolşevikler bunun aksini mi savunmuşlardı? Hayır, başka
ülkelerde beklenen devrimlerin gerçekleşmemesinden dolayı
sosyalizmi inşa etmeye, tek ülkede inşa etmeye başlamak zorunda
kalmışlardı. Bolşeviklerin, Ekim Devrimini dünya devriminin
başlangıcı, ilk adımı olarak görmeleri Troçkizmi
hiç ilgilendirmemişti. Bolşevikler, Troçki ve tasfiyeciler gibi,
mücadelenin önüne dikilip, yaptığınız gericiliktir, buharlaşıp
yok olmaktır, yeniden kapitalizmle bütünleşmektir dememişler;
sosyalizm uluslararası sonlanır diye mücadeleden
vazgeçmemişlerdi...
Mantıksızlık
ve sistemsizlik Troçki'nin düşünce yapısının temel
özelliğidir. Troçki, bir taraftan sosyalist devrim ulusal zeminde
başlatır, ama aynı zamanda da yenilgiye mahkum eder. Günümüzde
Troçkizmin ikilemi de budur: Bir taraftan tek tek ülkelerde devrim
olabilir der, diğer taraftan da yenilgiye mahkum eder...
Söz
konusu olan Troçki olunca biraz düşünmek gerekir! Politik yaşamı
çelişkilerden ibarettir. Bir taraftan “bizim
için Sovyetler Birliği'nin karakteri proleter devlet olarak
belirlenmiştir”
der (7), ama öbür taraftan da bu “proleter
devlet”in asla ve
asla sosyalist olmadığını söyler (8).
Bunun
nedeni var: Troçki'ye göre proleter devlet, proletarya diktatörlüğü
bir ara aşamadır; yani kapitalizmden sosyalizme geçiş aşamasıdır.
Bu aşamada Sovyet devleti bürokratik deformasyona uğramıştır.
Yani Sovyetler Birliği, kapitalizmden sosyalizme geçiş aşamasında
kalmış, sosyalizm aşamasına geçememiştir.
Troçki'ye
öykünen hemen her tasfiyeci bir biçimde aynı düşünceyi
savunur. Bu türden tasfiyecilere göre Sovyetler Birliği
ne bütünüyle sosyalisti ne de kapitalisti. Yani bir geçiş
toplumuydu; kapitalizmden sosyalizme geçiş aşamasında bir
toplumdu. Bundan dolayı da ne bütünüyle kapitalistti ne de
sosyalistti! Yoksa büyük bir tesadüf mü? Hani bazı bilim
insanları birbirinden bağımsız olarak aynı süreçte bir buluş
gerçekleştirirler ve ödül de her ikisine verilir ya. Yoksa bu
büyük bir tesadüftür, Troçki bu görüşe varırken, ondan
bağımsız ve onun düşüncelerini tanımadan başkaları da
Troçki'nin bu görüşünü oluşturmasından 80-90 sene sonra aynı
görüşe varabilir diye mi düşünmemiz gerekiyor? Olabilir. Troçki
bu düşüncesini 1930'lu yıllarda geliştirmişti. Peki, şimdi ne
olacak? Troçki'ye öykünen uluslararası tasfiyeciler, ondan 80-90
sene sonra onun bu konudaki görüşünü tanımadan mı aynı
görüşe vardılar, yoksa bu görüşü ondan mı aldılar? Merak
ediyorum. Siz de merak etmiyor musunuz?
Troçkist
olmak veya Troçki'nin hayranı olmak için Troçkizmi anlamak ve
savunmak gerekir. Bir Althusserci, bir Negrici olmak nispeten
kolaydır. Sadece cesaretli bir adım atacasınız ve
Marksist-Leninist değilim diyeceksiniz. Marksist-Leninist olmaktan
doğan “işkence” sonlandığı için hafiflersiniz,
rahatlarsınız. Althusserci, Negrici olunca Marksizm-Leninizmle bir
sorununuz kalmamıştır. Ama Troçkizm başkadır. Troçkizm, insanı
devrimcilik, dünya devrimi, Marksizm adına karşı devrime götürür.
Bunu bilincinde olmak gerekir. Troçki, düşünceleriyle ve
eylemiyle nasıl ki sonunda karşı devrimle buluştuysa her bilinçli
Troçkist de kaçınılmaz olarak karşı devrimle buluşacaktır.
Bundan kurtuluş yok; Marksizm-Leninizme karşı mücadele etmeksizin
Troçkist olunamaz.
Troçki
“SSCB,
kapitalizm ile sosyalizm arasında duran çelişkilerle dolu bir
toplumdur” diyordu
(9). Ona göre
Sovyet rejimi, geleceği dünya devrimine bağlı olan bir geçiş
rejimidir. Troçki'ye öykünen ve “derin” araştırmalar
sonucunda onun görüşünde konaklayanlar da SSCB'yi, kapitalizm ile
sosyalizm arasında duran bir ara rejim, bir geçiş toplumu olarak
görüyorlar; böyle bir geçiş rejimine özgü olan çelişkilerden;
kapitalizmi yıkma sorununda doğan çelişkilerden ve sosyalizmi
kurma çabasından doğan çelişkilerden bahsediyorlar...
Sovyet
rejiminin sınıfsal karakterini tespit bakımından Troçki ve
tasfiyeciler ... arasında hiçbir fark yoktur...
“Rus
Devriminin Önderi” Troçki'nin Bazı Özellikleri
Üzerine
Rus
devriminin “24 ayar gerçek” lideri Troçki!
Troçkiciliği
araştırmak için kaynak aramaya gerek yoktur. Troçki'nin kendisi
başlı başına yabana atılmayacak tek kaynaktır. 1928'e kadar
“eser”lerinin 17 cildi
SSCB'nde yayımlandı. Bunun ötesinde tek tek kitaplarının,
broşürlerinin, derlemelerinin, konuşmalarının vs. binlerce
baskısı yapıldı. Ülkeyi terk ettikten sonra bu “eser”leri
yeniden basıldı. Kendisini gelecek nesillere hazırlayan, bu
bakımdan oldukça titiz olan Troçki gibi bir politikacı tarihte
pek görülmemiştir. “Rus devriminin önderi”nin
yaşam hikayesi en ince noktasına kadar kendisi tarafından
otobiyografik olarak hazırlanmıştır ve bu hikayede “devrimin
önderi” tek başına
değildir. Bir biçimde ilişkide olduğu insanların özellikleri de
anlatılır; onu sürgüne götüren faytoncudan Çarın bakanlarına,
Batı sosyal demokratizminin önderlerinden Rus devriminin
önderlerine varana kadar hiç kimse unutulmamıştır.
Troçki'nin
“tarihsel mirası”nın
sistemleştirilmesi için Moskova'da yetenekli bir dizi gazeteci ve
editör çalıştırılmıştır. Troçki, üretken olduğu için bu
sayısız personel hiçbir zaman işsiz kalmamıştır. Troçki,
hiçbir yere özel stenografisti (yazıcısı) olmaksızın gitmezdi;
her konuşması, her görüşmesi, her selamlaması mutlaka ve
mutlaka kayda geçerdi. Öyle ki, Ordu ve Deniz Halk Komiseriyken her
direktifi, her emri üç nüsha olarak hazırlanırdı. Bunlardan
birisi Troçki'nin özel arşivine konurdu. Troçki'nin kendi
türünden olanlar için imrendirici, dudak uçuklatıcı bir arşivi
vardı. Bu arşiv, ülkeden ayrılırken iki tren vagonuna zor
sığdırılmıştı.
Gerçi
Troçki reklamcılık mesleğini öğrenmemişti, ama reklamcılıktan
ve kendini tanıtımdan çok iyi anlardı; kendini tanıtım onun en
güçlü yanıydı. Ekim Devriminden sonra kendini tanıtım çabası
meyvelerini verdi: Konuşmalarda ve yazılarda Troçki'nin adı
Lenin'inkinden daha sık geçtiği durumlar hiç de az değildi.
Herhalde bu durumdan dolayı olsa gerek M. S. Uritzki, “Büyük
devrim zamanı geldi. Ve görüyorsunuz ki, çok akıllı olmasına
rağmen Lenin, Troçki'nin dehası yanında sönük kalıyor” diye
değerlendiriyordu (10). O zamanlar Lunaçarski de bir Troçki
hayranıydı. Onun hakkında şunları söyler: “Troçki'ye
yakın olanların çoğu, Troçki'nin kazandığı büyük
başarıların ve kişiliğinin kapsadığı geniş alanın etkisinde
kaldılar ve onda Rus devriminin gerçek lideri olma niteliğini
gördüler” (11).
Hayranları
bu Halk Komiseri'ni Ekim Devriminin “özü, çehresi ve ruhu”
olarak görüyorlardı. “Troçki, Rus devriminin bütün
karakterini kendinde cisimleştiriyor”
diyorlardı. Bundan dolayı da Troçki'yi “devrimin üst önderi”
diye tanımlıyorlar ve “Lenin, Smonli'ye geç geldi”
diye inceden inceye gönderme yapıyorlardı. Böylesi değerlendirme
yapanlar taraftar olarak tanımlanamazlar; bunlar olsa olsa
Troçki'nin hayranlarıdır. Bu nedenle bu kavramı kullanıyorum.
Böyle değerlendirme yapanlar bunun karşılığını da bulurlar.
Bunlara literatürde “yalakacı”
denir. Kime yalakacılık yapıyorlarsa karşılığında bir şeyler
elde ederler. Ve Troçki etrafındaki insanları -bu tipten
insanları- hiçbir zaman yaptıklarından dolayı mükafatsız
bırakmamıştır.
Troçki,
yurt dışında da nam salmıştır. RKP(B)'nin XIII. Kongresine
katılan Fransız Komünist Partisi delegesi B. Suvarin Troçki'yi
“üst
insan”
olarak değerlendirebilecek kadar ileri gitmiştir. “Üst
insan”
Friedrich Wilhelm Nietzsche'nin
“üst
insan”ını
çağrıştırıyor, ama olsun. Önemli olan, Troçki'nin “insan
üstü”
olduğunu anlatmak değil mi? Bu delege herhangi biri değildir;
Troçki'nin bir hayranıdır. Bu delege işi, bu “üst
insan”ın
adı “devrim
için eş anlamlı”dır;
Troçki, “Mont
Blanc'ın aydınlatan zirvesi”dir
diyecek kadar ileri götürür.
Prof.
Dr. W. I. Kluschin'in anlattığına göre (12) o zaman çekilmiş,
Lenin'i de gösteren film sayısı oldukça azdır. Ama Troçki'nin
neredeyse hayatı bir “film”den
ibarettir. Bunlar Troçki için çekilmiş, Troçki'yi gösteren
filmler. Bu Halk Komiseri'nin her hareketi filmle tarihleştirilmiş;
gittiği şehirlerde, halk toplantılarında Troçki, devasa
portrelerde Troçki, karşılama selamlamalarında Troçki. Aslında
Troçki, her hareketi kayda alınan Troçki'dir. Kayda alınmamış
Troçki yok gibidir. Bu da yetmemiştir ve Troçki yaşarken adı
şehirlere ve yerleşim birimlerine verilmiştir (Leningrad'ın bir
varoşuna ve Gaçina şehrine Troçki'nin adı verilmiştir). Bu
bakımdan, yaşayan politikacıların adını şehirlere verme
pratiğinin öncüleri Troçkistlerdir.
“Onursal
Başkanlık”ta da Troçki
ilk sırayı kimseye kaptırmamıştır; ilk “emektar madenci”,
ilk “emektar maden uzmanı”,
ilk “emektar demiryolu işçisi”,
ilk “emektar kızıl muhafız”
Troçki'ydi. Tabii, böyle hep ilk olursan insanlar da seni devrimin
birinci önderi sanır.
Bu
durumda, özellikle Stalin'in otoritesi ve kişiliğiyle oynayan
Troçkistlerin çok iyi düşünmeleri gerekir. SSCB'nde kişiye
tapıcılığı yerleştiren Troçki'den başkası değildir. Lenin
sağ iken ince broşür formatında bir biyografisi basılmıştır.
1927'de yine broşür formatında Stalin'in biyografisi
yayımlanmıştır. Parti anketi sorularına verdiği cevapları
biyografi formatında yazan ise iç savaş dönemindeki
sekreteridir. Ama Troçki'nin hemen bütün eserleri
otobiyografiktir. Troçki'nin Lenin ile ilişkilerini anlattığı
ilk kitap 1924'te yayımlanan “Lenin Üzerine”dir.
Yani kitap Lenin'in adını taşıyor, anlatılması gereken Lenin
ile ilişkileri. Ama Troçki, Lenin'in yaşamından sadece iki kısa
dönemi anlatır. Kitabın Türkçesi 226 sayfadır.
Troçki,
herhalde önder olarak doğduğuna inananlardan biridir.
Troçki'in
ilk biyografisini kadim dostu G. A. Siw yazar. Troçki'yi şöyle
karakterize eder: “İşçiler onu sadece, faaliyetinin gerekli
nesneleri olarak ilgilendirirdi. Onların içinde sadece kendini
severdi”.
“Kendini şiddetle ifade eden egoizm, kendini üstün
beğenmişlik, ölçüsüz ve hastalık derecesinde kendini sevmek,
konuşmalarda, yazılarda ve tavırda ölçüsüz gösteriş çabası”
-işte bunlar Troçki'nin özellikleridir. Kendisi üzerinde bir
üstünlüğe tahammülü olmayan Troçki'yi “kroket (oyununda)
yenmek, en fena düşmana sahip olmak demekti”
(13).
Martov'a
göre Troçki, “her tarafta kendi açılır kapanır
iskemlesiyle (ortaya) çıkar”.
Yani kendi kişiliğini vurgular, düşüncelerinin “dahiliği”ni
ve“orijinalliği”ni
vurgulamaya çalışır.
I.
Dünya Savaşından önce “Şafağımız”,
“Yeniden doğuş” ve
“Işın” gibi tasfiyeci
gazetelerde aktif olarak çalışır.
Bolonya'da
parti düşmanı “İleri”
grubunun okulunda Pavloviç-Velman, Maslov ve Kollontay ile birlikte
eğitmenlik yapar. Lunaçarski de bu okulun müdürüdür.
Derslerinde Troçki, kahince Bolşevizmin çetin mücadeleler
sürecinde siyasi sahneden silinip gideceğini açıklar, bu süreçte
Lenin'in öleceğini iddia eder. Bu dönemde Lenin, Troçki'yi
“Yudas-Troçki”
-“Hain Troçki”-
diye tanımlar, etkisini, dolandırıcılığını, yapmacık
tavırlarını ve entrikacılığını vurgular.
Yaşamı
boyunca Troçki bu özelliklerini devam ettirmiştir.
Troçki,
Mayıs 1917'de Petrograd'a gelir. Lunaçarski'nin anlatımına göre
“oldukça beklenmedik ve aynı zamanda tantanalı”
bir şekilde Bolşevik olur. Ama başlangıçta Bolşeviklerle
Menşevikler arasında duran ara grupta (Meshrayonka) yer alır. Bu
grubun Bolşeviklerle birleşmesine karşı gelir. Geçici Hükümetle
işbirliğinden yanadır. Lenin'in sosyalist devrim anlayışına
şüpheyle bakar. Temmuz gösterisinden sonra Bolşeviklerden
ayrılır. 'Beni hapse atın' diye Geçici Hükümete rica eder. Bu
bakımdan da Troçki bir ilktir. Hapse atılması için hükümete
ricada bulunan başka bir devrimci var mı, bilmiyorum. Bu ricası
karşılık bulur. Bolşevik Parti IV. Kongresi söz konusu bu ara
grubu partiye alır. Troçki'nin karşı gelmesine rağmen bu ara
grup Bolşevik Parti'ye katılmış olur. Grubun temsilcileri olarak
Troçki ve Uritzki de MK'ya alınır. Kornilov darbesi geri
püskürtülür. Gönüllü gittiği hapisten çıkan Troçki'yi
eniştesi Kamenev, Çheidze
yerine Petrograd Sovyeti başkanlığına önerir.
Troçki'nin Petrograd Sovyet başkanı seçilmesi için sürdürülen
kampanyayı da sol sosyal-devrimci P. Dekonski yürütür. Bu
Dekonski kısa bir zaman sonra Ohrana ajanı olarak teşhir edilir.
MK'da
Troçki, Kamenev ve Zinovyev'in desteğiyle silahlı ayaklanmanın
askeri-teknik hazırlığını sabote etmekle uğraşır. Troçki'nin
amacı başkadır. Kitleler arasında ve Petrograd Sovyet'inde canlı
bir tartışmayı örgütler. Petrograd Sovyeti'ni tartışma
kulübüne dönüştürür. Ayaklanma döneminin gelip çattığı
bir süreçte Troçki'nin tartışma aşkının arkasında yatan esas
neden, ayaklanmadan yana olmamasıdır. Legal olanaklarla “devrim”
yapma isteğidir. Sovyet Kongresi çağrısı yapılacak ve
arkasından devrimci altüst oluştan sonra iktidarın kimin elinde
olması gerektiğine karar veren bir kurucular toplantısı
yapılacak! Troçki, Rus burjuva yasallığından kopmamaya oldukça
özen gösterir. Troçki barışçıl “devrim”den yanadır. Yazı
içinde de göreceğimiz gibi, bunu oldukça açık fikirlidir.
Troçki,
Rusya'da devrimi barışçıl yoldan hallettiğini, devrimin yüzde
yüz olmasa da oldukça büyük bir oranda gerçekleşmiş olduğunu
açıklar. Troçki bu masalı “Ekim Dersleri”
yazısında anlatır.
Okuyalım:
“Ancak,
bununla birlikte şu da vardır ki, Sovyetlerin II. Kongresi'ne
hazırlanıyor gözükerek ve bu kongreyi savunma süsü altında,
ayaklanma hazırlıklarının yürütülmesi bize paha biçilmez
faydalar da sağlıyordu. Petrograd Sovyeti olarak bizler,
Kerenski'nin, garnizonun üçte ikisini cepheye sevk etme emrini
iptal ettiğimizden beri fiili olarak silahlı ayaklanma halindeydik.
O zaman henüz Petrograd dışında bulunan Lenin olayın bu yönünü
ve önemini yeterince değerlendiremedi. Hatırlayabildiğim
kadarıyla o zamanlar mektuplarında bundan söz etmiyordu. Oysa
garnizonun Petrograd'dan uzaklaştırılmasına karşı çıkıp,
Devrimci Askeri Komiteyi kurup (7 Ekim), tüm askeri kuruluşlara ve
birliklere komiserlerimizi yollayıp, böylece hem Petrograd askeri
bölgesi genel kurmayını hem de hükumeti tümüyle, tecrit
ettiğimiz andan itibaren, 25 Ekim ayaklanmasının kaderi en azından
dörtte iki oranında belirlenmişti. Yani bir anlamıyla, Petrograd
birliklerinin Geçici Hükumete karşı silahlı ayaklanması (kan
dökmeksizin) gerçekleştirilmişti. Bu da iktidar sorununu
belirleyecek olan Sovyetlerin ikinci kongresinin savunmasını
hazarlama şiarıyla gerçekleştirilmişti. Lenin'in kan dökmeden
zafere ulaşabileceği düşüncesiyle ayaklanmayı Moskova'dan
başlatma önerisi, gizlendiği yerden, Ekim ortalarına doğru
başkent garnizonunun "barışçıl" ayaklanmasından sonra
sadece zihniyet açısından değil, organik ilişkiler açısından
da tüm askeri kademelerde gerçeklesen kökten değişimin farkına
varma olanağına sahip olamamasından kaynaklanmaktaydı”
(14).
Ne
kadar uyanık değil mi? Lenin saklanmak zorunda kalıyor, Troçki
işi bitiriyor! Tabii ki, böyle birisi “Ekim Devriminin birinci
önderi”
olacaktır! Petrograd Sovyeti başkanı olarak emir veriyor ve
“Kerenski'nin, garnizonun üçte ikisini cepheye sevk etme emri
iptal”
ediliyor. Her şey “barışçıl”
ve “demokratik”
yoldan hallediliyor! Devrimin “barışçıl”
yoldan büyük oranda gerçekleşmesinden iki hafta sonra Kışlık
Saraya yapılan saldırı ise sahnenin kapanış eyleminden başka
bir şey değildi. Ve bunların hepsi Petrograd Sovyeti başkanı
olarak Troçki'nin önderliğinde gerçekleştiriliyor. Lenin
saklanmak zorunda ve gelişmeleri “yeterince
değerlendirme”
ve “değişimin
farkına varma”
durumu yok! Ve diğer Bolşevik önderler de Troçki'nin deyimiyle
“çömez” (15)
oldukları için
bağımsız düşünce geliştirecek durumda değillerdi. Bu ortamda
Troçki'den başka devrimi ve nihayetinde insanlığı kim
kurtarabilirdi ki? İşte bu nedenden dolayı olsa gerek Troçki'nin
hayranları onu “Rus devriminin”
birinci önderi ilan etmişlerdi! Ama 1924'te yayımlanan bu
yazısında bir şeylerin doğru olmadığını, Troçki'nin
gerçekleri anlatmadığını, doğruyu yazmadığını silahlı
ayaklanmanın katılımcıları ve Ekim Devriminin bizzat şahidi
olanlar açıkladılar. Troçki, devrim sürecinin bu anlatımından
dolayı adeta “suç üstü” yakalanmıştı, ama pişkinliğe
vurdu, anlatımını düzeltenler karşısında susmayı yeğledi.
SSCB'nde,
Stalin önderliğinde katliamlardan, gaddarlıktan, baskıdan vb.
bahseden Troçki, sorgusuz sualsiz, verdiği emirle insanları
kurşuna dizdirmenin baş temsilcisidir. Troçki, “devrimin
ateşli, cezalandıran eli”ydi.
Bu tanımlama daha ziyade yurt dışında kullanılıyordu. Bununla
cephede ve cephe gerisinde kitlesel baskılar, tutsakların kurşuna
dizilmesi, Rus aydınlarının cezalandırılmaları kastediliyordu.
Kanıtlanamayan ihanetten dolayı askeri polislerin, Doğu Cephesinde
önder siyasi temsilcilerin savaş mahkemesine verilmesi ve kurşuna
dizilmesi talebi -Troçki'nin bu talebi- ancak Lenin'in müdahalesiyle
durdurulabilmişti. Troçki'nin şımartılmış “demir”den
tümeni tam da bu dönemde, savaşacağı yerde müzik eşliğinde
askeri düzenle Beyazların (karşı devrimcilerin) safına geçmişti.
O
meşhur treni, zırhlı ve zırhsız vagonlardan oluşmaktaydı; bu
vagonlara, yedi otomobil alan bir garaj, bir matbaa, haberleşme
istasyonları, çok sayıda yazı işlerinde çalışan ve
stenografist yerleştirilmişti. Ordu ve Deniz Halk Komiseri, orduda
“sevilmekten
çok korkulan” biriydi.
Emperyalist
burjuvazinin “Kızıl Napolyon”u Troçki!
1919/1920
döneminde dünya basınının, dünya burjuvazisinin sempatiyle
bağlam içinde “kızıl
Napolyon” diye
tanımladığı Troçki o dönem “Savaş Komiseri”ydi; uzun, şık
subay paltosuyla; yüksek, parıldayan çizmesiyle; belindeki
tabancasıyla cephe boyunca dolaşır, askerlere ateşli konuşmalar
yapardı. Zırhlı trenini ana karargaha dönüştürmüştü, özel
üniforma taşıyan silahlı muhafız kıtası vardı. Troçki'nin
treni, Troçki'nin muhafız kıtası, Troçki'nin konuşmaları,
Troçki'nin dış görünüm bütün dünyaca biliniyordu. Avrupa ve
Amerika'da Kızı Ordu'nun zaferleri Troçki'nin “önderlik
yeteneği”nin sonucu olarak görülüyordu.
Tanınmış
Amerikan yurt dışı muhabiri F. Marcosson, Troçki'nin insanı
büyüleyen bir toplantısını şöyle anlatır: Troçki, sahneye
iyi bir çıkışın önemini bilirdi. Yığınları bir süre
bekletirdi. Doğru psikolojik anda yan kapıdan içeri girer, seri
adımlarla kürsüye doğru ilerlerdi. Nefesler kesilmiş, herkes pür
dikkat olmuştur, 'Troçki geliyor' fısıltıları duyulur. “Ondaki
hırs, ilkeldir...En belirgin özellikleri kendini beğenmişlik ve
kuruntuydu”.
Böyle
bir Troçki, SSCB'nden kovulduktan sonra kapitalist dünyada her
türden Sovyet düşmanı unsurların efsaneleştirdiği bir şahsiyet
olmuştur. İşte böyle bir Troçki'yi Winston
Churchill'in kaleminden dünya burjuvazisi “Romanov'ların
yetim kalmış tahtının hemen yanında duran” kişi
olarak tanımlıyordu (16).
SSCB'nin
yıkılacağından oldukça emin olan emperyalistler, SSCB'nin nasıl
bir ülkeye dönüşeceğine ve yeni “önder”in kim
olacağına çoktan karar vermiş gözüküyorlardı.
Troçki'nin
en belirgin özelliği ilkesizliktir. Onun bütün yaşamı
ilkesizlik üzerine kurulmuştur. Onun bu özelliğini bilmek için
mutlaka onunla yakın ilişkide olmaya gerek yoktu. Yazılarını
okumak da yeterlidir. Bütün yazılarında, otobiyografik olduğu
için Troçki'yi ve ilkesizliğini görebilirsiniz. Tabii ki, onu
yakından tanıyanların, izleyenlerin anlatımları da var. Örneğin
bunlardan biri de eski “Bundcu” Libor, ikinci parti kongresinden
sonra şu değerlendirmeyi yapar: “Çeşitli
ilkeleri, duruma uygunluğuna bağlı olarak etiket gibi çekip
çıkartır”. Bunun
Türkçesi, “nabza göre şerbet” vermektir; ortama göre “ilke”
değiştirmektir. Demek ki Lenin, Troçki'ye boşuna “hain”,
“hergele” dememiş (17).
Ekim Devrimi sonrasındaki
süreçte, özellikle Troçki'nin Ekim Devrimi önderleri
sıralamasında sıraya bile girememesi hayatını karartır.
İktidar tutkusu, sosyalizmin inşasına katılmaktan daha ağır
basar; bu tutku onu kaçınılmaz olarak SBKP(B)'ye -Sovyetler
Birliği Komünist Partisi (Bolşevik)- ve SSCB'ne karşı mücadeleye
yönlendirir. Troçki'nin Ekim Devriminden sonra partili yaşamında
(1917-1927) katılmadığı, doğrudan kurmadığı ve
yönlendirmediği hiçbir parti ve SSCB düşmanı gruplaşma, sapma
veya muhalefet oluşumu yoktur; Troçki bütün bu oluşumlara
dolaylı veya dolaysız olarak katılmıştır, önerilerde
bulunmuştur, duruma göre ortakların programatik anlayışını,
sloganlarını değiştirmiştir.
“Kahrolsun Stalin”, SSCB,
SBKP(B) ve sosyalizmin düşmanlarını birleştiriyordu. Troçki,
“sağ”dan “sol”dan fiilen birleşenlerden sadece birisi
değildi, önderlerinin başında gelenlerden birisiydi.
Troçki'nin
seçkin bir Marksist olduğu tam bir efsanedir; tam bir şehir
efsanesidir. Troçki'yi seçkin bir Marksist yapan ne türden
çalışmaları var diye sorsanız, cevap bulamazsınız. Doğrudur,
siyasi yaşamının bir satırı dahi kayıt dışı kalmamıştır.
Ama Troçki'yi Troçki yapan anlayışları tarihsel gelişme
tarafından hep çürütülmüştür. Lenin'in, Stalin'in Marksizme
şu veya bu konuda katkıları olmuştur.
Peki,
Troçki'nin katkısı nedir?
Devrim
analizi mi?
Parti/örgütlenme
analiz mi?
Sosyalizm
analizi mi?
Emperyalizm
analiz mi?
Yoksa
sosyalizmin inşası analizi mi?
Troçki
nihayetinde kurulmakta olan sosyalizmi yıkmaya ve bunu da düşmanla
işbirliği içinde gerçekleştirmeye çalışan birisiydi. Bu
çabasında da başarısız kalmıştır.
Troçki'nin
bütün siyasi yaşamı, başarısızlığın ve hüsranın özetidir.
Yoksa
değil mi?
Lunaçarski,
Troçki'nin teorik potansiyelini değerlendirirken şunları söyler:
“Sanat ile ilişkisi soğuk”,
felsefeyi üçüncü sırada bir mesele olarak görür, dünyaya
bakışın temel sorunlarını bir biçimde geçiştirir. Krupskaya
ise “Marksist yöntem yoldaş Troçki'nin asla güçlü yanı
değildi”
değerlendirmesini yapar 1924'te (18).
Troçki'nin
yazılarında belli bir ideolojik bütünlük arıyorsanız,
aradığınız bütünlüğü bulamazsınız. Veya böyle bir
bütünlük var diyorsanız fena halde yanılmış olursunuz. Ekonomi
üzerine ve siyasi yazılarında veya felsefi anlayışlarında
savunduğu, geliştirdiği bir dünya görüşü, Marksizme bir
katkısı yoktur. Yöntem ve düşünce bakımından Marksizmden ayrı
düşmek Troçki için hiç de sorun değildi. Bu bakımdan Marksizm,
Troçki'nin umurunda bile değildi. Marks ve Engels, Troçkist
değillerdi; bu nedenle onlar, Troçki'yi fazla ilgilendirmiyordu. En
azından Lenin'i ve Stalin'i ilgilendirdiği kadar ilgilendirmiyordu.
Troçki,
dünya işçi hareketinde gelmiş geçmiş en büyük eklektikçidir,
pragmatikçidir; onda düşünce bütünselliğinin yerini düşünce
mozaiği almıştır. Çok sayıda kitap, kitapçık, makale
yazmıştır. Belli başlı olanlarına bakınız, görüşünde,
yönteminde bir bütünsellik bulamazsınız. Bunları yazı içinde
göstereceğiz.
Troçki,
aynı zamanda başkalarının düşüncesi karşısında
tahammülsüzlüğünü açığa vuracak derecede kolektif
faaliyetten uzaktı ve kendini beğenmişin birisiydi. Troçki, kendi
konumunu bir biçimde gölgede, geride bırakabilecek birisini
yanında asla istemezdi. Kolektif faaliyet içinde bile
ayrıcalıkların peşindeydi.
Troçki'nin
yazıları sürekli değişik yerlerde ve değişik yayınevlerinde
basılmıştır. Redaksiyonunda eleştiriler dikkate alınmıştır,
değiştirmeler (çıkartma ve ekleme) yapılmıştır. Bu da daha
ziyade Marksist görüş aşısına göre değil, o günün
koşullarında moda olan burjuva bilimi bakış açısına göre
yapılmıştır. Ama Troçki, bu değiştirmeler için bir açıklama
yapma zahmetine girmemiştir. Lenin ise tam tersini yapardı, görüş
değişikliğinin nedenlerini açıklardı. Bu, her ikisi arasında
bir kalite farkıdır.
Kabul
etmek gerekir ki Troçki, ne yazdığından, doğru veya yanlış
yazdığından bağımsız olarak parlak bir yazarın özelliklerine
sahipti. Ama onun sorunları sistematik olarak ele alma ve Marksizme
inanma derdi yoktu.
Peki,
Troçki Marksizmden ve Marksist felsefeden ne anlıyordu? “Yeni
Rota” yazısında Troçki,
Marksizmi sadece “tarihsel analizin ve politik yönlenmenin
yöntemi”
olarak görüyordu. Felsefeden anladığı da “bütün
bilimlerin genelleşmiş söylemlerini bir sistem çatısı altında
toplamak”tı.
Marksizmin
kaynakları ve gelişmesi bağlamında Troçki, “Marksizm, geniş
kapsamlı materyalist ve diyalektik anlamda Darvinizmin insan
toplumuna uygulanmasıdır”
diyordu “Komünist eğitimin Görevleri”
yazısında.
Peki,
“kanka”sı Lenin'den
veya Leninizmden ne anlıyordu Troçki? Çok basit: Troçki'ye göre
Leninizm, “burjuva toplumun can çekiştiği çağda doğrudan
devrimci faaliyet için Marksizmin dış sıkıştırması”dır.
Bu oldukça muammalı “dış sıkıştırma”
işini Kluschin şöyle açıklıyor: Troçki'nin, “dış
sıkıştırma”sı
“yeni tarihsel koşullarda geliştirme anlamına gelmiyordu,
tersine Marksizmin Lenin tarafından basitleştirilmesi,
fukaralaştırılması, kısaltılması”
anlamına geliyordu. Aynı yöntemi, daha da çirkin bir biçimde
Stalin için de kullanmıştır.
Troçki'ye
göre Leninizm “devrimci faaliyetin sistemi”ydi.
Hepsi bu kadar.
Peki,
bu büyük “Marksist”, Lenin'in “kanka”sı, hiç
Marksizm-Leninizm kavramını kullanmış mıdır? Bilmiyorum,
bulamadım. Marksizm ve Leninizm kavramlarını ayrı yazarak
kulanmıştır. Troçki açısından “Marks,
vizyonu olan bir peygamberdi, Lenin ise mirasın en büyük
gerçekleştiricisi idi”
(19).
Hakkını
yememek lazım; Troçki olağanüstü yetenekli birisiydi. Kadim
dostu G. A. Siw, “Troçki, Marksizmin teorisini çok iyi
açıklayabilirdi, ama pratikte kullanımına gelince mutlaka teslim
oluyordu” diye
yazıyordu adı geçen Troçki değerlendirmesinde.
Kluschin,
“teorik görüşlerinin, özellikle de felsefi-sosyal alandaki
görüşlerinin seviyesi bakımından Troçki, çoğu ortalama
Sovyet Marksist bilimcilerinin bilimsel olgunluğunun oldukça
gerisinde kalmıştı ve hiçbir açıdan Lenin ile
karşılaştırılamazdı”
değerlendirmesinin ardında şunları yazıyor:
“Teorik
düşüncelerinde istikrar olmadığı, eklektizme, birleşebilir
olmayanları birleştirmeye eğilimli olduğu için Troçki, her
geçen yıl, özellikle de Lenin'in ölümünden sonra Marksizmin
devrimci temel ilkelerinden sürekli uzaklaştı, bıkmadan usanmadan
tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağında ısrar etti.
Sürgünde ise Marksist öğretiden nihai olarak koptu ve
sübjektivizm ve voluntarizme dayanarak ona alternatif
ideolojik-teorik konumlara geçti”
(20).
Gerçekten
de Troçki'nin SSCB'nden kovulduktan sonraki yazıları onun Marksist
öğretiden açık kopuşunu gösterir. Troçki, kendi eylemiyle
Marksist-Leninist olmaktan çıkmıştır. Oysa hem Marksist, hem
Leninist, hem Bolşevik ve hem de “Stalinist” olma şansı
vardı. Ama o Troçkizmde karar kıldı. Troçkizmi geliştirmek için
de Marksizm-Leninizme karşı mücadele etmesi gerektiğini
biliyordu; bu mücadelesi onu karşı devrimle buluşturdu.
Bu
yazı serisinde size Ekim “devrimin büyük önderini”,
Lenin'in “kanka”sını,
Lenin'in deyimiyle Rus devriminin “hergele”sini
atlatmaya çalışacağız...
“24
ayar” sürekli devrimci Troçki!
Eşitsiz
gelişme yasası geçerli olduğu müddetçe dünya devrimi, tek tek
ülkelerde; “zayıf halka” veya “halkalar”da
devrimlerin ve bölgesel devrimlerin ürünü olacaktır.
“Proleter
Devrimin Askeri Programı” yazısında (1916) Lenin, “sosyalizm
bütün ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşamaz. Önce bir veya
birkaç ülkede zafere ulaşacaktır, diğer ülkeler belli bir dönem
burjuva veya burjuva öncesi (koşullarda)
kalacaktır” diyordu.
Lenin'in,
kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasından hareketle formüle ettiği
bu anlayıştan Troçki ve Troçkist tasfiyeciler hangi sonuçları
çıkartıyorlar? Troçki'ye göre bu durum geçicidir, yani tek
ülkede proleter devrim, ancak ve ancak geçici olabilir. Troçkist
tasfiyecilere göre ise geriye dönmek olanaksızdır. Bu durumda
denklemler çoğalıyor:
Birinci
denklem: Ya başka ülkelerde devrimler olmazsa ne olacak?
İkinci
denklem: Ya
Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi “geçici
durum” uzun süre
devam eden sürece dönüşürse ne olacak?
Üçüncü
denklem: Başka
ülkelerde proleter devrimler olmazsa geriye mi dönülecek, yani
yeniden kapitalizme mi dönülecek?
Troçkizmin
cevabı hazır: Kapitalizmin hakim olduğu dünyada, hele hele
sermayenin tamamen uluslararasılaştığı günümüz koşullarında
geçici de olsa ulusal çerçevede kalan bir sosyalizm olamaz. Bu
durumda tek ülkede sosyalist devrim yapanın anlamı yoktur. O halde
başka ülkelerde de devrimin koşulları hazır olana kadar
beklenmesi gerekir!
Bolşeviklerin
başka ülkelerde proleter devrim beklentisi gerçekleşmedi ve
Sovyetler Birliği'nde proleter devrim uzun süren geçici bir durum
oldu veya geçicilik süreklilik arz eden sürece dönüştü. Aynı
zamanda Troçki'nin beklediği
“Sovyet Cumhuriyeti'nde proletarya diktatörlüğü belki askeri
bir müdahale ile bağlam içinde kaçınılmaz olarak kendi iktisadi
çelişkilerinin kurbanı olacaktır” da
gerçekleşmedi. Ve nihayetinde Bolşevikler -isteseler de
istemeseler de- sosyalizmi tek ülkede ulusal sınırlar çerçevesinde
inşa etmek zorunda kaldılar. 1917'den II. Dünya Savaşı sonuna
kadarki dünya sosyalizm tarihi böyle bir süreçten geçmiştir.
Buna Troçki'nin bile itirazı olamaz.
Peki
bu dönemde Troçki ne yaptı? Troçki kendi sürekli devrimi
anlayışını; kendi teorisini doğrulama derdine düştü. Öyle
olmadı mı? Troçki durumu, teorisini kurtarmak için SSCB'ni yok
etmek isteyen sınıf düşmanlarıyla işbirliğine girdi.
Revizyonist sistemin çökmesi Troçkistler için cankurtaran simidi
oldu. Nihayet tek ülkede sosyalizmin inşa edilemeyeceği
kanıtlanmıştı. Revizyonist sistemin sosyalizm olmadığını bile
bile bunu yaptılar. Troçkist tasfiyeciler ise tarihin mahkum ettiği
anlayışları yeniymiş gibi anlatmaktan usanmıyorlar. Troçki'nin
sürekli devrim anlayışının ne denli doğru olduğunu, Sovyetler
Birliği'nde sosyalizm inşa edilmemiştir diye döne döne anlatarak
doğrulama derdine düştüler.
Troçki'ye,
Troçkistlere ve onlara öykünenlere göre sürekli devrim,
sosyalizmin zeminini dünya ekonomisi ve dünya devriminde görür.
Tek ülkede sosyalizm ise ulusal bir gelişmedir.
Sermaye
ve üretimin uluslararasılaşmasına bakarak günümüzde
Troçkistler, o zaman Troçki'nin ne denli dahiyane düşündüğünü
anlatmakta yorulmuyorlar. Troçki'yi yeni keşfedenler ise
Troçkistlerden daha gayretkeşler. Troçki'nin “ipe sapa”
gelmez, Lenin, Stalin ve SBKP(B) tarafından çürütülmüş, mahkum
edilmiş anlayışlarını; konuya ilişkin olarak o dönemin SSCB
dışındaki Marksist-Leninistlerin ve günümüzde
Marksist-Leninistlerin analizlerini çürütmek, boşa çıkartmak
için kullanıyorlar.
“Lenin'den
Sonra III. Enternasyonal” yazısında “Dünya
ekonomisi, tekil ülkelerin ve kıtaların iktisadi yaşamını
kontrol eden devasa bir gerçeklik olmuştur. Dünya ekonomisi,
gelişmenin farklı aşamalarında olan ülkeleri ve kıtaları
karşılıklı bağımlılık ve zıtlık sisteminde birleştiriyor”
diyen Troçki'den başkası değildi (21).
Troçki
böyle diyor. Bu anlayış doğrudur ve Lenin'in “Emperyalizm”
yapıtının ana konusudur. Ama sorun bu analizin doğruluğu veya
yanlışlığı değil. Sorun, bu anlayıştan hareketle çıkartılan
sonuçlardadır. Troçkist “eğilim”lerin hepsi olmasa da bir
kısmı bu anlayıştan hareketle oldukça farklı sonuçlara
varıyor. Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, emperyalizm
ötesi bir evreye geçişle eş anlamlıdır. Bu aşamada tek tek
ülke sermayeleri -ulusal sermayeler- ve ekonomiler kalmamıştır;
dünya ekonomisi artık ulusal ekonomilerin toplamı değildir; dünya
ekonomisi “ulussuz” olmuştur, uluslararası olmuştur. Tek bir
güç olmuştur. Artık bu aşamadan geriye dönüş yoktur. Bu
durumda emperyalist ülke-sömürge ülke ayrımı ortadan
kalkmaktadır. Ulusal işçi sınıfı, örgütlenmesi ve mücadelesi
yerini uluslararası işçi sınıfına, örgütlenmesine ve
mücadelesine bırakmak zorundadır. Tekil ülkelerde devrim, yerini
dünya devrimine bırakmak zorundadır. Genel hatlarıyla bu
anlayışlardan hareketle ulusal çerçevede sosyalizm, sürekli
devrim değerlendirmesi yapılmaktadır. Troçki ile uluslararası
Troçkist tasfiyecilerin düşünce ortaklığı tam da bu noktada
açığa çıkıyor. Burada, yukarıda belirttiğimiz denklemler
gündeme geliyor ve kocaman bir ne yapılmalıydı sorusu ortaya
çıkıyor. Evet beyler ne yapılmalıydı? ”Ulusal” olur diye
sosyalizmin inşasından vazgeçilmesi mi gerekiyordu? Yoksa tek
ülkede devrim olmaz, bu yenilgiye mahkum olmaktır diye devrimden mi
vazgeçilmeliydi? Ne yapılmalıydı?
Gerçekten
Troçki'nin sürekli devrim teorisiyle Marks-Engels ve Lenin'in
sürekli devrim teorisi arasında ortak bir nokta yoktur. Troçki'nin
sürekli devrim kavramını Marks'tan aldığı doğrudur. “Devrimi
sürekli kılmak”
kavramını Marks ve Engels, “Merkez Komitesinin Komünist Birliğe
Çağrısı” makalesinde kullanırlar. O
makalede söz konusu olan, demokratik küçük burjuva ile mücadelede
proletaryanın devrimi sürekli kılmasıdır. O makalede söz konusu
olan, proletarya partisini demokratik küçük burjuvaziden ayıran
çizginin açık ve seçik olması için devrimin sürekli
kılınmasıdır.
Peki,
Troçki bundan nasıl bir sonuç çıkartmıştır? 'Her zaman ve her
yerde devrim' sonucunu çıkartmıştır!
Marks,
Engels ve Lenin'in sürekli devrim teorisi, eşitsiz gelişme
yasasını çıkış noktası olarak görür. Bu anlamda Marks,
Engels ve Lenin'in sürekli devrim teorisiyle kapitalizmde eşitsiz
gelişme yasası arasında diyalektik bir bağ vardır. Troçki'nin
sürekli devrim teorisi ise bu diyalektik bağın reddi üzerine
kurulmuştur. Her zaman ve her yerde devrim anlayışında bu yasanın
fiilen yeri yoktur. Troçkist tasfiyeciler de aynı anlayıştalar.
Üstelik bunu, Marks'ın “zorunlu
bir geçiş noktası”
ile kastettiğini çarpıtarak yapıyorlar.
“Fransa'da
Sınıf Mücadeleleri” yazısında Marks konuya ilişkin olarak
şunu diyordu:
“Bu
sosyalizm genel olarak, sınıf
farklılıklarının ortadan kaldırılması,
sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim
ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine
uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan
kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün
düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin
sürekliliğinin ilânıdır,
zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf
diktatörlüğüdür”
(22).
Marks'ın
proletarya diktatörlüğü üzerine söylediği oldukça açık:
Proletarya
diktatörlüğü kapitalizmden komünizme geçene kadar;
yani bütün sosyalizm boyunca devam eden bir “geçiş
noktası”dır.
Anlaşılmadıysa
şöyle açıklayalım:
-Sınıf
farklılıklarının ortadan kaldırılması,
-Sınıf
farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin
ortadan kaldırılması,
-Bu
üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların
ortadan kaldırılması,
-Bu
toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst
edilmesi.
Bütün
bunlar sosyalizmin inşasının içeriğini oluştur ve bunların
gerçekleşmesi için devrim sürekli kılınır ve bu sürekliliğin
iktidar biçimi de proletarya diktatörlüğüdür.
Anlaşılmadı
mı? O halde bir hamle daha yapalım:
Marks,
J. Weydemeyer'e
yazdığı 5 Mart 1852 tarihli mektubunda aynı konuyla ilgili olarak
şunu der:
“Benim
yeni olarak yaptığım,...sınıf mücadelesinin zorunlu olarak
proletarya
diktatörlüğüne vardığını; bu diktatörlüğün kendisinin
bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir
topluma
geçişten başka bir şey olmadığını göstermekten ibarettir”
(23).
Demek
ki proletarya diktatörlüğü, Troçki'nin ve Troçkist
tasfiyecilerin iddia ettiği gibi, kapitalizmden
sosyalizme
geçişin değil, “bütün
sınıfların
ortadan
kaldırılmasına
ve sınıfsız
bir
topluma
geçişe”
kadar devam eden sürecin, dönemin; yani sosyalizmin iktidardır.
Bu
sefer de anlaşılmadıysa kapitalizmden komünizme geçerken
proletarya diktatörlüğüne bakalım. Bu konuda “Gotha
Programının Eleştirisi”nde Marks şöyle der: “Kapitalist
toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrim yolu
ile geçiş dönemi yer alır. Buna bir siyasal geçiş dönemi
tekabül eder ki, burada devlet, proletaryanın devrimci
diktatörlüğünden başka bir şey olamaz” (24).
Söylenen
oldukça açık: Burada Marks, kapitalizmden sosyalizme geçiş
sürecinden değil, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinden
bahsediyor, tam da bu süreci sosyalizm olarak tanımlıyor ve bu
süreçte de sosyalist devletin proletarya diktatörlüğü olarak
örgütlendiğini açıklıyor.
Herhalde
şimdi anlaşılmıştır!
Troçki
ne diyor?
Bütün
sosyalizm boyunca değil, kapitalizmden
sosyalizme
geçmek için proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır. Marks,
proletarya diktatörlüğünü sosyalizmi inşa etmek için;
komünizme geçene kadar ihtiyaç duyulan bir araç olarak görüyor.
Troçki ise proletarya diktatörlüğünü “Batıda
devrim”
için bir “köprü”
olarak görüyor.
Aslında
SSCB'nde sosyalizmin inşasına inanmıyor, “Batı yakası”nı
kurtarıcı olarak görüyor. Batıda devrim olursa, SSCB'nde
proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç kalmaz diyor.
Troçkistler ne diyorlar?
Proletarya
diktatörlüğü kapitalizmden
sosyalizme
zorunlu
bir geçiş noktasıdır. Her halükarda Troçki ve Troçkist
tasfiyeciler proletarya diktatörlüğünü kapitalizmden sosyalizme
geçişte zorunlu bir araç olarak görüyorlar ve onu sosyalizmin
inşa sürecinde zorunlu bir geçiş aracı/noktası olmaktan
çıkartıyorlar...
Anlaşılmadı
mı? O zaman şöyle açalım: Troçkist tasfiyeciler, devrimin
sürekli kılınmasını, proletarya diktatörlüğünü Marks'ın
anladığı gibi anlayan ve uygulayan Bolşevikleri, başta da Lenin
ve Stalin'i, Marks gibi anladıkları ve anladıklarını
uyguladıkları için eleştiriyorlar. (Aslında bu durumda Marks'ın
bu konudaki anlayışını eleştirmiş oluyorlar). Neden
eleştiriyorlar? Proletarya diktatörlüğü ve devrimin sürekli
kılınması konusunda Marks'ı, Troçki gibi yorumlamadıklarından
dolayı eleştiriyorlar. Troçkist tasfiyeciler sosyalizmde; toplumun
komünizme geçene kadarki sürecinde proletarya diktatörlüğü
olmaz diyorlar. Troçki de olmaz diyor. Ama Marks, Lenin ve Stalin
olur diyorlar.
Dünya
devriminden “her zaman ve her yerde devrim” anlayan Troçki'yi ve
Troçkist tasfiyecileri başka ülkelerde proletaryanın sistemi
yıkma bilincine ve örgütlenmesine varmış olup olmadığı hiç
ilgilendirmiyor. Başka ülkelerde devrimin nesnel ve öznel
koşullarının olgunlaşmış olup olmadığı önemsiz görülüyor.
Bir
darbeyle birçok ülkede burjuva iktidarlar yıkılıyor...
Bu durumda “devrim düğmesi”ne basıyorsunuz ve gerisi kendi
kendine halloluyor!
Troçki'nin
sürekli devrimden anladığı bu. Tabii ki Troçki bir darbeyle
burjuva iktidarların yıkılamayacağının bilincinde; bu nedenle
devrimi öncelikle “Batının
birkaç ileri ülkesine”
havale ediyor...
Lenin,
işçi-köylü ittifakından bahsediyor; proletaryanın emekçi
köylülük ile ittifakında proletarya diktatörlüğünün temelini
görüyor.
Troçki
ise, “proleter
öncü” ile
“köylülüğün geniş kesimleri” arasında
“düşman çatışmalar”dan
bahsediyor.
Lenin,
proletaryanın sömürülen emekçi yığınlara önderliğinden
bahsediyor.
Troçki
ise “ezici
çoğunluğu köylü nüfustan oluşan geri bir ülkede işçi
hükumetinin konumundaki çelişkileri”nden
bahsediyor.
Lenin,
devrimin, gücünü Rusya'nın işçilerinden ve köylülerinden
aldığından bahsediyor.
Troçki
ise, gerekli gücü “proletaryanın
dünya devrimi arenası”nda
arıyor.
“Ama
eğer uluslararası devrim gecikecek olursa ne olacak? Bu durumda
devrimimiz için herhangi bir umut ışığı var mı? Troçki'de hiç
umut ışığı yoktur, çünkü 'işçi hükumetinin konumundaki
çelişkiler ... ancak... proletaryanın dünya devrimi arenasında
çözümünü bulabilecektir'. Bu plana göre devrimimiz için
yalnızca tek perspektif kalıyor: Kendi öz çelişkileri içinde
bitkisel bir hayat sürdürmek ve dünya devrimini beklerken çürüyüp
gitmek”
(25).
Ama
Stalin kadar da “karamsar” olmaya gerek yok! Şimdi dünyanın
tamamen değişmiş olduğu koşullarda yaşıyoruz. Ulusal
sermayeler, neredeyse devletler kalmamış; mali sermaye bütün
dünyayı ayrık otu gibi sarmalamış; hiçbir alanda ulusal çıkış
yok. Neredeyse tek tek ülkelerde devrimin nesnel koşulları
kalmamış! Üstelik dünya tamamen proleterleşmiş; abartmayalım,
en azından küçük üretim ve küçük üreticinin dünya devrim
önünde engel olması artık söz konusu değil. Bu nedenle de yeni
bir işçi hükumeti, birtakım iç çelişkileri; köylülük
sorunu, meta üretimi vb. sorunları devralmamış olacak. “Acaba”
diyerek bir şüpheyi dile getiriyorsanız, çözüm yolunu
gösterelim: Stalin gibi “karamsar” olmak istemiyorsanız ve
bütün o sorunlardan kurtulmak istiyorsanız, takip edilmesi gereken
tek yol var; o da sermaye karşısında herkesi işçi yapmaktır,
küçük üretimi ayak bağı olmayacak derecede önemsizleştirmektir
ve burjuva iktidarlara darbe vurmaktır! ...
Troçki
Hakkında Ne Biliyoruz?
“24
ayar Marksist” Troçki!
Troçki
ve Troçkizm hakkında ne biliyoruz diye kendime çok defa
sormuşumdur. Lenin ve Stalin'in yazılarından, SBKP(B)-Tarihi'nden
anlatılanların ötesinde Troçki ve Troçkizm hakkında pek fazla
bilgimizin olmadığı açıktır. Troçki ve Troçkizmi dolaylı
biçimde öğrendik, eğer buna öğrenme denirse. Troçki, kendi
yazıları okunarak, analiz edilerek, eğitim çalışmalarının
konusu yapılarak ele alınmamıştır. Öyle ki, teorik
dergilerimizde Troçki ve Troçkizm üzerine şu veya bu biçimde
kapsamlı, en azından bir teorik dergi çerçevesinde kapsamlı bir
araştırma ve analiz de hatırlamıyorum. (Tabi bu sadece Troçki
ile sınırlı değildir. Birçok konuda söz konusu olan ve hastalık
halini almış bir eksikliktir). Kendi çabasıyla konu üzerine
çalışanların olması; bilenin, bilmeyene bir parça anlatması da
sorunun özünde bir şey değiştirmez. Birçok konuda olduğu gibi
Troçki ve Troçkizm konusunda da “yarım yamalak” bilgilerle
siyasi olarak büyüdük. Bu arada dünya tarihinde de çok önemli
altüst oluşlar yaşandı. Karşımıza yeni sorunlar çıktı.
Emperyalist burjuvazinin dünya çapında yoğun anti-komünist
saldırısına, ideolojide, teoride ve örgütlenmede tasfiyeciliğine
başka çevreler de katıldı. Emperyalist küreselleşme eşliğinde
Post-Marksizm ve Post-Modernizm de Marksizm-Leninizme her alanda
saldırdı. Bunların Marksizm-Leninizme, SSCB'ye, bu ülkede
sosyalizmin inşasına saldırılarının teorik kaynağı; hangi
görüşlerden hareketle “eleştirdikleri” oldukça
düşündürücüdür. Sorun sadece bunlarla da sınırlı değildir.
Görünüşte hala komünist, Marksist-Leninist geçinen bir dizi
çürümüş, burjuvalaşmış tasfiyeci unsurun da sosyalizmin
inşası, SSCB bazında Marksizm-Leninizme tasfiyeci eleştirilerinin
esin kaynağı da bizi aynı yere götürmektedir. Bunların hepsinin
Marksizm-Leninizme karşı tasfiye yelkeni Troçki'nin tarihin
çöplüğüne atılmış, yanlışlığını yaşamın doğrudan
kanıtladığı düşünceleriyle şişirilmiştir, şişirilmektedir.
Troçki
hakkında ne biliyoruz ve yeni yetişen nesle ne anlatabiliriz? Lenin
ile Troçki arasındaki görüş ayrılığına ne kadar vakıfız?
Komünist partinin örgütlenme ilkeleri üzerine tartışmaları
hangi ölçüde biliyoruz? Sürekli devrim hakkında ne biliyoruz?
Tek ülkede devrim, tek ülkede sosyalizmin inşası üzerine
yürütülen tartışmaları ne ölçüde kavradık? Bütün bu ve
benzer sorunları yeni yetişen nesle nasıl anlatıyoruz?
Anlatmıyoruz. Marksizm-Leninizm saflarda tasfiyeciliğin boy
atmasından bu yana Troçki'ye öykünenlerin faaliyetleri durumu
daha da karmaşıklaştırmıştır. Tasfiyecilik,
Marksizm-Leninizme saldırıda Troçki'yi esin kaynağı olarak
görüyor. Sosyalizmin inşa sorunları, SSCB söz konusu olduğunda
Troçki'nin cephaneliğinden alınan çürük “silahlar”la
Marksizm-Leninizme karşı mücadele ediliyor. Troçki
“şirinleştiriliyor”, tasfiyeci unsurlar tarafından
“saygınlaştırılıyor”. Tasfiyeciliğin yaşandığı bütün
ülkelerde bu türden gelişmeleri görüyoruz. Troçki ve
yazılarının komünist hareket içindeki etkisi üzerine “şehir
efsaneleri” oluşturuluyor. “Lenin'in
en güvendiği, en iyi yoldaşı Troçki”,
Stalin'in entrikalarıyla iktidardan uzaklaştırılmıştı, Kızıl
Ordu'nun kurucusu, Lenin'den sonra devrimin önderi Troçki! Kısaca
Lenin'in “kanka”sı Troçki!
SSCB, kurulmasından bu yana bakış
açısına bağlı olarak kin ve sevgi ile izlenmiştir. Bu dönemin
dünya tarihinde hiçbir ülke, bütün kıtalardan insanların
ilgisini SSCB kadar çekmemiştir. İşçi sınıfı ve emekçi
yığınlar SSCB'ndeki gelişmeyle gurur duyarken, dünya burjuvazisi
oluşan yeni sistemi -sosyalizmi- lanetlemiş ve korkuya kapılmıştır.
Dünya çapında her iki ana sınıf -işçi sınıfı ve burjuvazi-
arasında kalan kesimler her iki uç -kin ve sevgi- arasından
yalpalamışlar, tutarsız görüşlerini, kendilerince tespit
ettikleri hata ve eksikliklere göre temellendirmeye çalışmışlardır.
SSCB'nin varlığını olumlayanların veya lanetleyenlerin ortak
noktası ise, bu ülkenin çağ değiştirici, insanlığın önünü
açıcı bir rol oynaması olmuştur. Gerçekten de SSCB'nde
sosyalizmin inşası, insanlığın en büyük tarihsel bir
kazanımıydı.
Şüphesiz,
bu kazanım SSCB'nde, 1956'dan sonra Kruşçev revizyonistlerinin XX.
Kongrede siyasi iktidarı gasp etmeleriyle birlikte tarih olmuştur.
Ama o tarih öneminden hiçbir şey kaybetmemiş dersek abartmış
olmayız. Bu ülkeyi bu kadar önemli yapan neydi diye sorarsak
anlatılacak çok şey buluruz. Yazı içinde ele alacağız, ama
burada ana başlıklarla belirtelim: SSCB'nin dünya politikasında
vazgeçilemez bir güç faktörü olması, Ekim Devrimiyle Rusya'da
kapitalist hakimiyetin yıkılmasından ve sosyalizmi kurulmasından
kaynaklıdır. Onun bütün insanlık için önemi, kapitalist dünya
karşısında baskı altında tutulan, sömürülen
sömürgeleştirilmiş uluslar, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar
adına hareket eden güç faktörü olmasıdır, sosyalizmin salt
teori olmadığını, uygulanabilir olduğunu, bizzat uygulayarak
göstermesidir. Muzaffer proleter devrim, Ekim Devrimi, Çarlığın
kalıntıları üzerinde üretim araçlarının özel mülkiyetini
kaldırıp, bu mülkiyeti toplumsal mülkiyete dönüştürürken,
Marks'ın “Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı'ya Önsöz”de
dediğinin “tam tersini”
yapıyordu
(26).
Yani Sovyet insanları, varlıklarının
toplumsal üretiminde aralarında zorunlu olmayan, kendi iradelerine
bağlı olan belirli ilişkiler kuruyorlardı; bu üretim ilişkileri,
onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine
tekabül ediyordu. Bu üretim ilişkilerinin tümü, Sovyet
toplumunun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç
şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapının
üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturuyordu. Sovyet insanının
maddi hayatının üretim tarzı, SSCB'nde genel olarak toplumsal,
siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırıyordu.
Esas
olan buydu. SSCB'ni, sosyalizmi dünya burjuvazisi, kapitalist sistem
karşısında yenilmez kılan buydu. SSCB'ne duyulan kin ve sevginin
kaynağı buydu.
SSCB
eleştirmenlerinin bir kısmı, büyük, çetin ve fedakarlık dolu
mücadele sonucunda kurulmuş olan sosyalizmin kalesinin, gerçekten
de dünya çapında sosyalizmin zaferi için mücadelede bir kale
olup olmadığı konusunun tartışılır olduğu düşüncesindeydiler.
Ekim Devriminin tarihi, Bolşevik Parti'nin politikası ve SSCB
ilgili gelişmelerin nesnel analizi onların eleştirilerinin haksız
olduğunu kanıtlamış olmasına rağmen bu, hala tartışılan bir
konudur. SSCB'nde sosyalizmin nihai zaferinin bütün dünyada
sosyalizmin zaferine bağlı olduğunu, uluslararası komünist ve
işçi hareketinin; sosyalizm için uluslararası mücadelenin
belirleyici olduğunu; bu uluslararası mücadelenin hem SSCB'nde
sosyalizmin inşası ve hem de sosyalist dünya düzeni için
mücadelenin çıkış noktası olduğunu; bu anlamda
uluslararasılaşmış mücadelenin belirleyici olduğunu Bolşevik
Parti'nin sürekli vurgulamasına rağmen bunun tam tersi
savunuluyorsa bunda Troçki'nin görüşlerinin etkisi olduğu
yadsınamaz. Bu kervana revizyonist sistemin çökmesinden bu yana
yeni yetme tasfiyeciler de katılmışlardır. Tasfiyeciler açısından
önemli olan, SSCB nezdinde sosyalizme ve inşasına saldırmak
olduğu için Troçki'nin bilinen çürük “silahları”na,
“yeni” düşüncelerine
sarılıyorlar. Bunda şaşılacak bir şey yok.
SSCB
söz konusu olduğunda kimin dost kimin düşman olduğunun ilk
bakışta anlaşılamadığı durumların da yaşandığını
söylememiz gerekir: Sosyalizmin, işçi sınıfının faşist açık
düşmanları, SSCB'de sosyalizmin kendileri için ne denli tehlikeli
olduğunu birçok SSCB ve sosyalizm eleştirmenlerinden daha doğru,
daha açık kavramışlar ve ona göre de mücadele etmişlerdir.
Faşist rejimler (Almanya, İtalya, Japonya) ve şu veya bu ülkede
faşist partiler, hazırladıkları savaşta (II. Dünya Savaşı)
SSCB'nin devasa iktisadi ve askeri gücünden ve bitmez tükenmez
kaynaklarından korkuya kapılmış olmalarının yanı sıra
SSCB'nin ideolojik gücünden de ürküyorlardı; bu ülkede
sosyalizmin inşasının kendi ülkelerinde ve istila ettikleri
ülkelerde köleleştirdikleri işçi sınıfı ve emekçi yığınlar
üzerinde olumlu etki bıraktığını, SSCB'ne sempati duyulduğunu
biliyorlardı. Buna karşı devasa kaynaklar ve araçlar kullanılarak
propaganda yapıyorlardı. Faşizmin bu koyu anti-komünist,
anti-sovyet propagandasına paralel olarak sürdürülen Troçkist
anti-sovyet propaganda da dünya gericiliğinin, faşist rejimlerin
ilham kaynağı olmuştur.
SSCB'nin
sözümona dostlarının ve savunucularının eleştirileri, bu
ülkede sosyalizmin inşası sürecinde; Ekim Devriminden XX.
Kongreye kadarki (1956) zaman diliminde şu veya bu konuda geçici
olarak ortaya çıkan hata ve eksikliklere dayanmaktadır. Böylesi
Sovyet dostları ve savunucuları, bu geçici hata ve eksiklikleri
süreklilik arz eden görüngüler olarak algılamışlar ve Sovyet
toplumunun belirleyici karakteristik özellikleri olarak
göstermişlerdir. Bu türden eleştirmenlerin unuttukları, aslında
bilerek atladıkları gerçeklik, kapitalist bir çevrede, kapitalist
bir okyanusta inşa edilen ilk sosyalist devletin, proletarya
diktatörlüğünün tarihsel rolüdür. Onlar bu rolün anlamını
kavrayamıyorlardı. Bu unsurlar hatasız, eksiksiz bir tarihsel,
çağsal gelişme istiyorlar. Ama şimdiye kadar insanlık tarihinde
çağsal altüst oluş süreçleri eksiksiz ve hatasız
gerçekleştirilmemiştir. Bizzat Marks, proleter devrimin, burjuva
devrimde olduğundan daha ağır, daha karmaşık sorunları çözmekle
karşı karşıya olduğunu sürekli vurgulamıştır. Bu türden
eleştirmenlerin, esas zorluğun, esas sorunların siyasi iktidarın
ele geçirilmesinden sonra başladığını bilmediklerini, hele hele
Troçki'nin bilmediğini söyleyemeyiz. Burjuva devrimlerde üretim
araçlarının özel mülkiyetini değiştirme diye bir sorunu
yoktur. Bu anlamda burjuva devrimlerde, burjuva düzen için
olgunlaşmış koşulların alt ve üst yapı olarak inşa edilmesi
söz konusudur. Buna rağmen bu devrimlerde de sayısız eksiklikler
ve hatalar ortaya çıkmıştır. Ama ilerici olan hiçbir insan
burjuva devrimlerin feodalizme karşı insanlık tarihinde oynadığı
tarihsel ilerici rolü, ortaya çıkan şu veya bu eksikliğe ve
hataya bağlamamıştır; hata ve eksikliklere göre bu devrimleri
değerlendirmemiştir. Ne var ki Rusya'da Ekim Devrimi ve sonrasında
sosyalizmin inşası söz konusu olduğunda bu türden
eleştirmenlerin mükemmeliyetçiliğinden geçilmez olmuştur. Öyle
ki, birtakım eksiklikler ve hatalar devrimin tek ülkede ve üstelik
de geri bir ülkede gerçekleştirilmiş olmasına bağlanmıştır.
Başka ülkelerde, Avrupa'nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde de
devrimler olsaydı; yani sürekli devrim teorisine göre hareket
edilseydi bunlar olmazdı denmiştir. Ne olacaktı, örneğin
Avrupa'nın birkaç emperyalist, gelişmiş ülkesinde de devrimler
gerçekleşseydi? O zaman hatalardan ve eksikliklerden muaf mı
olunacaktı? Bu türden çaba içinde olanların başında Troçki
gelir.
Kapitalist
gelişmesi geri bir ülkede gerçekleştirilen Ekim Devrimi,
Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinde beklenen devrimlerin
gerçekleşmemesinden dolayı o zamana kadar tarihte yaşanmış her
toplumsal altüst oluşta gündeme gelen zorluklardan daha kapsamlı
ve karmaşık zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmıştı.
Devrimi, sosyalist inşayı sürekli yükselen düz bir hat üzerinde
geliştirmek imkansızdı. Bu nedenle bazen geri adım atmak,
uzlaşmak, tavizler vermek kaçınılmazdı. Ama bazen de yeni
toplumun gelişmesine düşman tavır alanlara, yanlış görüşlerde
ısrar ederek gelişmenin önünde engel olmaya çalışanlara vb.
karşı sert tedbirlerin alınması da kaçınılmaz olmuştu.
Bolşevik Parti, kapitalist toplumun sosyalist topluma bir günde
dönüştürülemeyeceği, bunun uzun bir süreç olduğu ve bu
süreçte saymakla bitmez sorunların üstesinden gelinmesi gerektiği
bilinciyle hareket ediyordu. Bolşevik Parti, Ekim Devriminin yanı
sıra başka ülkelerde de devrimlerin gerçekleşmesi durumunda
kapitalist toplumun sosyalist topluma dönüştürülmesinin bir anda
kolaylaşmayacağını, yine de zor ve uzun süren bir süreçten
geçileceğini de sürekli vurgulamıştır. Her halükarda sosyalist
toplumu oluşturma süreci, kapitalist toplumdan kalma olguları
tamamen ortadan kaldırma ve yeni insanın yetişmesi sürecidir.
Ekim
Devriminin gerçekleştiği ve tek ülkede sosyalizmi inşa etmek
zorunda kalınıldığı zor koşullardan dolayı hataların ve
eksikliklerin kaçınılmaz olması, bir avunma, kendini kandırma
nedeni veya vesilesi olamaz. Bolşevik Parti bu eğilimlere karşı
da sürekli mücadele etmiştir. Önemli olan, hedefi gözden
kaçırmamak ve ortaya çıkan hata ve eksikliklerin üzerine
gitmektir. Bolşevik Parti bu bakımdan da acımasız olmuştur;
kendi hatalarına karşı acımasız olduğu gibi genel çizgiden
kaynaklanan eksiklikleri gidermede de tavizsiz olmuştur. Lenin ve
Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, her koşul altında nihai
(komünizm) ve gerçekleştirilen (sosyalizm) hedefinden sapmamış,
sürekli üstesinden gelebileceği işleri gerçekleştirmek için
hareket etmiştir.
Başta
Troçki ve Troçkistler olmak üzere SSCB içindeki ve dışındaki
her türden revizyonist ve oportünist çevre, SSCB'nde sosyalizmin
inşasını uluslararası devrimin bir sorunu olarak görmemek için
adeta yemin etmiş, bu inşa sürecinde ortaya çıkan hata ve
eksiklikleri abartarak ve acımasızca karşı propaganda olarak
kullanmıştır. Ekim Devriminden bu yana geçen sürece baktığımızda
bu çevrelerin eleştirilerinin bir kısmının biçimsel
değiştiğini, bir kısmının ise aynen devam ettirildiğini
görüyoruz. Örneğin Batı'da sosyal demokratların 1930'lu
yılların sonuna kadarki dönemde SSCB'ne karşı eleştirilerinde
ilkin Bolşevik Parti'nin “radikalliği”, devrimin tavizsiz
uygulanması ve bundan kaynaklı tavizsiz tedbirlerin hayata
geçirilmesi ön plandayken, sonraları dünya devrimine ihanet, eski
Bolşevik kadroların yok edilmesi vb. ön plana çıkmıştır. Bu
dönemde sosyal demokratlar, Batı-Marksizmi; Post-Marksizm ve
kendilerini Marksist-Leninist olarak görenler, SSCB'ne karşı
eleştirilerinde Troçki'den şu veya bu biçimde ayrı durmaya özen
göstermişlerdir. Ama utanmazca Troçki'nin savlarını
kullanmışlardır; onun görüşlerini SSCB'nde sosyalizmin inşa
edilmediğini, SSCB'nin kapitalizm koşullarında yaşayan işçiler
için bir umut kaynağı olmadığını kanıtlamak için
kullanmışlardır. Bugün de o zamanki SSCB'ne yöneltilen hemen
bütün eleştirilerin kaynağı Troçki olmuştur. 1920'li ve '30'lu
yıllarda SSCB'ne eleştirel bakanlar, düşman tavır alanlar;
SSCB'nin açık ve örtülü bütün düşmanları Troçki'nin
görüşleriyle SSCB'ne karşı mücadele etmişlerdir. O dönem
Troçki bu türden unsurları da ideolojik etkileyerek siyasi
nüfusunu taraftar çevresinin dışına taşıyabilmişti.
Her
halükarda Troçki ve taraftarları SSCB'ne karşı kullanmak için
sosyalizmin inşa sürecinde karşı karşıya kalınan sorunların
çözümünde hatalar keşfetmek için gayretkeşçe çaba sarf
etmişlerdir. Keşfettikleri “hata”
ve “eksiklikler”le
kapitalist dünyada sosyalizm düşmanlarını ideolojik olarak
beslemişler, onları SSCB'ye karşı mücadelelerinde desteklemişler
ve dünya işçi sınıfının SSCB'ne karşı tavrını olumsuz
etiklemeye, onda umutsuzluk oluşturmaya, güvensizlik tohumları
ekmeye hizmet etmişlerdir.
Troçki
ve Troçkistlerin yerinde olsaydım ”Düştüysek Kalkarız. Daha
Ölmedik Ya” derdim!
Neydi
o şarkının bir parçası?
Öyle
değil mi? İsterseniz bunu şöyle de okuyabilirsiniz:
“Düştüysek
kalkarız, daha ölmedik ya
Büyük ihanetlerden vazgeçip dönmedik ya!”
Büyük ihanetlerden vazgeçip dönmedik ya!”
Bu yazı boyunca göstereceğimiz gibi Stalin, Troçki'nin ruhudur, canıdır, kanıdır, en değerli varlığıdır, var oluş nedenidir; evet, yaşam iksiridir. Stalin olmasaydı, Troçki o “derin” değerlendirmelerini kim için yapacaktı? Troçki varlığını önce Lenin'e, sonra da Stalin'e borçludur. Troçki tarihte gelmiş geçmiş en büyük, en militan “Leninist” ve “Stalinist”tir!
Bu
yazı serisinde Troçkizmin gelişmesini ve günümüzdeki önemini,
tarihte gelmiş geçmiş bu en büyük, en militan “Leninist”i ve
“Stalinist”i, istiyorsanız “Düştüysek kalkarız,
daha ölmedik ya”yı ele
alacağız.
Şöyle
de diyebiliriz: “Üstâd”ı yâd etmek” veya hem “Marksist”
hem “Leninist” hem de “Bolşevik” Troçki'yi, sürekli
devrimci, Ekim Devriminin “özü,
çehresi ve ruhu” Troçki'yi,
“Mont Blanc'ın aydınlatan zirvesi”, Batı
burjuvazisinin
“Kızıl Napolyon”u
Troçki'yi,
“Bolşevik-Leninist”, “esin kaynağı”, “biricik
önder” Troçki'yi “yâd etmek”, ama nasıl sorusuna cevap
arayacağız.
-->
Aslında
bu yazı uzun yıllar boyunca Troçki ve Troçkizm üzerine
biriktirilen notlardan oluşturulmuştur.
Farklı
koşullar, aynı kaynakların farklı dillerde değerlendirilmesini
kaçınılmaz kıldı; bu nedenle aynı yazının bazen Almancası,
bazen Türkçesi, bazen de İngilizcesi kullanılmıştır. Bunları
aynılaştırmama tembelliğimi anlayışla karşılayacağınızı
umarım.
*
Kaynaklar:
1)
Ch.
Bourseiller; “Doktrinärer Rigorismus und strategischer
Pragmatismus. Trotzki und der Trotzkismus”. Alındığı yer: U.
Backes und S. Courtois (yayımlayıcı); “Ein Gespenst geht um in
Europa. Das Erbe kommunistischer Ideologien”, Köln 2002, s.
227-229, Schriften des Hannah-Arendt-Instituts für
Totalitarismusforschung, C. 20, s. 213–228.
2)
L.
Troçki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Und
was, wenn die sozialistische Revolution nicht vollendet wird?” alt
başlığı altında.
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
3)
L. Troçki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” -
“Der gegenwärtige Krieg und das Schicksal der modernen
Gesellschaft” alt başlığı altında.
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
4)
L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” -
“Das Proletariat und seine Führung” alt başlığı altında.
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
...
7)
L. Trotzki; “Probleme der Entwicklung der UdSSR”. “Entwurf
einer Plattform der Internationalen Linken Opposition zur russischen
Frage” (1931), Schriften1, C. 1.1, s. 266.
8)
L. Trotzki; “Erfolge des Sozialismus und Gefahren des
Abenteurermuts”, s. 249 ve “Die neue Verfassung der UdSSR”
(1936), Schriften1, C. 1.1, s. 663.
9)
L. Trotzki, “Verratene Revolution”, bkz.: “Die Geschichte hat
die Frage des Charakters der UdSSR noch nicht entschieden”.
10)
İsaac Deutscher; “ Trotzki - Der bewaffnete Prophet” - “Silahlı
Peygamber Troçki” I, s. 320.
11)
İ. Deutscher; agy.
12)
Bkz.: Prof. Dr. W. I. Kluschin: "Die strafende Hand der
Revolution" Vor dem Gericht der Zeit, (Über die Quellen der
Metamorphose der “Geschichtsphilosophie” von L. D. Trotzki)”.
13)
Siw G. A., “Troçki. Kişisel Anımsamalara Göre Karakteristik”
- “Trotzki. Charakteristik nach persönlichen Erinnerungen”, New
York 1921, s. 12, 33, 41. Aktaran; W. I. Kluschin; agy.
14)
L.
Trotzki; “Die Lehren des Oktobers” - “Die Oktoberrevolution und
die “Legalität” der Sowjets” - “Ekim Devrimi ve Sovyetlerin
'Meşruluğu” bölümünden. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1924/lehren/kap6.htm.
Türkçesi; s. 23/24.
15)
L. Troçki; “Mei Leben” - “Hayatım”, örneğin s. 486,
Türkçesi.
16)
(Bkz.: Michael Sayers, Albert E. Kahn; “Die große Verschwörung,
Darstellung des antikommunistischen Kampfes 1919-1945”).
17)
Bkz.: Lenin; Mektuplar, C. II, 1905-1910, s. 186-187. G. J.
Zinovyev’e yazdığı 24 Ağustos 1909 tarihli mektup - “Hergele”
Rusçadan Almancaya “Schuft” olarak çevrilmiş. Bunun Türkçe
karşılığı da “itoğlu it”, “hergele”, “eşşoğlu
eşek”. En uygun olanının “hergele” olduğunu düşünüyorum.
18)
Bkz.: W. I. Kluschin; agy.
19)
Aktaran: W. I. Kluschin; agy.
20)
W. I. Kluschin; agy.
21)
Leon Trotsky; “The Third International After Lenin”, I. The
Program of the International Revolution or a Program of Socialism in
One Country?(Part 1), “1. The General Structure of the Program”
ara başlığı altında,
www.marxists.org/archive/trotsky/1928/3rd/ti01.htm.
22)
Marks-Engels Toplu Eserleri (Bundan sonra METE); C. 7, s. 89/90.
23)
Marks-Engels Toplu Eserleri (Bundan sonra METE); C. 28, s. 507/508.
24)
METE; C. 19, s. 28.
25)
Stalin;
C. 6, s. 330/331- “Die Oktoberrevolution und die Taktik der
russischen Kommunisten”.
26)“Varlıklarının
toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi
iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim
ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme
derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun
iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül
eden bir hukuki ve siyasal üst yapının üzerinde yükseldiği
somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak
toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır.
İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir;
tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır”
(Marks-Engels;
Seçilmiş Yapıtlar, C. I, s. 423/42).
*
2.
Makale
LENİN'İN “KANKA”SI TROÇKİ!
TROÇKİZMİN
GELİŞMESİ - LENİN’E KARŞI TROÇKİ
“24
ayar Leninist” Troçki!
Troçki
“24 ayar Bolşevik” oluyor!
3.
Makale
LENİNİST
ÖRGÜTLENME – TROÇKİST “ÖRGÜTLENME”
4.
Makale
SÜREKLİ
DEVRİMİN TARİHÇESİ – BU KONUDA MARKS, LENİN, STALİN VE
TROÇKİ
5.
Makale
EKİM
DEVRİMİNDEN SONRA BOLŞEVİZM VE TROÇKİZM
LENİN
VE STALİN’E KARŞI TROÇKİ
6. Makale
TEK
ÜLKEDE SOSYALİZM SORUNU
SOVYET
SOSYALİST CUMHURİYETLERİ BİRLİĞİ’NDE
SOSYALİZMİN
İNŞASI İÇİN MÜCADELEDE TROÇKİ’NİN ROLÜ
LENİN,
STALİN, TROÇKİ VE TEK ÜLKEDE DEVRİM TEORİSİ