deneme

28 Haziran 2020 Pazar

İSLAM EKONOMİSİ - İSLAM SÖMÜRÜSÜ




İSLAM EKONOMİSİ - İSLAM SÖMÜRÜSÜ

Hem inancına göre yaşamak hem de sermayeye tabi olmak!

Kul hakkı yemenin en dehşetli şekli fâiz alıp vermektir.
Cenâb-ı Hak, bu şekilde haksızlık yapanlara elim bir azap hazırlamıştır. (Bkz. en-Nisâ, 161.) Bilhassa fâiz yiyenler Allâh’a ve Resûlü’ne karşı harp îlân etmiş olurlar ve Kıyâmet günü kabirlerinden şeytan çarpmış kimse gibi kalkarlar.
Fâiz alanlar, zâhiren çok kazandıklarını zannetseler de,
Allah Teâlâ fâizli kazançların bereketini giderir ve fâizi mahveder;
helâl yollarla yapılan ticâreti ise bereketlendirir.
Fâiz yiyen günahkâr kulları da hiç sevmez. (Bkz. el-Bakara, 275-279, er-Rûm, 39.)

Ey îmân edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticâret hâli müstesnâ,
mallarınızı bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda yemeyin…” (en-Nisâ, 29)

Her dini inancın kendine göre kuralları vardır. İnancına göre yaşamak isteyen o kurallara uymak zorundadır. Aksi taktide günaha girmiş olur. İnançla maddi yaşam çelişkilidir. Dini inancına göre yaşamak isteyen, maddi yaşamın dayatmalarına karşı koyamaz, koymamalıdır. Bir defadan bir şey olmaz dememelidir. Bir defadan bir şey olmaz, bin defadan bir şey olmaza dönüşür ve sonunda dini inanç maddi yaşama uydurulur; gerçi böylece her iki dünya arasında bir uyumluluk sağlanmış olur, ama inancın, dinin kuralları katıdır. Dini inançla yaşamın ortaya koyduğu gerçekler, İncil ile Kapital’in ortaya koyduğu gerçekler veya Kur’an ile Kapital’in ortaya koyduğu gerçekler arasındaki fark kadardır; İncile inansan Kapital’in ortaya koyduğu gerçeklere inanmaman gerekir. Kapital’in ortaya koyduğu gerçeklere inansan İncil’e inanmaman gerekir. Birisi; Kapital (Marks) kapitalist düzenin nasıl işlediğini; hareket yasalarını, sömürüyü anlatıyor. Diğeri; din, böyle şeylerden uzak dur, “günah”dır, “haram”dır diyor. Ancak, insanlık tarihi gösterdi ki, sonuçta inancın saflığı yazıldığı kitapta kalır. Maddi yaşamda var olmak için dini inancın kavramlarının içi boşaltılır. “Haram”lar “helal” olur. Helal ve haram konusunda İslam'ın getirdiği temel kurallara göre, örneğin, helal ve haram kılma hakkı sadece Allah ve Resulüne aittir. Ancak, Allah’ın “seçkin” kulları helali haramlaştırmak¸ haramı helalleştirmek için Allah'a ortak koşmada hiç de geri kalmıyorlar. İslam’ın temel kurallarına göre haramı helalleştirmek için hile yapmak haramdır. Ama Allah’ın “seçkin” kulları haramı helalleştirmek için her gün, durmaksızın hile yapıyorlar; hile yapmanın yol ve yöntemlerini geliştiriyorlar.

Son günlerde, biraz gerilere gidersek Erbakan’dan bu yana, faizin nema olmasından buyana İslam ekonomisi dönem dönem gündemleştirildi, gündemleştiriliyor. Şimdi de öyle oldu. Diktatör Erdoğan, şu Kovid-19 günlerinin etkisiyle ekonomik krizin yükünü kaldıramaz olunca aklına “İslam iktisadı” gelmiş olacak ki, krizden kurtuluşun, refaha varışın, dünya sıralamasında 10. ekonomi olmanın rotasını gösterdi: İslam iktisadına geçersek bunların hepsi olur. Haksız da değil!

-Resmi olmayan verilere göre yoksulluk şimdiye kadar hiç olmadığı boyutlarda derinleşmiş.
-Resmi olmayan verilere göre işsiz sayısı, şimdiye kadar hiç olmadığı boyutlarda çoğalmış.
-Adaletsizlik, hukuku hiçe sayma, eşitsizlik şimdiye kadar hiç olmadığı kadar yaygın.
-Turizm batmış, ihracat umut bağlanamaz durumda, sanayi üretimi Nisan ayında Mart ayına göre yüzde 34,4 oranında daralmış.
-Sermaye gelmiyor veya işe yarayacak kapsamda gelmiyor, ama çıkışlar devam ediyor.
-Borç, yavaş yavaş sorun olmaya, krize dönüşmeye başlamış.

Böylesi zor bir süreçte diktatör Erdoğan’ın her zaman olduğundan daha sıkı bir biçimde yönünü İslam’a, İslam ekonomisine dönmekten başka yapacağı bir şey yoktur. Bilmiyorum ama bir taraftan dini duyguları okşuyor, diğer taraftan da yastık altında ne var ne yok hepsinin piyasaya çıkartılmasını istiyor. Diktatörün paraya, sermayeye ihtiyacı var ve bunu elde etmek için, Allah’a şirk koşmak da dahil her yol mübahtır diyor.

"İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır
Bu çarpık yapının alternatifinin insanı merkeze alan, emeği yücelten, haksız kazanca müsaade etmeyen İslami ekonomi ve finans modelidir.

İnsani, ahlaki ve çevreci karakteri faizi ve sömürüyü reddeden yapısıyla İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır.

Geleceğin dünyasında faize ve sömürüye dayalı mevcut ekonomik sistemin yerini risk paylaşımının esas olduğu katılımcılığa bırakacağına inanıyorum.

Nitekim, gelişen teknoloji ve fintek uygulamalarının İslami finans araçlarını dünya genelinde yaygınlaştırdığını görüyoruz.

Kâr, zarar ortaklığına göre çalışan İslami finans kurumları, faize bulaşmak istemeyen yüz milyonlarca insanın da önemli bir ihtiyacını gideriyor.
Bu kurumlar son yıllarda özellikle yaşanan ekonomik şokları başarıyla atlatarak, geniş kitlelerin de dikkatini çekiyor.”
(https://www.akparti.org.tr/haberler/cumhurbaskanimiz-erdogan-12-uluslararasi-islam-ekonomisi-ve-finansi-konferansinda-konustu-14-06-2020-16-13-05/)

Aynı konuşmasında Erdoğan "Tahakküm, çıkar ve faiz üzerine bina edilen mevcut küresel ekonomik mimarinin, insanı ve tabiatı koruması mümkün değildir.” demeyi de unutmuyor.

Çarpık yapı” dediği kapitalizmin alternatifi olarak “insanı merkeze alan, emeği yücelten, haksız kazanca müsaade etmeyen İslami ekonomi ve finans modeli”ni görüyor. Diktatöre göre “faizi ve sömürüyü reddeden yapısıyla İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarı” oluyor.

İslami finans kurumları kâr, zarar ortaklığına göre çalıştıkları için faize bulaşmak istemeyen yüz milyonlarca insanın da önemli bir ihtiyacını gidermiş oluyorlar.

Diktatör Erdoğan “geleceğin dünyasında faize ve sömürüye dayalı mevcut ekonomik sistem” diye tanımladığı kapitalizmin yerini risk paylaşımının esas olduğu katılımcı ekonomiye bırakacağına inanıyor. Yanlış anlamadıysak risk paylaşımının esas olduğu katılımcıekonomi, diktatör Erdoğan’ın özlem duyduğu İslam ekonomisi olsa gerek.

Her neyse, diktatör Erdoğan’ın umudunu kırmak, hayal kırıklığına uğratmak istemeyiz. Ancak, hayal ettiği ekonomik sistem, geçmiş dünyada hiçbir zaman olmadı, “geleceğin dünyasında” da hiçbir zaman olmayacak.
Sanırsam diktatör Erdoğan hangi zamanda yaşadığının pek farkında değil. Farkındaysa çaresizliğini ortaya koyuyor; demagojiden medet umuyor; Zamanın ruhunu okuyamıyor veya işine geldiği gibi okumak istiyor.

İslam ekonomisi diye bir ekonomi yoktur. İslam’ın doğduğu dönemde Arabistan, feodal üretim ilişkilerinin hakim olmadığı bir bölgeydi (1). İslam, devlet olarak doğdu ve onun ilk başkanı da Hz. Muhammed’di. Kurduğu devletin devamını sağlamak için ekonominin sorunlarıyla ilgilenmesi, o günün koşullarına tekabül eden birtakım çözümler getirmesi doğaldı. Bu ekonomi, feodal bir ekonomiydi ve bugün de İslam ekonomisi diye anlatılan, feodal ekonomiden başka bir şey değildir. Ancak, bu ekonominin Türkiye’de varoluş koşulları yoktur. Bugünün ekonomisini; yani kapitalizmi feodal ekonomi kurallarına göre hareket eder hale getirmek, hiçbir koşul altında mümkün değildir. O zaman, uçak, füze, turist, bikini, bilgisayar, dijital teknoloji, otomobil, tren vb. yoktu. Yani bugünün ekonomisini ifade eden sanayi sermayesi, banka sermayesi yoktu.
 
İslam’ın devlet olarak kurumsallaştığı, geliştiği dönemde ürünün paylaşımı bugünkü paylaşımla karşılaştırılamayacak derecede farklıydı. O zaman esas olan, feodal beyin toprak ve arazi üzerindeki mülkiyetiydi ve aynı zamanda feodal beyin üreticiler, serfler üzerindeki sınırlı mülkiyeti temelinde bağımlı köylülerin sömürülmesiydi ve bu sömürü üzerinden artı ürüne feodal beylerin asalak tüketimleri için el koymalarıydı.

İslam ekonomisinde, yani feodalizmde ekonominin temel yasasının ana özelliği buydu.

İslam bankası, İslam ekonomisi ve finansı, İslami sermaye birikim modeli, İslami sermaye vs. adına ne derseniz deyin işleyen sistem kapitalizmdir. İslam ekonomisi, bankacılığı vb. açıklamalarla kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkmıyor. Ancak inancı sağlam olanların parası kullanılıyor ve karşılığında verilen miktar faiz olmaktan çıkartılıyor. Bu, kapitalizmin başka bir kılıfa büründürülmesidir. Yani liberalizm, neoliberalizm, keynesçilik dendiğinde kapitalimden başka bir şey anlaşılmaz. İslam ekonomisi dendiğinde de kapitalizmden başka bir şey anlaşılmaz. Kapitalizm bir üretim biçimidir; işgücünün sömürüsüne, temel üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan son sınıflı toplumdur. Bu toplumda ürünün paylaşımı sınıfsaldır, özel mülkiyete dayanır.

Kapitalist üretim biçiminde toplumsal toplam ürünün ve ulusal gelirin dağılımı, İslam ekonomisi demagojisini açıklamaya yetiyor:
Kapitalizmde temel üretim araçları kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin özel mülkiyetindedir. Bu sistemde işçi sınıfı ve emekçi köylülük mülksüzdür, yani üretim araçlarına sahip değildir. Kapitalizm sınıflı toplum olduğu için ulusal gelirin de sınıfsal karakteri vardır. Ulusal gelirde hangi sınıfın ne alacağı, sınıfların üretim ilişkilerindeki konumuyla belirlenir. Bu konumu veya kapitalizmde ulusal gelirin nasıl paylaşıldığını bir şema ile gösterelim:

Kapitalizmde toplumsal ürün ve ulusal gelirin paylaşımı
Toplumsal Toplam Ürün (TTÜ):
-Değişmeyen sermaye: s
-Değişken sermaye: d
-Artı değer: a





















Şemada ulusal gelirin paylaşımını görüyoruz:
1)Sanayi kapitalisti –burada bütün ülkedeki maddi değerlerin üretiminin tek bir kapitalistin işletmesinde gerçekleştirildiğini düşünelim- ulusal gelirin bir kısmını (örnekte d=10 birim) işçilere ve onlar gibi üretimde faal olan ücretlilere ücret olarak öder.

2)Geriye kalan kısım ise artı değerdir. a= UG-d, 30-10=20.
Sanayi kapitalisti bu miktarın, artı değerin hepsini cebine indirmez. Bu miktar içinde kapitalist sınıfın diğer katmanlarının da payı vardır. Yani sanayi kapitalisti sermayesinin üretimdeki konumundan dolayı; üretim aşamasında faal olmasından dolayı, önce kendi eline geçen artı değeri diğer kapitalistlerle; ticaret, bankacılık alanındaki kapitalistler ve toprak sahipleriyle paylaşmak zorundadır.

3)Artı değer, paylaşım sonucunda sanayi kapitalistinin eline
a)kar,
b)tüccar kapitalistin eline ticaret karı,
c)bankacının eline faiz ve
d)toprak sahibinin eline de toprak rant olarak geçer.(2)

Yukarıdaki şemaya göre bu paylaşım şöyledir:

a)Miktar olarak artı değerin 10’luk bölümü sanayi kapitalistinin (kar),

b)3’lük bölümü tüccar kapitalistin (kar),

c)2’lik bölümü faiz olarak bankacının ve

d)5’lik bölümünde toprak rant olarak toprak sahibinin eline geçmektedir.(3)

Bu da yetmez; kapitalist sınıf, işçilere ücret olarak verdiği miktarın -değişken sermayenin- bir kısmını başka yollarla yeniden ele geçirir. Bunu bütçe yoluyla yapar. Marks’ın belirttiği gibi, kapitalist devletin bütçesi, “... sınıf bütçesinden, burjuvazi için bütçeden başka bir şey değildir”. Bütçe, ulusal geliri sömürücü sınıfların lehine yeniden paylaşmanın bir aracıdır. Bütçenin çok önemli bir kısmını vergiler oluşturur. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, dolaylı ve dolaysız vergi adı altında resmen soyulurlar ve kapitalist devlet, bütçe gelirlerini kapitalist sınıfa yeniden -örneğin kredi, sübvansiyon vs.- dağıtır.

Diktatör Erdoğan, bu gerçekliği her gün yaşamaktadır. Bilindiği gibi diktatör bir tüccardır. Ticaret, sadece üçe alıp beşe satmak değildir. Ticaret karı da işçinin alınteridir,; işgücünün sömürülmesinden kaynaklanan artı değerin bir kısmıdır.

Keza bankacılıkta da durum aynıdır. Faiz de dönüp dolaşıp işgücü sömürüsüne dayanmaktadır.
İslam’da bunun “helal” olacak tek bir yanı yoktur; baştan sona “haram”dır. “Kul hakkı” yemektir. Başkasının “emeği”ne el koymaktır.

Kapitalist sistem, sömürü üzerine kurulmuştur, amacı kardır. Kapitalizmin adını “İslam ekonomisi”ne çevirmekle, İslam bankacılığında faizi hileyle, göz boyamayla “helal” yapmak, ticarette “helali”, “haramı” tartı hilesine indirgemekle, belki sadece vatandaşın inancı okşanmış olabilir. Ancak, “İslam ekonomisi”nin de din giydirilmiş kapitalizm olduğu gerçekliğini ortadan kaldırmaz, kaldıramaz.

Diktatör Erdoğan’ın öve öve bir hal olduğu güçlenen İslam ekonomisi, uluslararasılaşmış sermayenin bir parçasıdır. Uluslararası sermaye hareketinin kurallarına bağlı kalmakla varlığını sürdürmektedir. Emperyalizme, uluslararası sermaye tekellerine bağımlı şeyhlerin, kralların elinde ülke zenginlikleri (petrol ve doğal gaz) uluslararası pazarlarda “helal”e, “haram”a göre alınıp satılmıyor.

Dikatatör Erdoğan’ın öve öve bir hal olduğu İslam ekonomisinin kıblesi dünya finans merkezleridir; ABD’dir, İngiltere’dir, Japonya’dır. AKP hükümet olduysa bu finans merkezlerinin yol vermesiyle olmuştur; uluslararası sermayeye, tekellere bağlılığını gösterdiği için iktidara gelmiştir. Bugün aralarının açık olması sorunun özünde bir şey değiştirmiyor. İslam’ı bayrak diye sallayarak dünya mali merkezlerinde para toplamaya çıkan AKP hükümetinden başkası değildir. Bütün bu gerçeklik karşısında İslam ekonomisinden bahsetmek maval okumaktan başka bir anlam taşımaz.

*
 
1) Bkz.: İbrahim Okçuoğlu; Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi, İç Pazarın Oluşma Süreci, Birinci Kitap, s. 169-177. Ceylan Yayınları, İkinci baskı, Haziran 1999.

2)Bazı durumlarda sanayi kapitalisti sermayesini, sermayenin bütün dolaşımından çekmez ve dolayısıyla ürünün satışıyla (sermayenin dolaşım safhası) doğrudan ilgilenir. Bu durumda tüccar kapitaliste vereceği pay da kendine kalır.

3)Köylülerin ve zanaatçıların ürünleri de ulusal gelirin bir bileşimini oluştururlar. Bu alanda üretilen ürünün bir kısmını köylüler (emekçi köylüler) ve zanaatçılar alırlarken, diğer kısmı da kapitalistlerin -zengin köylülük, toptancılar, tüccarlar, bankacılar vs- eline geçer. Bu emekçi kesimin gelirlerinin kaynağı kendi iş güçlerinin ifadesi olarak elde ettikleri ürünlerdir; kendi çalışmaları, kendi emekleridir. Bu kesimin yabancı iş gücünü sömürerek gelir (artı değer) elde etme durumları istisnadır.