ORTADOĞU CEHENNEMİ
DAR
ALANDA JEOPOLİTİK “İT DALAŞI”
Rusya,
Suriye eksenli Ortadoğu sorununda sessizliğine son verdi ve
bölgedeki güçler dengesinde kartlar yeniden karıldı. 28 Eylülde
(2015) BM Genel Kurulu'nda konuşan Rusya Başkanı W. Putin, ABD'nin
art niyetli, aptalca olduğu kadar başarısız da olan; bölgeyi
kaosa sürükleyen Ortadoğu politikasına artık göz yummayacağını
açıkladı. Bu konuşmadan veya o an için verbal olarak Ortadoğu'da
kartların yeniden karılacağına işaret eden Putin, iki gün
içinde Duma'dan aldığı yetki ile Suriye iç savaşına askeri
olarak müdahil oldu ve IŞİD'e karşı mücadele adı altında Esad
rejimine karşı savaşan diğer güçlere hava saldırıları
başlattı.
Rusya'nın
Esad rejimi yanında savaşa doğrudan dahil olmasıyla
savaşan-destekleyen güçler dengesinde değişimin olmasının yanı
sıra bu güçlerin yeniden saflaşması da gündeme geldi. Bütün
Ortadoğu'yu cehenneme dönüştürme gücüne sahip Suriye eksenli
bu iç savaşta sahada savaşanlar açısından değişen tek şey, o
güne kadar bilinenin resmen ilanı olmuştur: Esad rejimi ancak ve
ancak Rusya, İran, Hizbullah (Lübnan) ve Irak merkezi hükümeti
tarafından verilen destekle ayakta kalabilir. Özellikle Rusya ve
Iran'ın her bakımdan askeri yardımı olmaksızın Esad'ın ayakta
kalması mümkün değildir. Ülkenin ancak yüzde 25-30'unu kontrol
edebilen Esad rejimi, geleceğini Rusya-İran çıkarlarına teslim
etmiş durumdadır.
Rus
emperyalizmi, Esad rejiminin devamını sağlamak için savaşa
müdahil olduğunu açıkladı. Tabi bu, dünya kamuoyuna yapılmış
bir açıklamadır. Esad rejiminin ayakta kalmasını sağlamak veya
onu korumak tek başına bir şey ifade etmiyor. Neden böyle bir
rejimin yanında yer aldığı sorusunun cevabını Ortadoğu'nun
dünya jeopolitikasında ve hammadde kaynaklarında sahip olduğu
konumda aramak gerekir. Bu, Rusya için geçerli olduğu kadar ABD,
Çin, AB ve bölgesel güçler için de geçerlidir.
Rusya,
ABD güdümlü koalisyon güçlerinin aksine Suriye iç savaşında
Esad rejimine karşı mücadele eden güçlerin hepsini hedef
almaktadır; Rusya açısında IŞİD, “ılımlı İslami güçler”
türünden bir ayrımın önemi yoktur. Bu güçlerin Suriye'de
kontrol ettikleri alanın coğrafi konumu farklı olsaydı durum ne
olurdu orasını bilemeyiz. Ama Rusya hava saldırıları eşliğinde
Esad ordusunun özellikle IŞİD'in hakim olmadığı, buna karşın
El Nusra, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve başkaca İslami grupların
hakim olduğu bölgelere saldırması Rusya'nın esas amacının ne
olabileceğine işaret etmektedir.
Rusya
şimdilik, ABD güdümlü koalisyon güçlerinin havadan saldırdığı
IŞİD'den ziyade öncelikle ABD'nin, Körfez ülkeleri ve
Türkiye'nin doğrudan desteklediği ÖSO ve başkaca İslami
gruplara saldırmaktadır. Rusya bu “aykırı”lığının yanı
sıra Irak'ta kendi kontrolünde olan İran-Irak merkezi hükümeti
katılımlı ve Irak'ta IŞİD'e karşı mücadele amaçlı bir
Enformasyon Merkezi kurarak da Amerikan emperyalizminin çıkarlarına
dokunmuştur. Rusya'nın Suriye'de sahaya çıkmasına kadar Türkiye
ile de öncelik ve hedef konusunda sürtüşen ABD, “kontrollü bir
geçiş”ten bahsetmeye başlamıştır. Amerikan Dışişleri
Bakanı Kerry, Rusya'nın Esad rejimi yanında savaşa katılmasından
sonra “kontrollü geçiş” zorunluluğunun yanı sıra, Esad
rejimine karşı mücadele eden İslami güçleri uyarma babında
olsa gerek, Esad sonrası Suriye'de seküler bir rejimin söz konusu
olabileceğini ve bu konuda Rusya'nın da aynı düşüncede
olabileceğini açıklamak zorunda kalmıştır. Açık ki, ABD
güdümündeki koalisyon, Suriye'nin geleceğinde Rusya'nın rolünü
göz ardı edemeyeceğini kabullenmiştir; bunun sonucu olarak IŞİD
karşıtı koalisyonun diğer güçleri de belli bir dönem için de
olsa Esad'ı hesaba katan bir çizgiye gelmişlerdir. Almanya'nın
yanı sıra Fransa ve İngiltere, Esad “herhangi bir zaman” sonra
gidecek, Esad'ın “hemen, ilk günde gitmesi gerekmez” türünden
açıklamalar yapmışlardır. Bu yeni diplomasi kervanına en son
katılan da Türkiye olmuştur.
Suriye'nin
geleceğini belirlemek için doğrudan veya dolaylı savaşan güçlere
şimdi bir de Rusya eklenmiş ve birbirinden tamamen farkı düşünen
irili-ufaklı dört kamp oluşmuştur: 1)Çıkarlarını Esad
rejiminin devamına bağlayan Rusya-İran ve onları destekleyen Çin.
2) Suriye'nin geleceğini belirleyecek olan barış görüşmeleri
başlamadan önce Esad rejimi yıkılmalı ve Esad gitmelidir
diyenler; ABD güdümlü koalisyon bu görüştedir. Rusya'nın
savaşa katılmasından sonra bu görüş, Esad hemen gitmese de
olura evrilmiştir. 3) Aralarında farklılıklar da olsa İslami bir
rejim kurmak için mücadele eden bütün İslami güçler. 4)
Demokratik bir Suriye talep eden Rojava Kürtleri, PYD.
Geriye
dönüşü olmayan süreç:
Suriye'de
-buna Irak'ı da dahil edebiliriz- savaşan güçlere Rusya'nın da
katılmış olması, bu ülkenin savaş öncesi durumuna yeniden
dönemeyeceğini daha da güçlendirmiştir. Yukarıda belirttiğimiz
dört farklı gücün her biri kendi görüşü doğrultusunda
şekillenmiş bir Suriye istemektedir. Savaş öncesi statükoya en
yakın duran Rusya bile, yüzbinlerin ölümüne neden olan bir Esad
ile fazla yol alamayacağını bilmektedir. Bu bakımdan sınırları
sömürgeci
Sykes-Picot
Anlaşmasına (1916) göre çizilmiş bir Suriye'nin yeniden
dirileceği ihtimali oldukça düşüktür. Irak'ı da aynı gelişme
içinde görmek gerekir. Aynı şekilde ülkenin birbirine karşı
savaşan mevcut güçler tarafından parçalanmış statükosunun da
devam etmesi mümkün değildir; geleceğin Suriye'si ne iç savaş
öncesi Suriye'dir ne de mevcut statükoda olan Suriye'dir. Birbirine
karşı bir biçimde doğrudan ve dolaylı savaşan çok sayıda
gücün birbirini dışlayan çok sayıda çıkarları vardır. Öyle
ki, belli bir bütünsellik arz eden güçler arasında dahi çıkar
farklılığı söz konusudur. Örneğin IŞİD'e karşı koalisyonda
ABD'nin, Fransa'nın, İngiltere'nin S. Arabistan'ın, Türkiye'nin
çıkarları her zaman örtüşmemektedir.
Rusya'nın
birkaç ay devam edecek denilen askeri hamleleri, sonuçta Suriye'yi
diğer güçlerden temizlemeyecektir; en fazlasıyla Esad rejimini
canlandırarak gündeme gelecek olan barış görüşmelerinde hem
kendi elini hem de Esad'ın konumunu güçlendirmiş olacaktır.
(Rusya'nın kendi elini güçlendirmesinin ne anlama geldiğini
aşağıda ayrıca ele alacağız).
Rusya'nın
hava bombardımanları, dar alanda “it dalaşı”nı tehlikeli
boyutlara taşıyabilir. Gerçekten de çöl olan kısmını
çıkartırsak oldukça dar bir alanda Rusya ve NATO (emperyalist
ülkeler olarak ABD, Almanya, Fransa, İngiltere) savaş içinde
karşı karşıya gelebilirler. Nitekim, Rusya'nın Türk hava
sahasını birkaç kez ihlali, “yanlış” yerleri bombalaması,
Rusya ve ABD arasında “kaza”ları engellemek için görüşme
yapmayı kaçınılmaz kılmıştır. Nitekim bu anlamda görüşülmüş
ve tedbirler alınmıştır. Bu durum ilerde bir nevi danışıklı
dövüşün olabileceğine de bir işarettir.
Diğer
taraftan Rusya ve ABD güdümlü koalisyon, birbirlerine karşı
belli bölgelerde “uçuşa yasak bölge” ilan edebilirler. Bu
durumda söz konusu bu güçlerin bu bölgelere girmesi
tabulaştırılmış olur ve aynı zamanda Türkiye'nin ısrarla
üzerinde durduğu Afrin-Kobane kantonları arasındaki bölgenin
uçuşa yasak bölge veya başka bir tanımlama adı altında kontrol
altına alma hevesi sonlanabilir veya tam tersi bu bölge Türk
ordusu tarafından işgal edilebilir. Türkiye'nin doğrudan savaşa
katılmasını ve NATO-Rusya arasındaki çelişikleri oldukça
keskileştirebilecek bu tehlike vardır.
Rus
emperyalizmi Putin'in hamlesiyle Suriye satranç tahtasında
figürleri kendi lehine olacak biçimde yeniden yerleştirme
başarısını göstermiştir. ABD güdümlü koalisyonun ve
özellikle de Türkiye'nin isteğinden bağımsız olarak bu ülkenin
geleceğiyle ilgili görüşmelerde Rusya, masanın bir köşesinde
ve güçlü bir konumda yer alacaktır. Bu sadece Suriye sorunuyla
ilgili olarak kalmayacaktır; Amerikan emperyalizmi önderliğinde
Batılı emperyalist güçlerin; özellikle de ABD'nin Rusya'yı
geriletme, çembere alma, somutta da Ukrayna savaşı, Kırım'ın
işgali vesilesiyle ablukaya alarak ambargo uygulaması, Rusya'yı
dünya kamuoyu önünde 2. sınıf bir ülke konumuna düşürme
çabaları olarak da görülebilir. Şimdi, Suriye sorunundan dolayı
Rusya'nın Ukrayna-Kırım çıkmazından kurtulmasının ve bir
dünya gücü olarak eyleyişte bulunmasının yolu açılmış gibi
gözükmektedir.
Birtakım
avanak küçük burjuva çevrelerin, Rusya'nın Suriye'deki iç
savaşa doğrudan katılmasını ilericilik, hatta devrimcilik adına
olumlamaları, “anti-emperyalist” Suriye rejimini kurtarmaya
çalışması bu ülkede kan akışını asla durdurmayacaktır;
Rusya, henüz göç etmemiş halkı ve Esad rejimine karşı
mücadele eden İslami güçleri sindirmek için katliamlarını
sürdürecektir.
Diğer
taraftan Rusya'nın açıktan taraf olması, bir biçimde silahların
susturulması anlamına da gelmiyor; Rusya, Suriye'nin eski sınırları
içinde yeniden var olamayacağından hareketle belli bölgelerde,
kendi güdümünde küçük bir Suriye'nin temellerini atmak için
hava ve kara harekatıyla temizlik yapmaktadır. Bu temizlik
sonuçlanana kadar da Suriye'de kan dökmeye, katletmeye devam
edecektir.
Rusya'nın
Suriye hamlesi, ABD güdümlü koalisyonu dünya kamuoyu önünde zor
durumda bırakmıştır. Öyle ki, birçok Amerikan Başkanına
danışmanlık yapan jeopolitika uzmanı Z. Brzezinski,
Financial Times'a yazdığı bir yazıda Rusya'nın Suriye sorununa
bu biçimde müdahalesinin ABD'nin inanırlığının ve
güvenirliğinin sarsılmasına bir neden olmuştur, buna cevap
verilmelidir, bu durum kabul edilebilir değildir demek zorunda
kalmıştır.
Brzezinski
daha da ileri giderek, Rusya'nın ve onu destekleme durumunda olan
veya doğrudan desteklemese de, duruşuyla destekleyen Çin'in
Ortadoğu, somutta da Suriye planlarının kendileri açısından
başka boyutlar alarak etkisini Rusya ve Çin'de gösterebileceği
tehdidini de savurmuştur. Aslında bu, ABD başta olmak üzere bütün
Batılı emperyalist güçlerin Rusya ve Çin'i iç sorunlarla boğma
ve rekabet gücünü kırma çabalarından başka bir şey değildir.
Burada Brzezinski, bilineni tekrar ediyor; Ortadoğu sorunu, merkezi
ve Kuzeydoğu Asya'ya yayılabilir ve bu da Rusya ve Çin'i olumsuz
etkileyebilir. Böylece Suriye'de faaliyet gösteren İslami güçlerin
Rusya ve Çin'e geri dönebileceklerine ve kaldıkları yerden orada
devam edeceklerine ve bunun da destek bulacağına işaret
etmektedir.
Rusya'nın
Suriye hamlesinden en çok rahatsız ve tedirgin olan ülkelerin
başında Türkiye gelmektedir. Burjuva basında Rusya'nın Suriye
hamlesiyle Türkiye'ye hangi mesajları verdiği üzerine;
Türkiye-Rusya arasındaki ticaret kapasitesi üzerine; her iki
ülkenin bir birinden kolay kolay vazgeçemeyeceği vb. üzerine
bolca değerlendirmeler yapılmıştır. Şüphesiz ki, Rusya'nın
Suriye hamlesi Türk burjuvazisinin canını acıtacak sonuçlar da
verebilir. Ama Rusya'nın Suriye hamlesinin Türkiye'nin bölgesel
olarak canını acıtacak olmaktan çok çok öte bir anlam
taşıdığını unutmamak gerekir. Bu nedir?
Burada
iki jeopolitik ve stratejik anlayış söz konusudur:
Asarım
keserim horozlanmasını bir kenara bırakırsak Türkiye, belli bir
jeopolitik kampla ortak hareket etmeksizin ne bölgede ne de daha
geniş alanda bölgesel güç olma etkisini gösterebilir. Tamam,
Türkiye bölgesel önemli bir güçtür, ama sorun dünya çapında
güçlerle karşı karşıya gelince değişmektedir. Bu anlamda
Türkiye, Amerikan jeopolitik eksenli cephede yer almaktadır. Bu, bu
cephede yer alan güçlerle çelişkili durumunun olmadığı
anlamına gelmez.
Diğer
taraftan veya Türkiye'nin bu konumlanmasından dolayı Rusya'nın
Suriye hamlesi, hava sahasını ihlal etmesi vs. doğrudan Türkiye'ye
verilen bir gözdağı değildir; bu, Rusya'nın Suriye sorunu
üzerinden NATO'ya verdiği “ben buradayım, beni hesaba katmak
zorundasınız” mesajıdır.
Böylelikle
Rusya, Batı dünyasına 'Ortadoğu'da, Doğu Akdeniz'de var olmam
için Esad gibi bir diktatörü ve rejimini yeniden diriltmek
zorundayım, Suriye'nin geleceği için konuşmak isteyenler bunu
hesaba katmalılar' mesajını vermiştir. Bu mesaj, Amerikan
emperyalizmi, AB'nin emperyalist ülkeleri ve son olarak da Türkiye
tarafından doğru okunduğu için veya doğru okumak zorunda
kaldıkları için 'Esad'lı bir geçiş'ten bahsetmeye
başlamışlardır.
Dar
alanda iki jeopolitik kampın “it dalaşı” nedenlerine;
Ortadoğu'nun stratejik-jeopliitik ve ekonomik önemine ve bunun
beraberinde getirdiği rekabete geçmeden önce Suriye merkezli
olarak ortaya çıkan yeni gelişmeler ışığında bazı
çelişkileri kısaca ele alalım.
Ortadoğu
bağlamında Rusya-İran ilişkileri:
İran'ın
Ortadoğu politikası, bölgesel güç politikasıdır ve esas amaç,
Şii eksenli bir nüfuz alanına dayanarak rekabet etmektir. Bu
politika üzerine daha önceki birkaç makalede durulmuştu. Mezhebe
dayalı bu nüfuz politikasının altında yatan çıplak bir
rekabettir; bu rekabetin bir yanında İran varken diğer yanında da
bölgesel güç olarak Türkiye ve S. Arabistan, küresel güç
olarak da Amerikan emperyalizmi var.
Rusya
ise Ortadoğu'da bölgesel bir güç olarak değil, küresel bir güç
olarak; jeopolitik yeteneğe sahip güç olarak bulunmaktadır. Bu
durumda her iki gücün (Rusya-İran) ilerlemesinin önünde en büyük
engeli ister yalın olarak, ister NATO veya AB çerçevesinde olsun
başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere Batılı emperyalist güçler
oluşturmaktadır. Bu güce karşı mücadelede İran ve Rusya'nın
politikaları örtüşmektedir; onları ortaklaştıran sadece
Ortadoğu'da değil, başka alanlarda da ABD eksenli oluşuma karşı
rekabettir.
Rusya,
Suriye'de etkili bir hamle yapmıştır. Bu hamlenin ne denli etkili
olduğunu, ne derece yok edici hava bombardımanı yaptığından
ziyade ABD eksenli ittifakın şaşkınlığından ve hemen “Esad'lı
bir geçiş” sürecinden bahsetmeye başlamasından anlıyoruz. Bu
hamle, Esad rejimi açısından son bir umut olarak görülmelidir.
Rusya'nın, tek başına veya daha ziyade kendi gücüne dayanan
destekle Esad rejimine yeniden bir yaşam olanağı sağlayıp
sağlayamayacağı soru götürür. İşte tam da burada savaşın
başından beri Esad rejiminin yanında yer alan ve bu rejimi her
bakımdan destekleyen; fiilen savaşan İran ve Hizbullah faktörü
devreye girmektedir.
Bugün
pek açığa çıkmasa da görünen köy kılavuz istemez; bir
taraftan Rusya, diğer taraftan da İran ve Hizbullah, Esad rejimi
üzerinde kontrolü kendi lehlerine çevirmek için bir rekabet
içindeler. Esad rejimi, küresel bağlamda kendini yeniden
konuşulabilir yapan Rusya'ya minnettar olurken ve bunu dile
getirirken, sahada askeri, silahı ve lojistiğiyle savaşan İran ve
Hizbullah ile minnettarlığın ötesinde bir ilişki içindedir veya
en azından böyle olması gerekir. Açık ki, Esad rejimini yeniden
canlandıran bu güçler kendi aralarında bir rekabet içindeler.
Bugün pek görülmeyen bu rekabet, belli bir zaman sonra; Suriye
eksenli sorunun ABD eksenli koalisyon aleyhine gelişmeye
başladığında patlak verecektir.
Unutmamak
gerekir ki, ABD eksenli koalisyona karşı ortak hareket etmenin
gerekliliğinden dolayı Rusya ve İran arasındaki özellikle Orta
Asya'daki, Hazar Havzasındaki rekabet şimdilik geri plana itilmiş
durumdadır.
Diğer
bir olasılık da Suriye sorununun çözümünde ABD eksenli
koalisyonun yön verici duruma gelmesidir. Bu durumda Rusya ve
İran'ın Esad rejiminin yanında yer alıp almayacakları, nasıl ve
ne ölçüde destekleyecekleri gündeme gelecektir.
Dış
müdahale Suriye'nin bölünmesinin maddi zeminini hazırlıyor:
Yukarıda
belirttiğimiz Suriye eksenli mücadelede yer alan dört farklı
gücün hepsi Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasından
yana olduklarını açıklamıştır. Örneğin Rusya-İran ve
onların yanında yer alan Çin, Suriye bölünmelidir dememişlerdir.
Veya Esad gitmelidir diyen ABD güdümlü koalisyon da Suriye'nin
toprak bütünlüğünden bahsetmektedir. PYD zaten demokratik
Suriye talebiyle parçalanmamış bir Suriye'den bahsederken, İslami
güçler, en fazlasıyla Suriye-Irak bütünleşmesinden
bahsetmekteler. Ama bu dört tarafın attığı her adım; Suriye'de
birbirlerine karşı kazandıkları her mevzi, bu ülkenin
bütünlüğünü yeniden sağlamanın artık pek mümkün
olamayacağını göstermektedir. Amerikan emperyalizmi kaynaklı
Ortadoğu'yu veya “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” kapsamında
Ortadoğu'yu bölme; küçük devletçiklere ayrıştırma ve böylece
yönetme stratejilerini bir kanara koyarak ifade etmek istersek:
Amerikan emperyalizminin Irak ve Suriye'de attığı adımlar, bu iki
ülkenin, her biri kendi içinde demografik farklılaşmaya uğrayarak
belli bir kopuşma sürecine girmesine maddi zemin oluşturmaktadır.
Irak'ın fiilen üçe bölünmüşlük durumu (Kürdistan Özerk
Bölgesi, Şii nüfusun yaşadığı alan dışında hiçbir rolü
olmayan Irak merkezi hükümeti ve IŞİD'in kontrolünde olan Sünni
nüfusun yaşadığı bölge) bunu göstermektedir; Güney
Kürdistan'da Kürtler devletsel kurumlaşmıştır. IŞİD de
kendine göre devletsel kurumlaşma sürecindedir. Şiiler de merkezi
hükümetle devletleşmiş durumdadır. Hangi güç bu ayrışmayı
ortadan kaldırır ve Irak'ın bütünselliğini sağlar ve bu
bütünsellik ne kadar devam eder? Soru bu.
Suriye
açısından da durum pek farklı değildir: Rojavalı Kürtler özerk
yönetim ve özsavunmayla kantonlaşarak kurumlaşmış durumdalar.
IŞİD, Suriye ve Irak'ı birleştirme amacındadır. ABD, hangi
güçlerle Suriye'nin bütünsel yapısını koruyarak egemen güç
olacağını bilemeyecek durumdadır. Türkiye, her ne kadar
Suriye'nin bütünselliğinden bahsetse de bölünmekte olan
Suriye'den bahsetmekte ve kendi nüfuz alanını oluşturma
çabasındadır (Rojava'ya düşmanlık, uçuşa yasak bölge adı
altında Halep kapılarına dayanan bir alan üzerinde hakimiyet).
Rusya, şu andaki hava saldırılarıyla en azından Batı Suriye'yi
kurtarma derdine düşmüş gözükmektedir.
Suriye
ve Irak'ın bölünmesini gerçekten istemeyen tek ülke İran'dır.
Çünkü devletçiklere bölünmüş bir Irak ve Suriye, İran'ın
bölgesel çıkarlarına hiç hizmet etmeyecektir. Bölünmüş Irak
ve Suriye, İran zenginliklerinin (petrol ve gaz) Irak-Suriye
üzerinden Doğu Akdeniz'e taşınması önünde aşılamaz bir engel
olacaktır. Bölünmüş Irak'ta Şii kesim İran ile beraber hareket
etse de, bölünmüş Suriye'de İran'ın kendisiyle ortak hareket
edecek Batı Suriye'ye ulaşabilmesi için Sünni Irak ve Sünni
Suriye'yi bir veya iki devletçik olarak aşması gerekir. İmkansız
olan da budur. Bu nedenden dolayı İran, her iki ülkenin
bölünmesine karşıdır; en azından çıkarları gereği karşı
olması gerekir.
Tabii
bir ihtimal daha var: Esad gider, rejimi yıkılır; İslami güçler
yenilir ve yeni bir Suriye'nin kurulması için görüşmelerde ABD
ve Rusya masada karşı karşıya gelirler. Böylece Suriye eksenli
hegemonya mücadelesi, rekabet yeniden, farklı koşullarda başlamış
olur.
Rusya'nın
çıkarları sadece Suriye ile sınırlı değildir:
Rusya,
her ne kadar Suriye'deki varlığımız sınırlı dese de bunun
gerçekle hiçbir alakası yoktur. Rusya, Esad'ı sevdiğinden,
rejimini demokratik bulduğundan veya bu rejimle ideolojik bir bağı
olduğundan dolayı Suriye'de değil. Rus emperyalizmi açısından
Esad ve rejimi, Rusya'nın Suriye'de varlığını sağladığı
ölçüde önemlidir, bir “dost” ülkedir. Hepsi bu kadar.
Rus
emperyalizminin hesabı küreseldir; jeopoltikitir, jeostratejiktir.
Rusya, dünyanın en büyük jeopolitik ve jeostratejik güçlerine
karşı (ABD, AB içinde Almanya, Fransa, İngiltere) Ortadoğu, Doğu
Akdeniz ve Afrika açılımlı alanlarda; diğer bir ifadeyle
“Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” alanında yerinde, alanda
rekabet edebilmek için Suriye'dedir. Bu rekabette Suriye, Rusya'nın
elinde olan tek üstür. Rus emperyalizmi şimdilerde adı kalmış
pratikleştirilmesi olanaksız gözüken Amerikan emperyalizminin
dünya hakimiyeti anlamına gelen “Avrasya jeopolitiksı”nın
güneydeki olmazsa olmaz hakimiyet alanı olan “Genişletilmiş
Ortadoğu Projesi”nin -Fas'tan Pakistan'a, Afganistan'a uzanan bu
alanın aslında Rusya'yı çevreleme, ülke sınırlarına mahkum
etme ve sınırlarında yıpratma, geriletme projesi olduğunu çok
iyi bilmektedir. Bu nedenle Esad'ın davetini veya zorlamasını
sürekli erteleyerek, “zamanı gelince yapacağımı biliyorum”
diye düşünerek hareket etmiş ve bu hamlesinin de gösterdiği
gibi beklediği o zaman gelmiştir. Amerikan emperyalizmi ve
ortaklarının dünya kamuoyu önünde çözüm üretmiyorlar, IŞİD'e
karşı gerçekten savaşmıyorlar, bölgeyi bilerek kaos içinde
tutuyorlar, bölmek ve yönetmek istiyorlar durumuna düşmesinden
sonra kurtarıcı olarak harekete geçmiştir.
Suriye'nin
Akdeniz kıyısındaki (Tartus şehri) küçük deniz üssü,
Rusya'nın ülke dışındaki tek üssüdür. Rusya, Tartus deniz
üssünü genişleterek (kara ve hava üsleri), güçlendirerek
bölgede var olacaktır. Bu üssün kendinde kalması için
karşımızda şeytanla ortaklık kurabilecek; ABD ile anlaşabilecek,
ülkenin bölünmesine evet diyebilecek bir Putin önderliğinde bir
emperyalist gücün olduğunu unutmamalıyız. İleride nasıl bir
gelişme olur onu şimdiden bilemeyiz, ama Suriye'nin şimdilik en
azından bir parçası Rusya'nın nüfuzu altına girmiştir.
Rusya'nın
Suriye'de iç savaşa müdahil olması geri tepebilir:
Diğer
taraftan Rusya, Suriye'de aslında Kafkas bölgesinden ve Orta
Asya'dan gelen İslami güçlere karşı savaşmaktadır. Belki de
onları Suriye'de yenerek, yok ederek bu sorundan kurtulmak
istemektedir. Ama bunun ne denli tehlikeli bir oyun olduğunu Rus
burjuvazisinin bilmesi gerekir. Hem IŞİD hem de El Nusra saflarında
savaşan bu İslami güçler Rusya içlerinde örgütlü durumdalar
ve Suriye'den atıldıklarında bunların sadece Türkiye'de
kalacaklarını ve Türkiye'ye sorun olacaklarını düşünmek bir
aptallıktır. Bu güçler mücadeleye Rusya'da kaldıkları yerden
devam edeceklerdir. Bunun böyle olması için ABD başta olmak üzere
onun çizgisinde olan, Rusya'nın güçlenmesini kendi çıkarlarına
ters bir gelişme olarak gören bütün ülkeler, başta da Türkiye
ellerinden geleni yapacaklardır. Rusya, o zaman SSCB olarak
Afganistan'ı işgalden sonra özellikle Amerikan emperyalizminin
İslami güçleri nasıl örgütlediğini ve Rus işgalci güçleriyle
savaşmaları için sahaya sürdüğünü bilmiyor olamaz. Veya
IŞİD'in Amerikan emperyalizmi tarafından doğrudan veya dolaylı
olarak nasıl örgütlendiğini ve sahaya sürüldüğünü bilmiyor
olamaz. İslam güçlerin Suriye'den atılmaları ve Rusya'nın
Ortadoğu'da “dişli” rakip olarak yerleşmesi durumunda
jeopolitik açılımları tehlikeye düşecek olan Amerikan
emperyalizmi, bu güçleri yeniden ve daha güçlü olarak Rusya
içlerinde mücadeleye yönlendirebilir ve bunu yapmaması dünya
kamuoyu önünde Amerikan emperyalizminin Rus emperyalizmi karşısında
“tek dişi kalmış canavar” konumuna düşmüş olduğunu
gösterir.
Rusya-Türkiye-PYD
ilişkileri bakımından:
Putin,
Suriye'de sadece PYD'nin IŞİD'e karşı gerçekten savaştığını
belirterek ilişki kurmak ve mücadeleyi ortaklaştırma bakımından
adımları atılması için yeşil ışık yakmıştır. Nitekim kısa
bir zaman sonrasında PYD-Rusya görüşmeleri olmuş ve Moskova'da
bir büronun açılması gündeme gelmiştir. Sorun sadece PYD ile
sınırlı kalmayacaktır; Rusya, Türkiye, Irak ve Suriye'de Kürt
güçlerini kendi çizgisine çekmek ve böylece bu alanda da
Amerikan emperyalizmini dışlamak için elinden geleni yapacaktır.
Bu hamlesiyle Rusya, Türkiye'nin “kırmızı çizgileri”ne
dokunmuştur. Türk burjuvazisinin ulusal tehdit olarak algıladığı
PYD ile ilişki ve onu desteklemek (silah, lojistik) vs. iki
gelişmeye neden olabilir: Bunlardan birisi, Suriye'de Rusya ve
Türkiye'nin karşı karşıya gelmesi ve ikincisi de Türkiye'ye
göre Rusya'nın “camdan evi olanın komşusunun evine taş atması”
durumunda olacağıdır. Daha öncesinde Türkiye'nin Rusya içlerinde
Türk Müslüman kökenlileri “kaşıdığı” dönemlerde Rusya,
bu sözü Türkiye için kullanmış ve ben de bazı aktörleri
harekete geçirebilirim, bu nedenle bu türden faaliyetlerden vazgeç
babında bu sözü kullanmıştı. Şimdi, her iki ülke de camdan ev
ve birbirlerine karşı taş atar duruma gelebilirler. Türk
burjuvazisine göre Rusya Kürt kartını oynarsa, ona karşı
ekonomi alanında mücadele yetmez, o halde İslami güçler kartı
oynanmalıdır.
Tabii
bu arada Türkiye'nin planladığı “güvenli bölge”
(Cerablus-Azez arası) Türkiye'nin Rusya ile karşı karşıya
gelmesine neden olabilecek başka bir sorundur. Bu bölge, Rusya'nın
konuşlandığı ve üs olarak genişleteceği Lazkiye'ye oldukça
yakındır. Rusya burada kurulacak güvenli bölgeye karşıdır. PYD
de karşıdır. ABD, hem karşıdır hem de karşı değildir. AB ise
şimdilik sessiz kalmayı tercih etmektedir, çünkü Türkiye'nin
kapıları açmasından ve yüzbinlerce göçmenin AB kapılarına
dayanmasından korkmaktadır. Bu nedenle belki de böyle güvenli bir
bölgenin kurulmasından yana tavır alabilir. AB'nin bu tavır,
Türkiye'nin bastırmasıyla (İncirlik üssünü kullanıma açması,
işgal ederim tehdidini daha güçlü dile getirmesi veya
sınırlardaki göçmen “şehirleri”ni söküp göçmenleri
Suriye toprakların, söz konusu olan bu “güvenli bölge”
alanına sürmesi vs.) ABD'nin “güvenli bölge” için harekete
geçmesine bir neden olabilir. En azından Rusya'nın hareket alanını
daraltmak ve Kürtlerle doğrudan ilişkiye girme olanağını
sınırlandırmak için de bunu yapabilir.
Veya
Rusya'nın savaşa müdahil olmasından dolayı sıkışan ABD,
Türkiye'den daha çok yararlanmak için Türkiye'nin “güvenli
bölge” veya uçuşa yasak bölge talebini, AB'nin göçmen
akınından kaynaklı korkusuyla da birleşince daha kolay kabul
edebilir; Suriyeli göçmenler bu alana yerleştirilebilir ve
koruması da Türkiye'nin de katıldığı ABD veya ABD-AB
gözetiminde Suriyeli muhalif silahlı güçlere -örneğin ÖSO veya
“ılımlı” güçler- verilebilir. Bunun olabilmesi için ABD'nin
Rusya'nın hamlelerİ karşısında hareket alanının sınırlanmış
olması gerekir. Çünkü Rusya, Suriye üzerinde uçuşa yasak bölge
tanımıyorum da diyebilir.
Suriye'de
Rusya tarafından damarına dokunulan ABD sahada savaşacak güç
temin etmek ve bu güçlerle Rusya-İran-Esad rejimi ilerlemesine
karşı durmak -dolayısıyla dünya kamuoyu nezdinde prestijini
kurtarmak- için El Nusra Cephesi, Ahrar-u Şam, hatta IŞİD gibi
İslami örgütleri terör listesinden çıkartarak,
silahlandırabilir ve Rusya-İran-Esad rejimine karşı savaşa
sürebilir. Afganistan'da İslami güçleri Rus işgaline karşı
eğitip donatıp savaşa süren ABD'den başkası değildi.
Amerikan
emperyalizmi, Rusya'nın Suriye'de iç savaşa bu müdahalesine
“bozulmuş” olsa da yapacağı bir şey olmadığı için
gönülsüz rızasını açıklamak zorunda kalmıştır; yani ABD,
Rusya'nın Suriye'de başarısız olması için elinden geleni
yapacaktır. Öyle ki, Rusya'nın Suriye'de ortak düşmana
dönüştürülmesini körükleyecektir. Bu anlamda İslami güçleri
yönlendirmeye çalışacaktır. Belki buna IŞİD katılmayabilir
veya katılmaz, ama ABD güdümlü koalisyon ve bölgesel güçler
(özellikle Türkiye ve S. Arabistan) ÖSO ve diğer İslami muhalif
güçleri ortak düşman olarak Rusya'ya karşı, dolayısıyla Esad
rejimine ve İran'a karşı sahaya sürebilirler. ABD güdümlü
koalisyon, Rusya'nın Suriye'deki her adımını, bombardımanını
ve katliamlarını kullanarak Rusya'yı ortaklaştırılmış düşman
haline getirebilir.
Rusya
gücünü abartıyor olabilir mi?
Rusya'nın
Suriye hamlesinin Ukrayna sorunundan bağımsız ele alınması
yanlış olur. Ukrayna'da Rusya'nın Avrupa'ya açılan kapısında
ABD ve AB tarafından köşeye sıkıştırılması; bu ülkenin
Rusya etki alanından çıkması, Rus emperyalizmi tarafından kabul
edilir bir durum değildi. Ukrayna üzerine ABD/AB-Rusya arasında
keskinleşen jeopolitik rekabet, sonuçta bu ülkenin bir kısmının
Rusya yanlılarının hakim olduğu, esas Ukrayna'da ise Batı yanlı
bir rejimin hüküm sürdüğü fiilen bölünmüş bir ülke
konumuna gelmesine neden oldu. Bu süreçte Rusya, jeopolitik
çıkarları bakımından olmazsa olmaz önemi haiz Kırım yarım
adasını işgal ederek kendi topraklarına kattı. Batılı
emperyalist güçlerin ve Türkiye'nin, bu oldu-bitti karşısında
kükreseler de yapacakları bir şey yoktu.
Ukrayna
sorunundan dolayı Rusya, Batılı emperyalist güçlerin
yaptırımlarına maruz kaldı ve bundan dolayı politik ve ekonomik
olarak tecrit edildi. Rusya'nın BRICS kapsamında veya Çin ile
ortaklığı temelinde bu tecrit çemberini boşa çıkartma çabaları
da istenilen sonuçlar vermedi. Böyle bir süreçte Suriye'de iç
savaşa müdahil olması, Rus emperyalizmi açısından Ukrayna
sorunundan dolayı maruz kaldığı yaptırımlardan kurtulmanın;
ekonomik ve siyasi olarak nefes almanın bir aracı olarak görüldü.
Bu nedenle de Rus emperyalizm açısından Suriye, sadece Suriye
değildir.
Rusya,
Suriye’yi kaybetmekle Akdeniz’deki gelişmeler üzerinde pek
fazla bir etkisinin olamayacağını ve sadece Güney Kıbrıs’ta
Larnaka limanı dışında konaklayacak bir olanağının
kalmayacağını bilmektedir.
Rusya,
Suriye'de ve Suriye üzerinden önü açılan Ortadoğu'da ABD-AB'yi
sıkıştırarak Ukrayna politikasında belli bir yumuşama sağlamayı
düşünmüş olabilir; Ortadoğu'yu terk etmek istemeyen Batılı
emperyalist ülkeler, Ukrayna sorunundan olayı uyguladıkları
yaptırımları gevşetebilirler ve bu da ekonomik ve siyasi tecridin
kırılmasına neden olabilir.
Daha
şimdiden Rusya, kendi rızası olmayan bir Suriye çözümüne karşı
olduğunu göstermiş ve açıklamıştır; sadece bu da değil:
Rusya, Suriye'nin sırtına binerek Ortadoğu politikasında da söz
sahibi olacağı, onun hesaba katılmadığı bir çözümün;
gelişmenin, düzenlemenin olamayacağı mesajını vermektedir.
Irak'ta bir enformasyon merkezinin kurulmuş olması (Rusya, İran,
Irak merkezi hükümeti), Irak'ta da IŞİD'e karşı savaşmaya
hazır olduğunu açıklaması, Irak merkezi hükümetinin Rusya'ya
bu yönde bir çağrısının olduğu gerçeği bu anlayışının
doğrudan ifadesidir.
Rusya,
Ortadoğu'ya Suriye-Irak-İran veya Şam-Bağdad-Tahran hattı
üzerinden girmiş oldu. Kürtler ne düşünürler bilmiyorum, ama
Rusya bu eksene onları da eklemek için elinden geleni yapacaktır
ve bunun açık dilendirilmesi, PYD değerlendirmesi ve kurmaya
çalışılan ilişkidir.
Rusya'nın
Ortadoğu'daki bu hamlesi, ABD, AB (özellikle Fransa, İngiltere,
Almanya) ve bölgesel güç olarak Türkiye ve S. Arabistan (buna
İsrail'i de katmak gerekir) tarafından kolay kolay hazmedilecek
gibi gözükmüyor.
Ortadoğu'da
pazarlığın, rekabetin koşulları değişiyor; Rusya'nın
katılımıyla yeni güçler dengesi oluşuyor.
Bu
durum karşısında Batılı emperyalist güçlerin boş durmayacağı;
Rusya'yı her bakımdan ve küresel olarak sıkıştıracakları
açıktır. Rusya, ekonomik ve siyasi olarak kırılgan hale
gerilebilir ve böylece geri adım atması sağlanabilir. Ekonomik
olarak yaptırımlar güçlendirerek kırılgan hale getirilirken,
Ukrayna krizi derileştirilerek ve İslami güçler Rusya içlerinde
harekete geçirilerek siyasi olarak da kırılgan hale getirilebilir.
DAR
ALANDA JEOPOLİTİK “İT DALAŞI”
(ORTADOĞU'NUN
STRATEJİK-JEOPLİTİK VE EKONOMİK ÖNEMİ)
Ortadoğu'nun
stratejik-jeopolitik ve ekonomik önemini birbirinden ayırmak güçtür
ve sorunun ele alınışı bakımından bazen de gereksizdir.
Kapsamlı bir analiz yapılmak isteniyorsa bu ayrımı yapmak
zorunludur. Ama bizim burada yaptığımız kapsamlı bir analiz
değildir. Bu nedenle bu iki olguyu, stratejik-jeopolitik önemini ve
bölgenin dünya ekonomisinde oynadığı rolü birlikte ele
alacağız.
Amerikan
emperyalizminin dünya hakimiyetini nasıl gerçekleştireceğinin
anlatıldığı Zbigniew Brezinski'nin
“Die einzige Weltmacht, Amerikas Strategie der Vorherrschaft” -
Yegane Dünya Gücü, Amerika'nın Dünya Hakimiyeti Stratejisi“
kitabında ayrıntılarıyla açıkladığı “Avrasya” jeopolitik
anlayışı her ne kadar bugünlerde pek gündemleşmese de Amerikan
emperyalizminin dünya hakimiyeti veya en azından mevcut
hakimiyetini sürekli kılmak için attığı adımlar, “Avrasya”
jeopolitik anlayışının değişmediğini göstermektedir.
Aşağıdaki
haritada (Bakz.. İ. Okçuoğlu; emperyalist Küreselleşme ve
Jeopolitika, Ceylan Yayınları, 2009, s. 228) bu jeopolitik
anlayışın günümüzde de geçerli olduğunu görüyoruz.
Burada
dikkatimizi çeken Mackender'ın “Avrupa Kıyı Bölgesi” ve
Brezinski'in de “Batı” diye tanımladığı bölgenin SSCB'nin
yıkılmasından sonra bugün AB ve NATO tarafından kontrol
edilesidir. Brezinski'ye göre Rusya'yı Batıda çembere almak ve
Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmek için Ukrayna'nın Rus
hakimiyetinden çıkartılması ve Batı hakimiyet alanına dahil
edilmesi gerekmektedir. Brezinski tanımladığı “Batı”yı
Avrasya jeopolitikasının “demokratik köprübaşı”sı olarak
görmektedir. Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin adeta arka arkaya AB
ve NATO üyesi olmalarından sonra ABD kontrolünde Batılı
emperyalist güçler, Ukrayna'yı Rusya'nın nüfuz alanından
çıkartmak için savaş da dahil yer yolu denemeye başlamışlardır.
Bugün ABD/AB-Rusya arasındaki bu rekabet, Ukrayna'yı bölme
pahasında da olsa devam etmektedir.
Mackender'ın
“Yakın ve Ortadoğu'nun kurak bölgesi” ve Brezinski'nin de
“Güney” diye tanımladığı bölge “Genişletilmiş Ortadoğu
Projesi” kapsamında olan bölgedir; bu bölge Fas'tan başlayarak
Afganistan-Pakistan'a kadar uzanmaktadır. Dünya hegemonyası için
rekabet günümüzde bu iki bölgede en şiddetli biçimde
sürdürülmektedir.
Her
ne kadar Amerikan emperyalizmi, Afganistan, Irak savaşlarında ve
şimdi de Suriye iç savaşında istediği sonuçları elde etmiş
olmasa da bu hegemonya mücadelesi devam etmektedir. Bu rekabet
alanlarında petrol ve doğal gaz boru hatlarının önplana
çıkartılmış olması, bu her iki alanın stratejik öneminin
olmadığı anlamına gelmez. Yani sorun salt bir ekonomi sorunu
değildir.
Rusya'nın
Suriye iç savaşına müdahil olmasından sonra ortaya çıkan
güçler dengesine baktığımızda şunu görmekteyiz:
Ukrayna'da
ABD/AB karşısında Rusya.
Suriye'de
ABD/AB-Türkiye, S. Arabistan-İsrail karşısında Rusya-Çin-İran
durmaktadır.
Rusya,
Amerikan emperyalizminin jeopolitik açılımının farkında olduğu
için “Batı” bölgesinde Ukrayna'nın bir kısmı üzerinde
hakim olarak ve Kırım'ı işgal ederek direnirken, “Güney”
bölgesinde çembere alınmayı şimdilik Suriye eksenli Ortadoğu'da
kırmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle iktisadi ve başkaca
nedenlerin ötesinde Rusya'nın Suriye iç savaşına müdahil
olmasının esas nedeni stratejiktir; çembere alınmayı bu alanda
kırmak ve bunun ötesinde Ortadoğu'da ve Akdeniz havzasında
jeopolitik oyunun belirleyici aktörlerinden birisi olmaktır.
Suriye
eksenli Ortadoğu'da Rusya-İran ittifakı aslında görülebilir
olan ama pek gündeme gelmeyen başka bir eksenin oluştuğunu da
göstermektedir. Şimdi Rusya, İran-Irak merkezi yönetimi üzerinden
de Suriye'ye nüfuz edebilecek bir olanak yakalamış oldu. Bu,
aslında Rus emperyalizminin, İran'ın “Şii Hilali” sahasını
kullanması demektir.
Bugün
için, sessiz kalan, ama nerede durduğu bilinen Japonya dışında
çok rekabet merkezli kapitalist dünyanın önde gelen emperyalist
ülkelerinin hepsi Suriye gibi dar bir alanda karşı karşıya
gelmişlerdir: Bu cephenin bir tarafında ABD/AB (Almanya, Fransa,
İngiltere), bölgesel güç olarak Türkiye, S. Arabistan, İsrail
yer alırken, diğer tarafında da Rusya, Çin, bölgesel güç
olarak İran yer almaktadır.
Açık
ki, burada, dar alanda şimdiye kadar pek görülmeyen bir karşıt
güçler yoğunlaşması görmekteyiz.
Enerji
sorunu üzerine dar alanda “it dalaşı”:
2009'da
Doğu Akdeniz'de keşfedilen zengin petrol ve doğal gaz kaynakları
bu bölgeyi jeopolitik açılımlar için stratejik öneminin
ötesinde iktisadi bakımdan da önemli kılıyordu. Bu nedenle,
dünya petrol ve özellikle doğal gaz; dolayısıyla enerji
politikasını belirleme iddiası olan Rus emperyalizminin, Doğu
Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın çıkarılmasında,
işletilmesinde ve dünya pazarlarına sevkıyatında belirleyici
önemi olan bir rekabet aktörü olması kendisi açısında
kaçınılmazdı.
Petrol
ve doğal gazı dünya pazarlarına sevk etmek, bunun için gerekli
boru hataları güzergahlarının tespiti, bu enerjiye sahip olmak
kadar önemlidir. Rus emperyalizmi, Doğu Akdeniz'deki bu enerji
kaynakları üzerinden de bu alandaki rekabeti sürekli kendi lehine
gelişir tutmak istiyor. Rus emperyalizminin en basit hesabı şudur:
Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'nun diğer alanlarından enerji temin eden
Avrupa'nın Rus enerjisine ihtiyacı kalmayacaktır. Bu durumda Rus
enerjisi, Avrupa üzerinde siyasi ve ekonomik bir şantaj unsuru
olmaktan çıkacaktır. Öyleyse, yapılması gereken, Ukrayna
üzerinden ve durdurulması durumundan başka yeni hatlarla Rus
enerjisinin Avrupa'ya kesintisiz akışını sürekli kılarak Doğu
Akdeniz'deki enerji çıkarımı, işletilmesi ve dünya pazarlarına
sevkıyatı konusunda yönlendirici olmak.
Bu
kaynaklar üzerinde söz sahibi olabilmek için sadece arama ve
işletme haklarına sahip olmak yetmez; orada olmak gerekir. Bu
nedenle Rusya, Suriye'ye, Esad rejimine sarılmaktadır. Rus
emperyalizmi öncesinde Cezayir ve Libya'daki liman kolaylıklarını
kaybetmişti; daha gerilere gidersek, sosyal emperyalist Sovyetler
Birliği döneminde bölgedeki bazı ülkelerle müttefik ilişkileri
sonlanmıştı. Şimdi tek umudu Suriye olmuştur. Küresel ve
bölgesel jeopoltik oyunda belirleyici taraflardan birisi olabilmek
için Suriye'ye yerleşmek, oradaki küçük, bakımsız deniz
üssünü, kara ve hava üsleriyle genişletmek ve modern donatılmış
üslere çevirerek iddialı olmak. Yukarıda da belirttiğimiz gibi,
Rusya'nın amacının sadece bununla sınırlı değildir: Rusya,
aynı zamanda, Amerikan emperyalizminin Rusya'yı çevreleme
politikasına karşı mücadeleyi Suriye eksenli Ortadoğu'da
karşılamak ve ona göre önlem almak amacındadır. Rusya'nın,
Akdeniz'de veya Ortadoğu'da fiilen olmaması, Amerikan
emperyalizminin bu alan üzerinden de Rusya'yı kendi sınırları
içine hapsetmesini kolaylaştırmaktadır. Aslında Amerikan
emperyalizminin Ortadoğu'da hakimiyeti, Rusya'yı çevreleme
bakımından ikinci halkayı oluşturmaktadır. İlk halka, Rusya
sınırına bitişik ve Batı yanlısı ülkelerden oluşmaktadır;
Baltık ülkelerinden Karadeniz'e, Kafkasya'dan Afganistan'a uzanan
hat üzerindeki ülkeler.
Bu
jeopolitik oyuna Çin'in katılması büyük olasılıktır. Burjuva
medyaya göre Çin uçak gemisi ve başkaca deniz kuvvetleri
unsurları Akdeniz'e doğru yola çıkmış durumdalar ve muhtemelen
de Suriye'de limanlarına yanaşacaklar. Çin hiçbir şey yapmasa da
Akdeniz'de varlığı, Rusya'ya doğrudan bir destektir. Bunu
ötesinde Akdeniz'de Çin, Amerikan emperyalizminin, belli bir
zamandan beri konuşulan, analizi yapılan Çin'i Asya'da çevreleme
politikasına karşı uzaktan bir karşı koyuş olacaktır. En
azından ABD'nin güçlerinin önemli bir kısmını Asya'ya
kaydırmasını engelleme bakımından olduğu kadar, ama bundan
ziyade de Fas'tan Afganistan-Pakistan sınırına kadar hakim olan
bir ABD'nin, aynı zamanda Çin'i karadan; Batı-Güneybatısından
da sıkıştırmasını engelleme bakımından da Çin, Akdeniz'deki
varlığını önemli görmektedir.
Rusya'nın
ve muhtemelen de Çin'in Suriye üzerinden Akdeniz'de kalıcı askeri
bir güç olması durumunda -ki gelişmeler bunu gösteriyor- dünya
çapında jeopolitik oyuncuların dar alanda “it dalaşı”
kaçınılmaz olacaktır. Bu “it dalaşı” bazen Doğu
Akdeniz'deki enerji kaynakları vesilesiyle, bazen başka nedenlerle,
örneğin Yemen sorunu vesilesiyle sürdürülecektir.
Temmuz
2011'de İran petrol ve doğal gazının Irak ve Suriye üzerinden
Akdeniz'e ve oradan da başta Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına
sevkıyatı için dört ülke (Çin, İran, Irak ve Suriye) arasında
bir anlaşma imzalanmıştı. Aynı dönemde Suriye, kendi karasuları
ve Münhasır Ekonomik Bölgesindeki petrol ve doğal gaz araştırması
ve çıkarımı yetkisini Rusya'ya vermişti. Böylece Doğu
Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gaz için rekabetin bütün
küresel ve bölgesel aktörleri iki cephe halinde Suriye iç savaşı
vesilesiyle karşı karşıya gelmiş oldular.
Mevcut
ve proje halindeki petrol ve doğal gaz boru hatları üzerine “it
dalaşı”:
Aşağıdaki
iki haritada Türkiye'den geçen ve proje halinde olan petrol ve
doğal gaz boru hatlarını görüyoruz.
Yukarıdaki
haritada petrol ve doğal gaz boru hatları gösterilirken, alttaki
haritada Mısır dahil Ortadoğu'da üretilen doğal gaz boru
hatlarının Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına sevkıyatını
sağlayacak mevcut ve proje halindeki doğal gaz boru hatlarını
görüyoruz (1).
Petrol
ve doğal gaz boru hatlarının nereden geçeceği rekabeti üzerine
sayısız komplo teorileri üretilmiştir. Bunlara burada değinmenin
bir anlamı yok. Şaşırtıcı olan bu komplo teorileri sorunu salt
enerji ve sevkıyatı zemininde ele alıyor ve bölgenin stratejik
önemi göz ardı ediliyor; örneğin ABD'nin Ortadoğu'dan çekilerek
gücünü Asya'ya kaydıracağı türünden anlayışlarda olduğu
gibi. Ortadoğu'daki gelişmelerde (Irak savaşları ve ülkenin
işgali, “Arap baharı”nın yansımaları, Suriye iç savaşı,
Mısır'da faşist darbe, Yemen iç savaşı) ne tek başına enerji
(petrol ve doğal gaz) kaynaklarının kontrolü ve ne de bölgenin
stratejik önemi belirleyici olmuştur; dönem dönem stratejik
önemi, dönem dönem enerji kaynakları ve sevkıyatı önplanda
gözükmüştür. Ama son kerte de bölgemiz dünya hakimiyeti
jeopolitik açılımında ve enerji bağlamlı dünya ekonomisinde iç
içe girmiş bir bütünlük oluşturmuştur. Bu bütünlüğün
jeopolitik yanını yukarıda ele aldık. Burada da enerji bazlı
ekonomik yönünü; somutta da petrol ve doğal gazın dünya
pazarlarına taşınması için güzergah üzerine “it dalaşı”nı,
yani rekabeti ele alacağız.
Dünya
doğal gaz piyasasındaki rekabette Batılı emperyalist güçlerin,
somutta da AB'nin ABD hamiliğinde Rusya ve İran'ın doğal gazına
bağımlılığın azaltılması için sürekli çaba harcandığını
görürüz. Önemli olan, doğal gaz ve aynı zamanda petrol bazında
bu iki ülkeye bağımlı olmamak ve bu enerjinin dünya pazarlarına
sevkıyatını kontrol etmektir. Bu rekabette en güvenilir ülke
olarak Türkiye önplana çıkmaktadır; ister Orta Asya'dan (
Kazakistan) ve Hazar havzasından (Azerbaycan, Türkmenistan), ister
Ortadoğu'dan Irak, Katar, S. Arabistan, İran) olsun öncelikle
Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına sevk edilecek petrol ve doğal
gazın güzergahı üzerine revizyonist blok ve SSCB'nin
dağılmasından sonra yürütülen pazarlıklar/rekabet son kertede
şunu göstermiştir: Rusya ve onun etkisinde olan ülke
topraklarından geçmeyen bir boru hattı ancak ve ancak Türkiye
üzerinden geçebilir. Çok rekabet merkezli kapitalist dünya
koşullarında ABD/AB ve bu cephede yer alan bölgesel güçler
karşısında Rusya/Çin ve bu cephede yer alan bölgesel güçler
durduğu ve enerji kaynaklarını ve sevkıyatını kontrol etmek
için rekabet devam ettiği müddetçe Türkiye coğrafi konumundan
dolayı hep bu rekabetin içinde olacaktır.
Örnekleyelim:
Yukarıda
Türkiye üzerinden geçen ve geçmesi planlanan petrol ve doğal gaz
boru hatlarından bahsettik. Bunlardan birisi Katar doğal gazının
Avrupa pazarlarına sevkıyatı ve bunun sonucu olarak da Avrupa'nın
Rusya ve İran doğal gazına bağımlılığının azaltılmasıdır.
Açık ki, burada Rusya ve İran'a karşı doğal gaz bağlamında
bir rekabet söz konusudur. Veya genelleştirerek ifade edersek:
Ortadoğu'da çıkartılan doğal gazın hangi güzergahtan geçerek
Avrupa pazarlarına ulaştırılacağı üzerine rekabette iki blokun
oluştuğunu ve çetin bir rekabet içinde olduğunu görüyoruz: Bir
taraftan ABD/AB, bölgesel ülkeler olarak Türkiye, S. Arabistan,
İsrail, Katar; diğer taraftan da Rusya/Çin, bölgesel ülkeler
olarak İran, Irak merkezi hükümeti, Suriye. ABD/AB açısından
en güvenilir güzergah Türkiye üzerinden geçendir. Bu nedenle
Suriye rejimi üzerinde ABD/AB, Türkiye-Katar-S. Arabistan baskısı
artmıştır; Esad rejiminin devrilmesi ve Batı yanlı bir rejimin
kurulması gerekir.
Rusya/Çin
açısından ise en güvenilir güzergah Irak-Suriye üzerinden
geçendir.
Rusya
(Çin)-İran-Irak-Suriye'den oluşan grup, “İslam Boru Hattı”
diye tanımlanan hattın inşasından yanadır; Rusya destekli bu
olan hatla doğal gaz, Suriye çıkışlı (Doğu Akdeniz) olarak
Avrupa pazarlarına sevk edilecektir.
ABD/AB-Türkiye-Katar
ve S. Arabistan'dan oluşan grup ise Katar-Türkiye doğal gaz boru
hattı diye tanımlanan hatla doğal gazın Nabucco'ya bağlanarak
Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına sevk edilecektir.
Yukarıdaki
haritaya bakalım:
Nabucco
boru hattı Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçiyor. Başlangıçta
AB'nin desteklediği, sonrasında vazgeçilen hat. Kırmızı renkle
belirtilen hat, Katar-Türkiye boru hattıdır; bu hat Katar
çıkışlıdır ve S. Arabistan, Ürdün ve Suriye'den geçerek
Türkiye'de Nabucco hattıyla birleşecek ve Katar doğal gazını
Avrupa'ya taşıyacaktı. Bu hattın projesinde A ve B planları
vardı. A planına göre hat, Katar-S. Arabistan-Ürdün-Suriye'den
geçerek Türkiye'de Nabucco'ya bağlanacaktı. B planına göre ise
A planındaki güzergahın gerçekleşmemesi durumunda Katar-S.
Arabistan-Irak üzerinden Türkiye bağlantısı kurulacaktı. Suriye
iç savaşı ve Irak merkezi hükümetinin tavrı bu hattın proje
olarak kalmasının temel nedenleri olmuştur.
Katar-Türkiye
doğal gaz boru hattı ABD tarafından desteklenen hattır.
Türkiye-Katar
doğal gaz boru hattının alternatifi olarak ve Nabucoo'yu
dışlayarak İran doğal gazını Irak-Suriye-Doğu Akdeniz
(Akdeniz)-Yunanistan üzerinden Avrupa'ya ulaştırması düşünülen
ve İslam boru hattı olarak tanımlanan hat gündeme getirilmiştir.
Rusya tarafında desteklenen bu hattın gerçekleştirilmesi için
Irak ve Suriye'nin onayı Suriye iç savaşından dolayı geçersiz
kalmıştır. Böylece bu hat da proje olarak kalmıştır.
Bu
hatlardan hangisinin gerçekleşeceği, Suriye'de iç savaşın kimin
(Rusya-İran-Esad'lı veya Esad'sız Suriye rejimi veya
ABD-AB-İsrail-Türkiye-S. Arabistan-Katar doğrultusunda bir Suriye
rejimi) lehine sonlanacağına bağlıdır. Avrupa'da enerji
kaynaklarının çeşitlendirilmesi, Rusya'ya bağımlılığın
azaltılması gündemde olduğu müddetçe adı Nabucco veya TANAP
olsun veya olmasın Hazar havzası doğal gazı ve bunu destekleyici
olarak Katar-İran doğal gazı Avrupa'ya bir biçimde
ulaştırılacaktır. Yani bu hatlar üzerine rekabet bütün
şiddetiyle devam etmektedir.
Bu
boru hatları “meydan muharebesi”nde IŞİD'a önemli bir görev
düşmüştü: İran-Akdeniz bağlantısını kesmek için Suriye'de
İran-Rusya yanlısı Esad rejiminin devrilmesini sağlamak ve
Suriye-Irak'ta Sünnilerin yaşadığı alanda bir Sünni İslam
devleti kurmak. Görünüşte bu, İran merkezli Şii yayılmacılığına
(Şii Hilali alanı) karşı ve bu yayılmacılığı Suriye-Irak'ta
Sünni alanda kesintiye uğratma mücadelesidir. Yani söz konusu
İslam boru hattının gerçekleştirilmemesidir.
Her
iki boru hattı, her biri kendisi açısından güvenli bir güzergaha
ihtiyaç duymaktadır. Suriye'de iç savaşın nasıl sonlanacağı
da söz konusu bu güvenli güzergahın kimin lehine (Rusya-İran
veya ABD-AB-Türkiye veya da İslam boru hattı -Katar-Türkiye boru
hattı; son kertede Rusya-ABD) sonuçlanacağını gösterecektir.
Bugün
gerçekleşmesi askıya alınan Nabucco hattı neden bu kadar önemli
ve neden askıya alındı?
Nabucco
2009'da gündeme getirildi. Enerji güzergahlarını da kontrol etmek
isteyen ABD tarafından Rusya'nın Güney Akım Projesine karşı bir
alternatif olarak düşünüldü. Bu boru hattıyla güdülen amaç,
Azerbaycan ve Türkmenistan doğal gazını güvenilir bir güzergah
üzerinden Avrupa pazarına taşımak ve Rusya'nın bu pazardaki
hakimiyetini, dolayısıyla Avrupa ülkelerinin Rus doğal gazına
bağımlılığını kırmaktı. Bu hattın açılması durumunda
Azerbaycan ve Türkmenistan'dan gelecek gazın yetersiz olması ve
dolayısıyla hattın karlılık durumunun gündeme gelmesi, başka
arayışlara neden oldu ve bunun sonucu olarak da Basra Körfezi
doğal gaz rezervlerinin, İran doğal gazı söz konusu olmadığı
için esas itibariyle de Katar doğal gazının yeni bir hatla
Nabucco'ya bağlanması planlandı. Türkiye-Katar doğal gaz boru
hattı böylece gündeme gelmiş oldu. Katar doğal gazı Türkiye'ye
ancak iki güzergah üzerinden gelebilirdi. Bunlardan birisi
Katar-S.Arabistan-Irak üzerinden Nabocco'ya bağlanmak; ikincisi de
Katar-S. Arabistan-Ürdün-Suriye üzerinden Nabucco'ya bağlanmak.
Başta
ABD olmak üzere Batı emperyalizmine uşaklıkta sınır tanımayan
Katar, doğal gazını Avrupa pazarlarına taşımakla bu alanda iki
rakibine; Rusya ve İran'a büyük bir darbe vurmuş olacaktı.
Unutmamak gerekir ki, Katar, ABD ve İngiliz koruması altındadır;
bu ülkede ABD'nin iki ve İngiltere'nin de bir askeri üssü vardır.
Basında yer aldığı kadarıyla Türkiye de Katar'da bir askeri
kurmakla meşgul.
Bu
hat üzerindeki ülkeler içinde Irak merkezi hükümeti ve Suriye
sorunlu olanlardır; bu iki ülke, Rusya tarafından desteklenen
İran-Irak-Suriye boru hattından yanadır.
Toparlayalım:
Rusya
başta olmak üzere İran doğal gazının Avrupa pazarlarında
önemsizleştirilmesi; Avrupa ve dünya doğal gaz pazarlarında
Rusya'ya karşı rekabette üstün olmak. Son kertede bu, Rusya
ekonomisini zayıflatmak ve onun doğal gaz üzerinden siyasi
şantajlarına fırsat vermemek. Bunun gerçekleşebilmesi için
Avrupa'nın Rus doğal gazına bağımlılığının azaltılması
gerekmektedir.
Bu
nedenle de Avrupa'da doğal gaz ihtiyacının Rusya ve İran
dışlanarak karşılanması gerekmektedir.
Avrupa
pazarlarına akan Rus doğal gazının önemli bir kısmı Ukrayna
'dan geçmektedir. Doğal gaz bağlamında Ukrayna ve Suriye
sorunlarında bir ortaklık da var.
Rus
doğal gazının en büyük alıcısı Almanya'dır, Türkiye de
ikinci derecede en büyük alıcısıdır. Türkiye'nin doğal gaz
ihtiyacı bakımından bağımlılığı şöyle: Yüzde 57 Rusya;
yüzde 20 İran; yüzde 10 Azerbaycan; yüzde 8 Cezayir; yüzde 2
Nijerya ve yüzde 3 de başka ülkeler. Bu durumda Türkiye, doğal
gaz bazlı enerjide yüzde 77 oranında Rusya ve İran'a bağımlıdır.
Türkiye
hem bu bağımlılığı azaltmak ve hem de doğal gazın Avrupa
pazarlarına sevkıyatında önemli bir aktör olmak için Katar-S.
Arabistan-Ürdün-Suriye boru hattından yana olduğunu açıklamıştır.
Bu, İran-Irak-Suriye hattına karşıyım anlamına geliyordu.
Böylece Türkiye'nin İran ve merkezi Irak hükümetinin yanı sıra
Suriye'ye karşı cephede yer almasının nedenlerinden birisi
oluşmuş oluyordu.
Rusya,
Güney Akım Doğal gaz Projesiyle bir taşla iki kuş vurmaya
çalışmıştır; inşa edilmesi durumunda dünyanın en büyük
doğal gaz boru hattı olacak olan Nabucco'yu devre dışı bırakmak
ve
böylece
Orta Asya doğal gazını da Avrupa pazarlarına taşıyarak enerji
sevkıyatında belirleyici derecede söz sahibi olmak; ikincisi de
Avrupa pazarlarına akacak Rus doğal gazının sevkıyatında
Ukrayna'yı dışlamak.
Güney
Akım Projesine rağmen Türkiye'nin de katıldığı Nabucco
projesinin gerçekleştirilmesi için imzalar atıldı. Bu proje
Güney Akım Projesini işlevsiz kılacak derecede önemli
görülmekteydi.
Rusya,
daha ziyade maliyeti öne sürülerek Günay Akım Projesinden
vazgeçti.
TANAP'ın
(Trans Anadolu Gaz Boru Hattı) gündeme gelmesi ve Nabucco'ya gaz
verecek ülkenin kalmaması ve Türkiye-Bulgaristan sınırından
Avrupa içlerine doğal gaz taşıyan küçük bir projeye dönüşmesi
ve en sonunda bu taşıma işini de TAP'ın (Trans Adriyatik Boru
Hattı'nın kapması) Nabucco'yu nihai olarak bitirmişti.
ABD
tarafından önerilmiş olan Nabucco projesi, Güney Akım Projesini
gündemden düşürdü. Ama bu proje, ABD/AB-Rusya arasında ve
Ortadoğu'da doğal gaz boru hatları güzergahı için rekabet
devem ettikçe yeniden gündeme gelecektir.
Suriye'de
Esad rejimine karşı mücadelenin başladığı dönemde, Ortadoğu
doğal gazının Avrupa pazarlarına taşınması için İran, Rusya
tarafından desteklenen İslam Boru Hattını, bunun karşılığı
olarak da ABD, Katar-Türkiye Boru Hattını öneriyordu.
Avrupa
pazarlarına doğal gaz sevkıyatı için Rusya, yine Ukrayna'yı
dışlayan yeni bir güzergah önerdi AB'ye. Türk Akımı diye
bilinen proje buydu.
Doğal
gaz sevkıyatı güzergahı üzerine rekabet o denli keskinleşti ki,
AB içinde bazı ülkeler Rusya'nın önerdiği “Türk Akımı”na
da karşı geldiler. Bu yeni öneriye ABD TANAP-TAP ile karşılık
verdi ve “Türk Akımı”nı adeta işlevsiz kıldı. Nitekim
Eylül ayında Türkiye-Rusya arasında fiyat sorunu nedeniyle (!) bu
hattın dondurulduğu Gasprom tarafından açıklandı.
Kararlaştırılan
ve dondurulan bu projelerden hangileri inşa edilir sorusunun
cevabını bu alanda rekabet eden güçler arasındaki dengenin
değişimine bakarak cevap verebiliriz. Bir zamanlar
Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı da defalarca inşa
edilmekle-edilmemekle karşı karşıya kalmıştı. Böyle bir durum
bugün doğal gaz boru hatları için de geçerlidir. Önemli olan,
Rusya'ya karşı rekabet ve Avrupa pazarlarında Rus etkisini kırarak
doğal gaz sevk etmekse, bu ancak Orta Asya-Hazar Havzası ve
Ortadoğu'dan (daha ziyade Katar'dan) temin edilebilir.
Bu
hatta ancak ve ancak Türkiye'den geçebilir.
Dünyanın
ikinci büyük petrol ve doğal gaz pazarı ile dünyanın en büyük
petrol ve doğal gaz kaynağı arasındaki doğal transit güzergahı
Türkiye'den geçmektedir. Bu anlamda Avrupa pazarı ile Ortadoğu
enerji zenginliğini birleştiren alan Anadolu olmaktadır.
Avrupa,
enerji güvenliği sorununu henüz çözememiştir; bu sorunun
çözülmesine ve çözülmemesine Amerikan emperyalizmi hemen her
adımda müdahale etmektedir. Bu sorunun çözülmesinin ilk adımı
Rusya'nın Avrupa pazarında zayıflatılmasıdır; alternatif doğal
gaz kaynaklarının gündeme getirilmesidir. Bu anlamda, Suriye'de iç
savaştan dolayı Katar-Türkiye hattının en azından şimdilik
gerçekleşemeyeceği görülünce İran doğal gazına
yönelinmiştir. Bu nedenle İran ile yapılan nükleer görüşmeler
anlaşmayla sonuçlanmıştır. Görüşmelerin olumlu
sonuçlanmasında AB'nin, özellikle de Almanya'nın belli bir rolü
olmuştur.
Rusya'nın
Suriye iç savaşına aktif müdahil olmasından sonra boru hataları
üzerine rekabette kartlar yeniden karılmıştır:
1-Suriye
iç savaşından dolayı Türkiye-Katar doğal gaz boru hattının
şimdilik gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmıştır. Bu boru
hattı Suriye'nin toprak bütünselliği yeniden sağlandığında,
ama Rusya'nın hakimiyetinde olduğu koşullarda da
gerçekleştirilemeyecektir. Ancak, Suriye bölündüğünde, Rusya
güdümünde Doğu Akdeniz kıyısında küçük bir Suriye'nin yanı
sıra Sunni bir Suriye'nin kurulması durumunda bu hattın
gerçekleştirilmesi mümkün olabilir.
2-
Buna karşın İran doğal gazının İran-Irak-Suriye üzerinden
Akdeniz'e ve oradan Avrupa'ya sevkıyatı da mümkün
gözükmemektedir. Geriye tek alternatif olarak, Suriye kıyılarından
Yunanistan'a kadar deniz altından boru hattı döşemek maliyet
bakımından pek akıl karı olmadığı için İran doğal gazının
Türkiye üzerinden Nabucco'yu yeniden gündeme alarak veya TANAP'a
ekleyerek Avrupa pazarlarına sevk etmek kalmaktadır.
Doğu
Akdeniz'de keşfedilen petrol, doğal gaz ve güzergah üzerine “it
dalaşı”:
Önce
Doğu Akdeniz'in jeopolitik konumuna ve bu bağlamda stratejik
önemine bakalım:
Akdeniz
ve Doğu Akdeniz sadece petrol ve doğal gaz kaynaklarının
keşfedilmesinden sonra bu denli önemli olmamıştır. Bu bölge
stratejik olarak, petrol ve doğal gaz kaynaklarının gölgesinde
kalamayacak derecede, tarih boyunca hep önemli olmuştur:
“1-
Doğu Akdeniz, Avrupa-Asya-Afrika kıtalarını birbirine bağlayan
bir kavşak konumundadır.
2-Doğu
Akdeniz, aynı zamanda, Kuzey-Güney, Doğu-Batı yönlerinde
dünyanın önemli bir kavşağıdır.
3-Doğu
Akdeniz, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı
üzerinden Karadeniz'e; Cebelitarık Boğazı üzerinden Atlantik
Okyanusu ve Süveyş Kanalı üzerinden de Hint Okyanusu’na açılan
ve böylece önemli kara bölgelerini ve deniz alanlarını
birleştiren bölgedir.
4-Bu
coğrafi konumundan dolayı Doğu Akdeniz, dünya ticaretinde önemli
bir merkez durumundadır; Avrupa ticaretinin yüzde 40'ının;
Bağımsız Devletler Topluluğu ithalatının yaklaşık yüzde
60'ının ve ihracatının da yüzde 50'sinin bu bölgeden geçmesi
bu bölgenin önemini göstermektedir (Bkz.:Doğan
Yaşar ve Dursun Yıldız; Doğu Akdeniz’de Küresel Satranç, s.
309).
5-Dünya
ticaret trafiği açısından baktığımızda ise şunu görüyoruz:
Dünya deniz ticaretinin yüzde 30'u; deniz yoluyla yapılan dünya
petrol ticaretinin yüzde 25'i Doğu Akdeniz'den geçmektedir
(Bkz.:UNEP,
United Nations Environment Programme, Mediterranean Action Plan,
2012).
6-Doğu
Akdeniz, doğrudan Levant'e (Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin) ve
Ortadoğu'ya açılan deniz kapısıdır.
7-Bu
özelliklerinden dolayı Doğu Akdeniz, bölge ülkeleri ve
emperyalist ülkeler arasında rekabet edilmesi gereken oldukça
önemli bir stratejik konuma sahiptir. Doğu Akdeniz kontrol
edilmeksizin, Suveyş Kanalı deniz trafiği kontrol edilemez; Doğu
Akdeniz kontrol edilmeksizin Orta Doğu'nun kontrolü etkisiz kalır”
(İ. Okçuoğlu; “IŞİD'e Karşı Savaşının Jeopolitikası -
“Belalı” Coğrafya” Aralık 2014).
Doğu
Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın çıkartılması ve
pazarlanması bölgenin stratejik önemini enerji bazlı olarak da
arttırmış, ittifakların yeniden şekillenmesine neden olmuştur.
Bugünlerde Suriye iç savaşının biraz gölgesinde kalan bu
kaynaklar üzerine bölge ülkeleri (Filistin, İsrail, Kıbrıs,
Türkiye, Mısır, Suriye ve Lübnan) ve emperyalist güçler
(ABD/AB-Rusya) arasındaki rekabet, Rusya'nın Suriye'de savaşa
aktif katılmasıyla keskinleşmiştir. Suriye'de iç savaşın nasıl
sonuçlanacağı Doğu Akdeniz'in de hangi güçlerin hakimiyetinde
olacağını belirleyecek derecede önemlidir.
Türkiye
hariç diğer ülkelerin münhasır ekonomik bölge sınırlarını
tespitinde uluslararası enerji tekelleri ve onlarla bağlam içinde
farklı emperyalist güçler belirleyici bir rol oynamaktalar.
Dolayısıyla, enerji kaynaklarının daha işlenmediği bu dönemde
ortaya çıkan rekabet, bölgenin paylaşımıyla ilgilidir. Bunun
ötesinde bu bölgede elde edilen petrol ve doğal gazın başta
Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına nasıl; hangi güzergah
üzerinden sevk edileceği sorunu da henüz çözülmemiştir.
Doğu
Akdeniz’de Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan ve Mısır;
Türkiye-İsrail; İsrail-Lübnan; İsrail-Mısır; Suriye-İsrail;
İsrail-Filistin arasında bu enerji sahasının paylaşılması
üzerine açık, kapalı rekabet; bu rekabete emperyalist ülkelerin
doğrudan ve dolaylı olarak müdahil olmaları veya bölge
ülkelerinin emperyalist güçlerin çıkarlarını hesaba katarak
rekabet etmeleri; buna ek olarak İran ve Basra Körfezi kaynaklı
petrol ve doğal gazın Irak-Suriye üzerinden Akdeniz'e
ulaştırılması sorunu, bu bölgedeki rekabetin ne denli bölgesel
olmaktan çıktığını göstermektedir.
Yukarıdaki
haritada Kıbrıs'ta Türk ve Rum yönetimleri dışında açılan
ruhsat alanları aynı zamanda şirketler arasındaki rekabeti de
göstermektedir. Aşağıdaki haritada da petrol ve doğal gaz
rezervlerinin oldukça zengin olduğu Levant çanağı olarak
tanımlanan alanı görüyoruz. Bu alanda Filistin-İsrail,
İsrail-Lübnan arasında çelişkiler, bölgesel kalamayacak
derecede derinleşecektir.
Sorun
Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın nasıl
paylaşılacağıyla sınırlı değildir. Paylaşım üzerine
rekabet sürerken, çıkarılacak enerjinin Avrupa başta olmak üzere
dünya pazarlarına taşınabilmesi için güzergah üzerine de
birbiriyle rekabet eden projeler gündeme getirilmiştir.
Bu
projeler içinde Türkiye'yi tamamen dışlayanlar olduğu gibi,
“olmazsa olmaz” yapan projeler de var. Bir bakalım:
İran-Irak-Suriye-Doğu
Akdeniz-Avrupa hattı:
Güzergah
konusunda Türkiye açısından felaket senaryosu herhalde bu projede
ifadesini bulmaktadır. Bu projenin gerçekleştirilebilmesi için
Doğu Akdeniz'in tamamen Rusya-İran kontrolünde olması gerekir.
Bu, Mısır ve Libya doğal gazını da söz konusu hatta bağlayacak
derecede bir Doğu Akdeniz hakimiyetidir. BU proje, ABD/AB'nin
Rusya'yı Avrupa pazarlarından dışlamasına karşı aynı
pazarlara girmek için başka bir güzergahın mümkün olabileceğini
göstermektedir.
Ama
bir ihtimal daha var(dı):
Rusya
doğal gazına bağımlı kalmak istemeyen veya gaz temin etme
kaynaklarını çeşitlendirerek bu bağımlılığı geriletmek
isteyen Avrupa'ya doğal gaz satmak için harekete geçen İsrail,
sevkıyatın en ekonomik olarak Türkiye üzerinden sağlanabileceği
için denizaltında Ceyhan'a kadar uzanan bir boru hattı için
Türkiye'nin kapısını çaldı. O dönem “Mavi Marmara”
meselesinden dolayı Türkiye ile ilişkilerin gergin olması,
İsrail'in sonuç alması önünde engel oldu. İsrail, ABD'nin
baskısıyla “Mavi Marmara” saldırısı için özür dilese de
sonuç alamadı. Bunun ötesinde inşa edilmesi durumunda bu hat,
Lübnan ve Suriye karasuları dışında, ama Kıbrıs Rum kesimi
karasuları içinde geçecekti. Buna da Kıbrıs Rum Kesimi onay
vermemekte.
Diğer
taraftan Rusya-İran veya İran-Irak-Suriye hattı olmasa da Doğu
Akdeniz'de elde edilen enerjinin Avrupa pazarlarına bu hatla
sevkıyatı mümkündür. Ama bunun gerçekleşebilmesi için doğal
gazı çıkartan ülkelerin kendi aralarında böyle bir hattın
inşası için anlaşmaları gerekir.
Şimdilik
hayal olan Katar-Türkiye hattı:
Burada
söz konusu olan sadece Katar kaynaklı doğal gazın taşınması
değildir; Mısır'da (Nil deltası) ve Levant çanağındaki doğal
gaz rezervlerinin de Katar-Türkiye hattına bağlanması ve böylece
Nabocco hattının yeterli gazla verimli kılınması düşünülmüştü.
Bu
hatla Mısır ve İsrail doğal gaz rezervleri Arish'te birleşiyor,
Akaba-Amman-Şam- (Tripoli/Lübnan ve Baniyas/Suriye bağlantısıyla
Humus-Kilis üzerinden Nabucco'ya bağlanıyor. Ama Suriye iç
savaşı, Türkiye-Mısır ve Türkiye-İsrail ilişiklerinin
gerilmesi bu projeyi gerçekleşemez kıldı.
Gerçekleşmesi
durumunda Nabucoo'yu besleyen kaynaklar:
Görüldüğü
gibi bu hat, Ortadoğu, Rusya dahil Hazar Havzası, Karadeniz
üzerinden Rusya doğal gazını Avrupa pazarlarına taşıyan en
önemli hat olacaktı. Olmadı, ama
olamayacak da denemez. Veya adı ne olursa olsun (Nabucco-TANAP) veya
başka bir tanımlama, önemli olan Ortadoğu ve Doğu Akdeniz
kaynaklı doğal gazın Avrupa pazarlarına sevkıyatıdır. Bu
sevkıyatta iki ana güzergah söz konusudur: Bunlardan birisi
Türkiye üzerinden geçen, diğeri de Akdeniz'den Yunanistan'a,
oradan da Avrupa pazarlarına ulaşan güzergahtır. Bu
güzergahlardan hangisinin gerçekleşebilir olacağında Ortadoğu'da
ve Doğu Akdeniz'de emperyalistler arası; somutta da
ABD/AB-Rusya/Çin arasındaki rekabetin seyri belirleyici olacaktır.
Her
ne kadar ABD ve AB Rusya/Çin/İran söz konusu olduğunda genel
çerçevede ortak hareket ediyorlarsa da, “ayrıntı” olan
konularda farklı görüşler ortaya çıkıyor. Bu da Amerikan
emperyalizmiyle AB arasında, özellikle de Alman emperyalizmi
arasında Ukrayna, Nabucco-TANAP boru hatları konusunda veya İran
konusunda olduğu gibi çelişkili durumlar oluyor.
Amerikan
emperyalizmi, Rus doğal gazı bağlamında Avrupa'nın Rusya'ya
bağımlılığını azaltmak ve böylece Avrupa-AB üzerindeki
nüfuzunu sürekli kılmak için de söz konusu boru
hatlarıyla yakından ilgilidir.
Avrupa
(içinde de AB), dünyanın en büyük enerji pazarı konumundadır.
Bu pazar büyük oranda Rusya'dan gelen enerji ile beslenmektedir.
Aşağıdaki veriler Avrupa ülkelerinin, özellikle de Orta ve Doğu
Avrupa ülkelerinin Rus doğal gazına bağımlılık derecesini
göstermekte. Çoğu ülkede Rusya'nın pazar payı yüzde 50'nin
üzerinde; bazı ülkeler ise tamamen Rus gazına bağımlı.
Avrupa,
doğal gaz ihtiyacının üçte birini Rusya'dan alıyor. Bu durum
Avrupa'da enerji tedarik güvenliği sorununu gündeme getirmekte ve
Amerikan emperyalizmi de bu bağlamdaki güvenlik sorununu Rus
emperyalizmine karşı kullanmaktadır. Rusya'nın sık sık vana
kapatması ve doğal gazı siyasi tehdit olarak da kullanması,
ABD'nin Avrupa ülkelerine kendi enerji temini projelerini kabul
ettirmesinde bir avantaj olmaktadır.
Ama
her zaman ABD'nin dediği olmamaktadır. Örneğin enerji başta
olmak üzere Rus hammaddelerine oldukça ihtiyaç duyan Alman'ya, bu
anlamda Rusya'ya bağımlılığı azaltmak, enerji bazlı hammadde
temin kaynaklarını çeşitlendirmek istese de, Rusya ile ekonomik
ilişkilerini daha da derinleştirmek ve bu ülkeden doğal gaz
temini için kendi başına hareket edebilmektedir. Bunun en tipik
örneğini Baltık Denizi'nden geçerek Almanya'ya ulaşan Kuzey
Akımı'dır. Kuzey Akımı-1 faaliyettedir. Şimdi ise aynı boru
hattına paralel olarak Kuzey Akımı-2 projesinin gerçekleştirilmesi
söz konusudur.
Bu
projenin önceline baktığımızda Rus emperyalizminin AB içinde
bazı çelişkili durumları ve AB/ABD-Türkiye ilişkilerindeki
gerginliği kullandığını; örneğin AB içinde bazı ülkelerin
TANAP-TAP'dan yana tavır almalarını ve böylece alternatif
projelere açık olduklarını göstermelerini fırsat olarak
değerlendirdiğini ve söz konusu Kuzey Akımı-2 projesini
önerdiğini görüyoruz. Bunu yaparken Rus emperyalizmi, Türk
burjuvazisini pohpohlayarak, Türk Akımı adını verdiği ve
diktatör Erdoğan'ın ABD/AB'ye horozlanmasına neden olan bu
projeyi tek yanlı olarak askıya almış ve Kuzey Akımı-2
projesine sarılmıştır. Bu proje 4 Eylül 2015'te Gasprom ve
başkaca beş uluslararası enerji şirketi arasında imzalanan
ortaklık anlaşmasıyla yaşam bulmaya başlamıştır (2). Bu hat,
faaliyete olan Kuzey Akımı-1'e paralel olarak inşa edilecek.
Kuzey
Akımı-2 projesinin gerçekleştirilmesi durumunda ABD-Almanya
arasındaki bir kısım çelişkilerin keskinleşmesi kaçınılmaz
olacaktır. Ne de olsa bu projenin gerçekleştirilmesi durumunda
Almanya ile Rusya arasında enerji sektörünü de aşan kapsamlı
bir ortaklık gündeme gelecektir. Bunun bütün ekonomi
sektörlerinde ve dış politikada da birtakım sonuçlarına neden
olacağı açıktır.
Bu
projenin gerçekleştirilmesi durumunda, Rus gazına bağımlılıktan
tedirgin olan AB, başta da Almanya, Rusya'ya neden vanayı
kapatıyorsun diyecek durumda olamayacaktır. Ama Rusya'ya karşı
ABD'nin dayatması ambargolara karşı gelecektir.
Bu
projenin gerçekleşmesi durumunda özellikle Almanya'nın baskısıyla
AB'nin Ortadoğu-Doğu Akdeniz kaynaklı doğal gaz kaynaklarına
ilgisi azalabilir; bu anlamda da bu bölgedeki siyasal gelişmelere,
örneğin Suriye savaşının nasıl sonuçlanacağına daha uzaktan
bakabilir.
IŞİD'e
karşı mücadele daha 10-15 sene sürebilir diyen Amerikan
emperyalizminin hesabını Suriye iç savaşına aktif katılan,
Irak'ta da IŞİD'i vurabileceğini söyleyen ve Rojavalı Kürtlere
destek veren Rusya bozdu. Şimdi ABD güdümlü koalisyon, başta da
Fransa, İngiltere, Almanya, Türkiye, Katar, S. Arabistan bir
ikilemle karşı karşıyalar; ya IŞİD'e karşı mücadeleyi
ciddiye alırlar ya da Ortadğu'da Rusya (Çin)-İran karşısında
yenilgiyi kabul ederler.
Rusya'nın
Suriye iç savaşına aktif katılımı, bir taraftan Esad'lı bir
“geçiş” olabilirin ABD güdümlü koalisyon tarafından kabul
edilmesine neden olurken, diğer taraftan da Rusya'nın Türkiye
sınırını havadan ihlal etmesi, Türkiye-Rusya yakınlaşmasını;
öncelikle Amerikan emperyalizmini rahatsız eden yakınlaşmayı
yeni bir gerginliğe dönüştüren ve Türkiye-ABD/AB yakınlaşmasını
sağlayan bir gelişmeye neden olmuştur.
Öyle
ki, Türkiye Suriye iç savaşından kaynaklı olarak gündeme gelen
bazı fırsatları kullanmaya yönelmiştir.
Batı
ile (ABD ve AB) ilişkileri gerilen faşist diktatörlük, iflas eden
Suriye politikasını kendi lehine çevirmek için savaş
fırsatçılığı yapmaktadır. İkiyüzlülükte sınır
tanımamaktadır. Birkaç örnek verelim: Bizi AB'ye almazsanız
yüzümüzü doğuya çeviririz; Şanghay Beşlisi'ne katılırız
diyen; ABD'ye karşı adeta savaş ilan eden bir anlayış; şimdi
göçmen sorunundan ve Suriye iç savaşından dolayı sıkışan AB
ve ABD'yi yeniden keşfediyor: AB'ye yeni fasıllar açın; Suriyeli
göçmenler için maddi yardım verin diyen Türkiye, ABD'ye İncirlik
üssünü açarak, IŞİD'e karşı savaşta yer aldığını ve
Cerablus-Azez arasındaki bölgenin uçuşa yasak bölge ilan
edilmesini kabul ettirmeye çalışıyor.
Türkiye
gerçekten de Suriye iç savaşından kaynaklanan göçmen sorunundan
dolayı AB'yi, özellikle de bu göçten doğrudan etkilenen
Almanya'yı sıkıştırabilir. Alman Başbakanı Merkel'in apar
topar, seçim öncesinde adeta T. Erdoğan'a destek verir gibi
Türkiye'yi ziyaret etmesi bu etkilenmenin boyutlarını
göstermektedir.
Şimdi
AB, kapılarına dayanan göçmen akımından kurtulmak ve göçü AB
sınırları dışında karşılamak için Suriye kaynaklı göçün
ana geçiş güzergahı olan Türkiye ile ilişkilerini yeniden
gözden geçirebilecek duruma gelmiştir. Erdoğan ve AKP hükümeti,
Suriyeli göçmen sorununu AB üzerinde Demokles'in
kılıcı gibi
her fırsatta kullanmaya çalışacaktır.
Göçmen
korkusu AB'yi Türkiye karşısında oldukça yumuşak bir tavır
almaya zorlamıştır. Öyle ki, Türkiye, IŞİD'e karşı mücadele,
İncirlik üssünün açılması ve göç sorunu gölgesinde PKK'ye
karşı şimdiye kadar görülmemiş bir kapsamda saldırmaya
başladı. İran ile nükleer anlaşmasından sonra ve ülkenin maruz
kaldığı ambargonun kaldırılacağı; özellikle AB-İran arasında
buzların erimeye başladığı bir dönemde, Suriye politikasının
da çıkmaz içinde olduğu için köşeye sıkışmış bir Türkiye
üzerine gidilebileceği düşüncesi ters tepmiş, faşist
diktatörlüğün Kürt ulusal bağımsızlık hareketine
saldırıları Batının emperyalist ülkeleri tarafından da
onanmıştır. Eski dönemlerde hemen “duyarlılık” gösteren
emperyalist ülkeler, bu sefer susmayı ve Türkiye'nin saldırılarını
onamayı yeğlemişlerdir.
Türkiye'nin
Suriye politikasının iflas ettiği bir gerçektir. Ama hangi
ülkenin Suriye politikası iflas etmedi ki? ABD'nin, Almanya'nın,
Fransa'nın, İngiltere'nin, Katar'ın, S. Arabistan'ın, İran'ın
Suriye politikaları Türkiye'ninkinden çok mu farklıdır? Şimdi
ABD'nin yapamadığını Rusya, Esad rejimi eksenli yapmaya
çalışmaktadır. Ama onun politikası da iflas edecektir. En
azından “başarılı” olmaması için Amerikan emperyalizmi
elinden geleni yapacaktır.
Özet:
II.
Dünya Savaşından bu yana uluslararası ilişkilerde gerginlik,
kamplaşmış emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin
keskinleşmişlik durumu bugün olduğu kadar küresel olmamıştı.
Sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve revizyonist blokun
dağılmasından sonra Amerikan emperyalizmi, dünya hakimiyeti
kurmak için stratejik önemi olan bölgelerde kaos ve yıkımı
beraberinde getiren savaşlara, işgallere, milyonlarca insanın
ölümüne ve göçüne neden olan gelişmeleri teşvik etmiş,
desteklemiş ve bizzat katılarak yönetmiştir.
Yeni
Balkan savaşları, Ortadoğu'daki durum, Afganistan-Pakistan'daki
durum, Orta Asya'daki durum, Afrika'daki gelişmeler öncelikle
Amerikan emperyalizminin çok rekabet merkezli dünyada hakimiyet
kurmak için attığı adımların sonuçlarıdır.
Amerikan
emperyalizmi 1990'lı yıllarda başlattığı Irak savaşından bu
yana Ortadoğu'da neden olduğu ve bizzat katıldığı demokrasi
götürme adına katliamların ve oluşturduğu kaos ortamının esas
sorumlusudur. Şimdi bu katliama, kaos ortamının daha da
karmaşıklaşmasına ve Suriye örneğinde olduğu gibi yüzbinlerin
yeni göçüne Rus emperyalizmi de ortak olmaya başlamıştır.
Başını bu iki emperyalist ülkenin çektiği kamp, şimdilik
Suriye zemininde acımasızca katletmeye, yakıp yıkmaya devam
etmektedir.
Bir
taraftan ABD/AB koalisyonu ve bu koalisyon içinde yer alan Türkiye,
S. Arabistan gibi bölgesel güçler; diğer taraftan da Rusya
(destekleyicisi Çin) ve onunla birlikte hareket eden İran, Irak
merkezi hükümeti, Suriye'de Esad rejimi, Hizbullah, Ortadoğu'yu
cehenneme çevirmekteler, yaşanamaz hale getirmekteler. Bunun bir
sonucu da Avrupa kapılarını yıkan göç dalgasıdır.
Rusya'nın
Suriye savaşına aktif katılımıyla Amerikan emperyalizmi,
Sovetler Birliği'nin dağılmasından sonra ilk defa Rus
emperyalizmi ile sonuçları bölgesel kalmayacak bir alanda karşı
karşıya gelmiştir. Esad rejimini sürekli destekleyen Rusya,
ABD/AB koalisyonunun Suriye'de IŞİD'e karşı güya savaşının
etkisiz kaldığı ve Esad rejiminin de İslami güçler karşısında
fazla ayakta kalamayacağı bir dönemde savaşa müdahil olarak
kartların yeniden karılmasını talep etti. Bunun şimdilik iki
doğrudan sonucunun olduğunu görmekteyiz. En önemli olanı, artık
Ortadoğu ve bu bağlamda Doğu Akdeniz'de Rusya'nın olmadığı bir
çözüm olamaz. Diğer bir sonuç ise Türkiye de dahil Batılı
Esad karşıtı güçlerin, “Esad'lı bir geçiş”ten bahsetmeye
başlamalarıdır.
Rusya'nın
Suriye'de İran-Suriye ordusu ve Hizbullah güçleriyle kimi nerede
vurduğuna baktığımızda, mevcut rejime nefes aldırmak, devletsel
bir bütünlük verebilmek ve aynı zamanda mevcut üs alanın elde
tutabilmek için Batı Suriye'deki Esad karşıtı güçlere
saldırdığını görüyoruz. Açık ki, Rusya Suriye'nin toprak
bütünlüğünün korunamayacağını da hesaba katarak hareket
ediyor ve bu nedenle de küçük bir Suriye ile bölgedeki varlığını
devam ettirmenin zeminini hazırlıyor.
Rusya'nın
Suriye savaşına aktif katılımı, IŞİD'e karşı karada
savaşacak asker arayan Amerikan emperyalizmini oldukça zor durumda
bırakmıştır. Amerikan emperyalizmi, Rus etkisinin Irak'ta da
yayılmasını engellemek için IŞİD'e karşı havadan
bombardımanlarını yoğunlaştırmış ve kara birliklerini de
kullanacağını açıklamıştır.
Dar
alanda “it dalaşı”nın sonuçları bu bölgeyle sınırlı
kalamaz: Yazı içinde de belirttiğimiz gibi Amerikan emperyalizmi
açısından Ortadoğu sadece enerji rezervleri bakımından değil,
aynı zamanda stratejik konumu bakımından da önemlidir, terk
edilemez bir alandır. Ortadoğu, Amerikan emperyalizminin dünya
hakimiyeti jeopolitikasının güney ayağıdır.
Rusya
açısından da Ortadoğu sadece enerji rezervi bakımından değil,
bundan çok stratejik konumu bakımından önemlidir; Rus
emperyalizmi, ABD'nin Rusya'yı güneyden çevrelemesine Ortadoğu'da
karşılık vermeye çalışmaktadır. Bunun ötesinde Suriye
üzerinden hem Ortadoğu'da kalmayı hem de Doğu Akdeniz'deki enerji
bağlamındaki rekabette yer almayı amaçlamaktadır.
Bu
ve daha tali nedenlerden dolayı Ortadoğu'da, dar anlamda da
Suriye'de kim (ABD/AB ve bölgesel işbirlikçileri-Rusya/Çin ve
bölgesel işbirlikçileri) hakim olursa küresel emperyalist ilişki
ve çelişkileri doğrudan etkileme gücüne sahip olur.
Yabana
atılamayacak başka bir ihtimal de var: Doğrudan karşı karşıya
gelmemenin tedbirlerini alan ABD ve Rusya, Suriye'nin geleceğiyle
ilgili bölgesel güçlerle (Türkiye, S. Arabistan ve şimdi de
İran) son dönemlerdeki görüşmelerin de gösterdiği gibi,
Suriye'de çözüm adına uzlaşmaya gidebilirler: Bu uzlaşmada ABD,
Türkiye, S. Arabistan ve İsrail'in; Rusya'da İran ve Hizbullah'ın
çıkarlarını göz önünde tutmak zorunda kalacaklardır. Bu
uzlaşma, Suriye'nin devletçiklere bölünmesi biçiminde
olabileceği gibi, yönetimi doğrudan ABD ve Rusya'nın elinde olan
etkisiz bir merkezi hükümet biçiminde de olabilir. Ama ikinci
ihtimal kimsenin çıkarına değildir; anın, yenişememenin bir
kaçınılmazlığıdır, uzun ömürlü olamaz.
Rojava
Devrimi, özerk yönetim, Kanton örgütlenmesi bu gelişmelerden
nasıl etkilenir, bunu zaman gösterecektir. Suriye'nin
demokratikleşmesinin yolunu gösteren Rojavalı Kürtler; PYD,
ABD-Rusya veya tek başına ABD veya Rusya etkisinde olan gerici bir
Suriye rejimi karşısında nasıl bir tavır alır sorusu da
açıktadır. Bunu da böyle bir Suriye yapılanması olursa
göreceğiz.
IŞİD'in
ve diğer İslami güçlerin Irak ve Suriye'den püskürtülmesi
durumunda, bunların sadece Türkiye'de faal olacaklarına inanmak
safdillik olur. Ortadoğu'dan atılmış bir IŞİD veya El Kaide'nin
mücadeleyi şimdilik geri seviyede sürdürdüğü alanlarda
aktifleşecekleri bilinmelidir. Bu alanların başında Orta Asya,
Sincan (Çin) ve Rusya Federasyonunun Müslüman halklarının
yaşadığı bölgeler gelmektedir. Bu İslami güçleri özellikle
Amerikan emperyalizminin, Rusya'yı zayıflatmak için
kullanacağından şüphe duyulmamalıdır.
Türkiye'nin
Suriye politikasının ne denli yanlış olduğu ve iflas ettiği
üzerine devrimci ve bir kısım muhalif burjuva basından çok
yazıldı. Tamam, faşist diktatörlüğün Suriye politikası iflas
etmiştir, ama Suriye sorunununa bir biçimde müdahil olan hangi
ülkenin Suriye politikası iflas etmemiştir? ABD'nin mi, AB'nin mi,
S. Arabistan'ın mı? Şimdi savaşa aktif katılan Rusya'nın
mı?Esad rejimini doğrudan destekleyen İran'ın mı? Suriye
sorununda iflas etmeyen, doğru olan politika soruna çözüm getiren
politikadır ve bu ülkelerin hiçbirisi Suriye sorununa çözüm
getirmemişlerdir.
Diğer
taraftan politikası tamamen yanlış olduğu ve iflas ettiği için
Suriye sorununda Türkiye'nin dışlanacağı sıkça
dillendirilmektedir. Bu türden değerlendirmelerin ne denli yanlış
olduğunu Suriye bağlamındaki son uluslararası toplantılar
göstermektedir. Burada özellikle “sol”da kavranmayan veya
anlaşılmayan veya önem verilmeyen bir gerçeklik üzerine bir
hatırlatma yapalım. Yaşadığımız coğrafya, Misak- Milli
sınırları veya Türkiye-Kuzey Kürdistan sınırları içindeki
toprak parçası, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkenin,
toprak parçasının sahip olmadığı stratejik bir konuma sahiptir.
“1-Türkiye
coğrafyasını merkez alırsanız doğrudan üç kıtaya (Avrupa,
Asya ve Afrika) ulaşabilirsiniz.
2-Türk
burjuvazisi, jeopolitika oluşturmasında hakimiyet alanı olarak
gördüğü bölgelere doğrudan ulaşabilmektedir (Ortadoğu, Hazar
Havzası ve Balkanlar).
3-
Türkiye coğrafyası, emperyalistler arası çelişkilerin
keskinleştiği bölgeler, dünya hegemonyası iddiasında olan
emperyalist ülkelerin geliştirdikleri jeopolitik açılım
bakımından ateş çemberinin veya Hazar Havzası, Ortadoğu ve
Balkanlar'dan oluşan üçgenin ortasında yer almaktadır:
-Balkanlarda
AB-Rusya, ABD-Rusya, AB-ABD ve Türkiye arasındaki çelişkiler, her
ne kadar bugün uyutuluyorsa da biraz kaşımakla her an patlak
verebilir ve keskinleşebilir özellikte olan çelişkilerdir.
-Kafkasya/Hazar
Havzasında ABD-Rusya, AB-Rusya, Türkiye-İran arasındaki rekabet
sonlanmamıştır. Çeçenistan-Rusya ve Gürcistan-Rusya
savaşlarından sonra bu bölgedeki rekabet “barışçıl”
yöntemlerle sürdürülmektedir. Bu bölgede emperyalistler arası
hesaplaşma sonlanmış olmaktan çok uzaktır.
-Ortadoğu'nun
durumu belli; ABD-Rusya, ABD-İran, Türkiye-İran ve diğer bölge
ülkeleri arasındaki çıkar çatışmaları vekalet savaşı
boyutlarında sürmektedir. Ortadoğu'nun haritası bu
çelişkilerin/çatışmaların nasıl sonuçlanacağına bağlı
olarak yeniden şekillendirilecektir.
4-Türkiye
coğrafyası Türk burjuvazisinin üç kıtaya doğrudan ulaşmasına
imkan vermesinin ötesinde Okyanuslara açılmasını da mümkün
kılan bir coğrafyadır. Cebelitarık Boğazı üzerinden
Atlantik
Okyanusu'na ve Süveyş Kanalı üzerinden de Hint Okyanusu’na
açılan bir coğrafya.
5-Ticari
ulaşım bakımından:
Türkiye
coğrafyası doğuyu batıya (Asya'yı Avrupa'ya) kuzeyi güneye
(Rusya'yı Akdeniz'e ve okyanuslara) bağlayan kavşaktır. Burada
söz konusu olan, özellikle kara ve deniz yollarıdır (karayolu,
demiryolu, deniz ulaşımı ve boru hatları).
Dünya
çapında enerji (petrol ve doğal gaz) kaynaklarının % 70’i
Türkiye coğrafyasının etrafında yer almaktadır. Bu enerjinin
çıkarımı ve dünya pazarlarına sevkıyatı üzerine rekabet
henüz sonlanmamıştır. Sevkıyat konusunda emperyalistler arası
rekabet; Rus emperyalizmini dışlayarak bu enerjiyi dünya
pazarlarına ulaştırma çabaları Türkiye'yi önemli kılmaktadır.
Mevcut boru hatları ve yapımı planlananlar (Azerbaycan,
Türkmenistan doğal gazı, Irak petrol ve doğal gazı vs.).
Türkiye,
Karadeniz ve Hazar havzası ülkelerinin dünyaya açılan yegane
deniz kapısıdır.
5-
İşbirliği veya müttefiklik ilişkilerinin olmadığı koşullarda
Türkiye coğrafyası Rusya'nın Güneye (Akdeniz yönü) açılması
önünde fiziki bir engeldir. Aynı zamanda AB'nin (üyesi olan
Almanya, Fransa ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerin) Balkanlar
üzerinden Ortadoğu ve Kafkasya/Hazar Havzasına açılması önünde
fiziki bir engeldir.
6-Doğu
Akdeniz'de bulunan enerji kaynakları üzerine rekabet de Türkiye
coğrafyasını önemli kılmaktadır. Kaynakların paylaşılması
üzerine rekabetin yanı sıra üretilen enerjinin Avrupa pazarlarına
taşınması bakımından Türkiye coğrafyası tartışmasız
avantajlara sahiptir.
Bütün
bu nedenler Türkiye coğrafyasını benzersiz “belalı” bir
coğrafya yapmaktadır. Ne İran ne Yunanistan, bağımsız olsa ne
Kürdistan ve ne de Suriye bu özelliklere sahiptir”
(İ. Okçuoğlu; “IŞİD'e Karşı Savaşının Jeopolitikası -
“Belalı” Coğrafya” Aralık 2014).
Bu
nedenle faşist rejime, hükümete ve diktatöre yönetilen
eleştiriler, coğrafyanın bu özellikleri dikkate alınmazsa
etkisiz kalır, anlamsız olur ve burjuvazi tarafından kullanılan
bir silaha dönüşebilir. Bunun böyle olabileceğini, Suriyeli
göçmen sorununda ve Suriye sorununun çözümü için uluslararası
toplantı hazırlık çalışmalarında görmekteyiz. En basitinden,
Erdoğan'sız bir Türkiye, Suriye kaynaklı göçmen sorunu
nedeniyle Merkel'in ziyaretinden sonra Erdoğan'lı Türkiye ile
devama dönüşmedi mi AB açısından?
Emperyalistler
açısından Türkiye'de kimin yönettiğinden ziyade, kendi
çıkarları doğrultusunda hareket edenlerin yönetmesidir. Bu
çıkarlar, sadece Türkiye sınırları içinde olanlarla sınırlı
değildir; emperyalist ülkeler için Balkanlar'daki, Hazar
Havzası/Kafkaslar'daki, Ortadoğu'daki emperyalist çıkarların
geleceği bakımında da Türkiye önemlidir.
Devrimci,
sosyalist Türkiye de bu stratejik özelliğinden dolayı ya
kapitalist dünya tarafından boğulmakla karşı karşıya
kalacaktır veya da dünya devriminin ilerletilmesinde bu stratejik
konumunu kullanacaktır.
Ortadoğu
halklarının kaderi emperyalist ülkelere ve işbirlikçileri
bölgesel gerici güçlere bağlı değildir.
Ortadoğu
halklarının özgür geleceği kendilerine, sergileyecekleri iradeye
bağlıdır; bu özgür geleceği, kendi kaderlerini kendi ellerine
aldıklarında elde etmiş olacaklardır. Ortadoğu'da yaşayan
halklar (Arap, Kürt, Ermeni, Ezidi, Fars, Türk, Türkmen)
emperyalist ülkelerin ve bölgesel gerici devletlerin/güçlerin böl
ve yönet, hakim ol oyununu bozdukları ve özgürlük ve demokrasi
mücadelesinde birleştikleri oranda kendi gelecekleri üzerine karar
verebileceklerdir. Bu mücadele için Ortadoğu halkları, işçi
sınıfı ve emekçileri kendi devrimci öznesini; örgütlülüğünü
oluşturmak sorunuyla karşı karşıyadır.
Bölgemizde
ezilen ve sömürülen sınıf ve toplulukların taleplerinde
ortaklık, kurtuluşun, özgürlüğü ve demokrasiyi, ilerisinde
sosyalizmi elde etmenin demokratik ve sosyalist Ortadoğu
federasyonundan geçtiğini göstermektedir. Bu da bölgesel devrimin
bir ifadesidir.
Rojava
Devrimi, sadece Ortadoğu'da değil, bütün dünyada yol gösterici
bir rol oynamaktadır. Rojavalı
Kürtler Suriye'deki kanlı boğazlaşmanın dışında kaldılar ve
yüzbinlerce insanın katledilmesine ortak olmadılar. Ülkedeki iç
savaş ortamının beraberinde getirdiği, ortaya çıkardığı
çelişkilerden yararlanarak kendi özerk yönetimlerini
oluşturdular.
Rojava
Devrimi, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'yu yeniden biçimlendirme,
bu nedenle “rejim değişimi” perspektifine hiç uymadığı
gibi, Rus emperyalizminin çıkarlarına ve İran'ın Şii eksenli
yayılmacılığına da (Irak-Suriye, Hizbullah/Lübnan) hiç
uymamaktadır. Bu nedenle ABD ve Rusya'nın başını çektiği
emperyalist güçler ve bölgenin sömürgeci, gerici, faşist
ülkeleri Rojava Devriminde ve Kanton yapılanmasında; özerk
yönetimde ifadesini bulan iktidar seçeneğini, kendi kaderini
bizzat tayin etme iradesini boğmak için her fırsatı
kullanmaktalar. Çok sayıda rekabetçi, sömürgeci gerici ve
faşist gücün “it dalaşı”na giriştikleri görece dar bir
alanda devrim yapmak ve bunu başarıyla devam ettirmek için büyük
bir iradeye gerek vardır.
Bu
irade sadece bu devrime önderlik eden Kürt halkında değil, aynı
zamanda emperyalizme ve gericiliğe, faşizme, sömürgeciliğe karşı
mücadele ediyorum diyen bütün güçlerde de olmalıdır. Rojava
Devriminin bir parçası olma adımları bu yönde atılan
adımlardır.
*
1) Türkiye
inşa edilmiş ve proje halinde kalan petrol ve doğal gaz boru
hatları:
Mavi
Akım Doğalgaz Hattı
BTC
(Bakü-Tiflis-Ceyhan) Petrol Boru Hattı
NABUCCO
Doğalgaz Boru Hattı
Şahdeniz-Hazar
Denizi Doğalgaz Boru Hattı
Türkmenistan-Türkiye-Almanya
Doğalgaz Boru Hattı
Irak-Türkiye
Petrol Boru Hattı (Kerkük - Yumurtalık Petrol Boru Hattı)
TANAP
(Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı) Projesi
Trans
Adriyatik Doğalgaz Boru Hattı
-Türkiye-Yunanistan-İtalya
Doğalgaz Boru Hattı
Irak-Türkiye
Doğalgaz Boru Hattı
İran-Türkiye
Doğalgaz Boru Hattı
Katar-Türkiye
Doğalgaz Boru Hattı
Arap
Boru Hattı Projesi
2)
Kuzey Akımı-2 projesini New European Pipeline AG. adında yeni bir
şirket inşa edecek. Merkezi Zug'da (İsviçre) olan bu şirketin
yüzde 51 hissesi Gazprom’a, yüzde 10’ar hissesi E.ON (Almanya),
BASF SE/Wintershall Holding Company (Almanya), Shell (Hollanda) ve
OMV’ye (Avusturya) aittir. Yüzde 9 hisse de ENGIE’nindir
(Fransa).
*
Bir
sonraki yazı: BİR AYRIK OTU HİKAYESİ!