“DÜNYANIN
LANETLİLERİ” YOLLARA DÖKÜLDÜ!
GÖÇ
VE SORUMLULARI
Son
dönemlerde her türden medyada yer alan haberler, resimler, Akdeniz
ve Eğe'de boğulanlar, son anda kurtarılanlar, Türkiye'nin birçok
kentinde, Yunan adalarında göçmen sefaleti, Sırbistan- Macaristan
sınırında yaşananlar; yollara düşmüş “dünyanın
lanetlileri”nin dramını yansıtmaktadır. Burjuva medya bir
taraftan insanların savaştan kaçtığını açıklarken diğer
taraftan da söz konusu savaşın nedenini özenle gizlemektedir.
Burjuva medya insanların açlık ve sefaletini sergilerken, bu açlık
ve sefaletin nedenleri üzerine susmaktadır. Öyle ki, milyonların
dramı iç ve dış politikada, ekonomide acımasızca çok yönlü
kullanılmaktadır. İç politikada “halinize şükredin ve susun”
demek için; ırkçılığı, faşizmi, yabancı düşmanlığını
körüklemek için; neredeyse bedava işgücü geliyor diyerek ücret
politikasını yönetmek ve işçi sınıfını bölmek için; dışa
politikada göçü jeopolitik amaçlar doğrultusunda kullanmak için
göç hareketi araçsallaştırılmaktadır.
Son
dönemdeki göç hareketiyle ilgili Birleşmiş Milletler veriler bir
bakıma göçün nedenlerini de açıklamaktadır.
BM
Göçmen Komiserliği'nin bu seneki raporuna göre 2014 sonu
itibariyle göç halinde olan insan sayısı 59,5 milyon. 2013'e göre
yüzde 11 oranında (19,5 milyon) bir artış var. Bunların arasında
1,8 milyonu henüz bir sonuç alamamış olan siyasi mültecilerdir.
Dünya
çapında sığınmacı sayısı:
BM
verilerine göre dünya çapında sığınma talebinde bulunanların
sayısı son yıllar itibariyle; 2010'da 841.900'den 2011'de
864.800'e, 2012'de 929.700'e ve 2013'te de 1.067.500'e çıkarak
2010'dan 2011'e sadece 2,7 oranında, 2011'den 2012'ye yüzde 7,5
oranında ve 2012'den 2013'e de yüzde 14,8 oranında artmıştır.
Bu sayı Suriye'de gerici savaşın başlamasından (2011) 2013'e
ise yüzde 23,4 oranında artar.
2014
yılında dünya çapında göç halinde olan insan sayısı 50
milyondan fazlayı. En son II. Dünya Savaşı döneminde göç
halindeki insan sayısı bu kadardı.
Son
yıllarda göçmen sayısının artışında Suriye'deki gerici savaş
önemli bir rol oynamıştır. Sadece bu ülkeden göç edenlerin
sayısı 4 milyonu aşmıştır.
Tabii
bu sayılar iş nedeniyle göç edenler hakkında bir bilgi vermiyor.
BM'in Ekonomi ve Sosyal Meseleler bölümüne göre 2013'te yurt
dışında yaşayanların sayısı 232 milyondur. Bu verilere göre
dünya nüfusunun yüzde 4'ü kendi ülkesi dışında yaşıyor.
BM
tahminine göre 2014'te sığınma başvurusunda bulunanların sayısı
866 bin. Bu başvuruların 625 bini AB'de yapılmış.
BM
2014 Yıllık Raporuna göre en çok göçmen Afganistan'dan geliyor.
Onu Suriye ve Somali takip ediyor. Yine BM raporuna göre 2013 sonu
itibariyle dünya çapında ülkesini terk etmiş olanların sayısı
16,7 milyondu.
Suriye'de
gerici savaş ve Ortadoğu'daki genel durum göçün akış yönünü
değiştirmiştir: BM 2014 verilerine göre en çok göç alan ülke
Pakistan'dır; çoğunluğu Afganistan'dan gelen göçmen sayısı
1,6 milyon. İkinci sırada İran yer alıyor; Bu ülkedeki yine
çoğunluğu Afganistan'dan gelen göçmen sayısı 857.400'dür.
Lübnan'daki göçmen sayısı 856.500; Ürdün'deki göçmen sayısı
641.900 ve Türkiye'deki göçmen sayısı da 609.900'dür. Son üç
ülkedeki göçmenlerin ezici çoğunluğu Suriye'den gelmektedir.
Bu
ülkeler konaklama istasyonu olarak görülmektedir; göçmenlerin
ezici çoğunluğu AB'ye, AB içinde de Almanya, Fransa gibi ülkelere
gitmeyi amaçlıyor.
Hedefi
Avrupa olan en kalabalık göçme Suriye kaynaklı. İkinci sırada
Eritre var. Diğerleri Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nden, Somali'den,
Nijerya'dan, Güney Sudan'dan Libya'dan, Mali'den, Burundi'den,
Afganistan, Pakistan ve Doğu Ukrayna'dan gelmektedir.
Bu
yılın başından bu yana Akdeniz üzerinden AB'ye ulaşmak isteyen
göçmen sayısı 224 bin. Bunların içinde 124 bini Yunanistan
üzerinden AB kapılarını zorlamıştır.
Yukarıdaki
veriler, dünya tarihinde görülmemiş bir göç hareketini
gösteriyor. 2014 sonu itibariyle neredeyse 60 milyon insan göç
halinde; on sene öncesine göre üç misli bir artış var. 2014
sonu itibariyle dünya çapında her 122 insandan birisi göçmen, iç
göçe zorlanan veya sığınma başvurusu yapan konumundaydı.
Neden
göç ediyorlar sorusunun cevabını savaşlarda ve yoksullukta
aramak gerekir. Afganistan, Irak, Libya, Suriye emperyalist güçlerin
kendi aralarındaki rekabetinden dolayı işgal edilmiş,
parçalanmış, bunun sonucu olarak da milyonlarca insan evinden,
işinden olmuş ve göç etmek zorunda kalmıştır. Hiçbir insan
ülkesinden kopmak istemez. Ama o buna zorlanmıştır. Yaşanmakta
olan göç dramının esas sorumluları bu gerici savaşlara neden
olan ve bu savaşları sürdüren emperyalist ülkelerdir.
Açık
ki, göçün iki temel nedeni vardır; bu nedenlerden birisi
emperyalist güçlerin vekalet savaşları biçiminde sürdürdükleri
talan savaşlarıdır, ikincisi de yine emperyalist ve gelişmiş
kapitalist ülkelerin yerküreyi iktisadi olarak tahrip etmeleri;
yaşanamaz hale getirmeleri ve bunun sonucu olarak da o bölgelerde
insanların sefalete sürüklenmesidir. Bundan dolayı da kurtuluş,
göçte aranmaktadır.
Yaşanmakta
olan bu göç dramanın sorumlusu buna neden olan emperyalist
ülkelerdir. Şimdi, onbinler kapılarına dayanınca birbirlerine
düştüler, kim ne kadar göçmen alacak kavgasına tutuştular.
Göçün
nedenleri üzerine susuyorlar, ama yaptıkları sadece bir trajedi
değil, esasen bir cinayettir. Cinayettir çünkü göç,
sürdürdükleri talan savaşlarının, işgallerin, rejim
değiştirmelerin doğrudan bir sonucudur.
Afganistan
ve Irak işgalleri, Libya'nın devlet olarak ortadan kaldırılması,
Suriye'de sürdürülen vekalet savaşı şimdiye kadar
yoksulluktan, milyonların katledilmesinden ve kaçıştan başka
hangi sonuçları verdi? Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da, Suriye'de
ve Afrika'nın birçok başka ülkesinde bu savaşlar devam
etmektedir. Amerikan emperyalizmi ve müttefiklerinin dünya çapında
“teröre karşı savaşı” geriye şimdiye kadar milyonların
katledilmesinden ve göç yollarına düşmesinden başka bir şey
bırakmamıştır. İnsan hakları, demokrasi, özgürlük türünden
kavramların önplana çıkartıldığı vekalet savaşları,
insanlara katledilmekten veya kaçmaktan başka bir şey vermemiştir.
Bu emperyalist güçler, Afganistan'da Taliban ve El Kaide'nin
yanında yer alırken de özgürlük için mücadele ediyorlardı;
sonra aynı güçler Taliban'a karşı mücadele ederken yine
özgürlükten ve demokrasiden bahsediyorlardı. Saddam rejimini
devirirken ve Irak'ı işgal ederken de demokrasiden, kitle imha
silahlarını yok etmekten bahsediyorlardı; IŞİD'i örgütlerken,
finanse ederken ve sahaya sürerken de demokrasi ve özgürlük
bayraktarlığı yapıyorlardı ve şimdi yarattıkları canavara
karşı mücadelede de demokrasiden bahsediyorlar. Bu arada bu
ülkeleri yaşanamaz hale getirmeleri, toplamda milyonlarca insanı
katletmeleri ve göçe zorlamaları onları pek ilgilendirmedi. Ama
dünyanın lanetlileri, kale Avrupa'nın, daha doğrusu AB'nin sınır
kalelerini zorlamaya ve içeri girmeye başlayınca “Batı değerler
topluluğu”nu temsil eden AB, iki yüzlülüğünü göstermekte
gecikmedi. Her bakımdan ikiyüzlüler: Sorunu görmek istemezken
ikiyüzlülerdi. Sorunu görmek zorunda kaldıklarında da da
ikiyüzlülerdi. İnsancıl olmaya çalışırlarken de
ikiyüzlülerdi; göç edenler arasında seçicilik yaparken de
ikiyüzlülerdi; şu kadar doktor, şu kadar mühendis, şu kadar
öğretmen kabul ederiz dediler. Öyle ki, insanları etnik ve dinsel
ayrıma tabi tutarak hangi etnik ve dinsel gruptan insanları kabul
edecelerini açıklayacak kadar alçaldılar. Hangi ülke ne kadar
göçmen alacak diye kendi aralarında kavga ederken de
ikiyüzlülerdi.
Göçmen
olgusu jeopolitika açısından çok amaçlı kullanılmak
istenmektedir:
Türkiye'nin
Suriye'den gelen göçmenleri kabul etmesi Türk burjuvazisinin,
mevcut hükümetin insancıllığıyla açıklanamaz. Kendi
açıklamasına göre hükümet 6 milyar dolar harcayarak yaklaşık
iki milyon göçmeni Suriye sınırı boyunca kurduğu çadır
kentlerde yaşamaya mahkum etmiş ya da maddi olanakları olanları
ülkeye dağılmasına izin vermiştir. Bu kadar göçmenin sınırda
tutulması Türkiye, ABD ve NATO'nun Suriye üzerine planlarından
bağımsız değilidir; bu göçmenler jeopolitik silah olarak
kullanılmak isteniyor.
Türkiye
ve şimdilerde de ABD ve NATO, bu Suriyeli göçmenleri, kurmaya
çalıştıkları “güvenli bölge”ye yerleştirerek bu alanda
nüfuz sahibi olmak istenmekteler. Bu bölge de sonraki aşamada
Esad rejimini devirmek için kullanılacak bir üs olacaktır.
Diğer
taraftan Türk burjuvazisi, bu göçmenlerin en azından bir kısmını
vatandaşlığa kabul ederek sırın boyunca demografik yapıyı
değiştirmeyi de planlamaktadır.
Türkiye'de
Suriyeli göçmen demek talan edilebilecek işgücü demektir. Normal
koşullarda yerli işçinin kabul etmediği ücretle çalıştırılan
Suriyeli göçmen, böylece bir taraftan ücretler üzerinde baskı
rolü üstlenmiş olurken, diğer taraftan da işçi sınıf ile
rekabet içinde oluyor.
Türk
burjuvazisi Suriyeli göçmenleri AB'ye karşı koz olarak da
kullanmaktadır. İstediği zaman onları toplayıp kamplara yeniden
götürdüğü gibi, gerekli gördüğü zaman AB'ye yönlendirmekte,
kaçış yollarını açık tutmakta ve böylece Batı dünyasının
nasıl bir sorunla karşı karşıya kalabileceği konusunda
uyarmaktadır. Belki de Türkiye kapıları tamamen açmasın diye
Kürt ulusal mücadelesine saldırısına, tamamen imha ve yok etme
amaçlı bombalamasına sessiz kalmaktadır.
Göçmen
akımında gelişme hızlı oldu; Akdeniz ve Eğe'de binlerce göçmen
boğuldu. Göçmenlerin bir ucu Kuzey Afrika ve Türkiye'deyken
öncüleri çoktan AB'ye dağılmış durumda. Macaristan'ın ırkçı,
faşizan tavrından dolayı Macar-Sırp sınırının kapanması
göçmen akımının Balkan rotasında kesintiye uğrayacağı
anlamına gelmez. Şimdilerde Hırvatistan üzerinden Avusturya ve
Almanya sınırları zorlanmaktadır.
Türk
burjuvazisi, ülkedeki göçmenleri AB'ye mesaj vermek için
kullanmaya devam edecektir; Onların Edirne'de yollarının kesilmesi
sadece bir gösteridir. Sadece Türkiye'de onbinlerce göçmen
Batı'ya, göçmenler tarafından “fethedilemez” AB-kalesine
doğru hareket içindedir. Bu göçmenler geçsinler diye kapıları
açarım diyen bir Türkiye karşısında AB ne yapabilir?
Alman
emperyalizminin de “yüksek derecede motife olmuş işgücüne”
ihtiyacı var. Daimler tekelinin şefi Dieter Zetsche, gelen
göçmenleri kastederek “yüksek derecede motife olmuş işgücüyle
Almanya'da yeni bir ekonomik mucize“den bahsetmektedir.
“En
iyi durumda bu, '50'li ve '69'lı yıllarda milyonlarca misafir
işçinin Federal Cumhuriyet'in yükselişine katkıda bulunduğu
gibi, önümüzdeki Alman ekonomik mucizesi için bir temel de
oluşturabilir” diyor Zetsche.
Belki
de haklıdır. Dünya çapında göç halinde olanların toplam
sayısının yarısından fazlasının (yüzde 51) 18 yaş altında
olduğu düşünülürse Daimler şefinin düşüncesinin hiç de
yanlış olmadığı anlaşılır.
Tabii
sorun sadece “yüksek derecede motife işgücü”yle sınırlı
değildir. Almanya'da veya AB'nin başka ülkelerinde iş piyasasına
girecek olan bu göçmenler, bir taraftan ücretler üzerinde baskı
rolü oynayabilecekleri gibi, başkaları tarafında kaçınılan
çoğu iş alanlarında gerekli görülen istihdamı da
karşılayacaklardır. Bu durumda örneğin Almanya'da asgari ücret
talep etse dahi bir işsizin iş bulma olanağı pek kalmayacaktır.
“Batının
değerler topluluğu” için bu da yetmez: Göçmen yabancıdır ve
yeni gelenler üzerinden ırkçılık ve faşizm kışkırtılacak,
toplumun yerli-yabancı diye bölünmüşlük durumu
derinleştirilerek siyasal çıkarlar için kullanılacaktır. “Batı
değerleri”nin savunucuları ve koruyucuları bu konuda oldukça
tecrübelidirler.
Açık
ki, AB'de göçmen sorunu, bir taraftan göçmen akışı devam
ederken, diğer taraftan da yeni bir aşamaya girmektedir; gelen
göçmenleri ülkelere dağıtımının ötesinde her bir ülke,
gelen göçmenleri iktisadi ve politik olarak azami derecede nasıl
talan edeceklerini, kullanacaklarını planlamakla meşguldür.
Almanya'da
sınırlarda ve mülteci kamplarında şova dönüştürülen “hoş
lendin coşkusu” yerini göçmenleri azami kar ve siyasi çıkar
için araçsallaşmaya bırakacaktır.
AB
olarak “Batı değerler toplumu” savunucuları göçmen konusunda
sürekli tartışıyorlar. Birbirlerine düşmüş durumdalar; AB
Komisyonu Başkanı Juncker'in
kontenjan planı hemen hiçbir AB ülkesi tarafından kabul
edilmemiştir. İngiltere, Danimarka ve İrlanda bu plana
katılmayacaklarını açıklarken, başta Macaristan, Slovakya ve
Çek Cumhuriyeti olmak üzere Doğu Avrupa ülkeleri bu planı
reddetmişlerdir. Fransa, göçmen sayısını sınırlandırmak
amacıyla Juncker'in planını desteklerken, Almanya bu planın
gerçekte “yeni bir mülteci politikası için ilk adımdır”
görüşündedir. Önümüzdeki hafta konuya ilişkin
bir zirvede buluşacak olan AB'nin hükümet ve devlet başkanlarının
konuya ilişkin görüşleri bilinmektedir; mümkün olduğu kadar az
sayıda göçmen kabul etmek ve kabul edilenler konusunda da seçici
olmak: Doktor, mühendis, öğretmen vs. Yani bir taraftan ihtiyaç
duyulan kalifiye işgücüne evet denirken, özellikle Almanya gibi
ekonomisi güçlü ülkeler, göçmenleri her alanda ucuz işgücü
olarak kullanmak konusunda adım atacaktır. Daimler şefinin
açıklaması bunu göstermektedir.
“Batı
değerler topluluğu” neden olduğu bu sorundan kolay kolay
kurtulamaz. Göçmenlerin kale AB kapılarına dayanmaları bir
mücadeleyse, onlar binlerce ölüm pahasına da olsa bu mücadelede
başarılı olmuşlardır; en azından AB'ye girişi
meşrulaştırmışlardır. Gelenler, “öncü” göçmenlerdir;
bu savaşlar, göçün nedenleri devam ettiği müddetçe giderek
artan sayıda göçmenin AB'ye akacağından; şimdiki onbinleri
yarın yüzbinlerin, milyonların takip edeceğinden “Batı
değerleri” savunucularının hiç şüphesi olmasın. “Ektiğinizi
biçiyorsunuz”! Afganistan'da Ortadoğu'da (Irak, Suriye),
Libya'da ve Afrika'nın başka ülkelerinde doğrudan veye vekalet
savaşlarıyla sürdürdüğünüz, ülke bölme, rejim değişikliği
amaçlı talan ve işgal savaşları size, evsiz, işsiz, geleceksiz
bırakılan insanların göçü olarak geri dönmektedir. Tabii bu
kurtuluş değildir.
Göçmenlerin
ekonomide ve politikada burjuvazi tarafından araçsallaştırılmasına;
sınıfsal çıkarları için kullanılmasına karşı mücadelede
her bir ülkede devrimci ve komünist güçlere büyük görevler
düşmektedir.
Savaş
kışkırtıcılarının, timsah gözyaşları dökerek göçmenleri
selamlamaları ile halkın sıcak duygularla göçmenleri sınır
kapılarında, yurtlarda selamlamaları ve ziyaret etmeleri
arasındaki fark açıklanmalı; savaş kışkırtıcılarının bu
ikiyüzlülüğü teşhir edilmelidir. Bu ikiyüzlüler, bir taraftan
göçmen olarak buralara kadar gelen insanların ülkelerini talan
ediyorlar, insanları evsiz, işsiz, geleceksiz bırakıyorlar ve
küstahça da “hoş geldiniz” diyebiliyorlar; bu, ülkenizi
yaktık, yıktık, talan ettik, insanları katlettik, sizi işsiz,
aşsız bıraktık, çocuklarınızın geleceğin ellerinden aldık,
bunun için hoş geldiniz demek anlamına gelir.
Unutmamak
gerekir ki, “Batı değerleri” savunucuları her zaman
kullanabilmek için yabancılar hakkında algı oluşturmakta oldukça
maharetlidirler:
Yabancılara,
şimdilerde de göçmenlere karşı halk nezdinde önyargıları
canlı tutmak ve gerektiğinde kullanmak konusunda “Batı değerler
topluluğu“ gerçekten profesyoneldir:
-”Göçmenler/yabancılar,
kamu düzeni için tehlike oluşturmaktalar”.
-“Göçmenler/yabancılar,
vergi ödeyenlere yük olmaktalar ve sosyal sistemi zora
sokmaktalar“.
-“Göçmenler/yabancılar,
şiddet yanlısıdırlar, krimineldirler, toplumun alt tabakalarını
oluşturmaktalar”.
-“Göçmenler/yabancılar,
sorunlu gruplardır ve sorunlarını toplumumuza taşımaktalar veya
sorunların kaynağını oluşturmaktalar”.
-“Göçmenler/yabancılar,
kendi kültürleriyle kültürümüze zarar vermekteler”.
Bu
türden önyargıları Almanya'da, Danimarka'da, Belçika'da,
Hollanda'da, Fransa'da vs. bir biçimde kendi toplumsal yapılarına
ve göçmenlerin çoğunluğunun etnik yapılarına uygun hale
getirilmiş olarak gerektiğinde yaygın olarak kullanıldığını
görürüz.
Örneğin,
başı örtülü, türbanlı bir kadın portresiyle kültüre ve dini
inanca tamamen yabancı ve dışlanması gereken bir imaj
oluşturulmaktadır. Örneğin göçmenler söz konusu olduğunda
medya “çığ”, “sel” gibi kavramları kullanarak toplumda,
gelen göçmenler hakkında önyargı uyandırılmaktadır; bu
kavramlarla topumun göçmen akınına uğradığı, her tarafın
göçmenlerle dolup taştığı; her tarafta göçmenlerden; bu
“şiddet” yanlılarından kaynaklanan sorunlar oluştuğu
önyargıları ile toplum yönlendirilmektedir.
“Batı
değerler topluluğu”nda göçün nedeni üzerine doğru
bilgilendirme yapılmaz. Bu konuda manipülasyon akıl almaz derinlik
ve kapsamda yürütülür; çıplak yalana başvurulabileceği gibi,
A ülkesindeki gelişme sanki B ülkesinde olmuş gibi
gösterilebilir; eski görseller yeni olarak sunulabilir. Bu ve
benzer önyargı oluşumuna karşı mücadele etmek gerekmektedir.
Sorun
sadece ve sadece göçmenlerle dayanışma değildir. Dayanışmaya
evet, ama AB kalesinden içeri girmiş göçmenlerle dayanışmadan
bahsetmek onlara göçmen olarak, yabancı olarak “hoş geldin”
demekten farklı değildir. Unutmamak gerekir ki, göçmenlerin ezici
çoğunluğu emekçidir, işçidir. Yani içinde yaşamaya
başladıkları toplumda işçi sınıfı ve emekçilerinin yeni
bölüklerini oluştururlar. Devrimci ve komünist güçler bu
gerçeklikten hareket etmek zorundadırlar. Bu yapılmadığı
müddetçe söz konusu ülkede işçi sınıfı etnik kökenine göre
bölünmüş olur. Göçmenlerin ezici çoğunluğunun işçi
sınıfının bir parçası olduğu gerçeğinin kavranmaması
durumunda burjuvazinin işçi sınıfının yerli ve yabancı
(göçmen) bölüklerini birbirine karşı kışkırtması ve kendi
çıkarları için kullanılması da kavranamaz.
“Yerli”
işçi sınıfı, örneğin Almanya'da, Fransa'da işçi sınıfı,
göçmenlerin demokratik haklarını sorgusuz savunmadan burjuva
düzene karşı mücadele vermiş olamaz.
Göçün
tarihi de insanlığın tarihi kadar eskidir; veya göçün yer
almadığı bir insanlık tarihi yoktur. Kendi özgünlüğüyle
oluşan kültürlerin, göç hareketiyle kopmaz bir bağı vardır.
Bu nedenle, oluşan kültürler, bu anlamda insanlık tarihi, insan
topluluklarının sürekli göçü olmaksızın imkansı olurdu. İlk
insanlar göçebeydi; yerleşik yaşama geçmeleri; avcılıktan ve
toplayıcılıktan tarıma ve hayvancılığa geçmeleri,
şehirleşmeleri, birbirlerinden öğrenmeleri, göç eden insan
topluluklarının karışımının doğrudan bir ürünüdür.
Avrupa'nın ilk köylüleri çoğunlukla göçmenlerden oluşmaktaydı;
Mezopotamya'da büyük medeniyetlerin, örneğin Halep, Asur gibi
şehirlerin kurulması Milattan önce 4. ve 3. yüzyıllardaki
göçlerle doğrudan ilişkilidir. Aynı durum Orta Asya kültürleri
ve karşılıklı etkilenme için de geçerlidir.
Sermaye
ve üretimin uluslararasılaşmasının önemli boyutlar aldığı
günümüzde; emperyalist küreselleşme koşullarında göçsüz bir
dünya toplumsallaşması düşünülemez. Ama göçün, sömürü
sistemi koşullarında bir zorunluluk olduğu da göz ardı
edilmemelidir. Bu nedenle, göç sorunu bu sömürü, talan,
ötekileştirme, baskı sistemi var oldukça; kapitalist sistem var
oldukça gündemden düşmeyecektir. Bu sorunun ortadan kaldırılması;
insanların barış içinde yaşaması, etnik ve dinsel aidiyete göre
ayrıştırılmaması ancak ve ancak bu küresel kapitalist sistemin
yıkılması ve sosyalist dünyanın kurulmasıyla mümkün
olacaktır.
Emperyalizm,
böl ve yönet taktiğinin bir yansıması olan göçmen sorununu da
küreselleştirmiştir.