KANAL İSTANBUL VE MONTRÖ
BÜYÜK JEOPOLİTİK OYUNUN BİR PARÇASI
Boğazlar (İstanbul ve Çanakkale) bu “belalı” coğrafyanın stratejik olarak da oldukça önemli bir parçasıdır. Asya ve Avrupa'yı, Kuzey (Rusya) ile Afrika’yı, Okyanusları birbirine bağlayan bulunduğu ülke açısından stratejik, dünya politikası bakımından, jeopolitik bakımdan oldukça önemli olan Boğazlar, sadece bugün değil, bütün tarih boyunca hep önemli olmuştur. Boğazlar bu öneminden dolayı tarih boyunca bölgeye egemen olmak isteyen güçlü devletlerin en önemli hedefi olurken, onu elinde tutan devletin/devletlerin ise en önemli politika aracıydı ve hala da öyledir.
Tarihsel olduğu gibi güncel olarak da jeopolitik ve stratejik, siyasi, ekonomik, askeri öneminden hiçbir şey kaybetmemiş olan Boğazlar, bir taraftan Karadeniz’e kıyıdaş devletler ile Akdeniz’e kıyıdaş devletler arasında vazgeçilemez bir bağ oluşturduğu gibi, diğer taraftan da bölgeye egemen olmak isteyen güçlü, jeopolitika üretme yeteneğine sahip devletler açısından da dünya jeopolitikasında güç dengelerinin değişiminde, belirlenmesinde ve devam ettirilmesinde belirleyici bir özelliğe sahip olmaya devam etmektedir.
Anadolu coğrafyasının bütünü gibi, onun bir parçası olan Boğazlar, dün olduğu gibi bugün de, 21. yüzyılda da dünya jeopolitiğinde siyasi ve askeri dengelerin değişiminde, belirlenmesinde ve devam ettirilmesinde uluslararası jeopolitika üretme merkezlerinin; yani en güçlü emperyalist ülkelerin yanı sıra bu coğrafyada kurulu devletin, yani Türkiye’nin de önemli olmasını beraberinde getirmektedir. Paylaşılamayan, Türkiye’nin taşı toprağı, Boğazların turistik çekiciliği değil, dünya jeopolitikasından stratejik önemidir. Bu bir gerçekliktir.
Buna rağmen, ticari ve turistik çıkarları temel alan argümanlarla İstanbul Boğazına alternatif olacak suyolu projesinin 2011’de, o zaman Başbakan olan Erdoğan tarafından gündeme taşınması, aynı zamanda Montrö (Montreaux) Boğazlar Sözleşmesi bağlamında siyasi, hukuki, askeri, stratejik ve nihayetinde jeopolitik büyük riskleri de beraberinde getirecek bir girişim olmuştur.
Jeopolitik oyun oynamayı, ABD ve Rusya arasındaki çelişkilerden yararlanarak ilerlemeyi pek seven Türk tekelci burjuvazisi, siyasi önderi diktatör Erdoğan vasıtasıyla bu adımı atarken hesaplarını herhalde çok yönlü yapmıştır. Karadeniz’de ABD ve Rusya arasındaki Rusya lehine mevcut statükoyu sağlayan Montrö Sözleşmesi, yerini Türkiye’nin tam kontrolünün olmadığı bir sözleşmeye veya sözleşmemeye bıraktığı durumda Türk burjuvazisinin Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali oldukça yüksektir.
Türk burjuvazisi “Mavi Vatan” doktrininin iki denizindeki (Akdeniz ve Ege Denizi) sorunlu, tartışmalı durumuna bu Sözleşmenin iptaline götüren adımlarıyla üçüncü denizi de, Karadeniz’i de sorunlu, tartışmalı hale getirecektir. Tabi Sözleşme feshedildikten sonra yeni sözleşme hazırlamak için bir araya gelecek olan ülkelerin nasıl bir karar alacakları belli olmaz. Her halükarda Türkiye lehine bir karara almayacakları açıktır.
Kanal İstanbul yanlıları bu projenin ekonomik ve turistik yönünü ön plana çıkartarak, hatta projeyi salt bu açıdan açıklayarak istedikleri kadar ikna argümanları geliştirebilirler.
Bu proje her bakımdan jeopolitiktir.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un Montrö açıklamasıyla başlayan tartışma (30 Mart 2021), emekli amirallerin 4 Nisan gecesi yayınlanan bildirgesiyle farklı boyutlarda devam etmektedir. Şentop farklı bir şey söylemesine rağmen, lafı onun ağzından alıp gecikmeden topa girildi. 31 Ocak 2020’de 126 emekli büyük elçinin hemen hemen aynı içerikli açıklaması üzerine pek fazla tartışma yapılmazken bu sefer, açıklama yapanların asker olmalarından ve açıklamanın gece yapılmasından dolayı AKP ve MHP harekete geçmekte gecikmedi. Diktatör Erdoğan’ın eline kaçmaması gereken bir fırsat geçmişti. Açıklamanın neden gece yapıldığından ve içeriğinden bağımsız olarak bu açıklama üzerinden birkaç kuşu birden vurma eylemi gerçekleştirilmeye başlandı. Bir taraftan Monrtö ve Kanal İstanbul tartışması alevlenirken, diğer taraftan ulusalcı ve Avrasyacı emekli ve muvazzaf subaylarla hesaplaşmanın, onları tasfiye etmenin vesilesi doğmuş oldu. Tabi bu arada halkın dikkati, kırıp geçiren salgından, işsizlikten ve başkaca iç sorunlardan ne kadar süreceği bilmeyen bu tartışmaya yöneltildi. Seçim hesabı yapan diktatör, CHP’yi yeniden darbeci ilan etmekten ve mağduruz ortamı oluşturmaya çalışmaktan da geri kalmadı.
Bu ayın 6’sında en üst temsiliyetiyle AB geliyor, CAATSA yaptırımları başlıyor; bir bütün olarak AB/ABD-Türkiye arasındaki pazarlıklar devam ediyor. Özellikle AB Türkiye ile ilişkileri kopartmamak, yeniden rayına sokmak için elinden geleni yapıyor. Tabi bu çabalarının karşılıksız kalmayacağı hesabı içinde. Şimdilik sessizliğe bürünmüş Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Rojava’da, itiş kakışın devam ettiği İdlib’de onca sorun; emekli generallerin söz konusu açıklaması bahane edilerek ortalık velveleye veriliyor.
Bunun bir nedeni olmalı. Emekli Amiraller belki de Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) bu ulusalcı, Avrasyacı subaylar grubunun tasfiye edilmesinin önünü kesmek istemiş olabilirler. Ancak, bu açıklama, beklenen tasfiyenin çok çok ötesinde uluslararası gelişmelere, jeopolitik denge değişimine neden olacak hamleleri beraberinde getirecek hamlelere vesile olmuştur. Açıklamayı, Erdoğan’ın, dikkatleri başka yöne çekmek için kullanıyor olması meselenin bir yönüdür. Ancak, işin içine Montrö ve Kanal İstanbul katılınca durum değişmektedir. Zaten fırsat bekleniyormuş gibi, Şentop’un Montrö sözcüğünün üstüne balıklama atlanılması amacın farklı olduğunu göstermektedir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Kanal İstanbul Projesi arasında çok yakın, birbirini tamamlayan veya tetikleyen bir bağ vardır. İstiyorsanız buna diyalektik bir bağ diyelim.
Kamuoyunda “Çılgın Proje” diye de bilinen Kanal İstanbul Projesi, o zaman Başbakan olan diktatör Erdoğan tarafından Nisan 2011’de açıklanan alternatif suyolu projesidir. Bu suyoluyla İstanbul’un batısındaki topraklar üzerinde Marmara Denizi ile Karadeniz birleştirecek ve böylece İstanbul Boğazı deniz trafiği bakımından rahatlatılacak ve bu trafikten kaynaklı kazaların önüne geçilmiş olacak.
Tabi bu projenin gerçekleştirilmesi durumunda çevre sorunlarının doğacağı, ekolojik dengenin bozulacağı vb. kaygılarla hareket eden yapılar oluştu ve soruna bu açıdan bakarak söz konusu projeye karşı mücadele etmeye başladılar. Kanal İstanbul Projesini “inadına” gerçekleştirmek isteyen diktatör Erdoğan için bu kapsamlı mücadele, dış dünyaya Türkiye’nin ne denli demokratik olduğunu göstermek için de bir vesile olmuştur. Şüphesiz ki, bu kanalın inşa edilmesi durumunda küçümsenmemesi gereken bu türden sorunlar mutlaka olacaktır. Ancak, gerçekleştirilmesi durumunda Karadeniz’in barut fıçısına dönüşmesini beraberinde getiren yeni bir jeopolitik gerçeklikle karşı karşıya kalacağız.
Diktatör Erdoğan “Boğazlarda egemen değiliz, Kanal İstanbul Boğazlardaki egemenliğimizi güçlendirecek bir projedir” diyor. Aynı zamanda adeta yemin edercesine “Montrö Sözleşmesi’ne bağlıyız. Kazanımlarını önemsiyoruz, daha iyisini bulana kadar bağlıyız” diyor. Yani, Kanal İstanbul’u inşa edene kadar “Montrö Sözleşmesi’ne bağlıyız” diyor. Demek ki, Kanal İstanbul inşa edilince Montrö sözleşmesine bağlılık da ortadan kalkmış olacak.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi Nedir, Ne Değildir?
Ama önce söz konusu boğazların (Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı) özelliğine bir bakalım.
Dünyanın ulaşım, ticaret ve stratejik bakımdan en önemli boğazları ve ait oldukları ülkeler:
İstanbul Boğazı: Her iki yakası Türkiye.
Çanakkale Boğazı: Her iki yakası Türkiye.
Cebelitarık Boğazı: Bir yakası İspanya, diğer yakası İngiltere.
Bering Boğazı: Bir yakası Rusya, diğer yakası ABD.
Macellan Boğazı: Bir yakası Şili, diğer yakası Arjantin.
Hürmüz Boğazı: Bir yakası İran, diğer Birleşik Arap Emirliği.
Bab-el Mendeb Boğazı: Bir yakası Yemen, diğer yakası Cibuti.
Malacca Boğazı: Bir yakası Endonezya, diğer yakası Malezya.
Singapur Boğazı: Bir yakası Singapur, diğer yakası Endonezya.
Kanallardan bahsetmiyoruz. Bu boğazlar içinde dikkati çeken, sadece İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazının her iki yakasının da Türkiye olmasıdır. Diğer boğazlarda hakimiyet veya kontrol sorunu söz konusu ülkeler arasındaki anlaşmaya bağlıdır. Ve bu ticaret yollarını kendi çıkarlarına uygun bir biçimde kullanmak, rakip olan ülkeleri bu kullanımdan mahrum bırakmak veya koşullara bağlamak isteyen ülkeler arasında sürekli bir rekabet vardır. Bu durum şimdiye kadar, en azından Montrö Sözleşmesinden bu yana İstanbul ve Çanakkale boğazları için söz konusu olmamıştır. Kanal İstanbul Projesiyle veya ondan bağımsız olarak Montrö Sözleşmesinin tartışmaya başlanmasıyla bu durumu değiştirmek isteyen güçler harekete geçtiler.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi 20 Temmuz 1936'da, Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya tarafından imzalanmış, İtalya da sözleşmeye 1938'de katılmıştır. Sözleşmenin 28. maddesine göre, bu devletlerden biri tarafından fesih başvurusu yapıldığında, bu başvuru tarihinden itibaren sözleşme iki yıl daha yürürlükte kalacak ve taraf devletler yeni bir sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere konferans düzenleyecekler ve yeni düzenleme yapacaklar. Şimdiye kadar böyle bir durum olmadı.
Bu sözleşme o zaman için Türkiye’ye çok şey kazandırmıştır:
Montrö Sözleşmesiyle İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı ile bu Boğazların giriş noktalarını da kapsayacak şekilde bölgede Türkiye'nin egemenlik hakları sağlanmış ve böylece Türkiye, Boğazlar bölgesine yeniden asker konuşlandırma hakkı elde etmiştir.
Montrö Sözleşmesiyle 1923'te kurulan Boğazlar Komisyonunun yetkileri Türkiye'ye devredilmiştir. Montrö Sözleşmesiyle Türkiye’ye savaş ve yakın savaş halinde yabancı savaş gemilerinin geçişine kısıtlama koyma yetkisi tanınmıştır. Ayrıca tek seferde geçebilecek savaş gemisi, tipine, sayısına ve tonajına sınırlama getirilmiş ve önceden haber verme şartı konmuştur.
Montrö Sözleşmesine göre Karadeniz'e kıyıdaş olmayan devletlerin denizaltıları ve uçak gemileri Boğazlardan geçemez. Karadeniz'e kıyıdaş olan devletler, Karadeniz dışında yaptırdıkları veya satın aldıkları denizaltıları Türkiye'ye zamanında haber vererek Boğazlardan geçirebilme hakkına sahip olabiliyorlardı. Ancak, bu durumda denizaltılar Boğazlardan teker teker, gündüz ve su üzerinden geçebilirler.
Bu sözleşmeye göre barış zamanlarında Karadeniz'e kıyıdaş olan devletler savaş gemilerini Boğazlardan geçebilmek için 8 gün içinde Türkiye'ye bildirim yapmak zorundalar. Bu süre Karadeniz'e kıyıdaş olmayan devletler için 15 gündür. Bu bildirimde gemilerin gidecekleri yer, adları, türleri ve sayıları, gidiş dönüşte taşıdıkları yükler yer almak zorundadır. Boğazlardan geçiş 5 gün içinde gerçekleşmelidir. Sözleşme Boğazlarda daha uzun süre kalmayı yasaklamaktadır.
Bu sözleşmeye göre barış zamanlarında Boğazlarda transit geçen tüm yabancı deniz güçlerinin en yüksek tonaj toplamı 15 bin tonu geçmeyecektir. Söz konusu güçler 9 gemiden fazlasını geçiremezler.
Bu sözleşmeye göre Karadeniz'e kıyıdaş olmayan devletlerin barış zamanında Karadeniz'de bulunduracakları savaş gemilerinin tonajı 45 bin tonu aşamaz ve bu gemiler 21 günden fazla Karadeniz'de kalamaz.
Bu sözleşmeye göre savaş zamanlarında savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır.
Bu sözleşmeye göre savaş zamanlarında Türkiye savaşan ülke durumundaysa veya bir savaş tehdidiyle karşı karşıyaysa Boğazlardan savaş gemilerinin geçip geçmemesi tamamen Türkiye'nin kararına bağlıdır.
Bu sözleşmeye göre sivil hava araçları Türkiye'ye 3 gün önce ön bildirim yaparak kendilerine gösterilen hava yollarını kullanabilirler. Ancak, askeri uçakların Boğazlar üzerinden uçmasına izin verip vermeme yetkisi Türkiye'nin tasarrufundadır.
Bu sözleşme sayesindedir ki, Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin; önde gelen emperyalist ülkelerin, örneğin ABD’nin, deniz gücü olarak İngiltere’nin, NATO’nun canı istediği zaman girip çıktığı bir yer olmamıştır. Karadeniz, kıyıdaş ülkelerin kendi aralarındaki sorunlarıyla birlikte bir “istikrar” denizi olmuştur. Bunun böyle olmasında Türkiye’nin, ABD ve NATO’nun bütün zorlamalarına rağmen Karadeniz’e Montrö Sözleşmesi kurallarına uymadan çıkmak istemesine izin vermemesi önemlidir.
Montrö Sözleşmesi, maddelerinin gösterdiği gibi Türkiye’ye bir taraftan büyük hükümranlık hakları sağlarken, diğer taraftan da sorumluluklar yüklemiştir. Genç devletin mutlak egemenliğinin elde edilmesinde ve tanınmasında bu sözleşmenin yeri önemlidir. Bu nedenle olsa gerek Montrö Sözleşmesi, Lozan’dan sonra ikinci kurucu sözleşme olarak tanımlanmaktadır.
Bu sözleşme bugün de hala imzalandığı dönemdeki önemine ve güncelliğine sahiptir. Ancak, koşullar değişmiştir. Koşullar değişince çıkarlar da değişmiştir. Şöyle:
Bu Sözleşmenin imzalandığı dönemdeki güçler dengesi bugün yok. Geçişkenlikle, kamplaşmayla geçen II. Dünya Savaşı sonrası yıllar artık yok. Dünyanın iki kampa ayrıldığı, diyelim ki bütün “Soğuk Savaş” dönemi (1945-1991) ve onun jeopolitiği artık yok. Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki dünya da yok. Şimdi çok rekabet merkezli dünyada birbirini köşeye sıkıştırmak, birbirinin gözünü oymak isteyen dünya hakimiyeti jeopolitikası üretecek güç ve yeteneğe sahip üç emperyalist ülkenin hamleleri söz konusu.
Soruna bu açıdan baktığımızda şunu görüyoruz:
1-Amerikan emperyalizmi doğrudan veya NATO üzerinden Karadeniz’e engelsiz, koşulsuz girmek ve kalmak istiyor. Bu nedenle Montrö Boğazlar Sözleşmesinin kaldırılmasından yanadır. Karadeniz’e sınırsız geçişi elde etmek için ABD uğraşısı yeni değildir.
2-Rus emperyalizmi Amerikan emperyalizminin ve NATO’nun Karadeniz’e engelsiz ve koşulsuz girmesine ve orada yuvalanmasına her halükarda karşıdır. Bu nedenle Montrö Boğazlar Sözleşmesine sahip çıkıyor.
3-Türkiye, eski Türkiye değil. Tarafların veya Boğazları kullanmak isteyenlerin kurallara uymasını denetlemekle artık yetinmiyor. Resmen kendi oyununu oynuyor.
Nedir bu oyun?
-Montrö Sözleşmesini feshetmem, ama Kanal İstanbul’u inşa ederim. Bununla şunu söylüyor: Rusya çıkarlarıma dokunacak olursa, Boğazlardan geçemeyen Amerikan ve NATO deniz güçleri, büyük savaş gemileri, uçak gemileri Kanal İstanbul’da geçerler.
-Monrtrö Sözleşmesini feshederim ve ancak geçiş izni verdiklerim kanaldan geçebilirler(1). Bu durumda hem ABD’yi hem de Rusya’yı tehdit etmiş oluyor.
Kanal İstanbul büyük bir jeopolitik kumardır
Kanal İstanbul, Montrö Sözleşmesinden bağımsız olarak ele alınamaz. Bu kanalın inşa edilmesi durumunda Karadeniz ve Boğazlar jeopolitiğinde sonucun pek kestirilemeyecek gelişmeler olabilir. Bu gelişmeleri yönetmek Türkiye’nin gücünü aşar. Nihayetinde Karadeniz-Boğarlar jeopolitiği ya Rusya’nın dünyaya açılmasını engelleyecektir veya da Amerikan emperyalizmi ve NATO’nun Karadeniz’e girmesini, hakim olmasını engelleyecektir. Çarlık döneminden bu yana Boğazlar sosyalist SSCB’nin, revizyonist SSCB’nin ve Rus emperyalizminin dünyaya açıldığı en önemli yoldur. Boğazlar, aynı zamanda ABD’nin sosyalist SSCB’yi, revizyonist SSCB’yi ve Rus emperyalizmini Karadeniz’de çevrelemesinin, Amerikan ve NATO deniz güçlerinin sınırsız dolaşımının önündeki tek engeldir.
Diktatör Erdoğan bu durumdan yararlanmak için, Monrtrö’yü feshedilmeye götürme pahasına da olsa Kanal İstanbul Projesini gerçekleştirerek Boğazları jeopolitik çıkarlar için kullanmayı amaçlıyor. Ancak bu, ne kolay olabilir ne de kısa zamanda sonuç alınabilecek bir projedir. Çünkü Kanal İstanbul’un inşa edilmesiyle sorun bitmiyor. Bir de Çanakkale Boğazı engelinin aşılması gerekmektedir. Dolayısıyla burada tek kanal değil, iki kanal söz konusudur: Kanal İstanbul Karadeniz’i Marmara Denizine bağlıyor. Diğeri ise Marmara Denizini Ege Denizi’ne bağlayan kanal. ÇED raporunda bu konuda söylenen şu:
“Montrö Boğazlar Sözleşmesi, iki ulusal boğaz ile bir iç denizden oluşan yaklaşık 164 millik bir deniz alanında uğraksız geçişi düzenlemektedir. Kanal İstanbul geçişleri ile Marmara Denizi ve Ege Denizi arasında inşa edilebilecek bir kanal (20) kullanılarak yapılacak geçişler.
20)Zincirbozan-Gelibolu mevkiinden Saros Körfezi’ne bir kanal açılması düşünülebilir.”(2)
Bunun anlamı şudur: Karadeniz’i Marmara Denizi’ne bağlayacak olan Kanal İstanbul’un işlevsel olabilmesi için Marmara Denizi’ni Ege Denizi’ne bağlayan Çanakkale Boğazı yerine kullanılması gereken bir kanal inşa edilmelidir. Raporda bu “Zincirbozan-Gelibolu mevkiinden Saros Körfezi’ne bir kanal açılması düşünülebilir” diye tanımlanıyor.
Ancak sorun bu iki kanalı inşa etmekle çözülmüş olmuyor. Raporda bir de uyarı var. Şöyle deniyor:
“7. Türk Hükümeti, Kanal İstanbul yoluyla Karadeniz’e çıkacak kıyıdaş olmayan devletlere ait savaş gemileri için sınıf, tonaj ve süre sınırlamalarının, diğer bir ifade ile Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile düzenlenen Karadeniz’e ilişkin sınırlamaların ve Karadeniz güvenliğinin titiz bir takipçisi olmalıdır. Sınıf, tonaj ve süre sınırlamasına ilişkin tutulmakta olan kayıtlara Kanal İstanbul yoluyla Karadeniz’e giriş/çıkış yapan savaş gemileri dâhil edilmeli, âkit devletlerin Ankara’daki temsilciliklerine bu bilgiler de verilmeli, Kanal İstanbul geçişleri Karadeniz’in hukuki statüsünde değişiklik meydana getirmemelidir. Aksi bir uygulama, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlali olacak; Sözleşme ile birlikte yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan Türkiye’yi tartışma platformlarına taşıyacaktır. Bu tartışmalar Montrö’nün feshi ile sonuçlanabilecek istikrarsızlık ve belirsizliklerin de başlangıcı olabilecektir. Unutulmamalıdır ki Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Karadeniz’de de öncelikle Türkiye’nin güvenliğine hizmet etmektedir.” (3)
Burada Montrö Sözleşmesini zora sokmamak için onun kurallarının kanallarda da geçerli olması gerektiği konusunda bir uyarı yapılıyor. Ancak, buna uyulacağının hiçbir garantisi yoktur. ABD/NATO ile Rusya (muhtemelen Çin de) arasında bölgede Türkiye’nin de müdahil olduğu çelişkilerin keskinleşmesi veya bu ülkeler arasındaki dünyanın başka bölgelerindeki çelişkilerin keskinleşmesinin Boğazlara yansıması Türkiye’yi yönetemeyeceği durumlara sokabilir ve böylece Erdoğan'ın her iki güç arasındaki denge politikası işlemeyebilir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Kanallar bu suyollarında ikili bir hukuk sisteminin doğmasına neden olacaktır. Bu açık.
Kanal İstanbul, ucu her yöne açık bir projedir ve bu projenin Boğazları deniz trafiğinden rahatlatmak diye bir amacı yoktur. Tamamen jeopolitiktir: Tamamen Boğazların stratejik konumundan kaynaklı bir jeopolitik hamledir.
Bu jeopolitik hamlede kim nerede duruyor ve niçin orada duruyor?
Montrö Boğazlar Sözleşmesinin geçerlilik süresi 20 yıldı, yani 1956’da Sözleşme sona erecekti. Ancak, Sözleşmenin sona ermesi için Sözleşmeye taraf olan ülkelerden birisinin sona erdirme isteğini bildirmesi gerekir. Bu şimdiye kadar olmadı. Olmamasının nedeni de açık: Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Karadeniz’i kıyıdaş ülkeler arasında bir bölge denizi yapıyor ve bu denizi kıyıdaş olmayan ülkelere kapatıyor. Bundan dolayı hiçbir kıyıdaş ülke bu Sözleşmeyi sona erdirmekten yana olmamıştır.
Sözleşmeye taraf olmayan ABD, bütün “Soğuk Savaş” dönemi boyunca sosyalist ve 1956’dan sonra revizyonist SSCB’yi kuşatmak için bölgemizde Türkiye’yi Bulgaristan sınırından Gürcistan sınırına kadar kullanmıştır. Bu dönemde Karadeniz’e girmek için pek özel, yoğun bir çabası olmamıştır. Olmamıştır, çünkü bu çaba o zaman için iki süper devlet arasında sonu bilinmez büyük bir krize neden olabilirdi. Bu dönemde ABD’nin Karadeniz’e girme, Montrö’yü delme çabasının önündeki en büyük diğer engel de Türkiye olmuştur.
Ancak SSCB’nin dağılmasından sonra durum değişti ve ABD’nin Karadeniz’e girme hamleleri süreklilik kazandı. Amerikan emperyalizminin amacı, bu sefer Rusya’yı Karadeniz’de sıkıştırmak/çevrelemek ve bu denize sınırsız ve engelsiz girişi sağlamak ve dolayısıyla Karadeniz’i uluslararası bir denize dönüştürmekti. Ancak bunun önünde engel 1936’da imzalanan Montrö Sözleşmesiydi.
Önce Romanya ve Bulgaristan gibi Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler NATO (2004) ve AB (2007) üyesi yapıldılar. ABD/NATO bu ülkelere yerleşti.
ABD’de Kafkasya’da da Gürcistan üzerinden bir hamleye daha girişti. Sonuçta 2008’de Rusya-Gürcistan savaşında Gürcistan’ın yenilmesiyle bu ülkenin NATO’ya alınması rafa kaldırıldı.
Ukrayna üzerinden yeni bir hamle de şimdiye kadar sonuç vermedi, Ukrayna’nın NATO üyeliği rafa kaldırıldı, ama Kırım’ın Rusya tarafından işgal edilmesini beraberinde getirdi. Şimdi ise Ukrayna-Rusya arasındaki çatışmaya varacak derecede çelişkilerin keskinleşmesinde Ukrayna’yı Batı’lı güçler, başta da ABD kışkırtmaktadır.
2006 yılında ABD Senatosu’na verilen bir yasa taslağında; “İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını ilgilendiren Montrö Antlaşması’nın, ömrünü doldurduğu, bu anlaşmanın günün koşullarına uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerektiği” talep edildi.
Bu talep girişiminden kısa bir süre sonra o zaman ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson, Ankara’da yaptığı bir açıklamayla Montrö Boğazlar Sözleşmesini Türkiye kamuoyunda tartışılabilir hale getirdi. 3 Mart 2006’da gazetecilere; “Montrö Antlaşması oldukça açık. Ve biz Karadeniz’in uluslararası sularda bulunmasından kaynaklanan haklarımızdan yararlanmak istiyoruz. Yani gerektiğinde gemilerimiz buraya girebilir” diyerek ABD’nin niyetini açık açık dile getirmiş oldu.
Arkasından diktatör Erdoğan ABD/NATO’yu Karadeniz’e girmeye davet etti. Erdoğan, 11 Mayıs 2016’da NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e şu çağrıyı yaptı:"Ziyareti sırasında kendisine söyledim; Bakın dedim, Karadeniz'de görünmüyorsunuz. Karadeniz'de görünmeyişiniz Karadeniz'i adeta Rusya'nın bir gölü haline dönüştürüyor" (4)
Kısa bir zaman sonra, 8-9 Temmuz 2016’da NATO’nun Varşova’da yapılan zirvesinde NATO’nun Karadeniz’deki varlığının artırılması kararlaştırıldı.
Sonrasında “NATO: Gelecek İçin Hazır” adlı belge, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg imzasıyla yayımlandı ve Nisan 2019’da da NATO, Karadeniz’i “mücadele alanı” olarak açıkladı.
Kanal İstanbul projesi gerçekleşmezse, Montrö Boğazlar Sözleşmesinin iptali için ABD yol ve yöntemler arayacaktır. Buna en yatkın ülke de Romanya’dır. Romanya başvuruda bulunur mu, bu bilinmez. Rusya’nın gazabı Romanya için ürkütücü olabilir.
Türkiye, kanal inşasından önce böyle bir adım atar mı, bu da bilinmez. Nihayetinde Montrö Sözleşmesini ortadan kaldıracak olan bu adım bir taraftan Türkiye için intihar anlamına gelebileceği gibi Rusya ile de köprüleri onarılamaz derecede atmak anlamına gelebilir.
Ancak, diktatör Erdoğan, Boğazlar-kanallar meselesinde tek yanlı bir jeopolitika oynamaya niyetli gözükmemektedir. Bir taraftan ABD’nin bölgemizdeki faaliyeti ile (Suriye/Rojava, Güney Kafkasya, Doğu Akdeniz, Libya, Eğe Denizi/Dedeağaç) çelişkili olan, Rusya ile ilişkisini geliştirmek isteyen Türkiye’nin dünya jeopolitik şekillenmesini doğrudan ilgilendiren Boğazlar meselesinde tek yanlı hareket edebilmesi için tarafını çoktan seçmiş olması gerekir. Şimdilik böyle bir durum yok. Türkiye duruma göre ABD ile, duruma göre Rusya ile ortak hareket etmeye ve bu her iki ülke arasındaki çelişkilerden yararlanmaya çalışmaktadır. Ancak, Boğazlar-Kanallar meselesinde Türkiye’yi atacağı adıma göre ya ABD veya da Rusya fena zorlayacak, baskı altına alacaktır. Bu açık.
Öyle geliyor ki, Türkiye’nin esas amacı, Montrö Sözleşmesi ortadan kalkmadan kanalları istediği gibi kullanmaktır. Türkiye’nin kendi çıkarları için bir taraftan Rusya’yı, ABD’nin ve NATO’nun Karadeniz’e girmelerine izin veririm diye, diğer taraftan da Rusya’nın kanallardan sınırsız geçişine izin veririm diye ABD’yi baskı altına alma politikası, Rojava’da her iki ülke arasındaki çelişkilerden yararlanma politikasının çok çok ötesinde önemlidir. Amerikan ve Rus emperyalizminin dünya jeopolitiğini doğrudan etkileyecek olan bu politika, Türkiye’nin kendi gücüyle karşılaştırıldığında oldukça risklidir.
*
Kaynak:
1) Sözleşmenin 1. Maddesi'nde geçiş ve seyrüsefer serbestliği ilkesi, süresiz olarak belirlenmiş.
2) TC. Ulaştırma Ve Altyapı Bakanlığı, Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü; Kanal İstanbul Projesi (Kıyı Yapıları [Yat Limanları, Konteyner Limanları Ve Lojistik Merkezler], Denizden Alan Kazanımı, Diptaraması, Beton Santralleri Dâhil) Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu; s. 1426, BÖLÜM 6-155.
3)ÇED raporu; s. 1429, BÖLÜM 6-158.
4) https://tr.sputniknews.com/politika/201605111022683225-erdogan-karadeniz-rusya-nato/