DOĞU AKDENİZ'DE NE OLUYOR?
Doğu
Akdeniz'de faşist diktatörlük fena sıkıştırıldı. ABD
Dışişleri Bakanı'nın Kıbrıs Rum Kesimi'ni ziyaretinde yaptığı
"Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki faaliyetinden endişe
duyuyoruz" türünden açıklaması, AB'nin 24-25 Eylül'deki
zirvesinde Türkiye'ye yaptırımı ele alacağını açıklaması,
sürekli diyalogdan, ön koşulsuz görüşmeden yana olduğunu
açıklayan diktatör Erdoğan'ın beklenmedik geri adımını
beraberinde getirdi.
Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "bakım ve ikmal" nedeniyle
sismik araştırma gemisi Oruç Reis'in faaliyet alanını terk
ederek geri döndüğünü, bunun geçici olduğunu, "ikmal ve
bakım"dan sonra faaliyetine devam edeceğini açıkladı.
Böylece geri adımın adı "ikmal ve bakım" oldu.
Erdoğan ile Macron arasındaki dalaşın, mizansen olmasa da iç kamuoyu için her iki tarafın yararına olduğu açık. Diktatör Erdoğan sesini yükselttikçe, "Mavi Vatan" dedikçe burjuva muhalefetin ve iş dünyasının tamamını arkasına aldı. Macron, Doğu Akdeniz'de Türkiye'ye karşı diklenmenin yeniden seçilmenin yolunu açacağı düşüncesinden hareket etti; bu hareketiyle faşist partinin tam desteğini aldı. Macron büyük oynuyor, hem Doğu Akdeniz ve etrafında (Suriye, Lübnan, Libya) etkili olmaya hem de AB içinde Almanya karşısında önderlik iddiasını güçlendirmeye çalışıyor. Diktatör Erdoğan da Macron'un bu planının gerçekleşmesinde bir vesile oluyor.
Erdoğan-Macron
atışmasından Yunanistan Başbakanı Miçotakis de yararlandı.
Yunan halkının -belli bir dönem de olsa- dikkatini ekonomik kriz,
pandemi gibi temel ekonomik ve sosyal sorunlardan başka yöne,
Türkiye üzerine çekti. Macron'un yol açmasıyla Yunanistan,
Fransa'dan bolca uçak ve gemi satın almak için bir silahlanma
programı hazırladı.
Türkiye
Doğu Akdeniz'de, Libya'da, Rojava'da, Güney Kürdistan'da olduğu
gibi askeri gücüne güvenerek hareket etti. Doğu Akdeniz'de bir
çatışma olmadı. Dolayısıyla askeri gücünün sınırına
gelmesi durumu da söz konusu değil. Ancak, sorun sadece askerle
halledilebilecek bir sorun değil. Sorun sadece Fransa ve Doğu
Akdeniz'deki kıyıdaş ülkelerin ortak hareket etmesi de değil.
İşin içine ABD'nin karşı cepheye karışması, Rusya'dan belki
de beklenen sesin çıkmaması -İdlib ve Libya'da uzlaşı olana
kadar da pek ses çıkmayacak gibi bir durum söz konusu- diktatörün
geri adım atmasının diğer nedenleri olmuştur.
Doğu
Akdeniz, hem mevcut ve potansiyel enerji -doğal gaz ve petrol-
varlığından hem de dünya jeopolitikası ve deniz ulaşımı
bakımından bölgesel ve emperyal güçlerin nüfuz sahibi olmaya
çalıştıkları bir alandır. Bu bölgede jeopolitik yeteneğe
sahip her ülkenin kendine göre bir jeostratejisi var. Bu nedenle
gerek ABD gerekse de Rusya -ileri bir aşamada buna Çin de dahil
olacaktır- kendi çıkarlarını ön planda tutarak soruna müdahil
oluyorlar. Diktatör Erdoğan bu gerçekliği görmek istemeyebilir.
Ama gösterirler, gösteriyorlar. Türk burjuvazisi, Doğu Akdeniz'de
kıyıdaş olmayan emperyalist ülkelerin varlığına ve mevcut ve
potansiyel sorunlara müdahil olacaklarına, mevcut ve potansiyel
enerjinin çıkarımına ve pazarlara sevkiyatına, bu bölgedeki
deniz ticareti rotasını kontrol edeceklerine alışmak, kabullenmek
zorunda olacağını henüz anlamamışa benziyor; yani bu coğrafyada
Türk burjuvazisine rahat yoktur.
Libya
da dahil Doğu Akdeniz'in paylaşımında sorunun bir ucu Afrika'nın,
diğer ucu Ortadoğu'nun kontrolü olunca elbette bu paylaşıma ABD,
Rusya, Fransa (AB), şimdilik sesi çıkmayan İngiltere ve Çin
müdahil olacaklardır. Türk burjuvazisinin bunu biliyor, anlıyor
olması gerekir.
Diktatör
Erdoğan önderliğinde faşist diktatörlük, emperyalist
politikanın ekonomik ve askeri güç kapasitesine göre
gerçekleştirilebileceği gerçekliğiyle karşı karşıyadır.
Ancak
şu da bir gerçektir. Diktatör, Libya ve Doğu Akdeniz sorununda
fazlasıyla "ey" çekti; "'Mavi Vatan'ı yedirmeyiz,
asarız-keseriz, gücümüz yeter" vb. türünden şovenist,
savaş kışkırtmaya zemin teşkil eden açıklamalar yaptı. Bu
efelenmeden dolayı iç kamuoyunda puan toplayabilir. Efelenme boşa
çıksa da iç kamuoyunda pek önemli olmayabilir. Ancak dış
kamuoyunda; uluslararası ilişkilerde efelenmenin arkası gelmezse
Erdoğan'ın karizması çizilir; kimseye sözünü geçirmez, kimse
dikkate almaz, uluslararası alanda maskara olur. Bu nedenle, "ikmal
ve bakım"dan dolayı geminin geri çekilmesinin en fazlasıyla
-Yunanistan ile görüşme süreci başlamazsa- AB'nin 24-25 Eylül
tarihindeki zirvesine kadar süreciği de bilinmelidir.
AB'nin
yaptırım kararı alması kolay olmayacaktır. Bu karar için oy
birliği gereklidir. AB üyesi her ülkenin Fransa politikasına
boyun eğerek yaptırıma "evet" demesi düşük bir
ihtimaldir. Fransa önderliğinde AB üyesi 7 Akdeniz ülkesinin
gerçekleştirdiği toplantıda Fransa'nın istediğini tam
alamaması, söz konusu tarihte gerçekleşecek AB zirvesinin nasıl
sonuçlanabileceğine bir işaret olabilir.
atılım, sayı 444,
18 Eylül 2020