İSLAM
EKONOMİSİ - İSLAM SÖMÜRÜSÜ
Hem
inancına göre yaşamak hem de sermayeye tabi olmak!
Kul
hakkı yemenin en dehşetli şekli fâiz alıp vermektir.
Cenâb-ı
Hak, bu şekilde haksızlık yapanlara elim bir azap hazırlamıştır.
(Bkz. en-Nisâ, 161.) Bilhassa fâiz yiyenler Allâh’a ve Resûlü’ne
karşı harp îlân etmiş olurlar ve Kıyâmet günü kabirlerinden
şeytan çarpmış kimse gibi kalkarlar.
Fâiz
alanlar, zâhiren çok kazandıklarını zannetseler de,
Allah
Teâlâ fâizli kazançların bereketini giderir ve fâizi mahveder;
helâl
yollarla yapılan ticâreti ise bereketlendirir.
Fâiz
yiyen günahkâr kulları da hiç sevmez. (Bkz. el-Bakara, 275-279,
er-Rûm, 39.)
“Ey
îmân edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticâret hâli
müstesnâ,
mallarınızı
bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda yemeyin…”
(en-Nisâ, 29)
Her
dini inancın kendine göre kuralları vardır. İnancına göre
yaşamak isteyen o kurallara uymak zorundadır. Aksi
taktide günaha
girmiş olur. İnançla
maddi yaşam çelişkilidir. Dini inancına göre yaşamak isteyen,
maddi yaşamın dayatmalarına karşı koyamaz, koymamalıdır.
Bir defadan bir
şey olmaz dememelidir. Bir
defadan bir şey olmaz, bin defadan bir şey olmaza dönüşür ve
sonunda dini inanç
maddi
yaşama uydurulur; gerçi
böylece her iki dünya arasında bir uyumluluk sağlanmış olur,
ama inancın, dinin kuralları katıdır.
Dini inançla yaşamın
ortaya koyduğu gerçekler, İncil ile Kapital’in ortaya koyduğu
gerçekler veya Kur’an ile Kapital’in ortaya koyduğu gerçekler
arasındaki fark kadardır; İncile inansan Kapital’in
ortaya koyduğu gerçeklere
inanmaman gerekir. Kapital’in
ortaya koyduğu gerçeklere
inansan İncil’e inanmaman gerekir. Birisi;
Kapital (Marks) kapitalist düzenin nasıl işlediğini; hareket
yasalarını, sömürüyü anlatıyor. Diğeri; din, böyle şeylerden
uzak dur, “günah”dır, “haram”dır diyor.
Ancak, insanlık tarihi
gösterdi ki, sonuçta
inancın saflığı
yazıldığı kitapta kalır.
Maddi yaşamda var olmak için dini inancın kavramlarının içi
boşaltılır. “Haram”lar “helal” olur. Helal
ve haram konusunda
İslam'ın
getirdiği temel kurallara
göre, örneğin,
helal
ve haram kılma hakkı sadece
Allah ve Resulüne aittir. Ancak,
Allah’ın “seçkin” kulları helali
haramlaştırmak¸ haramı helalleştirmek
için
Allah'a ortak koşmada
hiç de geri kalmıyorlar.
İslam’ın temel
kurallarına göre haramı
helalleştirmek
için hile yapmak haramdır. Ama
Allah’ın “seçkin” kulları haramı helalleştirmek için her
gün, durmaksızın hile yapıyorlar; hile yapmanın yol ve
yöntemlerini
geliştiriyorlar.
Son
günlerde, biraz gerilere gidersek Erbakan’dan bu yana, faizin nema
olmasından buyana İslam ekonomisi dönem dönem gündemleştirildi,
gündemleştiriliyor. Şimdi de öyle oldu. Diktatör Erdoğan, şu
Kovid-19 günlerinin etkisiyle ekonomik krizin yükünü kaldıramaz
olunca aklına “İslam iktisadı” gelmiş olacak ki, krizden
kurtuluşun, refaha varışın, dünya sıralamasında 10. ekonomi
olmanın rotasını gösterdi: İslam iktisadına geçersek bunların
hepsi olur. Haksız da değil!
-Resmi
olmayan verilere göre yoksulluk şimdiye kadar hiç olmadığı
boyutlarda derinleşmiş.
-Resmi
olmayan verilere göre işsiz sayısı, şimdiye kadar hiç olmadığı
boyutlarda çoğalmış.
-Adaletsizlik,
hukuku hiçe sayma, eşitsizlik şimdiye kadar hiç olmadığı kadar
yaygın.
-Turizm
batmış, ihracat umut bağlanamaz durumda, sanayi üretimi Nisan
ayında Mart ayına göre yüzde 34,4 oranında daralmış.
-Sermaye
gelmiyor veya işe yarayacak kapsamda gelmiyor, ama çıkışlar
devam ediyor.
-Borç,
yavaş yavaş sorun olmaya, krize dönüşmeye başlamış.
Böylesi
zor bir süreçte diktatör Erdoğan’ın her zaman olduğundan daha
sıkı bir biçimde yönünü İslam’a, İslam ekonomisine
dönmekten başka yapacağı bir
şey yoktur. Bilmiyorum
ama bir taraftan dini duyguları okşuyor, diğer taraftan da yastık
altında ne var ne
yok hepsinin
piyasaya çıkartılmasını istiyor. Diktatörün paraya, sermayeye
ihtiyacı var ve bunu elde etmek için, Allah’a şirk koşmak da
dahil her yol mübahtır diyor.
"İslam
iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır
Bu
çarpık yapının alternatifinin insanı merkeze alan, emeği
yücelten, haksız kazanca müsaade etmeyen İslami
ekonomi
ve finans modelidir.
İnsani,
ahlaki ve çevreci karakteri faizi ve sömürüyü reddeden yapısıyla
İslam
iktisadı
krizden çıkışın anahtarıdır.
Geleceğin
dünyasında faize ve sömürüye dayalı mevcut ekonomik sistemin
yerini risk paylaşımının esas olduğu katılımcılığa
bırakacağına inanıyorum.
Nitekim,
gelişen teknoloji ve fintek uygulamalarının
İslami
finans
araçlarını
dünya genelinde yaygınlaştırdığını görüyoruz.
Kâr,
zarar ortaklığına göre çalışan İslami
finans kurumları,
faize bulaşmak istemeyen yüz milyonlarca insanın da önemli bir
ihtiyacını gideriyor.
Bu
kurumlar son yıllarda özellikle yaşanan ekonomik şokları
başarıyla atlatarak, geniş kitlelerin de dikkatini çekiyor.”
(https://www.akparti.org.tr/haberler/cumhurbaskanimiz-erdogan-12-uluslararasi-islam-ekonomisi-ve-finansi-konferansinda-konustu-14-06-2020-16-13-05/)
Aynı
konuşmasında Erdoğan "Tahakküm, çıkar ve faiz
üzerine bina edilen mevcut küresel ekonomik mimarinin, insanı ve
tabiatı koruması mümkün değildir.” demeyi
de unutmuyor.
“Çarpık
yapı” dediği kapitalizmin alternatifi olarak
“insanı merkeze alan, emeği yücelten, haksız kazanca müsaade
etmeyen
İslami
ekonomi
ve finans modeli”ni
görüyor.
Diktatöre
göre
“faizi ve sömürüyü reddeden yapısıyla İslam
iktisadı
krizden çıkışın anahtarı”
oluyor.
İslami
finans kurumları kâr,
zarar ortaklığına göre çalıştıkları
için
faize bulaşmak istemeyen yüz milyonlarca insanın da önemli bir
ihtiyacını gidermiş
oluyorlar.
Diktatör
Erdoğan “geleceğin
dünyasında faize ve sömürüye dayalı mevcut ekonomik sistem”
diye
tanımladığı kapitalizmin yerini “risk
paylaşımının
esas olduğu katılımcı”
ekonomiye
bırakacağına inanıyor. Yanlış
anlamadıysak “risk
paylaşımının
esas olduğu katılımcı”
ekonomi,
diktatör Erdoğan’ın özlem duyduğu İslam ekonomisi
olsa gerek.
Her
neyse, diktatör
Erdoğan’ın umudunu kırmak, hayal kırıklığına uğratmak
istemeyiz. Ancak, hayal ettiği ekonomik sistem, geçmiş dünyada
hiçbir zaman olmadı, “geleceğin dünyasında” da hiçbir zaman
olmayacak.
Sanırsam
diktatör Erdoğan hangi zamanda yaşadığının pek farkında
değil. Farkındaysa çaresizliğini ortaya koyuyor; demagojiden
medet umuyor; Zamanın ruhunu okuyamıyor veya işine geldiği gibi
okumak istiyor.
İslam
ekonomisi diye bir ekonomi yoktur. İslam’ın doğduğu dönemde
Arabistan, feodal üretim ilişkilerinin hakim olmadığı bir
bölgeydi (1). İslam, devlet
olarak doğdu ve onun ilk
başkanı da Hz.
Muhammed’di. Kurduğu devletin devamını sağlamak için
ekonominin sorunlarıyla ilgilenmesi, o günün koşullarına tekabül
eden birtakım çözümler getirmesi doğaldı. Bu ekonomi, feodal
bir ekonomiydi ve
bugün de İslam ekonomisi diye anlatılan, feodal ekonomiden
başka bir şey değildir. Ancak, bu ekonominin Türkiye’de varoluş
koşulları yoktur. Bugünün ekonomisini; yani kapitalizmi feodal
ekonomi kurallarına göre hareket eder hale getirmek, hiçbir koşul
altında mümkün değildir. O zaman, uçak, füze, turist, bikini,
bilgisayar, dijital teknoloji, otomobil, tren vb. yoktu. Yani bugünün
ekonomisini ifade eden sanayi sermayesi, banka sermayesi yoktu.
İslam’ın
devlet olarak kurumsallaştığı, geliştiği dönemde ürünün
paylaşımı bugünkü paylaşımla karşılaştırılamayacak
derecede farklıydı. O zaman esas olan, feodal beyin toprak ve arazi
üzerindeki mülkiyetiydi ve aynı zamanda feodal beyin üreticiler,
serfler üzerindeki sınırlı mülkiyeti temelinde bağımlı
köylülerin sömürülmesiydi ve bu sömürü üzerinden artı ürüne
feodal beylerin asalak tüketimleri için el koymalarıydı.
İslam
ekonomisinde, yani feodalizmde ekonominin temel yasasının ana
özelliği buydu.
İslam
bankası, İslam ekonomisi ve finansı, İslami sermaye birikim
modeli, İslami sermaye vs. adına ne derseniz deyin işleyen sistem
kapitalizmdir. İslam ekonomisi, bankacılığı vb. açıklamalarla
kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkmıyor. Ancak inancı sağlam
olanların parası kullanılıyor ve karşılığında verilen miktar
faiz olmaktan çıkartılıyor. Bu, kapitalizmin başka bir kılıfa
büründürülmesidir. Yani liberalizm, neoliberalizm, keynesçilik
dendiğinde kapitalimden başka bir şey anlaşılmaz. İslam
ekonomisi dendiğinde de kapitalizmden başka bir şey anlaşılmaz.
Kapitalizm bir üretim biçimidir; işgücünün sömürüsüne,
temel üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan son sınıflı
toplumdur. Bu toplumda ürünün paylaşımı sınıfsaldır, özel
mülkiyete dayanır.
Kapitalist
üretim biçiminde toplumsal toplam ürünün ve ulusal gelirin
dağılımı, İslam ekonomisi demagojisini açıklamaya
yetiyor:
Kapitalizmde
temel üretim araçları kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin özel
mülkiyetindedir. Bu sistemde işçi sınıfı ve emekçi köylülük
mülksüzdür, yani üretim araçlarına sahip değildir. Kapitalizm
sınıflı toplum olduğu için ulusal gelirin de sınıfsal
karakteri vardır. Ulusal gelirde hangi sınıfın ne alacağı,
sınıfların üretim ilişkilerindeki konumuyla belirlenir. Bu
konumu veya kapitalizmde ulusal gelirin nasıl paylaşıldığını
bir şema ile gösterelim:
Kapitalizmde
toplumsal ürün ve ulusal gelirin paylaşımı
Toplumsal
Toplam Ürün (TTÜ):
-Değişmeyen
sermaye: s
-Değişken
sermaye: d
-Artı
değer: a
Şemada
ulusal gelirin paylaşımını görüyoruz:
1)Sanayi
kapitalisti –burada bütün ülkedeki maddi değerlerin üretiminin
tek bir kapitalistin işletmesinde gerçekleştirildiğini düşünelim-
ulusal gelirin bir kısmını (örnekte d=10 birim) işçilere ve
onlar gibi üretimde faal olan ücretlilere ücret olarak öder.
2)Geriye
kalan kısım ise artı değerdir. a= UG-d, 30-10=20.
Sanayi
kapitalisti bu miktarın, artı değerin hepsini cebine indirmez. Bu
miktar içinde kapitalist sınıfın diğer katmanlarının da payı
vardır. Yani sanayi kapitalisti sermayesinin üretimdeki konumundan
dolayı; üretim aşamasında faal olmasından dolayı, önce kendi
eline geçen artı değeri diğer kapitalistlerle; ticaret,
bankacılık alanındaki kapitalistler ve toprak sahipleriyle
paylaşmak zorundadır.
3)Artı
değer, paylaşım sonucunda sanayi kapitalistinin eline
a)kar,
b)tüccar
kapitalistin eline ticaret karı,
c)bankacının
eline faiz ve
d)toprak
sahibinin eline de toprak rant olarak geçer.(2)
Yukarıdaki
şemaya göre bu paylaşım şöyledir:
a)Miktar
olarak artı değerin 10’luk bölümü sanayi kapitalistinin (kar),
b)3’lük
bölümü tüccar kapitalistin (kar),
c)2’lik
bölümü faiz olarak bankacının ve
d)5’lik
bölümünde toprak rant olarak toprak sahibinin eline
geçmektedir.(3)
Bu
da yetmez; kapitalist sınıf,
işçilere ücret olarak verdiği
miktarın -değişken sermayenin- bir kısmını başka yollarla
yeniden ele geçirir. Bunu bütçe yoluyla yapar. Marks’ın
belirttiği gibi, kapitalist devletin bütçesi, “...
sınıf bütçesinden, burjuvazi için bütçeden başka bir şey
değildir”. Bütçe, ulusal geliri
sömürücü sınıfların lehine yeniden paylaşmanın bir aracıdır.
Bütçenin çok önemli bir kısmını vergiler oluşturur. Nüfusun
ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar,
dolaylı ve dolaysız vergi adı altında resmen soyulurlar ve
kapitalist devlet, bütçe gelirlerini kapitalist sınıfa yeniden
-örneğin kredi, sübvansiyon vs.- dağıtır.
Diktatör
Erdoğan, bu gerçekliği her gün yaşamaktadır. Bilindiği gibi
diktatör bir tüccardır. Ticaret, sadece üçe alıp beşe satmak
değildir. Ticaret karı da işçinin alınteridir,; işgücünün
sömürülmesinden kaynaklanan artı değerin bir kısmıdır.
Keza
bankacılıkta da durum aynıdır. Faiz de dönüp dolaşıp işgücü
sömürüsüne dayanmaktadır.
İslam’da
bunun “helal” olacak tek bir yanı yoktur; baştan sona
“haram”dır. “Kul hakkı” yemektir. Başkasının “emeği”ne
el koymaktır.
Kapitalist
sistem, sömürü üzerine kurulmuştur, amacı kardır. Kapitalizmin
adını “İslam ekonomisi”ne çevirmekle, İslam bankacılığında
faizi hileyle, göz boyamayla “helal” yapmak, ticarette “helali”,
“haramı” tartı hilesine indirgemekle, belki sadece vatandaşın
inancı okşanmış olabilir. Ancak, “İslam ekonomisi”nin de din
giydirilmiş kapitalizm olduğu gerçekliğini ortadan kaldırmaz,
kaldıramaz.
Diktatör
Erdoğan’ın öve öve bir hal olduğu güçlenen İslam ekonomisi,
uluslararasılaşmış sermayenin bir parçasıdır. Uluslararası
sermaye hareketinin kurallarına bağlı kalmakla varlığını
sürdürmektedir. Emperyalizme, uluslararası sermaye tekellerine
bağımlı şeyhlerin, kralların elinde ülke zenginlikleri (petrol
ve doğal gaz) uluslararası pazarlarda “helal”e, “haram”a
göre alınıp satılmıyor.
Dikatatör
Erdoğan’ın öve öve bir hal olduğu İslam ekonomisinin kıblesi
dünya finans merkezleridir; ABD’dir, İngiltere’dir,
Japonya’dır. AKP hükümet olduysa bu finans merkezlerinin yol
vermesiyle olmuştur; uluslararası sermayeye, tekellere bağlılığını
gösterdiği için iktidara gelmiştir. Bugün aralarının açık
olması sorunun özünde bir şey değiştirmiyor. İslam’ı bayrak
diye sallayarak dünya mali merkezlerinde para toplamaya çıkan AKP
hükümetinden başkası değildir. Bütün bu gerçeklik karşısında
İslam ekonomisinden bahsetmek maval okumaktan başka bir anlam
taşımaz.
*
1)
Bkz.: İbrahim Okçuoğlu; Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi, İç
Pazarın Oluşma Süreci, Birinci Kitap, s. 169-177. Ceylan
Yayınları, İkinci baskı, Haziran 1999.
2)Bazı
durumlarda sanayi kapitalisti sermayesini, sermayenin bütün
dolaşımından çekmez ve dolayısıyla ürünün satışıyla
(sermayenin dolaşım safhası) doğrudan ilgilenir. Bu durumda
tüccar kapitaliste vereceği pay da kendine kalır.
3)Köylülerin
ve zanaatçıların ürünleri de ulusal gelirin bir bileşimini
oluştururlar. Bu alanda üretilen ürünün bir kısmını köylüler
(emekçi köylüler) ve zanaatçılar alırlarken, diğer kısmı da
kapitalistlerin -zengin köylülük, toptancılar, tüccarlar,
bankacılar vs- eline geçer. Bu emekçi kesimin gelirlerinin kaynağı
kendi iş güçlerinin ifadesi olarak elde ettikleri ürünlerdir;
kendi çalışmaları, kendi emekleridir. Bu kesimin yabancı iş
gücünü sömürerek gelir (artı değer) elde etme durumları
istisnadır.