deneme

31 Ekim 2015 Cumartesi

ORTADOĞU CEHENNEMİ - DAR ALANDA JEOPOLİTİK “İT DALAŞI”



ORTADOĞU CEHENNEMİ
DAR ALANDA JEOPOLİTİK “İT DALAŞI”

Rusya, Suriye eksenli Ortadoğu sorununda sessizliğine son verdi ve bölgedeki güçler dengesinde kartlar yeniden karıldı. 28 Eylülde (2015) BM Genel Kurulu'nda konuşan Rusya Başkanı W. Putin, ABD'nin art niyetli, aptalca olduğu kadar başarısız da olan; bölgeyi kaosa sürükleyen Ortadoğu politikasına artık göz yummayacağını açıkladı. Bu konuşmadan veya o an için verbal olarak Ortadoğu'da kartların yeniden karılacağına işaret eden Putin, iki gün içinde Duma'dan aldığı yetki ile Suriye iç savaşına askeri olarak müdahil oldu ve IŞİD'e karşı mücadele adı altında Esad rejimine karşı savaşan diğer güçlere hava saldırıları başlattı.


Rusya'nın Esad rejimi yanında savaşa doğrudan dahil olmasıyla savaşan-destekleyen güçler dengesinde değişimin olmasının yanı sıra bu güçlerin yeniden saflaşması da gündeme geldi. Bütün Ortadoğu'yu cehenneme dönüştürme gücüne sahip Suriye eksenli bu iç savaşta sahada savaşanlar açısından değişen tek şey, o güne kadar bilinenin resmen ilanı olmuştur: Esad rejimi ancak ve ancak Rusya, İran, Hizbullah (Lübnan) ve Irak merkezi hükümeti tarafından verilen destekle ayakta kalabilir. Özellikle Rusya ve Iran'ın her bakımdan askeri yardımı olmaksızın Esad'ın ayakta kalması mümkün değildir. Ülkenin ancak yüzde 25-30'unu kontrol edebilen Esad rejimi, geleceğini Rusya-İran çıkarlarına teslim etmiş durumdadır.

Rus emperyalizmi, Esad rejiminin devamını sağlamak için savaşa müdahil olduğunu açıkladı. Tabi bu, dünya kamuoyuna yapılmış bir açıklamadır. Esad rejiminin ayakta kalmasını sağlamak veya onu korumak tek başına bir şey ifade etmiyor. Neden böyle bir rejimin yanında yer aldığı sorusunun cevabını Ortadoğu'nun dünya jeopolitikasında ve hammadde kaynaklarında sahip olduğu konumda aramak gerekir. Bu, Rusya için geçerli olduğu kadar ABD, Çin, AB ve bölgesel güçler için de geçerlidir.

Rusya, ABD güdümlü koalisyon güçlerinin aksine Suriye iç savaşında Esad rejimine karşı mücadele eden güçlerin hepsini hedef almaktadır; Rusya açısında IŞİD, “ılımlı İslami güçler” türünden bir ayrımın önemi yoktur. Bu güçlerin Suriye'de kontrol ettikleri alanın coğrafi konumu farklı olsaydı durum ne olurdu orasını bilemeyiz. Ama Rusya hava saldırıları eşliğinde Esad ordusunun özellikle IŞİD'in hakim olmadığı, buna karşın El Nusra, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve başkaca İslami grupların hakim olduğu bölgelere saldırması Rusya'nın esas amacının ne olabileceğine işaret etmektedir.

Rusya şimdilik, ABD güdümlü koalisyon güçlerinin havadan saldırdığı IŞİD'den ziyade öncelikle ABD'nin, Körfez ülkeleri ve Türkiye'nin doğrudan desteklediği ÖSO ve başkaca İslami gruplara saldırmaktadır. Rusya bu “aykırı”lığının yanı sıra Irak'ta kendi kontrolünde olan İran-Irak merkezi hükümeti katılımlı ve Irak'ta IŞİD'e karşı mücadele amaçlı bir Enformasyon Merkezi kurarak da Amerikan emperyalizminin çıkarlarına dokunmuştur. Rusya'nın Suriye'de sahaya çıkmasına kadar Türkiye ile de öncelik ve hedef konusunda sürtüşen ABD, “kontrollü bir geçiş”ten bahsetmeye başlamıştır. Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry, Rusya'nın Esad rejimi yanında savaşa katılmasından sonra “kontrollü geçiş” zorunluluğunun yanı sıra, Esad rejimine karşı mücadele eden İslami güçleri uyarma babında olsa gerek, Esad sonrası Suriye'de seküler bir rejimin söz konusu olabileceğini ve bu konuda Rusya'nın da aynı düşüncede olabileceğini açıklamak zorunda kalmıştır. Açık ki, ABD güdümündeki koalisyon, Suriye'nin geleceğinde Rusya'nın rolünü göz ardı edemeyeceğini kabullenmiştir; bunun sonucu olarak IŞİD karşıtı koalisyonun diğer güçleri de belli bir dönem için de olsa Esad'ı hesaba katan bir çizgiye gelmişlerdir. Almanya'nın yanı sıra Fransa ve İngiltere, Esad “herhangi bir zaman” sonra gidecek, Esad'ın “hemen, ilk günde gitmesi gerekmez” türünden açıklamalar yapmışlardır. Bu yeni diplomasi kervanına en son katılan da Türkiye olmuştur.

Suriye'nin geleceğini belirlemek için doğrudan veya dolaylı savaşan güçlere şimdi bir de Rusya eklenmiş ve birbirinden tamamen farkı düşünen irili-ufaklı dört kamp oluşmuştur: 1)Çıkarlarını Esad rejiminin devamına bağlayan Rusya-İran ve onları destekleyen Çin. 2) Suriye'nin geleceğini belirleyecek olan barış görüşmeleri başlamadan önce Esad rejimi yıkılmalı ve Esad gitmelidir diyenler; ABD güdümlü koalisyon bu görüştedir. Rusya'nın savaşa katılmasından sonra bu görüş, Esad hemen gitmese de olura evrilmiştir. 3) Aralarında farklılıklar da olsa İslami bir rejim kurmak için mücadele eden bütün İslami güçler. 4) Demokratik bir Suriye talep eden Rojava Kürtleri, PYD.

Geriye dönüşü olmayan süreç:
Suriye'de -buna Irak'ı da dahil edebiliriz- savaşan güçlere Rusya'nın da katılmış olması, bu ülkenin savaş öncesi durumuna yeniden dönemeyeceğini daha da güçlendirmiştir. Yukarıda belirttiğimiz dört farklı gücün her biri kendi görüşü doğrultusunda şekillenmiş bir Suriye istemektedir. Savaş öncesi statükoya en yakın duran Rusya bile, yüzbinlerin ölümüne neden olan bir Esad ile fazla yol alamayacağını bilmektedir. Bu bakımdan sınırları sömürgeci Sykes-Picot Anlaşmasına (1916) göre çizilmiş bir Suriye'nin yeniden dirileceği ihtimali oldukça düşüktür. Irak'ı da aynı gelişme içinde görmek gerekir. Aynı şekilde ülkenin birbirine karşı savaşan mevcut güçler tarafından parçalanmış statükosunun da devam etmesi mümkün değildir; geleceğin Suriye'si ne iç savaş öncesi Suriye'dir ne de mevcut statükoda olan Suriye'dir. Birbirine karşı bir biçimde doğrudan ve dolaylı savaşan çok sayıda gücün birbirini dışlayan çok sayıda çıkarları vardır. Öyle ki, belli bir bütünsellik arz eden güçler arasında dahi çıkar farklılığı söz konusudur. Örneğin IŞİD'e karşı koalisyonda ABD'nin, Fransa'nın, İngiltere'nin S. Arabistan'ın, Türkiye'nin çıkarları her zaman örtüşmemektedir.

Rusya'nın birkaç ay devam edecek denilen askeri hamleleri, sonuçta Suriye'yi diğer güçlerden temizlemeyecektir; en fazlasıyla Esad rejimini canlandırarak gündeme gelecek olan barış görüşmelerinde hem kendi elini hem de Esad'ın konumunu güçlendirmiş olacaktır. (Rusya'nın kendi elini güçlendirmesinin ne anlama geldiğini aşağıda ayrıca ele alacağız).

Rusya'nın hava bombardımanları, dar alanda “it dalaşı”nı tehlikeli boyutlara taşıyabilir. Gerçekten de çöl olan kısmını çıkartırsak oldukça dar bir alanda Rusya ve NATO (emperyalist ülkeler olarak ABD, Almanya, Fransa, İngiltere) savaş içinde karşı karşıya gelebilirler. Nitekim, Rusya'nın Türk hava sahasını birkaç kez ihlali, “yanlış” yerleri bombalaması, Rusya ve ABD arasında “kaza”ları engellemek için görüşme yapmayı kaçınılmaz kılmıştır. Nitekim bu anlamda görüşülmüş ve tedbirler alınmıştır. Bu durum ilerde bir nevi danışıklı dövüşün olabileceğine de bir işarettir.

Diğer taraftan Rusya ve ABD güdümlü koalisyon, birbirlerine karşı belli bölgelerde “uçuşa yasak bölge” ilan edebilirler. Bu durumda söz konusu bu güçlerin bu bölgelere girmesi tabulaştırılmış olur ve aynı zamanda Türkiye'nin ısrarla üzerinde durduğu Afrin-Kobane kantonları arasındaki bölgenin uçuşa yasak bölge veya başka bir tanımlama adı altında kontrol altına alma hevesi sonlanabilir veya tam tersi bu bölge Türk ordusu tarafından işgal edilebilir. Türkiye'nin doğrudan savaşa katılmasını ve NATO-Rusya arasındaki çelişikleri oldukça keskileştirebilecek bu tehlike vardır.

Rus emperyalizmi Putin'in hamlesiyle Suriye satranç tahtasında figürleri kendi lehine olacak biçimde yeniden yerleştirme başarısını göstermiştir. ABD güdümlü koalisyonun ve özellikle de Türkiye'nin isteğinden bağımsız olarak bu ülkenin geleceğiyle ilgili görüşmelerde Rusya, masanın bir köşesinde ve güçlü bir konumda yer alacaktır. Bu sadece Suriye sorunuyla ilgili olarak kalmayacaktır; Amerikan emperyalizmi önderliğinde Batılı emperyalist güçlerin; özellikle de ABD'nin Rusya'yı geriletme, çembere alma, somutta da Ukrayna savaşı, Kırım'ın işgali vesilesiyle ablukaya alarak ambargo uygulaması, Rusya'yı dünya kamuoyu önünde 2. sınıf bir ülke konumuna düşürme çabaları olarak da görülebilir. Şimdi, Suriye sorunundan dolayı Rusya'nın Ukrayna-Kırım çıkmazından kurtulmasının ve bir dünya gücü olarak eyleyişte bulunmasının yolu açılmış gibi gözükmektedir.

Birtakım avanak küçük burjuva çevrelerin, Rusya'nın Suriye'deki iç savaşa doğrudan katılmasını ilericilik, hatta devrimcilik adına olumlamaları, “anti-emperyalist” Suriye rejimini kurtarmaya çalışması bu ülkede kan akışını asla durdurmayacaktır; Rusya, henüz göç etmemiş halkı ve Esad rejimine karşı mücadele eden İslami güçleri sindirmek için katliamlarını sürdürecektir.
Diğer taraftan Rusya'nın açıktan taraf olması, bir biçimde silahların susturulması anlamına da gelmiyor; Rusya, Suriye'nin eski sınırları içinde yeniden var olamayacağından hareketle belli bölgelerde, kendi güdümünde küçük bir Suriye'nin temellerini atmak için hava ve kara harekatıyla temizlik yapmaktadır. Bu temizlik sonuçlanana kadar da Suriye'de kan dökmeye, katletmeye devam edecektir.

Rusya'nın Suriye hamlesi, ABD güdümlü koalisyonu dünya kamuoyu önünde zor durumda bırakmıştır. Öyle ki, birçok Amerikan Başkanına danışmanlık yapan jeopolitika uzmanı Z. Brzezinski, Financial Times'a yazdığı bir yazıda Rusya'nın Suriye sorununa bu biçimde müdahalesinin ABD'nin inanırlığının ve güvenirliğinin sarsılmasına bir neden olmuştur, buna cevap verilmelidir, bu durum kabul edilebilir değildir demek zorunda kalmıştır.
Brzezinski daha da ileri giderek, Rusya'nın ve onu destekleme durumunda olan veya doğrudan desteklemese de, duruşuyla destekleyen Çin'in Ortadoğu, somutta da Suriye planlarının kendileri açısından başka boyutlar alarak etkisini Rusya ve Çin'de gösterebileceği tehdidini de savurmuştur. Aslında bu, ABD başta olmak üzere bütün Batılı emperyalist güçlerin Rusya ve Çin'i iç sorunlarla boğma ve rekabet gücünü kırma çabalarından başka bir şey değildir. Burada Brzezinski, bilineni tekrar ediyor; Ortadoğu sorunu, merkezi ve Kuzeydoğu Asya'ya yayılabilir ve bu da Rusya ve Çin'i olumsuz etkileyebilir. Böylece Suriye'de faaliyet gösteren İslami güçlerin Rusya ve Çin'e geri dönebileceklerine ve kaldıkları yerden orada devam edeceklerine ve bunun da destek bulacağına işaret etmektedir.

Rusya'nın Suriye hamlesinden en çok rahatsız ve tedirgin olan ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Burjuva basında Rusya'nın Suriye hamlesiyle Türkiye'ye hangi mesajları verdiği üzerine; Türkiye-Rusya arasındaki ticaret kapasitesi üzerine; her iki ülkenin bir birinden kolay kolay vazgeçemeyeceği vb. üzerine bolca değerlendirmeler yapılmıştır. Şüphesiz ki, Rusya'nın Suriye hamlesi Türk burjuvazisinin canını acıtacak sonuçlar da verebilir. Ama Rusya'nın Suriye hamlesinin Türkiye'nin bölgesel olarak canını acıtacak olmaktan çok çok öte bir anlam taşıdığını unutmamak gerekir. Bu nedir?
Burada iki jeopolitik ve stratejik anlayış söz konusudur:
Asarım keserim horozlanmasını bir kenara bırakırsak Türkiye, belli bir jeopolitik kampla ortak hareket etmeksizin ne bölgede ne de daha geniş alanda bölgesel güç olma etkisini gösterebilir. Tamam, Türkiye bölgesel önemli bir güçtür, ama sorun dünya çapında güçlerle karşı karşıya gelince değişmektedir. Bu anlamda Türkiye, Amerikan jeopolitik eksenli cephede yer almaktadır. Bu, bu cephede yer alan güçlerle çelişkili durumunun olmadığı anlamına gelmez.

Diğer taraftan veya Türkiye'nin bu konumlanmasından dolayı Rusya'nın Suriye hamlesi, hava sahasını ihlal etmesi vs. doğrudan Türkiye'ye verilen bir gözdağı değildir; bu, Rusya'nın Suriye sorunu üzerinden NATO'ya verdiği “ben buradayım, beni hesaba katmak zorundasınız” mesajıdır.
Böylelikle Rusya, Batı dünyasına 'Ortadoğu'da, Doğu Akdeniz'de var olmam için Esad gibi bir diktatörü ve rejimini yeniden diriltmek zorundayım, Suriye'nin geleceği için konuşmak isteyenler bunu hesaba katmalılar' mesajını vermiştir. Bu mesaj, Amerikan emperyalizmi, AB'nin emperyalist ülkeleri ve son olarak da Türkiye tarafından doğru okunduğu için veya doğru okumak zorunda kaldıkları için 'Esad'lı bir geçiş'ten bahsetmeye başlamışlardır.

Dar alanda iki jeopolitik kampın “it dalaşı” nedenlerine; Ortadoğu'nun stratejik-jeopliitik ve ekonomik önemine ve bunun beraberinde getirdiği rekabete geçmeden önce Suriye merkezli olarak ortaya çıkan yeni gelişmeler ışığında bazı çelişkileri kısaca ele alalım.

Ortadoğu bağlamında Rusya-İran ilişkileri:
İran'ın Ortadoğu politikası, bölgesel güç politikasıdır ve esas amaç, Şii eksenli bir nüfuz alanına dayanarak rekabet etmektir. Bu politika üzerine daha önceki birkaç makalede durulmuştu. Mezhebe dayalı bu nüfuz politikasının altında yatan çıplak bir rekabettir; bu rekabetin bir yanında İran varken diğer yanında da bölgesel güç olarak Türkiye ve S. Arabistan, küresel güç olarak da Amerikan emperyalizmi var.

Rusya ise Ortadoğu'da bölgesel bir güç olarak değil, küresel bir güç olarak; jeopolitik yeteneğe sahip güç olarak bulunmaktadır. Bu durumda her iki gücün (Rusya-İran) ilerlemesinin önünde en büyük engeli ister yalın olarak, ister NATO veya AB çerçevesinde olsun başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere Batılı emperyalist güçler oluşturmaktadır. Bu güce karşı mücadelede İran ve Rusya'nın politikaları örtüşmektedir; onları ortaklaştıran sadece Ortadoğu'da değil, başka alanlarda da ABD eksenli oluşuma karşı rekabettir.

Rusya, Suriye'de etkili bir hamle yapmıştır. Bu hamlenin ne denli etkili olduğunu, ne derece yok edici hava bombardımanı yaptığından ziyade ABD eksenli ittifakın şaşkınlığından ve hemen “Esad'lı bir geçiş” sürecinden bahsetmeye başlamasından anlıyoruz. Bu hamle, Esad rejimi açısından son bir umut olarak görülmelidir. Rusya'nın, tek başına veya daha ziyade kendi gücüne dayanan destekle Esad rejimine yeniden bir yaşam olanağı sağlayıp sağlayamayacağı soru götürür. İşte tam da burada savaşın başından beri Esad rejiminin yanında yer alan ve bu rejimi her bakımdan destekleyen; fiilen savaşan İran ve Hizbullah faktörü devreye girmektedir.

Bugün pek açığa çıkmasa da görünen köy kılavuz istemez; bir taraftan Rusya, diğer taraftan da İran ve Hizbullah, Esad rejimi üzerinde kontrolü kendi lehlerine çevirmek için bir rekabet içindeler. Esad rejimi, küresel bağlamda kendini yeniden konuşulabilir yapan Rusya'ya minnettar olurken ve bunu dile getirirken, sahada askeri, silahı ve lojistiğiyle savaşan İran ve Hizbullah ile minnettarlığın ötesinde bir ilişki içindedir veya en azından böyle olması gerekir. Açık ki, Esad rejimini yeniden canlandıran bu güçler kendi aralarında bir rekabet içindeler. Bugün pek görülmeyen bu rekabet, belli bir zaman sonra; Suriye eksenli sorunun ABD eksenli koalisyon aleyhine gelişmeye başladığında patlak verecektir.

Unutmamak gerekir ki, ABD eksenli koalisyona karşı ortak hareket etmenin gerekliliğinden dolayı Rusya ve İran arasındaki özellikle Orta Asya'daki, Hazar Havzasındaki rekabet şimdilik geri plana itilmiş durumdadır.

Diğer bir olasılık da Suriye sorununun çözümünde ABD eksenli koalisyonun yön verici duruma gelmesidir. Bu durumda Rusya ve İran'ın Esad rejiminin yanında yer alıp almayacakları, nasıl ve ne ölçüde destekleyecekleri gündeme gelecektir.

Dış müdahale Suriye'nin bölünmesinin maddi zeminini hazırlıyor:
Yukarıda belirttiğimiz Suriye eksenli mücadelede yer alan dört farklı gücün hepsi Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduklarını açıklamıştır. Örneğin Rusya-İran ve onların yanında yer alan Çin, Suriye bölünmelidir dememişlerdir. Veya Esad gitmelidir diyen ABD güdümlü koalisyon da Suriye'nin toprak bütünlüğünden bahsetmektedir. PYD zaten demokratik Suriye talebiyle parçalanmamış bir Suriye'den bahsederken, İslami güçler, en fazlasıyla Suriye-Irak bütünleşmesinden bahsetmekteler. Ama bu dört tarafın attığı her adım; Suriye'de birbirlerine karşı kazandıkları her mevzi, bu ülkenin bütünlüğünü yeniden sağlamanın artık pek mümkün olamayacağını göstermektedir. Amerikan emperyalizmi kaynaklı Ortadoğu'yu veya “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” kapsamında Ortadoğu'yu bölme; küçük devletçiklere ayrıştırma ve böylece yönetme stratejilerini bir kanara koyarak ifade etmek istersek: Amerikan emperyalizminin Irak ve Suriye'de attığı adımlar, bu iki ülkenin, her biri kendi içinde demografik farklılaşmaya uğrayarak belli bir kopuşma sürecine girmesine maddi zemin oluşturmaktadır. Irak'ın fiilen üçe bölünmüşlük durumu (Kürdistan Özerk Bölgesi, Şii nüfusun yaşadığı alan dışında hiçbir rolü olmayan Irak merkezi hükümeti ve IŞİD'in kontrolünde olan Sünni nüfusun yaşadığı bölge) bunu göstermektedir; Güney Kürdistan'da Kürtler devletsel kurumlaşmıştır. IŞİD de kendine göre devletsel kurumlaşma sürecindedir. Şiiler de merkezi hükümetle devletleşmiş durumdadır. Hangi güç bu ayrışmayı ortadan kaldırır ve Irak'ın bütünselliğini sağlar ve bu bütünsellik ne kadar devam eder? Soru bu.

Suriye açısından da durum pek farklı değildir: Rojavalı Kürtler özerk yönetim ve özsavunmayla kantonlaşarak kurumlaşmış durumdalar. IŞİD, Suriye ve Irak'ı birleştirme amacındadır. ABD, hangi güçlerle Suriye'nin bütünsel yapısını koruyarak egemen güç olacağını bilemeyecek durumdadır. Türkiye, her ne kadar Suriye'nin bütünselliğinden bahsetse de bölünmekte olan Suriye'den bahsetmekte ve kendi nüfuz alanını oluşturma çabasındadır (Rojava'ya düşmanlık, uçuşa yasak bölge adı altında Halep kapılarına dayanan bir alan üzerinde hakimiyet). Rusya, şu andaki hava saldırılarıyla en azından Batı Suriye'yi kurtarma derdine düşmüş gözükmektedir.

Suriye ve Irak'ın bölünmesini gerçekten istemeyen tek ülke İran'dır. Çünkü devletçiklere bölünmüş bir Irak ve Suriye, İran'ın bölgesel çıkarlarına hiç hizmet etmeyecektir. Bölünmüş Irak ve Suriye, İran zenginliklerinin (petrol ve gaz) Irak-Suriye üzerinden Doğu Akdeniz'e taşınması önünde aşılamaz bir engel olacaktır. Bölünmüş Irak'ta Şii kesim İran ile beraber hareket etse de, bölünmüş Suriye'de İran'ın kendisiyle ortak hareket edecek Batı Suriye'ye ulaşabilmesi için Sünni Irak ve Sünni Suriye'yi bir veya iki devletçik olarak aşması gerekir. İmkansız olan da budur. Bu nedenden dolayı İran, her iki ülkenin bölünmesine karşıdır; en azından çıkarları gereği karşı olması gerekir.

Tabii bir ihtimal daha var: Esad gider, rejimi yıkılır; İslami güçler yenilir ve yeni bir Suriye'nin kurulması için görüşmelerde ABD ve Rusya masada karşı karşıya gelirler. Böylece Suriye eksenli hegemonya mücadelesi, rekabet yeniden, farklı koşullarda başlamış olur.

Rusya'nın çıkarları sadece Suriye ile sınırlı değildir:
Rusya, her ne kadar Suriye'deki varlığımız sınırlı dese de bunun gerçekle hiçbir alakası yoktur. Rusya, Esad'ı sevdiğinden, rejimini demokratik bulduğundan veya bu rejimle ideolojik bir bağı olduğundan dolayı Suriye'de değil. Rus emperyalizmi açısından Esad ve rejimi, Rusya'nın Suriye'de varlığını sağladığı ölçüde önemlidir, bir “dost” ülkedir. Hepsi bu kadar.

Rus emperyalizminin hesabı küreseldir; jeopoltikitir, jeostratejiktir. Rusya, dünyanın en büyük jeopolitik ve jeostratejik güçlerine karşı (ABD, AB içinde Almanya, Fransa, İngiltere) Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Afrika açılımlı alanlarda; diğer bir ifadeyle “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” alanında yerinde, alanda rekabet edebilmek için Suriye'dedir. Bu rekabette Suriye, Rusya'nın elinde olan tek üstür. Rus emperyalizmi şimdilerde adı kalmış pratikleştirilmesi olanaksız gözüken Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti anlamına gelen “Avrasya jeopolitiksı”nın güneydeki olmazsa olmaz hakimiyet alanı olan “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”nin -Fas'tan Pakistan'a, Afganistan'a uzanan bu alanın aslında Rusya'yı çevreleme, ülke sınırlarına mahkum etme ve sınırlarında yıpratma, geriletme projesi olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu nedenle Esad'ın davetini veya zorlamasını sürekli erteleyerek, “zamanı gelince yapacağımı biliyorum” diye düşünerek hareket etmiş ve bu hamlesinin de gösterdiği gibi beklediği o zaman gelmiştir. Amerikan emperyalizmi ve ortaklarının dünya kamuoyu önünde çözüm üretmiyorlar, IŞİD'e karşı gerçekten savaşmıyorlar, bölgeyi bilerek kaos içinde tutuyorlar, bölmek ve yönetmek istiyorlar durumuna düşmesinden sonra kurtarıcı olarak harekete geçmiştir.

Suriye'nin Akdeniz kıyısındaki (Tartus şehri) küçük deniz üssü, Rusya'nın ülke dışındaki tek üssüdür. Rusya, Tartus deniz üssünü genişleterek (kara ve hava üsleri), güçlendirerek bölgede var olacaktır. Bu üssün kendinde kalması için karşımızda şeytanla ortaklık kurabilecek; ABD ile anlaşabilecek, ülkenin bölünmesine evet diyebilecek bir Putin önderliğinde bir emperyalist gücün olduğunu unutmamalıyız. İleride nasıl bir gelişme olur onu şimdiden bilemeyiz, ama Suriye'nin şimdilik en azından bir parçası Rusya'nın nüfuzu altına girmiştir.

Rusya'nın Suriye'de iç savaşa müdahil olması geri tepebilir:
Diğer taraftan Rusya, Suriye'de aslında Kafkas bölgesinden ve Orta Asya'dan gelen İslami güçlere karşı savaşmaktadır. Belki de onları Suriye'de yenerek, yok ederek bu sorundan kurtulmak istemektedir. Ama bunun ne denli tehlikeli bir oyun olduğunu Rus burjuvazisinin bilmesi gerekir. Hem IŞİD hem de El Nusra saflarında savaşan bu İslami güçler Rusya içlerinde örgütlü durumdalar ve Suriye'den atıldıklarında bunların sadece Türkiye'de kalacaklarını ve Türkiye'ye sorun olacaklarını düşünmek bir aptallıktır. Bu güçler mücadeleye Rusya'da kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Bunun böyle olması için ABD başta olmak üzere onun çizgisinde olan, Rusya'nın güçlenmesini kendi çıkarlarına ters bir gelişme olarak gören bütün ülkeler, başta da Türkiye ellerinden geleni yapacaklardır. Rusya, o zaman SSCB olarak Afganistan'ı işgalden sonra özellikle Amerikan emperyalizminin İslami güçleri nasıl örgütlediğini ve Rus işgalci güçleriyle savaşmaları için sahaya sürdüğünü bilmiyor olamaz. Veya IŞİD'in Amerikan emperyalizmi tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nasıl örgütlendiğini ve sahaya sürüldüğünü bilmiyor olamaz. İslam güçlerin Suriye'den atılmaları ve Rusya'nın Ortadoğu'da “dişli” rakip olarak yerleşmesi durumunda jeopolitik açılımları tehlikeye düşecek olan Amerikan emperyalizmi, bu güçleri yeniden ve daha güçlü olarak Rusya içlerinde mücadeleye yönlendirebilir ve bunu yapmaması dünya kamuoyu önünde Amerikan emperyalizminin Rus emperyalizmi karşısında “tek dişi kalmış canavar” konumuna düşmüş olduğunu gösterir.

Rusya-Türkiye-PYD ilişkileri bakımından:
Putin, Suriye'de sadece PYD'nin IŞİD'e karşı gerçekten savaştığını belirterek ilişki kurmak ve mücadeleyi ortaklaştırma bakımından adımları atılması için yeşil ışık yakmıştır. Nitekim kısa bir zaman sonrasında PYD-Rusya görüşmeleri olmuş ve Moskova'da bir büronun açılması gündeme gelmiştir. Sorun sadece PYD ile sınırlı kalmayacaktır; Rusya, Türkiye, Irak ve Suriye'de Kürt güçlerini kendi çizgisine çekmek ve böylece bu alanda da Amerikan emperyalizmini dışlamak için elinden geleni yapacaktır. Bu hamlesiyle Rusya, Türkiye'nin “kırmızı çizgileri”ne dokunmuştur. Türk burjuvazisinin ulusal tehdit olarak algıladığı PYD ile ilişki ve onu desteklemek (silah, lojistik) vs. iki gelişmeye neden olabilir: Bunlardan birisi, Suriye'de Rusya ve Türkiye'nin karşı karşıya gelmesi ve ikincisi de Türkiye'ye göre Rusya'nın “camdan evi olanın komşusunun evine taş atması” durumunda olacağıdır. Daha öncesinde Türkiye'nin Rusya içlerinde Türk Müslüman kökenlileri “kaşıdığı” dönemlerde Rusya, bu sözü Türkiye için kullanmış ve ben de bazı aktörleri harekete geçirebilirim, bu nedenle bu türden faaliyetlerden vazgeç babında bu sözü kullanmıştı. Şimdi, her iki ülke de camdan ev ve birbirlerine karşı taş atar duruma gelebilirler. Türk burjuvazisine göre Rusya Kürt kartını oynarsa, ona karşı ekonomi alanında mücadele yetmez, o halde İslami güçler kartı oynanmalıdır.

Tabii bu arada Türkiye'nin planladığı “güvenli bölge” (Cerablus-Azez arası) Türkiye'nin Rusya ile karşı karşıya gelmesine neden olabilecek başka bir sorundur. Bu bölge, Rusya'nın konuşlandığı ve üs olarak genişleteceği Lazkiye'ye oldukça yakındır. Rusya burada kurulacak güvenli bölgeye karşıdır. PYD de karşıdır. ABD, hem karşıdır hem de karşı değildir. AB ise şimdilik sessiz kalmayı tercih etmektedir, çünkü Türkiye'nin kapıları açmasından ve yüzbinlerce göçmenin AB kapılarına dayanmasından korkmaktadır. Bu nedenle belki de böyle güvenli bir bölgenin kurulmasından yana tavır alabilir. AB'nin bu tavır, Türkiye'nin bastırmasıyla (İncirlik üssünü kullanıma açması, işgal ederim tehdidini daha güçlü dile getirmesi veya sınırlardaki göçmen “şehirleri”ni söküp göçmenleri Suriye toprakların, söz konusu olan bu “güvenli bölge” alanına sürmesi vs.) ABD'nin “güvenli bölge” için harekete geçmesine bir neden olabilir. En azından Rusya'nın hareket alanını daraltmak ve Kürtlerle doğrudan ilişkiye girme olanağını sınırlandırmak için de bunu yapabilir.

Veya Rusya'nın savaşa müdahil olmasından dolayı sıkışan ABD, Türkiye'den daha çok yararlanmak için Türkiye'nin “güvenli bölge” veya uçuşa yasak bölge talebini, AB'nin göçmen akınından kaynaklı korkusuyla da birleşince daha kolay kabul edebilir; Suriyeli göçmenler bu alana yerleştirilebilir ve koruması da Türkiye'nin de katıldığı ABD veya ABD-AB gözetiminde Suriyeli muhalif silahlı güçlere -örneğin ÖSO veya “ılımlı” güçler- verilebilir. Bunun olabilmesi için ABD'nin Rusya'nın hamlelerİ karşısında hareket alanının sınırlanmış olması gerekir. Çünkü Rusya, Suriye üzerinde uçuşa yasak bölge tanımıyorum da diyebilir.

Suriye'de Rusya tarafından damarına dokunulan ABD sahada savaşacak güç temin etmek ve bu güçlerle Rusya-İran-Esad rejimi ilerlemesine karşı durmak -dolayısıyla dünya kamuoyu nezdinde prestijini kurtarmak- için El Nusra Cephesi, Ahrar-u Şam, hatta IŞİD gibi İslami örgütleri terör listesinden çıkartarak, silahlandırabilir ve Rusya-İran-Esad rejimine karşı savaşa sürebilir. Afganistan'da İslami güçleri Rus işgaline karşı eğitip donatıp savaşa süren ABD'den başkası değildi.

Amerikan emperyalizmi, Rusya'nın Suriye'de iç savaşa bu müdahalesine “bozulmuş” olsa da yapacağı bir şey olmadığı için gönülsüz rızasını açıklamak zorunda kalmıştır; yani ABD, Rusya'nın Suriye'de başarısız olması için elinden geleni yapacaktır. Öyle ki, Rusya'nın Suriye'de ortak düşmana dönüştürülmesini körükleyecektir. Bu anlamda İslami güçleri yönlendirmeye çalışacaktır. Belki buna IŞİD katılmayabilir veya katılmaz, ama ABD güdümlü koalisyon ve bölgesel güçler (özellikle Türkiye ve S. Arabistan) ÖSO ve diğer İslami muhalif güçleri ortak düşman olarak Rusya'ya karşı, dolayısıyla Esad rejimine ve İran'a karşı sahaya sürebilirler. ABD güdümlü koalisyon, Rusya'nın Suriye'deki her adımını, bombardımanını ve katliamlarını kullanarak Rusya'yı ortaklaştırılmış düşman haline getirebilir.

Rusya gücünü abartıyor olabilir mi?
Rusya'nın Suriye hamlesinin Ukrayna sorunundan bağımsız ele alınması yanlış olur. Ukrayna'da Rusya'nın Avrupa'ya açılan kapısında ABD ve AB tarafından köşeye sıkıştırılması; bu ülkenin Rusya etki alanından çıkması, Rus emperyalizmi tarafından kabul edilir bir durum değildi. Ukrayna üzerine ABD/AB-Rusya arasında keskinleşen jeopolitik rekabet, sonuçta bu ülkenin bir kısmının Rusya yanlılarının hakim olduğu, esas Ukrayna'da ise Batı yanlı bir rejimin hüküm sürdüğü fiilen bölünmüş bir ülke konumuna gelmesine neden oldu. Bu süreçte Rusya, jeopolitik çıkarları bakımından olmazsa olmaz önemi haiz Kırım yarım adasını işgal ederek kendi topraklarına kattı. Batılı emperyalist güçlerin ve Türkiye'nin, bu oldu-bitti karşısında kükreseler de yapacakları bir şey yoktu.

Ukrayna sorunundan dolayı Rusya, Batılı emperyalist güçlerin yaptırımlarına maruz kaldı ve bundan dolayı politik ve ekonomik olarak tecrit edildi. Rusya'nın BRICS kapsamında veya Çin ile ortaklığı temelinde bu tecrit çemberini boşa çıkartma çabaları da istenilen sonuçlar vermedi. Böyle bir süreçte Suriye'de iç savaşa müdahil olması, Rus emperyalizmi açısından Ukrayna sorunundan dolayı maruz kaldığı yaptırımlardan kurtulmanın; ekonomik ve siyasi olarak nefes almanın bir aracı olarak görüldü. Bu nedenle de Rus emperyalizm açısından Suriye, sadece Suriye değildir.
Rusya, Suriye’yi kaybetmekle Akdeniz’deki gelişmeler üzerinde pek fazla bir etkisinin olamayacağını ve sadece Güney Kıbrıs’ta Larnaka limanı dışında konaklayacak bir olanağının kalmayacağını bilmektedir.

Rusya, Suriye'de ve Suriye üzerinden önü açılan Ortadoğu'da ABD-AB'yi sıkıştırarak Ukrayna politikasında belli bir yumuşama sağlamayı düşünmüş olabilir; Ortadoğu'yu terk etmek istemeyen Batılı emperyalist ülkeler, Ukrayna sorunundan olayı uyguladıkları yaptırımları gevşetebilirler ve bu da ekonomik ve siyasi tecridin kırılmasına neden olabilir.

Daha şimdiden Rusya, kendi rızası olmayan bir Suriye çözümüne karşı olduğunu göstermiş ve açıklamıştır; sadece bu da değil: Rusya, Suriye'nin sırtına binerek Ortadoğu politikasında da söz sahibi olacağı, onun hesaba katılmadığı bir çözümün; gelişmenin, düzenlemenin olamayacağı mesajını vermektedir. Irak'ta bir enformasyon merkezinin kurulmuş olması (Rusya, İran, Irak merkezi hükümeti), Irak'ta da IŞİD'e karşı savaşmaya hazır olduğunu açıklaması, Irak merkezi hükümetinin Rusya'ya bu yönde bir çağrısının olduğu gerçeği bu anlayışının doğrudan ifadesidir.

Rusya, Ortadoğu'ya Suriye-Irak-İran veya Şam-Bağdad-Tahran hattı üzerinden girmiş oldu. Kürtler ne düşünürler bilmiyorum, ama Rusya bu eksene onları da eklemek için elinden geleni yapacaktır ve bunun açık dilendirilmesi, PYD değerlendirmesi ve kurmaya çalışılan ilişkidir.

Rusya'nın Ortadoğu'daki bu hamlesi, ABD, AB (özellikle Fransa, İngiltere, Almanya) ve bölgesel güç olarak Türkiye ve S. Arabistan (buna İsrail'i de katmak gerekir) tarafından kolay kolay hazmedilecek gibi gözükmüyor.

Ortadoğu'da pazarlığın, rekabetin koşulları değişiyor; Rusya'nın katılımıyla yeni güçler dengesi oluşuyor.
Bu durum karşısında Batılı emperyalist güçlerin boş durmayacağı; Rusya'yı her bakımdan ve küresel olarak sıkıştıracakları açıktır. Rusya, ekonomik ve siyasi olarak kırılgan hale gerilebilir ve böylece geri adım atması sağlanabilir. Ekonomik olarak yaptırımlar güçlendirerek kırılgan hale getirilirken, Ukrayna krizi derileştirilerek ve İslami güçler Rusya içlerinde harekete geçirilerek siyasi olarak da kırılgan hale getirilebilir.

DAR ALANDA JEOPOLİTİK “İT DALAŞI”
(ORTADOĞU'NUN STRATEJİK-JEOPLİTİK VE EKONOMİK ÖNEMİ)

Ortadoğu'nun stratejik-jeopolitik ve ekonomik önemini birbirinden ayırmak güçtür ve sorunun ele alınışı bakımından bazen de gereksizdir. Kapsamlı bir analiz yapılmak isteniyorsa bu ayrımı yapmak zorunludur. Ama bizim burada yaptığımız kapsamlı bir analiz değildir. Bu nedenle bu iki olguyu, stratejik-jeopolitik önemini ve bölgenin dünya ekonomisinde oynadığı rolü birlikte ele alacağız.

Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyetini nasıl gerçekleştireceğinin anlatıldığı Zbigniew Brezinski'nin “Die einzige Weltmacht, Amerikas Strategie der Vorherrschaft” - Yegane Dünya Gücü, Amerika'nın Dünya Hakimiyeti Stratejisi“ kitabında ayrıntılarıyla açıkladığı “Avrasya” jeopolitik anlayışı her ne kadar bugünlerde pek gündemleşmese de Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti veya en azından mevcut hakimiyetini sürekli kılmak için attığı adımlar, “Avrasya” jeopolitik anlayışının değişmediğini göstermektedir.

Aşağıdaki haritada (Bakz.. İ. Okçuoğlu; emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları, 2009, s. 228) bu jeopolitik anlayışın günümüzde de geçerli olduğunu görüyoruz.
Burada dikkatimizi çeken Mackender'ın “Avrupa Kıyı Bölgesi” ve Brezinski'in de “Batı” diye tanımladığı bölgenin SSCB'nin yıkılmasından sonra bugün AB ve NATO tarafından kontrol edilesidir. Brezinski'ye göre Rusya'yı Batıda çembere almak ve Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmek için Ukrayna'nın Rus hakimiyetinden çıkartılması ve Batı hakimiyet alanına dahil edilmesi gerekmektedir. Brezinski tanımladığı “Batı”yı Avrasya jeopolitikasının “demokratik köprübaşı”sı olarak görmektedir. Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin adeta arka arkaya AB ve NATO üyesi olmalarından sonra ABD kontrolünde Batılı emperyalist güçler, Ukrayna'yı Rusya'nın nüfuz alanından çıkartmak için savaş da dahil yer yolu denemeye başlamışlardır. Bugün ABD/AB-Rusya arasındaki bu rekabet, Ukrayna'yı bölme pahasında da olsa devam etmektedir.

Mackender'ın “Yakın ve Ortadoğu'nun kurak bölgesi” ve Brezinski'nin de “Güney” diye tanımladığı bölge “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” kapsamında olan bölgedir; bu bölge Fas'tan başlayarak Afganistan-Pakistan'a kadar uzanmaktadır. Dünya hegemonyası için rekabet günümüzde bu iki bölgede en şiddetli biçimde sürdürülmektedir.

Her ne kadar Amerikan emperyalizmi, Afganistan, Irak savaşlarında ve şimdi de Suriye iç savaşında istediği sonuçları elde etmiş olmasa da bu hegemonya mücadelesi devam etmektedir. Bu rekabet alanlarında petrol ve doğal gaz boru hatlarının önplana çıkartılmış olması, bu her iki alanın stratejik öneminin olmadığı anlamına gelmez. Yani sorun salt bir ekonomi sorunu değildir.

Rusya'nın Suriye iç savaşına müdahil olmasından sonra ortaya çıkan güçler dengesine baktığımızda şunu görmekteyiz:
Ukrayna'da ABD/AB karşısında Rusya.
Suriye'de ABD/AB-Türkiye, S. Arabistan-İsrail karşısında Rusya-Çin-İran durmaktadır.
Rusya, Amerikan emperyalizminin jeopolitik açılımının farkında olduğu için “Batı” bölgesinde Ukrayna'nın bir kısmı üzerinde hakim olarak ve Kırım'ı işgal ederek direnirken, “Güney” bölgesinde çembere alınmayı şimdilik Suriye eksenli Ortadoğu'da kırmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle iktisadi ve başkaca nedenlerin ötesinde Rusya'nın Suriye iç savaşına müdahil olmasının esas nedeni stratejiktir; çembere alınmayı bu alanda kırmak ve bunun ötesinde Ortadoğu'da ve Akdeniz havzasında jeopolitik oyunun belirleyici aktörlerinden birisi olmaktır.

Suriye eksenli Ortadoğu'da Rusya-İran ittifakı aslında görülebilir olan ama pek gündeme gelmeyen başka bir eksenin oluştuğunu da göstermektedir. Şimdi Rusya, İran-Irak merkezi yönetimi üzerinden de Suriye'ye nüfuz edebilecek bir olanak yakalamış oldu. Bu, aslında Rus emperyalizminin, İran'ın “Şii Hilali” sahasını kullanması demektir.

Bugün için, sessiz kalan, ama nerede durduğu bilinen Japonya dışında çok rekabet merkezli kapitalist dünyanın önde gelen emperyalist ülkelerinin hepsi Suriye gibi dar bir alanda karşı karşıya gelmişlerdir: Bu cephenin bir tarafında ABD/AB (Almanya, Fransa, İngiltere), bölgesel güç olarak Türkiye, S. Arabistan, İsrail yer alırken, diğer tarafında da Rusya, Çin, bölgesel güç olarak İran yer almaktadır.
Açık ki, burada, dar alanda şimdiye kadar pek görülmeyen bir karşıt güçler yoğunlaşması görmekteyiz.

Enerji sorunu üzerine dar alanda “it dalaşı”:
2009'da Doğu Akdeniz'de keşfedilen zengin petrol ve doğal gaz kaynakları bu bölgeyi jeopolitik açılımlar için stratejik öneminin ötesinde iktisadi bakımdan da önemli kılıyordu. Bu nedenle, dünya petrol ve özellikle doğal gaz; dolayısıyla enerji politikasını belirleme iddiası olan Rus emperyalizminin, Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın çıkarılmasında, işletilmesinde ve dünya pazarlarına sevkıyatında belirleyici önemi olan bir rekabet aktörü olması kendisi açısında kaçınılmazdı.
Petrol ve doğal gazı dünya pazarlarına sevk etmek, bunun için gerekli boru hataları güzergahlarının tespiti, bu enerjiye sahip olmak kadar önemlidir. Rus emperyalizmi, Doğu Akdeniz'deki bu enerji kaynakları üzerinden de bu alandaki rekabeti sürekli kendi lehine gelişir tutmak istiyor. Rus emperyalizminin en basit hesabı şudur: Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'nun diğer alanlarından enerji temin eden Avrupa'nın Rus enerjisine ihtiyacı kalmayacaktır. Bu durumda Rus enerjisi, Avrupa üzerinde siyasi ve ekonomik bir şantaj unsuru olmaktan çıkacaktır. Öyleyse, yapılması gereken, Ukrayna üzerinden ve durdurulması durumundan başka yeni hatlarla Rus enerjisinin Avrupa'ya kesintisiz akışını sürekli kılarak Doğu Akdeniz'deki enerji çıkarımı, işletilmesi ve dünya pazarlarına sevkıyatı konusunda yönlendirici olmak.

Bu kaynaklar üzerinde söz sahibi olabilmek için sadece arama ve işletme haklarına sahip olmak yetmez; orada olmak gerekir. Bu nedenle Rusya, Suriye'ye, Esad rejimine sarılmaktadır. Rus emperyalizmi öncesinde Cezayir ve Libya'daki liman kolaylıklarını kaybetmişti; daha gerilere gidersek, sosyal emperyalist Sovyetler Birliği döneminde bölgedeki bazı ülkelerle müttefik ilişkileri sonlanmıştı. Şimdi tek umudu Suriye olmuştur. Küresel ve bölgesel jeopoltik oyunda belirleyici taraflardan birisi olabilmek için Suriye'ye yerleşmek, oradaki küçük, bakımsız deniz üssünü, kara ve hava üsleriyle genişletmek ve modern donatılmış üslere çevirerek iddialı olmak. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Rusya'nın amacının sadece bununla sınırlı değildir: Rusya, aynı zamanda, Amerikan emperyalizminin Rusya'yı çevreleme politikasına karşı mücadeleyi Suriye eksenli Ortadoğu'da karşılamak ve ona göre önlem almak amacındadır. Rusya'nın, Akdeniz'de veya Ortadoğu'da fiilen olmaması, Amerikan emperyalizminin bu alan üzerinden de Rusya'yı kendi sınırları içine hapsetmesini kolaylaştırmaktadır. Aslında Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'da hakimiyeti, Rusya'yı çevreleme bakımından ikinci halkayı oluşturmaktadır. İlk halka, Rusya sınırına bitişik ve Batı yanlısı ülkelerden oluşmaktadır; Baltık ülkelerinden Karadeniz'e, Kafkasya'dan Afganistan'a uzanan hat üzerindeki ülkeler.

Bu jeopolitik oyuna Çin'in katılması büyük olasılıktır. Burjuva medyaya göre Çin uçak gemisi ve başkaca deniz kuvvetleri unsurları Akdeniz'e doğru yola çıkmış durumdalar ve muhtemelen de Suriye'de limanlarına yanaşacaklar. Çin hiçbir şey yapmasa da Akdeniz'de varlığı, Rusya'ya doğrudan bir destektir. Bunu ötesinde Akdeniz'de Çin, Amerikan emperyalizminin, belli bir zamandan beri konuşulan, analizi yapılan Çin'i Asya'da çevreleme politikasına karşı uzaktan bir karşı koyuş olacaktır. En azından ABD'nin güçlerinin önemli bir kısmını Asya'ya kaydırmasını engelleme bakımından olduğu kadar, ama bundan ziyade de Fas'tan Afganistan-Pakistan sınırına kadar hakim olan bir ABD'nin, aynı zamanda Çin'i karadan; Batı-Güneybatısından da sıkıştırmasını engelleme bakımından da Çin, Akdeniz'deki varlığını önemli görmektedir.

Rusya'nın ve muhtemelen de Çin'in Suriye üzerinden Akdeniz'de kalıcı askeri bir güç olması durumunda -ki gelişmeler bunu gösteriyor- dünya çapında jeopolitik oyuncuların dar alanda “it dalaşı” kaçınılmaz olacaktır. Bu “it dalaşı” bazen Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları vesilesiyle, bazen başka nedenlerle, örneğin Yemen sorunu vesilesiyle sürdürülecektir.

Temmuz 2011'de İran petrol ve doğal gazının Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz'e ve oradan da başta Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına sevkıyatı için dört ülke (Çin, İran, Irak ve Suriye) arasında bir anlaşma imzalanmıştı. Aynı dönemde Suriye, kendi karasuları ve Münhasır Ekonomik Bölgesindeki petrol ve doğal gaz araştırması ve çıkarımı yetkisini Rusya'ya vermişti. Böylece Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gaz için rekabetin bütün küresel ve bölgesel aktörleri iki cephe halinde Suriye iç savaşı vesilesiyle karşı karşıya gelmiş oldular.

Mevcut ve proje halindeki petrol ve doğal gaz boru hatları üzerine “it dalaşı”:
Aşağıdaki iki haritada Türkiye'den geçen ve proje halinde olan petrol ve doğal gaz boru hatlarını görüyoruz.














Yukarıdaki haritada petrol ve doğal gaz boru hatları gösterilirken, alttaki haritada Mısır dahil Ortadoğu'da üretilen doğal gaz boru hatlarının Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına sevkıyatını sağlayacak mevcut ve proje halindeki doğal gaz boru hatlarını görüyoruz (1).


Petrol ve doğal gaz boru hatlarının nereden geçeceği rekabeti üzerine sayısız komplo teorileri üretilmiştir. Bunlara burada değinmenin bir anlamı yok. Şaşırtıcı olan bu komplo teorileri sorunu salt enerji ve sevkıyatı zemininde ele alıyor ve bölgenin stratejik önemi göz ardı ediliyor; örneğin ABD'nin Ortadoğu'dan çekilerek gücünü Asya'ya kaydıracağı türünden anlayışlarda olduğu gibi. Ortadoğu'daki gelişmelerde (Irak savaşları ve ülkenin işgali, “Arap baharı”nın yansımaları, Suriye iç savaşı, Mısır'da faşist darbe, Yemen iç savaşı) ne tek başına enerji (petrol ve doğal gaz) kaynaklarının kontrolü ve ne de bölgenin stratejik önemi belirleyici olmuştur; dönem dönem stratejik önemi, dönem dönem enerji kaynakları ve sevkıyatı önplanda gözükmüştür. Ama son kerte de bölgemiz dünya hakimiyeti jeopolitik açılımında ve enerji bağlamlı dünya ekonomisinde iç içe girmiş bir bütünlük oluşturmuştur. Bu bütünlüğün jeopolitik yanını yukarıda ele aldık. Burada da enerji bazlı ekonomik yönünü; somutta da petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına taşınması için güzergah üzerine “it dalaşı”nı, yani rekabeti ele alacağız.

Dünya doğal gaz piyasasındaki rekabette Batılı emperyalist güçlerin, somutta da AB'nin ABD hamiliğinde Rusya ve İran'ın doğal gazına bağımlılığın azaltılması için sürekli çaba harcandığını görürüz. Önemli olan, doğal gaz ve aynı zamanda petrol bazında bu iki ülkeye bağımlı olmamak ve bu enerjinin dünya pazarlarına sevkıyatını kontrol etmektir. Bu rekabette en güvenilir ülke olarak Türkiye önplana çıkmaktadır; ister Orta Asya'dan ( Kazakistan) ve Hazar havzasından (Azerbaycan, Türkmenistan), ister Ortadoğu'dan Irak, Katar, S. Arabistan, İran) olsun öncelikle Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına sevk edilecek petrol ve doğal gazın güzergahı üzerine revizyonist blok ve SSCB'nin dağılmasından sonra yürütülen pazarlıklar/rekabet son kertede şunu göstermiştir: Rusya ve onun etkisinde olan ülke topraklarından geçmeyen bir boru hattı ancak ve ancak Türkiye üzerinden geçebilir. Çok rekabet merkezli kapitalist dünya koşullarında ABD/AB ve bu cephede yer alan bölgesel güçler karşısında Rusya/Çin ve bu cephede yer alan bölgesel güçler durduğu ve enerji kaynaklarını ve sevkıyatını kontrol etmek için rekabet devam ettiği müddetçe Türkiye coğrafi konumundan dolayı hep bu rekabetin içinde olacaktır.

Örnekleyelim:
Yukarıda Türkiye üzerinden geçen ve geçmesi planlanan petrol ve doğal gaz boru hatlarından bahsettik. Bunlardan birisi Katar doğal gazının Avrupa pazarlarına sevkıyatı ve bunun sonucu olarak da Avrupa'nın Rusya ve İran doğal gazına bağımlılığının azaltılmasıdır. Açık ki, burada Rusya ve İran'a karşı doğal gaz bağlamında bir rekabet söz konusudur. Veya genelleştirerek ifade edersek: Ortadoğu'da çıkartılan doğal gazın hangi güzergahtan geçerek Avrupa pazarlarına ulaştırılacağı üzerine rekabette iki blokun oluştuğunu ve çetin bir rekabet içinde olduğunu görüyoruz: Bir taraftan ABD/AB, bölgesel ülkeler olarak Türkiye, S. Arabistan, İsrail, Katar; diğer taraftan da Rusya/Çin, bölgesel ülkeler olarak İran, Irak merkezi hükümeti, Suriye. ABD/AB açısından en güvenilir güzergah Türkiye üzerinden geçendir. Bu nedenle Suriye rejimi üzerinde ABD/AB, Türkiye-Katar-S. Arabistan baskısı artmıştır; Esad rejiminin devrilmesi ve Batı yanlı bir rejimin kurulması gerekir.
Rusya/Çin açısından ise en güvenilir güzergah Irak-Suriye üzerinden geçendir.

Rusya (Çin)-İran-Irak-Suriye'den oluşan grup, “İslam Boru Hattı” diye tanımlanan hattın inşasından yanadır; Rusya destekli bu olan hatla doğal gaz, Suriye çıkışlı (Doğu Akdeniz) olarak Avrupa pazarlarına sevk edilecektir.

ABD/AB-Türkiye-Katar ve S. Arabistan'dan oluşan grup ise Katar-Türkiye doğal gaz boru hattı diye tanımlanan hatla doğal gazın Nabucco'ya bağlanarak Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına sevk edilecektir.

Yukarıdaki haritaya bakalım:
Nabucco boru hattı Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçiyor. Başlangıçta AB'nin desteklediği, sonrasında vazgeçilen hat. Kırmızı renkle belirtilen hat, Katar-Türkiye boru hattıdır; bu hat Katar çıkışlıdır ve S. Arabistan, Ürdün ve Suriye'den geçerek Türkiye'de Nabucco hattıyla birleşecek ve Katar doğal gazını Avrupa'ya taşıyacaktı. Bu hattın projesinde A ve B planları vardı. A planına göre hat, Katar-S. Arabistan-Ürdün-Suriye'den geçerek Türkiye'de Nabucco'ya bağlanacaktı. B planına göre ise A planındaki güzergahın gerçekleşmemesi durumunda Katar-S. Arabistan-Irak üzerinden Türkiye bağlantısı kurulacaktı. Suriye iç savaşı ve Irak merkezi hükümetinin tavrı bu hattın proje olarak kalmasının temel nedenleri olmuştur.
Katar-Türkiye doğal gaz boru hattı ABD tarafından desteklenen hattır.

Türkiye-Katar doğal gaz boru hattının alternatifi olarak ve Nabucoo'yu dışlayarak İran doğal gazını Irak-Suriye-Doğu Akdeniz (Akdeniz)-Yunanistan üzerinden Avrupa'ya ulaştırması düşünülen ve İslam boru hattı olarak tanımlanan hat gündeme getirilmiştir. Rusya tarafında desteklenen bu hattın gerçekleştirilmesi için Irak ve Suriye'nin onayı Suriye iç savaşından dolayı geçersiz kalmıştır. Böylece bu hat da proje olarak kalmıştır.
Bu hatlardan hangisinin gerçekleşeceği, Suriye'de iç savaşın kimin (Rusya-İran-Esad'lı veya Esad'sız Suriye rejimi veya ABD-AB-İsrail-Türkiye-S. Arabistan-Katar doğrultusunda bir Suriye rejimi) lehine sonlanacağına bağlıdır. Avrupa'da enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, Rusya'ya bağımlılığın azaltılması gündemde olduğu müddetçe adı Nabucco veya TANAP olsun veya olmasın Hazar havzası doğal gazı ve bunu destekleyici olarak Katar-İran doğal gazı Avrupa'ya bir biçimde ulaştırılacaktır. Yani bu hatlar üzerine rekabet bütün şiddetiyle devam etmektedir.

Bu boru hatları “meydan muharebesi”nde IŞİD'a önemli bir görev düşmüştü: İran-Akdeniz bağlantısını kesmek için Suriye'de İran-Rusya yanlısı Esad rejiminin devrilmesini sağlamak ve Suriye-Irak'ta Sünnilerin yaşadığı alanda bir Sünni İslam devleti kurmak. Görünüşte bu, İran merkezli Şii yayılmacılığına (Şii Hilali alanı) karşı ve bu yayılmacılığı Suriye-Irak'ta Sünni alanda kesintiye uğratma mücadelesidir. Yani söz konusu İslam boru hattının gerçekleştirilmemesidir.
Her iki boru hattı, her biri kendisi açısından güvenli bir güzergaha ihtiyaç duymaktadır. Suriye'de iç savaşın nasıl sonlanacağı da söz konusu bu güvenli güzergahın kimin lehine (Rusya-İran veya ABD-AB-Türkiye veya da İslam boru hattı -Katar-Türkiye boru hattı; son kertede Rusya-ABD) sonuçlanacağını gösterecektir.

Bugün gerçekleşmesi askıya alınan Nabucco hattı neden bu kadar önemli ve neden askıya alındı?
Nabucco 2009'da gündeme getirildi. Enerji güzergahlarını da kontrol etmek isteyen ABD tarafından Rusya'nın Güney Akım Projesine karşı bir alternatif olarak düşünüldü. Bu boru hattıyla güdülen amaç, Azerbaycan ve Türkmenistan doğal gazını güvenilir bir güzergah üzerinden Avrupa pazarına taşımak ve Rusya'nın bu pazardaki hakimiyetini, dolayısıyla Avrupa ülkelerinin Rus doğal gazına bağımlılığını kırmaktı. Bu hattın açılması durumunda Azerbaycan ve Türkmenistan'dan gelecek gazın yetersiz olması ve dolayısıyla hattın karlılık durumunun gündeme gelmesi, başka arayışlara neden oldu ve bunun sonucu olarak da Basra Körfezi doğal gaz rezervlerinin, İran doğal gazı söz konusu olmadığı için esas itibariyle de Katar doğal gazının yeni bir hatla Nabucco'ya bağlanması planlandı. Türkiye-Katar doğal gaz boru hattı böylece gündeme gelmiş oldu. Katar doğal gazı Türkiye'ye ancak iki güzergah üzerinden gelebilirdi. Bunlardan birisi Katar-S.Arabistan-Irak üzerinden Nabocco'ya bağlanmak; ikincisi de Katar-S. Arabistan-Ürdün-Suriye üzerinden Nabucco'ya bağlanmak.

Başta ABD olmak üzere Batı emperyalizmine uşaklıkta sınır tanımayan Katar, doğal gazını Avrupa pazarlarına taşımakla bu alanda iki rakibine; Rusya ve İran'a büyük bir darbe vurmuş olacaktı. Unutmamak gerekir ki, Katar, ABD ve İngiliz koruması altındadır; bu ülkede ABD'nin iki ve İngiltere'nin de bir askeri üssü vardır. Basında yer aldığı kadarıyla Türkiye de Katar'da bir askeri kurmakla meşgul.
Bu hat üzerindeki ülkeler içinde Irak merkezi hükümeti ve Suriye sorunlu olanlardır; bu iki ülke, Rusya tarafından desteklenen İran-Irak-Suriye boru hattından yanadır.

Toparlayalım:
Rusya başta olmak üzere İran doğal gazının Avrupa pazarlarında önemsizleştirilmesi; Avrupa ve dünya doğal gaz pazarlarında Rusya'ya karşı rekabette üstün olmak. Son kertede bu, Rusya ekonomisini zayıflatmak ve onun doğal gaz üzerinden siyasi şantajlarına fırsat vermemek. Bunun gerçekleşebilmesi için Avrupa'nın Rus doğal gazına bağımlılığının azaltılması gerekmektedir.
Bu nedenle de Avrupa'da doğal gaz ihtiyacının Rusya ve İran dışlanarak karşılanması gerekmektedir.

Avrupa pazarlarına akan Rus doğal gazının önemli bir kısmı Ukrayna 'dan geçmektedir. Doğal gaz bağlamında Ukrayna ve Suriye sorunlarında bir ortaklık da var.

Rus doğal gazının en büyük alıcısı Almanya'dır, Türkiye de ikinci derecede en büyük alıcısıdır. Türkiye'nin doğal gaz ihtiyacı bakımından bağımlılığı şöyle: Yüzde 57 Rusya; yüzde 20 İran; yüzde 10 Azerbaycan; yüzde 8 Cezayir; yüzde 2 Nijerya ve yüzde 3 de başka ülkeler. Bu durumda Türkiye, doğal gaz bazlı enerjide yüzde 77 oranında Rusya ve İran'a bağımlıdır.
Türkiye hem bu bağımlılığı azaltmak ve hem de doğal gazın Avrupa pazarlarına sevkıyatında önemli bir aktör olmak için Katar-S. Arabistan-Ürdün-Suriye boru hattından yana olduğunu açıklamıştır. Bu, İran-Irak-Suriye hattına karşıyım anlamına geliyordu. Böylece Türkiye'nin İran ve merkezi Irak hükümetinin yanı sıra Suriye'ye karşı cephede yer almasının nedenlerinden birisi oluşmuş oluyordu.


Rusya, Güney Akım Doğal gaz Projesiyle bir taşla iki kuş vurmaya çalışmıştır; inşa edilmesi durumunda dünyanın en büyük doğal gaz boru hattı olacak olan Nabucco'yu devre dışı bırakmak ve
böylece Orta Asya doğal gazını da Avrupa pazarlarına taşıyarak enerji sevkıyatında belirleyici derecede söz sahibi olmak; ikincisi de Avrupa pazarlarına akacak Rus doğal gazının sevkıyatında Ukrayna'yı dışlamak.

Güney Akım Projesine rağmen Türkiye'nin de katıldığı Nabucco projesinin gerçekleştirilmesi için imzalar atıldı. Bu proje Güney Akım Projesini işlevsiz kılacak derecede önemli görülmekteydi.
Rusya, daha ziyade maliyeti öne sürülerek Günay Akım Projesinden vazgeçti.

TANAP'ın (Trans Anadolu Gaz Boru Hattı) gündeme gelmesi ve Nabucco'ya gaz verecek ülkenin kalmaması ve Türkiye-Bulgaristan sınırından Avrupa içlerine doğal gaz taşıyan küçük bir projeye dönüşmesi ve en sonunda bu taşıma işini de TAP'ın (Trans Adriyatik Boru Hattı'nın kapması) Nabucco'yu nihai olarak bitirmişti.
ABD tarafından önerilmiş olan Nabucco projesi, Güney Akım Projesini gündemden düşürdü. Ama bu proje, ABD/AB-Rusya arasında ve Ortadoğu'da doğal gaz boru hatları güzergahı için rekabet devem ettikçe yeniden gündeme gelecektir.

Suriye'de Esad rejimine karşı mücadelenin başladığı dönemde, Ortadoğu doğal gazının Avrupa pazarlarına taşınması için İran, Rusya tarafından desteklenen İslam Boru Hattını, bunun karşılığı olarak da ABD, Katar-Türkiye Boru Hattını öneriyordu.
Avrupa pazarlarına doğal gaz sevkıyatı için Rusya, yine Ukrayna'yı dışlayan yeni bir güzergah önerdi AB'ye. Türk Akımı diye bilinen proje buydu.


Doğal gaz sevkıyatı güzergahı üzerine rekabet o denli keskinleşti ki, AB içinde bazı ülkeler Rusya'nın önerdiği “Türk Akımı”na da karşı geldiler. Bu yeni öneriye ABD TANAP-TAP ile karşılık verdi ve “Türk Akımı”nı adeta işlevsiz kıldı. Nitekim Eylül ayında Türkiye-Rusya arasında fiyat sorunu nedeniyle (!) bu hattın dondurulduğu Gasprom tarafından açıklandı.

Kararlaştırılan ve dondurulan bu projelerden hangileri inşa edilir sorusunun cevabını bu alanda rekabet eden güçler arasındaki dengenin değişimine bakarak cevap verebiliriz. Bir zamanlar Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı da defalarca inşa edilmekle-edilmemekle karşı karşıya kalmıştı. Böyle bir durum bugün doğal gaz boru hatları için de geçerlidir. Önemli olan, Rusya'ya karşı rekabet ve Avrupa pazarlarında Rus etkisini kırarak doğal gaz sevk etmekse, bu ancak Orta Asya-Hazar Havzası ve Ortadoğu'dan (daha ziyade Katar'dan) temin edilebilir.
Bu hatta ancak ve ancak Türkiye'den geçebilir. 
 
Dünyanın ikinci büyük petrol ve doğal gaz pazarı ile dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz kaynağı arasındaki doğal transit güzergahı Türkiye'den geçmektedir. Bu anlamda Avrupa pazarı ile Ortadoğu enerji zenginliğini birleştiren alan Anadolu olmaktadır.

Avrupa, enerji güvenliği sorununu henüz çözememiştir; bu sorunun çözülmesine ve çözülmemesine Amerikan emperyalizmi hemen her adımda müdahale etmektedir. Bu sorunun çözülmesinin ilk adımı Rusya'nın Avrupa pazarında zayıflatılmasıdır; alternatif doğal gaz kaynaklarının gündeme getirilmesidir. Bu anlamda, Suriye'de iç savaştan dolayı Katar-Türkiye hattının en azından şimdilik gerçekleşemeyeceği görülünce İran doğal gazına yönelinmiştir. Bu nedenle İran ile yapılan nükleer görüşmeler anlaşmayla sonuçlanmıştır. Görüşmelerin olumlu sonuçlanmasında AB'nin, özellikle de Almanya'nın belli bir rolü olmuştur.

Rusya'nın Suriye iç savaşına aktif müdahil olmasından sonra boru hataları üzerine rekabette kartlar yeniden karılmıştır:

1-Suriye iç savaşından dolayı Türkiye-Katar doğal gaz boru hattının şimdilik gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmıştır. Bu boru hattı Suriye'nin toprak bütünselliği yeniden sağlandığında, ama Rusya'nın hakimiyetinde olduğu koşullarda da gerçekleştirilemeyecektir. Ancak, Suriye bölündüğünde, Rusya güdümünde Doğu Akdeniz kıyısında küçük bir Suriye'nin yanı sıra Sunni bir Suriye'nin kurulması durumunda bu hattın gerçekleştirilmesi mümkün olabilir.

2- Buna karşın İran doğal gazının İran-Irak-Suriye üzerinden Akdeniz'e ve oradan Avrupa'ya sevkıyatı da mümkün gözükmemektedir. Geriye tek alternatif olarak, Suriye kıyılarından Yunanistan'a kadar deniz altından boru hattı döşemek maliyet bakımından pek akıl karı olmadığı için İran doğal gazının Türkiye üzerinden Nabucco'yu yeniden gündeme alarak veya TANAP'a ekleyerek Avrupa pazarlarına sevk etmek kalmaktadır.

Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol, doğal gaz ve güzergah üzerine “it dalaşı”:

Önce Doğu Akdeniz'in jeopolitik konumuna ve bu bağlamda stratejik önemine bakalım:

Akdeniz ve Doğu Akdeniz sadece petrol ve doğal gaz kaynaklarının keşfedilmesinden sonra bu denli önemli olmamıştır. Bu bölge stratejik olarak, petrol ve doğal gaz kaynaklarının gölgesinde kalamayacak derecede, tarih boyunca hep önemli olmuştur:
1- Doğu Akdeniz, Avrupa-Asya-Afrika kıtalarını birbirine bağlayan bir kavşak konumundadır.

2-Doğu Akdeniz, aynı zamanda, Kuzey-Güney, Doğu-Batı yönlerinde dünyanın önemli bir kavşağıdır.

3-Doğu Akdeniz, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı üzerinden Karadeniz'e; Cebelitarık Boğazı üzerinden Atlantik Okyanusu ve Süveyş Kanalı üzerinden de Hint Okyanusu’na açılan ve böylece önemli kara bölgelerini ve deniz alanlarını birleştiren bölgedir.

4-Bu coğrafi konumundan dolayı Doğu Akdeniz, dünya ticaretinde önemli bir merkez durumundadır; Avrupa ticaretinin yüzde 40'ının; Bağımsız Devletler Topluluğu ithalatının yaklaşık yüzde 60'ının ve ihracatının da yüzde 50'sinin bu bölgeden geçmesi bu bölgenin önemini göstermektedir (Bkz.:Doğan Yaşar ve Dursun Yıldız; Doğu Akdeniz’de Küresel Satranç, s. 309).

5-Dünya ticaret trafiği açısından baktığımızda ise şunu görüyoruz: Dünya deniz ticaretinin yüzde 30'u; deniz yoluyla yapılan dünya petrol ticaretinin yüzde 25'i Doğu Akdeniz'den geçmektedir (Bkz.:UNEP, United Nations Environment Programme, Mediterranean Action Plan, 2012).

6-Doğu Akdeniz, doğrudan Levant'e (Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin) ve Ortadoğu'ya açılan deniz kapısıdır.

7-Bu özelliklerinden dolayı Doğu Akdeniz, bölge ülkeleri ve emperyalist ülkeler arasında rekabet edilmesi gereken oldukça önemli bir stratejik konuma sahiptir. Doğu Akdeniz kontrol edilmeksizin, Suveyş Kanalı deniz trafiği kontrol edilemez; Doğu Akdeniz kontrol edilmeksizin Orta Doğu'nun kontrolü etkisiz kalır” (İ. Okçuoğlu; “IŞİD'e Karşı Savaşının Jeopolitikası - “Belalı” Coğrafya” Aralık 2014).

Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın çıkartılması ve pazarlanması bölgenin stratejik önemini enerji bazlı olarak da arttırmış, ittifakların yeniden şekillenmesine neden olmuştur. Bugünlerde Suriye iç savaşının biraz gölgesinde kalan bu kaynaklar üzerine bölge ülkeleri (Filistin, İsrail, Kıbrıs, Türkiye, Mısır, Suriye ve Lübnan) ve emperyalist güçler (ABD/AB-Rusya) arasındaki rekabet, Rusya'nın Suriye'de savaşa aktif katılmasıyla keskinleşmiştir. Suriye'de iç savaşın nasıl sonuçlanacağı Doğu Akdeniz'in de hangi güçlerin hakimiyetinde olacağını belirleyecek derecede önemlidir.

Türkiye hariç diğer ülkelerin münhasır ekonomik bölge sınırlarını tespitinde uluslararası enerji tekelleri ve onlarla bağlam içinde farklı emperyalist güçler belirleyici bir rol oynamaktalar. Dolayısıyla, enerji kaynaklarının daha işlenmediği bu dönemde ortaya çıkan rekabet, bölgenin paylaşımıyla ilgilidir. Bunun ötesinde bu bölgede elde edilen petrol ve doğal gazın başta Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına nasıl; hangi güzergah üzerinden sevk edileceği sorunu da henüz çözülmemiştir.

Doğu Akdeniz’de Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan ve Mısır; Türkiye-İsrail; İsrail-Lübnan; İsrail-Mısır; Suriye-İsrail; İsrail-Filistin arasında bu enerji sahasının paylaşılması üzerine açık, kapalı rekabet; bu rekabete emperyalist ülkelerin doğrudan ve dolaylı olarak müdahil olmaları veya bölge ülkelerinin emperyalist güçlerin çıkarlarını hesaba katarak rekabet etmeleri; buna ek olarak İran ve Basra Körfezi kaynaklı petrol ve doğal gazın Irak-Suriye üzerinden Akdeniz'e ulaştırılması sorunu, bu bölgedeki rekabetin ne denli bölgesel olmaktan çıktığını göstermektedir. 
 






















Yukarıdaki haritada Kıbrıs'ta Türk ve Rum yönetimleri dışında açılan ruhsat alanları aynı zamanda şirketler arasındaki rekabeti de göstermektedir. Aşağıdaki haritada da petrol ve doğal gaz rezervlerinin oldukça zengin olduğu Levant çanağı olarak tanımlanan alanı görüyoruz. Bu alanda Filistin-İsrail, İsrail-Lübnan arasında çelişkiler, bölgesel kalamayacak derecede derinleşecektir.

Sorun Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın nasıl paylaşılacağıyla sınırlı değildir. Paylaşım üzerine rekabet sürerken, çıkarılacak enerjinin Avrupa başta olmak üzere dünya pazarlarına taşınabilmesi için güzergah üzerine de birbiriyle rekabet eden projeler gündeme getirilmiştir.
Bu projeler içinde Türkiye'yi tamamen dışlayanlar olduğu gibi, “olmazsa olmaz” yapan projeler de var. Bir bakalım:
İran-Irak-Suriye-Doğu Akdeniz-Avrupa hattı:

Güzergah konusunda Türkiye açısından felaket senaryosu herhalde bu projede ifadesini bulmaktadır. Bu projenin gerçekleştirilebilmesi için Doğu Akdeniz'in tamamen Rusya-İran kontrolünde olması gerekir. Bu, Mısır ve Libya doğal gazını da söz konusu hatta bağlayacak derecede bir Doğu Akdeniz hakimiyetidir. BU proje, ABD/AB'nin Rusya'yı Avrupa pazarlarından dışlamasına karşı aynı pazarlara girmek için başka bir güzergahın mümkün olabileceğini göstermektedir.
Ama bir ihtimal daha var(dı):

Rusya doğal gazına bağımlı kalmak istemeyen veya gaz temin etme kaynaklarını çeşitlendirerek bu bağımlılığı geriletmek isteyen Avrupa'ya doğal gaz satmak için harekete geçen İsrail, sevkıyatın en ekonomik olarak Türkiye üzerinden sağlanabileceği için denizaltında Ceyhan'a kadar uzanan bir boru hattı için Türkiye'nin kapısını çaldı. O dönem “Mavi Marmara” meselesinden dolayı Türkiye ile ilişkilerin gergin olması, İsrail'in sonuç alması önünde engel oldu. İsrail, ABD'nin baskısıyla “Mavi Marmara” saldırısı için özür dilese de sonuç alamadı. Bunun ötesinde inşa edilmesi durumunda bu hat, Lübnan ve Suriye karasuları dışında, ama Kıbrıs Rum kesimi karasuları içinde geçecekti. Buna da Kıbrıs Rum Kesimi onay vermemekte.

Diğer taraftan Rusya-İran veya İran-Irak-Suriye hattı olmasa da Doğu Akdeniz'de elde edilen enerjinin Avrupa pazarlarına bu hatla sevkıyatı mümkündür. Ama bunun gerçekleşebilmesi için doğal gazı çıkartan ülkelerin kendi aralarında böyle bir hattın inşası için anlaşmaları gerekir.

Şimdilik hayal olan Katar-Türkiye hattı:
Burada söz konusu olan sadece Katar kaynaklı doğal gazın taşınması değildir; Mısır'da (Nil deltası) ve Levant çanağındaki doğal gaz rezervlerinin de Katar-Türkiye hattına bağlanması ve böylece Nabocco hattının yeterli gazla verimli kılınması düşünülmüştü.


Bu hatla Mısır ve İsrail doğal gaz rezervleri Arish'te birleşiyor, Akaba-Amman-Şam- (Tripoli/Lübnan ve Baniyas/Suriye bağlantısıyla Humus-Kilis üzerinden Nabucco'ya bağlanıyor. Ama Suriye iç savaşı, Türkiye-Mısır ve Türkiye-İsrail ilişiklerinin gerilmesi bu projeyi gerçekleşemez kıldı.

Gerçekleşmesi durumunda Nabucoo'yu besleyen kaynaklar:























Görüldüğü gibi bu hat, Ortadoğu, Rusya dahil Hazar Havzası, Karadeniz üzerinden Rusya doğal gazını Avrupa pazarlarına taşıyan en önemli hat olacaktı. Olmadı, ama olamayacak da denemez. Veya adı ne olursa olsun (Nabucco-TANAP) veya başka bir tanımlama, önemli olan Ortadoğu ve Doğu Akdeniz kaynaklı doğal gazın Avrupa pazarlarına sevkıyatıdır. Bu sevkıyatta iki ana güzergah söz konusudur: Bunlardan birisi Türkiye üzerinden geçen, diğeri de Akdeniz'den Yunanistan'a, oradan da Avrupa pazarlarına ulaşan güzergahtır. Bu güzergahlardan hangisinin gerçekleşebilir olacağında Ortadoğu'da ve Doğu Akdeniz'de emperyalistler arası; somutta da ABD/AB-Rusya/Çin arasındaki rekabetin seyri belirleyici olacaktır.

Her ne kadar ABD ve AB Rusya/Çin/İran söz konusu olduğunda genel çerçevede ortak hareket ediyorlarsa da, “ayrıntı” olan konularda farklı görüşler ortaya çıkıyor. Bu da Amerikan emperyalizmiyle AB arasında, özellikle de Alman emperyalizmi arasında Ukrayna, Nabucco-TANAP boru hatları konusunda veya İran konusunda olduğu gibi çelişkili durumlar oluyor.

Amerikan emperyalizmi, Rus doğal gazı bağlamında Avrupa'nın Rusya'ya bağımlılığını azaltmak ve böylece Avrupa-AB üzerindeki nüfuzunu sürekli kılmak için de söz konusu boru hatlarıyla yakından ilgilidir.

Avrupa (içinde de AB), dünyanın en büyük enerji pazarı konumundadır. Bu pazar büyük oranda Rusya'dan gelen enerji ile beslenmektedir. Aşağıdaki veriler Avrupa ülkelerinin, özellikle de Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Rus doğal gazına bağımlılık derecesini göstermekte. Çoğu ülkede Rusya'nın pazar payı yüzde 50'nin üzerinde; bazı ülkeler ise tamamen Rus gazına bağımlı.






























Avrupa, doğal gaz ihtiyacının üçte birini Rusya'dan alıyor. Bu durum Avrupa'da enerji tedarik güvenliği sorununu gündeme getirmekte ve Amerikan emperyalizmi de bu bağlamdaki güvenlik sorununu Rus emperyalizmine karşı kullanmaktadır. Rusya'nın sık sık vana kapatması ve doğal gazı siyasi tehdit olarak da kullanması, ABD'nin Avrupa ülkelerine kendi enerji temini projelerini kabul ettirmesinde bir avantaj olmaktadır.

Ama her zaman ABD'nin dediği olmamaktadır. Örneğin enerji başta olmak üzere Rus hammaddelerine oldukça ihtiyaç duyan Alman'ya, bu anlamda Rusya'ya bağımlılığı azaltmak, enerji bazlı hammadde temin kaynaklarını çeşitlendirmek istese de, Rusya ile ekonomik ilişkilerini daha da derinleştirmek ve bu ülkeden doğal gaz temini için kendi başına hareket edebilmektedir. Bunun en tipik örneğini Baltık Denizi'nden geçerek Almanya'ya ulaşan Kuzey Akımı'dır. Kuzey Akımı-1 faaliyettedir. Şimdi ise aynı boru hattına paralel olarak Kuzey Akımı-2 projesinin gerçekleştirilmesi söz konusudur.

Bu projenin önceline baktığımızda Rus emperyalizminin AB içinde bazı çelişkili durumları ve AB/ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerginliği kullandığını; örneğin AB içinde bazı ülkelerin TANAP-TAP'dan yana tavır almalarını ve böylece alternatif projelere açık olduklarını göstermelerini fırsat olarak değerlendirdiğini ve söz konusu Kuzey Akımı-2 projesini önerdiğini görüyoruz. Bunu yaparken Rus emperyalizmi, Türk burjuvazisini pohpohlayarak, Türk Akımı adını verdiği ve diktatör Erdoğan'ın ABD/AB'ye horozlanmasına neden olan bu projeyi tek yanlı olarak askıya almış ve Kuzey Akımı-2 projesine sarılmıştır. Bu proje 4 Eylül 2015'te Gasprom ve başkaca beş uluslararası enerji şirketi arasında imzalanan ortaklık anlaşmasıyla yaşam bulmaya başlamıştır (2). Bu hat, faaliyete olan Kuzey Akımı-1'e paralel olarak inşa edilecek.

Kuzey Akımı-2 projesinin gerçekleştirilmesi durumunda ABD-Almanya arasındaki bir kısım çelişkilerin keskinleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Ne de olsa bu projenin gerçekleştirilmesi durumunda Almanya ile Rusya arasında enerji sektörünü de aşan kapsamlı bir ortaklık gündeme gelecektir. Bunun bütün ekonomi sektörlerinde ve dış politikada da birtakım sonuçlarına neden olacağı açıktır.

Bu projenin gerçekleştirilmesi durumunda, Rus gazına bağımlılıktan tedirgin olan AB, başta da Almanya, Rusya'ya neden vanayı kapatıyorsun diyecek durumda olamayacaktır. Ama Rusya'ya karşı ABD'nin dayatması ambargolara karşı gelecektir.

Bu projenin gerçekleşmesi durumunda özellikle Almanya'nın baskısıyla AB'nin Ortadoğu-Doğu Akdeniz kaynaklı doğal gaz kaynaklarına ilgisi azalabilir; bu anlamda da bu bölgedeki siyasal gelişmelere, örneğin Suriye savaşının nasıl sonuçlanacağına daha uzaktan bakabilir.

IŞİD'e karşı mücadele daha 10-15 sene sürebilir diyen Amerikan emperyalizminin hesabını Suriye iç savaşına aktif katılan, Irak'ta da IŞİD'i vurabileceğini söyleyen ve Rojavalı Kürtlere destek veren Rusya bozdu. Şimdi ABD güdümlü koalisyon, başta da Fransa, İngiltere, Almanya, Türkiye, Katar, S. Arabistan bir ikilemle karşı karşıyalar; ya IŞİD'e karşı mücadeleyi ciddiye alırlar ya da Ortadğu'da Rusya (Çin)-İran karşısında yenilgiyi kabul ederler.

Rusya'nın Suriye iç savaşına aktif katılımı, bir taraftan Esad'lı bir “geçiş” olabilirin ABD güdümlü koalisyon tarafından kabul edilmesine neden olurken, diğer taraftan da Rusya'nın Türkiye sınırını havadan ihlal etmesi, Türkiye-Rusya yakınlaşmasını; öncelikle Amerikan emperyalizmini rahatsız eden yakınlaşmayı yeni bir gerginliğe dönüştüren ve Türkiye-ABD/AB yakınlaşmasını sağlayan bir gelişmeye neden olmuştur.

Öyle ki, Türkiye Suriye iç savaşından kaynaklı olarak gündeme gelen bazı fırsatları kullanmaya yönelmiştir.

Batı ile (ABD ve AB) ilişkileri gerilen faşist diktatörlük, iflas eden Suriye politikasını kendi lehine çevirmek için savaş fırsatçılığı yapmaktadır. İkiyüzlülükte sınır tanımamaktadır. Birkaç örnek verelim: Bizi AB'ye almazsanız yüzümüzü doğuya çeviririz; Şanghay Beşlisi'ne katılırız diyen; ABD'ye karşı adeta savaş ilan eden bir anlayış; şimdi göçmen sorunundan ve Suriye iç savaşından dolayı sıkışan AB ve ABD'yi yeniden keşfediyor: AB'ye yeni fasıllar açın; Suriyeli göçmenler için maddi yardım verin diyen Türkiye, ABD'ye İncirlik üssünü açarak, IŞİD'e karşı savaşta yer aldığını ve Cerablus-Azez arasındaki bölgenin uçuşa yasak bölge ilan edilmesini kabul ettirmeye çalışıyor.

Türkiye gerçekten de Suriye iç savaşından kaynaklanan göçmen sorunundan dolayı AB'yi, özellikle de bu göçten doğrudan etkilenen Almanya'yı sıkıştırabilir. Alman Başbakanı Merkel'in apar topar, seçim öncesinde adeta T. Erdoğan'a destek verir gibi Türkiye'yi ziyaret etmesi bu etkilenmenin boyutlarını göstermektedir.

Şimdi AB, kapılarına dayanan göçmen akımından kurtulmak ve göçü AB sınırları dışında karşılamak için Suriye kaynaklı göçün ana geçiş güzergahı olan Türkiye ile ilişkilerini yeniden gözden geçirebilecek duruma gelmiştir. Erdoğan ve AKP hükümeti, Suriyeli göçmen sorununu AB üzerinde Demokles'in kılıcı gibi her fırsatta kullanmaya çalışacaktır.

Göçmen korkusu AB'yi Türkiye karşısında oldukça yumuşak bir tavır almaya zorlamıştır. Öyle ki, Türkiye, IŞİD'e karşı mücadele, İncirlik üssünün açılması ve göç sorunu gölgesinde PKK'ye karşı şimdiye kadar görülmemiş bir kapsamda saldırmaya başladı. İran ile nükleer anlaşmasından sonra ve ülkenin maruz kaldığı ambargonun kaldırılacağı; özellikle AB-İran arasında buzların erimeye başladığı bir dönemde, Suriye politikasının da çıkmaz içinde olduğu için köşeye sıkışmış bir Türkiye üzerine gidilebileceği düşüncesi ters tepmiş, faşist diktatörlüğün Kürt ulusal bağımsızlık hareketine saldırıları Batının emperyalist ülkeleri tarafından da onanmıştır. Eski dönemlerde hemen “duyarlılık” gösteren emperyalist ülkeler, bu sefer susmayı ve Türkiye'nin saldırılarını onamayı yeğlemişlerdir.

Türkiye'nin Suriye politikasının iflas ettiği bir gerçektir. Ama hangi ülkenin Suriye politikası iflas etmedi ki? ABD'nin, Almanya'nın, Fransa'nın, İngiltere'nin, Katar'ın, S. Arabistan'ın, İran'ın Suriye politikaları Türkiye'ninkinden çok mu farklıdır? Şimdi ABD'nin yapamadığını Rusya, Esad rejimi eksenli yapmaya çalışmaktadır. Ama onun politikası da iflas edecektir. En azından “başarılı” olmaması için Amerikan emperyalizmi elinden geleni yapacaktır.

Özet:
II. Dünya Savaşından bu yana uluslararası ilişkilerde gerginlik, kamplaşmış emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin keskinleşmişlik durumu bugün olduğu kadar küresel olmamıştı. Sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve revizyonist blokun dağılmasından sonra Amerikan emperyalizmi, dünya hakimiyeti kurmak için stratejik önemi olan bölgelerde kaos ve yıkımı beraberinde getiren savaşlara, işgallere, milyonlarca insanın ölümüne ve göçüne neden olan gelişmeleri teşvik etmiş, desteklemiş ve bizzat katılarak yönetmiştir.
Yeni Balkan savaşları, Ortadoğu'daki durum, Afganistan-Pakistan'daki durum, Orta Asya'daki durum, Afrika'daki gelişmeler öncelikle Amerikan emperyalizminin çok rekabet merkezli dünyada hakimiyet kurmak için attığı adımların sonuçlarıdır.

Amerikan emperyalizmi 1990'lı yıllarda başlattığı Irak savaşından bu yana Ortadoğu'da neden olduğu ve bizzat katıldığı demokrasi götürme adına katliamların ve oluşturduğu kaos ortamının esas sorumlusudur. Şimdi bu katliama, kaos ortamının daha da karmaşıklaşmasına ve Suriye örneğinde olduğu gibi yüzbinlerin yeni göçüne Rus emperyalizmi de ortak olmaya başlamıştır. Başını bu iki emperyalist ülkenin çektiği kamp, şimdilik Suriye zemininde acımasızca katletmeye, yakıp yıkmaya devam etmektedir.

Bir taraftan ABD/AB koalisyonu ve bu koalisyon içinde yer alan Türkiye, S. Arabistan gibi bölgesel güçler; diğer taraftan da Rusya (destekleyicisi Çin) ve onunla birlikte hareket eden İran, Irak merkezi hükümeti, Suriye'de Esad rejimi, Hizbullah, Ortadoğu'yu cehenneme çevirmekteler, yaşanamaz hale getirmekteler. Bunun bir sonucu da Avrupa kapılarını yıkan göç dalgasıdır.
Rusya'nın Suriye savaşına aktif katılımıyla Amerikan emperyalizmi, Sovetler Birliği'nin dağılmasından sonra ilk defa Rus emperyalizmi ile sonuçları bölgesel kalmayacak bir alanda karşı karşıya gelmiştir. Esad rejimini sürekli destekleyen Rusya, ABD/AB koalisyonunun Suriye'de IŞİD'e karşı güya savaşının etkisiz kaldığı ve Esad rejiminin de İslami güçler karşısında fazla ayakta kalamayacağı bir dönemde savaşa müdahil olarak kartların yeniden karılmasını talep etti. Bunun şimdilik iki doğrudan sonucunun olduğunu görmekteyiz. En önemli olanı, artık Ortadoğu ve bu bağlamda Doğu Akdeniz'de Rusya'nın olmadığı bir çözüm olamaz. Diğer bir sonuç ise Türkiye de dahil Batılı Esad karşıtı güçlerin, “Esad'lı bir geçiş”ten bahsetmeye başlamalarıdır.

Rusya'nın Suriye'de İran-Suriye ordusu ve Hizbullah güçleriyle kimi nerede vurduğuna baktığımızda, mevcut rejime nefes aldırmak, devletsel bir bütünlük verebilmek ve aynı zamanda mevcut üs alanın elde tutabilmek için Batı Suriye'deki Esad karşıtı güçlere saldırdığını görüyoruz. Açık ki, Rusya Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunamayacağını da hesaba katarak hareket ediyor ve bu nedenle de küçük bir Suriye ile bölgedeki varlığını devam ettirmenin zeminini hazırlıyor.

Rusya'nın Suriye savaşına aktif katılımı, IŞİD'e karşı karada savaşacak asker arayan Amerikan emperyalizmini oldukça zor durumda bırakmıştır. Amerikan emperyalizmi, Rus etkisinin Irak'ta da yayılmasını engellemek için IŞİD'e karşı havadan bombardımanlarını yoğunlaştırmış ve kara birliklerini de kullanacağını açıklamıştır.
Dar alanda “it dalaşı”nın sonuçları bu bölgeyle sınırlı kalamaz: Yazı içinde de belirttiğimiz gibi Amerikan emperyalizmi açısından Ortadoğu sadece enerji rezervleri bakımından değil, aynı zamanda stratejik konumu bakımından da önemlidir, terk edilemez bir alandır. Ortadoğu, Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti jeopolitikasının güney ayağıdır.

Rusya açısından da Ortadoğu sadece enerji rezervi bakımından değil, bundan çok stratejik konumu bakımından önemlidir; Rus emperyalizmi, ABD'nin Rusya'yı güneyden çevrelemesine Ortadoğu'da karşılık vermeye çalışmaktadır. Bunun ötesinde Suriye üzerinden hem Ortadoğu'da kalmayı hem de Doğu Akdeniz'deki enerji bağlamındaki rekabette yer almayı amaçlamaktadır.
Bu ve daha tali nedenlerden dolayı Ortadoğu'da, dar anlamda da Suriye'de kim (ABD/AB ve bölgesel işbirlikçileri-Rusya/Çin ve bölgesel işbirlikçileri) hakim olursa küresel emperyalist ilişki ve çelişkileri doğrudan etkileme gücüne sahip olur.

Yabana atılamayacak başka bir ihtimal de var: Doğrudan karşı karşıya gelmemenin tedbirlerini alan ABD ve Rusya, Suriye'nin geleceğiyle ilgili bölgesel güçlerle (Türkiye, S. Arabistan ve şimdi de İran) son dönemlerdeki görüşmelerin de gösterdiği gibi, Suriye'de çözüm adına uzlaşmaya gidebilirler: Bu uzlaşmada ABD, Türkiye, S. Arabistan ve İsrail'in; Rusya'da İran ve Hizbullah'ın çıkarlarını göz önünde tutmak zorunda kalacaklardır. Bu uzlaşma, Suriye'nin devletçiklere bölünmesi biçiminde olabileceği gibi, yönetimi doğrudan ABD ve Rusya'nın elinde olan etkisiz bir merkezi hükümet biçiminde de olabilir. Ama ikinci ihtimal kimsenin çıkarına değildir; anın, yenişememenin bir kaçınılmazlığıdır, uzun ömürlü olamaz.
Rojava Devrimi, özerk yönetim, Kanton örgütlenmesi bu gelişmelerden nasıl etkilenir, bunu zaman gösterecektir. Suriye'nin demokratikleşmesinin yolunu gösteren Rojavalı Kürtler; PYD, ABD-Rusya veya tek başına ABD veya Rusya etkisinde olan gerici bir Suriye rejimi karşısında nasıl bir tavır alır sorusu da açıktadır. Bunu da böyle bir Suriye yapılanması olursa göreceğiz.

IŞİD'in ve diğer İslami güçlerin Irak ve Suriye'den püskürtülmesi durumunda, bunların sadece Türkiye'de faal olacaklarına inanmak safdillik olur. Ortadoğu'dan atılmış bir IŞİD veya El Kaide'nin mücadeleyi şimdilik geri seviyede sürdürdüğü alanlarda aktifleşecekleri bilinmelidir. Bu alanların başında Orta Asya, Sincan (Çin) ve Rusya Federasyonunun Müslüman halklarının yaşadığı bölgeler gelmektedir. Bu İslami güçleri özellikle Amerikan emperyalizminin, Rusya'yı zayıflatmak için kullanacağından şüphe duyulmamalıdır.

Türkiye'nin Suriye politikasının ne denli yanlış olduğu ve iflas ettiği üzerine devrimci ve bir kısım muhalif burjuva basından çok yazıldı. Tamam, faşist diktatörlüğün Suriye politikası iflas etmiştir, ama Suriye sorunununa bir biçimde müdahil olan hangi ülkenin Suriye politikası iflas etmemiştir? ABD'nin mi, AB'nin mi, S. Arabistan'ın mı? Şimdi savaşa aktif katılan Rusya'nın mı?Esad rejimini doğrudan destekleyen İran'ın mı? Suriye sorununda iflas etmeyen, doğru olan politika soruna çözüm getiren politikadır ve bu ülkelerin hiçbirisi Suriye sorununa çözüm getirmemişlerdir.

Diğer taraftan politikası tamamen yanlış olduğu ve iflas ettiği için Suriye sorununda Türkiye'nin dışlanacağı sıkça dillendirilmektedir. Bu türden değerlendirmelerin ne denli yanlış olduğunu Suriye bağlamındaki son uluslararası toplantılar göstermektedir. Burada özellikle “sol”da kavranmayan veya anlaşılmayan veya önem verilmeyen bir gerçeklik üzerine bir hatırlatma yapalım. Yaşadığımız coğrafya, Misak- Milli sınırları veya Türkiye-Kuzey Kürdistan sınırları içindeki toprak parçası, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkenin, toprak parçasının sahip olmadığı stratejik bir konuma sahiptir. 
 

1-Türkiye coğrafyasını merkez alırsanız doğrudan üç kıtaya (Avrupa, Asya ve Afrika) ulaşabilirsiniz.

2-Türk burjuvazisi, jeopolitika oluşturmasında hakimiyet alanı olarak gördüğü bölgelere doğrudan ulaşabilmektedir (Ortadoğu, Hazar Havzası ve Balkanlar).

3- Türkiye coğrafyası, emperyalistler arası çelişkilerin keskinleştiği bölgeler, dünya hegemonyası iddiasında olan emperyalist ülkelerin geliştirdikleri jeopolitik açılım bakımından ateş çemberinin veya Hazar Havzası, Ortadoğu ve Balkanlar'dan oluşan üçgenin ortasında yer almaktadır:

-Balkanlarda AB-Rusya, ABD-Rusya, AB-ABD ve Türkiye arasındaki çelişkiler, her ne kadar bugün uyutuluyorsa da biraz kaşımakla her an patlak verebilir ve keskinleşebilir özellikte olan çelişkilerdir.

-Kafkasya/Hazar Havzasında ABD-Rusya, AB-Rusya, Türkiye-İran arasındaki rekabet sonlanmamıştır. Çeçenistan-Rusya ve Gürcistan-Rusya savaşlarından sonra bu bölgedeki rekabet “barışçıl” yöntemlerle sürdürülmektedir. Bu bölgede emperyalistler arası hesaplaşma sonlanmış olmaktan çok uzaktır.

-Ortadoğu'nun durumu belli; ABD-Rusya, ABD-İran, Türkiye-İran ve diğer bölge ülkeleri arasındaki çıkar çatışmaları vekalet savaşı boyutlarında sürmektedir. Ortadoğu'nun haritası bu çelişkilerin/çatışmaların nasıl sonuçlanacağına bağlı olarak yeniden şekillendirilecektir.

4-Türkiye coğrafyası Türk burjuvazisinin üç kıtaya doğrudan ulaşmasına imkan vermesinin ötesinde Okyanuslara açılmasını da mümkün kılan bir coğrafyadır. Cebelitarık Boğazı üzerinden
Atlantik Okyanusu'na ve Süveyş Kanalı üzerinden de Hint Okyanusu’na açılan bir coğrafya.

5-Ticari ulaşım bakımından:
Türkiye coğrafyası doğuyu batıya (Asya'yı Avrupa'ya) kuzeyi güneye (Rusya'yı Akdeniz'e ve okyanuslara) bağlayan kavşaktır. Burada söz konusu olan, özellikle kara ve deniz yollarıdır (karayolu, demiryolu, deniz ulaşımı ve boru hatları).

Dünya çapında enerji (petrol ve doğal gaz) kaynaklarının % 70’i Türkiye coğrafyasının etrafında yer almaktadır. Bu enerjinin çıkarımı ve dünya pazarlarına sevkıyatı üzerine rekabet henüz sonlanmamıştır. Sevkıyat konusunda emperyalistler arası rekabet; Rus emperyalizmini dışlayarak bu enerjiyi dünya pazarlarına ulaştırma çabaları Türkiye'yi önemli kılmaktadır. Mevcut boru hatları ve yapımı planlananlar (Azerbaycan, Türkmenistan doğal gazı, Irak petrol ve doğal gazı vs.).
Türkiye, Karadeniz ve Hazar havzası ülkelerinin dünyaya açılan yegane deniz kapısıdır.

5- İşbirliği veya müttefiklik ilişkilerinin olmadığı koşullarda Türkiye coğrafyası Rusya'nın Güneye (Akdeniz yönü) açılması önünde fiziki bir engeldir. Aynı zamanda AB'nin (üyesi olan Almanya, Fransa ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerin) Balkanlar üzerinden Ortadoğu ve Kafkasya/Hazar Havzasına açılması önünde fiziki bir engeldir.

6-Doğu Akdeniz'de bulunan enerji kaynakları üzerine rekabet de Türkiye coğrafyasını önemli kılmaktadır. Kaynakların paylaşılması üzerine rekabetin yanı sıra üretilen enerjinin Avrupa pazarlarına taşınması bakımından Türkiye coğrafyası tartışmasız avantajlara sahiptir.

Bütün bu nedenler Türkiye coğrafyasını benzersiz “belalı” bir coğrafya yapmaktadır. Ne İran ne Yunanistan, bağımsız olsa ne Kürdistan ve ne de Suriye bu özelliklere sahiptir” (İ. Okçuoğlu; “IŞİD'e Karşı Savaşının Jeopolitikası - “Belalı” Coğrafya” Aralık 2014).

Bu nedenle faşist rejime, hükümete ve diktatöre yönetilen eleştiriler, coğrafyanın bu özellikleri dikkate alınmazsa etkisiz kalır, anlamsız olur ve burjuvazi tarafından kullanılan bir silaha dönüşebilir. Bunun böyle olabileceğini, Suriyeli göçmen sorununda ve Suriye sorununun çözümü için uluslararası toplantı hazırlık çalışmalarında görmekteyiz. En basitinden, Erdoğan'sız bir Türkiye, Suriye kaynaklı göçmen sorunu nedeniyle Merkel'in ziyaretinden sonra Erdoğan'lı Türkiye ile devama dönüşmedi mi AB açısından?

Emperyalistler açısından Türkiye'de kimin yönettiğinden ziyade, kendi çıkarları doğrultusunda hareket edenlerin yönetmesidir. Bu çıkarlar, sadece Türkiye sınırları içinde olanlarla sınırlı değildir; emperyalist ülkeler için Balkanlar'daki, Hazar Havzası/Kafkaslar'daki, Ortadoğu'daki emperyalist çıkarların geleceği bakımında da Türkiye önemlidir.

Devrimci, sosyalist Türkiye de bu stratejik özelliğinden dolayı ya kapitalist dünya tarafından boğulmakla karşı karşıya kalacaktır veya da dünya devriminin ilerletilmesinde bu stratejik konumunu kullanacaktır.

Ortadoğu halklarının kaderi emperyalist ülkelere ve işbirlikçileri bölgesel gerici güçlere bağlı değildir.
Ortadoğu halklarının özgür geleceği kendilerine, sergileyecekleri iradeye bağlıdır; bu özgür geleceği, kendi kaderlerini kendi ellerine aldıklarında elde etmiş olacaklardır. Ortadoğu'da yaşayan halklar (Arap, Kürt, Ermeni, Ezidi, Fars, Türk, Türkmen) emperyalist ülkelerin ve bölgesel gerici devletlerin/güçlerin böl ve yönet, hakim ol oyununu bozdukları ve özgürlük ve demokrasi mücadelesinde birleştikleri oranda kendi gelecekleri üzerine karar verebileceklerdir. Bu mücadele için Ortadoğu halkları, işçi sınıfı ve emekçileri kendi devrimci öznesini; örgütlülüğünü oluşturmak sorunuyla karşı karşıyadır.
Bölgemizde ezilen ve sömürülen sınıf ve toplulukların taleplerinde ortaklık, kurtuluşun, özgürlüğü ve demokrasiyi, ilerisinde sosyalizmi elde etmenin demokratik ve sosyalist Ortadoğu federasyonundan geçtiğini göstermektedir. Bu da bölgesel devrimin bir ifadesidir.

Rojava Devrimi, sadece Ortadoğu'da değil, bütün dünyada yol gösterici bir rol oynamaktadır. Rojavalı Kürtler Suriye'deki kanlı boğazlaşmanın dışında kaldılar ve yüzbinlerce insanın katledilmesine ortak olmadılar. Ülkedeki iç savaş ortamının beraberinde getirdiği, ortaya çıkardığı çelişkilerden yararlanarak kendi özerk yönetimlerini oluşturdular.

Rojava Devrimi, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'yu yeniden biçimlendirme, bu nedenle “rejim değişimi” perspektifine hiç uymadığı gibi, Rus emperyalizminin çıkarlarına ve İran'ın Şii eksenli yayılmacılığına da (Irak-Suriye, Hizbullah/Lübnan) hiç uymamaktadır. Bu nedenle ABD ve Rusya'nın başını çektiği emperyalist güçler ve bölgenin sömürgeci, gerici, faşist ülkeleri Rojava Devriminde ve Kanton yapılanmasında; özerk yönetimde ifadesini bulan iktidar seçeneğini, kendi kaderini bizzat tayin etme iradesini boğmak için her fırsatı kullanmaktalar. Çok sayıda rekabetçi, sömürgeci gerici ve faşist gücün “it dalaşı”na giriştikleri görece dar bir alanda devrim yapmak ve bunu başarıyla devam ettirmek için büyük bir iradeye gerek vardır.
Bu irade sadece bu devrime önderlik eden Kürt halkında değil, aynı zamanda emperyalizme ve gericiliğe, faşizme, sömürgeciliğe karşı mücadele ediyorum diyen bütün güçlerde de olmalıdır. Rojava Devriminin bir parçası olma adımları bu yönde atılan adımlardır.
*
1) Türkiye inşa edilmiş ve proje halinde kalan petrol ve doğal gaz boru hatları:
Mavi Akım Doğalgaz Hattı
BTC (Bakü-Tiflis-Ceyhan) Petrol Boru Hattı
NABUCCO Doğalgaz Boru Hattı
Şahdeniz-Hazar Denizi Doğalgaz Boru Hattı
Türkmenistan-Türkiye-Almanya Doğalgaz Boru Hattı
Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı (Kerkük - Yumurtalık Petrol Boru Hattı)
TANAP (Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı) Projesi
Trans Adriyatik Doğalgaz Boru Hattı -Türkiye-Yunanistan-İtalya Doğalgaz Boru Hattı
Irak-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı
İran-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı
Katar-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı
Arap Boru Hattı Projesi

2) Kuzey Akımı-2 projesini New European Pipeline AG. adında yeni bir şirket inşa edecek. Merkezi Zug'da (İsviçre) olan bu şirketin yüzde 51 hissesi Gazprom’a, yüzde 10’ar hissesi E.ON (Almanya), BASF SE/Wintershall Holding Company (Almanya), Shell (Hollanda) ve OMV’ye (Avusturya) aittir. Yüzde 9 hisse de ENGIE’nindir (Fransa).

*

Bir sonraki yazı: BİR AYRIK OTU HİKAYESİ!