JEOPOLİTİKA VE BİTMEYEN AFGANİSTAN SAVAŞI -
1001 DÜŞMANLI AFGANİSTAN
Ne Olmuştu ve Niçin Olmuştu?
Afganistan’da 18., 19. ve 20. yüzyıllarda dönemin hakim güçleri arasında oynanan “büyük oyun” 21. yüzyılın başında tekrarlanıyor. Afgan halkı, ülkenin stratejik konumundan ve dolayısıyla jeopolitik öneminden dolayı sürekli, “büyük oyunculara” karşı bağımsızlığı için mücadele etmek zorunda kalmıştır. Rusya ile İngiltere arasındaki rekabetin bir sonucu da Afganistan’ın işgal edilmesi olmuştu. Afganistan, 20. yüzyılın son çeyreğinde Sovyet sosyal emperyalizmi ile Amerikan emperyalizmi arasındaki rekabetin bir sonucu olarak Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişti. Sovyet işgaline karşı direnen Afgan halkı, Sovyet işgalcilerini ülkeden kovdu ve kukla rejimini de yıktı. 21. yüzyılın başında ise Afganistan, 11 Eylül saldırısı bahane edilerek ABD tarafından NATO aracılığıyla işgal edildi. Sanıldı ki, Afgan halkı bu işgale boyun eğecek, kendini Taliban rejiminden “kurtaran” işgalcileri selamlayacak.
Taliban iktidarı uzun ömürlü olmadı. 1996’da iktidarı alan Taliban, 2001’de 11 Eylül saldırısı bahanesiyle iktidardan uzaklaştırıldı, Afganistan yeniden işgal edildi. Amerikan emperyalizmi önderliğinde emperyalist ittifak, “Kuzey İttifakı”nın da doğrudan katkısıyla Taliban rejiminin yerine, başında Hamid Karzai’nin olduğu bir kukla hükümeti Afganistan’a kayyum olarak atadı. Bu anlamda Afganistan Savaşı askeri olarak kazanılmış oldu. Böylece Afganistan, emperyalist koalisyonun kontrolü altına girdi. 2001’den bugüne kadar Taliban’a karşı Afgan rejimini koruma savaşı değişik biçim ve yoğunlukta devam etti.
Afganistan, ulusal oluşumun henüz gündemde olmadığı, bu anlamda ulusal birliğin henüz sağlanamadığı, ülke bütünlüğünün feodal ve etnik yapılar arasında dengenin sağlanmasıyla ancak ayakta tutulabilen bir ülkedir. Afganistan’da toplumsal nesnellik budur. Afganistan’ın son birkaç on yıllık tarihine baktığımızda bu nesnelliği görürüz. Sovyet istilasına karşı savaşanlar, Afganistan’ın ulusal birliği ve ulusal kurtuluşu için savaşmamışlardı. Çıkarları zedelendiği için esas düşmana; bu zedelenmenin nedeni olan güce karşı birleşmişlerdi. Sovyetler Birliği’nin çekilmesinden –daha doğrusu zorlu mücadele ile ülkeden kovulmasından- sonra etnik yapılar ve feodal güçler arasında yıllarca devam eden kanlı çatışmalar, Taliban rejiminin kurulmasıyla zora dayalı kontrol altına alınmıştı. Sonrasında, 11 Eylül saldırısını bahane eden Amerikan emperyalizmi, Avrasya jeopolitikasında çok önemli stratejik bir konuma sahip olan Afganistan’ı müttefikleriyle birlikte işgal etti. Bu savaşı da destekleyen ve desteklemeyen etnik yapılar ve feodal güçler vardı/var.
Afgan meclisinde (Loya Jirga’da) siyasi güçler dağılımında mutlaka gözetilen temel ilke, bütün etnik yapıların ve feodal güçlerin nüfuzuna göre memnun edilmeleriydi.
Sorun, etnik grupların ve feodal güçlerin çıkarlarının ön plana çıkartılması olduğu için bu ülkede merkezi hükümetin ve yerel savaş ağalarının 1001 düşmanı vardır. Hangi güçlerin, hangi biçimde niçin birlikte hareket edecekleri ile “ulusal” çıkarlar arasında hiçbir ilişki yoktur.
Rusya, Çin gibi emperyalist ülkeler, kendi etnik sorunlarından dolayı 11 Eylülden sonra ABD'nin yanında yer aldılar. AB ülkeleri, başta da Almanya ve İngiltere keza "uluslararası terörizme karşı yeni savaş"ta müttefikleri ABD'yi yalnız bırakmak istemediler! Ama her bir emperyalist ülkenin esas niyeti, bu savaşta yer alarak Amerikan emperyalizminin kendi çıkarlarını zedelemesini engellemeye çalışmak ve dünyanın yeniden paylaşımında yeni mevziler elde etmekti.
Neden Afganistan ve emperyalist ülkelerin amacı ne?
Emperyalistler arası çelişkilerin günümüzde en çok keskinleştiği Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Libya, Güney Kafkasya, Ukrayna ve Pasifik gibi ülke ve bölgelerde önde gelen emperyalist ülkeler karşı karşıya geliyorlar. Şimdi buna bir de Afganistan eklendi. Şimdiye kadar Afganistan bir ABD/NATO sorunu olarak görüldü, Rusya ve Çin’in soruna doğrudan müdahil olmaları söz konusu değildi.
Afganistan, söylendiği kadarıyla yer altı zenginliğinin ötesinde, Avrasya jeopolitikası açısından oldukça önemli bir konuma sahiptir. Revizyonist blokun ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Amerikan emperyalizmi tarafından geliştirilen Avrasya jeopolitikası, Amerikan emperyalizminin 21. yüzyıl dünya hakimiyetinin esasını oluşturur. Ancak, böyle bir jeopolitikanın uygulanabilmesi bir çok faktöre bağlıdır. Her şeyden önce, bölgede gücü olan, aynı amacı güden emperyalist ülkelere ve potansiyel rakiplere karşı mücadele gerekmektedir. Bölgede iddialı ve potansiyel iddialı olan ülkelerin başında ABD, Rusya, Çin, AB ülkeleri (özellikle de Almanya, İngiltere ve Fransa), Japonya, Hindistan, Türkiye, Iran ve Pakistan geliyor.
Afganistan, Orta Asya yer altı zenginliklerinin (petrol ve doğal gaz) dünya pazarlarına taşınmasında düşünülen geçit güzergahlarından birisi olmasının ötesinde, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmesi için uygulanan stratejinin önemli bir ayağını oluşturur. Orta Asya'nın güneyinde yer alan bu ülkeye yerleşmek veya onu kontrol etmek, Avrasya’yı güneyden kuşatmada vazgeçilemez derecede önemli bir üsse sahip olmak anlamına gelir. Böylece Amerikan emperyalizmi Rusya, Çin ve muhtemelen Hindistan gibi ülkelerin bölgedeki faaliyetlerini, olası Rusya-Çin-Hindistan yakınlaşmasını ve "Şanghay Beşlisi"nin faaliyetini yakından takip etme imkanına kavuşmuş olacaktı.
Ancak Afganistan’ın geleceğini hep işgalciler belirlediler.
Protektorat Afganistan (sömürge olarak korunan Afganistan), Amerikan emperyalizminin eseriydi. Amerikan emperyalizminin temsilcileri bu protektoratı oluştururken ne Avrupalı “dost”larının ne de genel olarak NATO üyesi ülkelerin görüşlerini almışlardı. Ama ülkelerinin çıkarlarını Hindukuş’da savunmak isteyen emperyalist ülkeler, Amerikan emperyalizminin Afganistan işgalini destekleyenlerin başında yer aldılar.
Afganistan, serbest rekabetçi kapitalizm ve emperyalizm çağının başlangıcında görülen protektoratçılığın tipik bir örneğini oluşturmaktadır. İşgal döneminde hükümetler sürekli Amerikalı ve Avrupalı Afganlardan ve birkaç savaş ağasından oluşmuştur. Bileşimi böyle olan hükümetlere (Başlangıçta Abdul Hamid Karsai ve 2014’de “seçilen” Eşref Gani hükümetleri), hemen her resmi dairede faaliyet sürdüren ve karar alma yetkisi olan Amerikalı uzmanlar “yardımcı” olmuşlardır.
Afgan halkının diğer bir düşmanı da “hükümet dışı örgütler”dir. Birkaç yıl öncesinin verilerine göre bu türden 2500 örgütün Kabil’de büroları var. Çeşitli uluslararası “verenler konferansı”nda toplanan milyarlarca dolar, her türlü yetkiye sahip bu 2500 örgüt üzerinden yeniden “verici” ülkelere akmaktadır. Para içinde yüzen bu örgütler, Afganistan’da başlı başına bir güçtür, adeta yedek hükümettir.
Afgan seçkinler tabakası, işgalci güçler tarafından satın alınmış durumda. Bu ülkede cirit atan uluslararası vakıflar, aydın avındalar. Her bir emperyalist ülke, işgalci güç, daha baştan sonraki Afganistan’da siyasal nüfuzunu devam ettirmek için kullanacağı unsurları, vakıfları vasıtasıyla kendine bağlamak, kendi çıkarlarını savunacak şekilde eğitmek çabası içinde. Bunun adı, yerli uşak yetiştirmektir.
Hindukuş, Enver Paşaya mezar olmuştu. Dünyanın en güçlü ordularından olan Kızıl Ordu da Hindukuş’dan kovulmuştu. Tarihte hiçbir emperyalist, işgalci güç Hindukuş’da zafer elde edemedi ve eninde sonunda Afgan direnişine teslim olup ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Sıra şimdiki ABD/NATO işgalcilerine geldi. ABD ve NATO güçleri adeta arkalarına bakmadan kaçıyorlar. Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti stratejisi hem Afganistan’da hem de Irak'da yenilgiye uğramıştır.
“Barışı güvenlik altına almak için” Afganistan’ı işgal eden güçler daha 2006’da işlerinin zor olduğunu kabul etmeye ve durumu “felaket” olarak değerlendirmeye başladılar. Daha 2006’da, dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı C. Rice, Afganistan’da yenilgiye uğrayabiliriz uyarısında bulunurken, NATO eski Başkomutanı W. Clark da “kazanmak durumunda değiliz” değerlendirmesini yapıyordu.
Jeopolitika üretme yeteneğine sahip olan emperyalist ülkeler, 21. Yüzyılda dünyaya hakim olmanın yolunun bu kıtaya hakim olmaktan geçtiğini ve bunu tek başına bir gücün kotaramayacağını biliyorlar. Bu nedenle işbirliği ve müttefiklik konusunda kimin elinin kimin cebinde olduğu pek belli değil: ABD-Rusya-Çin-Hindistan birbirlerini dengelemek için, bir taraftan kendi aralarında saflaşmaya, diğer taraftan da jeostratejik konumu önemli ve bölgesel güç olma yeteneği olan ülkeleri kendi jeopolitik açılımlarına koşmaya çalışıyorlar.
Jeopolitika üretme yeteneğindeki bu ülkelerden Rusya, Çin ve Hindistan Avrasyalı, sadece ABD dış kıtasal güç. Ama o da bu kıtaya siyasi, ekonomik ve askeri olarak girmiş durumda. Şimdi özellikle Amerikan emperyalizmi açısından önemli olan, bu kıtaya sürekli giriş ve çıkış için kullanılması gereken ve Amerika’nın kontrolünde olan kapının elde edilmesi ve tutulmasıdır. Bu türden iki kapı var: Türkiye ve Afganistan. Amerikan emperyalizmi Afganistan’ı kaybetti. Türkiye’yi ise yeniden kazanmaya çalışıyor.
Afganistan, “Avrasya satranç tahtası”nın güneyinde yer alan bir ülke. Amerika’ya “dost” olmayan İran ve Rusya’nın ve Çin’in kazanmaya çalıştığı ve ABD’nin de son dönemde sıcak ilişkiler geliştirdiği ve bizzat kendisi dünya çapında hegemon olacak yetenekte olan Hindistan arasında bir ülke. Bu konum ve belirtilen ülkeler arasındaki ilişkiler Afganistan’ı önemli kılıyor.
Türkiye’den bakıldığında Balkanlar, Ortadoğu görülüyor, Kuzeydoğuda ise Kafkasya, en fazlasıyla Azerbaycan görülüyor. Ama Afganistan’dan bakıldığında Orta Asya ve Çin görülüyor. Bu durumda Afganistan, bir tarafta “Avrasya satranç tahtası”ndaki gelişmeleri, Rusya-Çin-Hindistan arasındaki ilişkileri ve başka jeopolitik aktörlerin hareketlerini izlemek ve müdahale etmek için en uygun stratejik konumlanma alanıdır.
Amerikan emperyalizminin Afganistan’da “uluslararası terörizme karşı savaşı” bir hikayeden başka birşey değildi. Esas amaç Orta Asya, Avrasya üzerine jeopolitik hesaplardır.
ABD’nin 2001’de Afganistan’a saldırısıyla birlikte jeopolitika oluşturma yeteneği olan güçler de harekete geçtiler. Ne de olsa Afganistan, ABD’nin dünya hegemonyasına ve Avrasya jeopolitikasına karşı olan Rusya, Çin ve İran’ın ortasında bulunuyordu. Amerika’nın elinde Afganistan, bu üç ülkenin jeopolitik ve stratejik hedeflerini etkileyecekti. Ama Afganistan Savaşının dünya kamuoyu önünde hazırlanışı, görünürdeki hedef tespiti bu üç ülkeyi de (Rusya, Çin ve İran), zorunlu olarak ABD’nin yanına itmişti.
Şimdi de öyle oldu; ABD/NATO Afganistan’ı terk ederken jeopolitik bir hareketliliğe de neden oldu. İşgal döneminde ABD’nin yanında yer almakla karşı karşıya kalan Rusya ve Çin şimdi doğan jeopolitik boşluğu doldurmaya çalışıyorlar.
Amerikan emperyalizmi, Afganistan’a hakim olan bir gücün, Orta Asya’yı, Çin’i, Hint yarımadasını kontrol edebileceğinin bilinciyle hareket etmişti. Şimdi Rusya ve Çin bu jeopolitik imkanı ABD’nin elinden alacak durumdalar.
Anlaşılan o ki, emperyalist ülkeler Afganistan'dan ders almamışlar; 20. Yüzyılda Afganistan üç kez işgal edildi ve ilk ikisinde işgalciler kovulduğu gibi, şimdi de kovuldu. 1919'da Afganistan'ı işgale kalkışan İngiltere, bu ülkenin bağımsızlığını aynı yıl içinde tanımak zorunda kalmıştı. 1979'da Afganistan'ı işgal eden Sovyet sosyal emperyalizmi, 1989'da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Şimdi, 2001’de başlayan işgal 20 sene sonra 2021’de sona erdi. ABD de İngiltere ve sosyal emperyalist SB’nin akıbetini yaşıyor.
Şimdi ne olacak?
15 Ağustos itibariyle başkent Kabil düştü, Cumhurbaşkanı Eşref Gani ülkeden kaçtı. Kabil’in düşmesiyle birlikte Taliban ikinci kez iktidarı ele almış oldu.
Kabil’in düşmesi aynı zamanda ABD’nin Avrasya jeopolitiğinin de suya düşmesi demektir.
Kabil’in düşmesi, NATO şemsiyesi altında Afganistan’a üşüşen Batılı emperyalist güçlerin de hezimeti demektir. Bunlardan birisi de Almanya’dır. Alman burjuvazisine göre “Almanya'nın güvenliği Hindukuş'da da savunulacak”tı. Olmadı. Savunma hattını herhalde şimdi Yunanistan-Bulgaristan sınırlarına çekmek zorunda kalacak Almanya!
Kabil düşünce Afganistan merkezli bölgede devasa bir jeopolitik boşluk doğacak. Şüphesiz ki, Vietman’dan kaçışını anımsatır türden kaçan ABD’nin bırakmak zorunda kaldığı boşluğu kimlerin doldurabileceği bilinmiyor değil. Ancak, bütün sorun bunun nasıl gerçekleşeceğidir.
Taliban, ilk iktidar döneminde (1996-2001) olduğu gibi hareket etmeyeceğinin işaretlerini verdi. Amerikan işgali sonrasında doğacak jeopolitik boşluğu doldurmak için Çin, Rusya, İran gibi ülkelerle görüştü. Özellikle Rusya ve Çin’e, Rusya ve Çin içlerinde siyasi faaliyet sürdürmek isteyen dinci örgütleri (El Kaide, IŞİD, Doğu Türkistan İslâmî Partisi vb.) Afganistan’da barındırmayacağına dair teminat verdi. Böylelikle bu ülkeler başta olmak üzere bölge ülkeleriyle “barışık” yaşayacağının mesajını verdi.
ABD’nin kaçarak Afganistan’ı terk etmesi, bu emperyalist ülkenin Afganistan’dan tamamen etkisiz hale geldiği, bütün ilişkilerinin kesileceği anlamına gelmez. Mutlaka istihbaratı oradadır, birtakım ticari ilişkiler, özellikle maden konusunda imtiyazlar almış olabilir. Ancak, burada sorun ne istihbarat ne birtakım ticari ilişkiler ve maden konusunda imtiyazlardır. Burada sorun, artık ABD ve NATO’nun Afganistan’ın geleceğinde belirleyici bir güç olmaktan çıkıp çıkmadığıdır. Görünen o ki, böyle bir güç olmaktan çıkmışlardır.
Afganistan’ın geleceğinde söz sahibi olmak için yeni hamleler yapabilirler mi, orası şimdilik bilinmez. Ancak, Rusya ve Çin, ABD’nin bir daha Afganistan’da söz sahibi olmaması için Taliban rejimiyle ilişkilerini hem kapsamlaştıracaklar hem de derinleştireceklerdir.
Rusya, Afganistan üzerinden her türlü tehdidin engellenmesini talep ediyor. Aslında bu talebi iki ana başlık altında belirtebiliriz:
-Taliban rejimi, Rusya içlerinde siyasi faaliyet sürdürmeyi hedefleyen radikal İslami örgütlere ne geçit vermeli ne de Afganistan’da barınmalarına müsaade etmeli.
-Afganistan, jeopolitik açıdan Rusya’yı tehdit eden emperyalist güçlerin yeniden bir üssü olmamalıdır.
Çin açısından durum:
-Yatırımlar, maden aramalar teminat altına alınmalı.
-Afganistan jeopolitik açıdan Avrasya’da, dolayısıyla onun bir parçası olan Çin’de gözü olan emperyalist güçlerin yeniden bir üssü olmamalı.
-Afganistan, Doğu Türkistan’da radikal İslami örgütlerin faaliyetine araç olmamalı; ne geçiş rotası ne de barınak olmalıdır.
-Çin, Afganistan’ı Avrupa’ya uzanan ‘Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin gerçekleşmesi için bir geçiş üssü olarak görmektedir. Afganistan merkez alındığında bu proje iki koldan gerçekleşiyor. Birisi Çin-Afganistan-İran-Türkiye-Avrupa rotası, diğeri de Çin-Afganistan-Özbekistan/Türkmenistan-Rusya-Karadeniz-Türkiye rotasıdır.
Türk burjuvazisinin de Afganistan iştahı bayağı kabardı. Afganistan'da kalabilmek için elindeki tek koz, Kabil havaalanıdır. İstiyor ki, bu havaalanını işletmeye devam etsin. ABD de bu isteği minnettarlıkla karşıladı. Ancak, Taliban, işgalci güç olarak NATO çerçevesinde geldin, bütün işgalciler Afganistan’ı terk edecek, dolayısıyla Türkiye’de terk edecek diyor. Bunu tehditkar olarak da dile getirdi.
Ancak, sorun Kabil havaalanının işletmesiyle sınırlı değil. Türk burjuvazisi, ABD/NATO sonrası Afganistan'da oyun dışı kalmak istemiyor. Çünkü Türk burjuvazisinin amacı bir taraftan Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan-Afganistan hattını ve Afganistan’ı da Orta Asya Türk devletleriyle ve Doğu Türkistan’la fiziki yakınlaşma, süreç içinde bütünleşme çabasının üssü olarak kullanmak istiyor.
Tabii bu jeopolitik niyete iki ülke şiddetle karşıdır; Doğu Türkistan’dan dolayı Çin ve Orta Asya’da Türk devletleri üzerinde etkisini kaybetmek istemeyen Rusya.
Bu iki ülkenin dışında ne İran ve ne de Hindistan Türkiye’nin Afganistan’da var olmasını isterler.
Bu havaalanı meselesinde Türkiye ABD ile ilişkileri yeniden geliştirmek için ABD lehine istekli davrandı; onun adına bu işe soyunuyor da diyebilirsiniz. Bunda bir gerçeklik payı vardır. Ancak, sorunu sadece bununla sınırlı görmek, bu konuda yapılabilecek en büyük siyasi körlük olur.
Şimdi Afganistan’da Taliban’ın ikinci iktidar dönemi, yeni jeopolitik oyun veya oyunlarla başlayacak. Taliban bu jeopolitik oyun veya oyunlara uyum sağlarsa varlığını sürdürebilir. Bu sefer oyunun kurallarını; Afganistan’ın jeopolitiğini Rusya ve Çin (kısmen de Pakistan) belirleyecek. Bu da her iki ülke arasındaki ortak hareket etmenin koşulları var olduğu müddetçe böyle olacaktır.
Dünya perspektifinde baktığımızda Afganistan çok sayıda ülkenin ve nükleer gücün tepiştiği dar bir alandır. Bu ülkede çıkarı olan ülke sayısı oldukça fazladır: Rusya, Çin, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Pakistan, Hindistan, S. Arabistan, İran, Türkiye.
Bunların dördü (Rusya, Çin, Pakistan ve Hindistan) birer nükleer güçtür.
Bu ülkelerin her biri Afganistan’da yeni iktidarı kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlayacaktır.
Bunun ötesinde Taliban, etnik yapılar, aşiret bağları üzerinde denge sağlayarak iktidarını sürdürürse, sağlayacağı denge çabuk bozulur veya söz konusu bu ülkeler, sağlanan denge kendi aleyhine işlemeye başladığında dengeyi bozmak için elinden geleni yapar. Bu da yeni bir iç savaştır.
Diğer
taraftan Taliban, dinsel görünümü ön planda da olsa
Afganistan’da bir uluslaşma sürecini yönetecek durumda değildir.
İç yapısı, şimdiye kadarki hal ve hareketi bunu gösteriyor.
*
Konuyla ilgili başka yazılar:
-BÜYÜK OYUNUN AFGANISTAN PERDESI; http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2001/12/buyuk-oyunun-afganistan-perdesi.html
-1001 DÜŞMANLI AFGANİSTAN!;http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2002/07/1001-dusmanli-afganistan.html
-AFGANİSTAN SAVAŞI VE EMPERYALİST JEOPOLİTİKA; http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2002/01/afganistan-savasi-ve-emperyalist.html
-NATO ZİRVESİ VE PROTEKTORAT AFGANİSTAN (I); http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2006/12/nato-zirvesi-ve-protektorat-afganistan.html
-NATO ZİRVESİ VE PROTEKTORAT AFGANİSTAN (II); http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2006/12/nato-zirvesi-ve-protektorat-afganistan_10.html
-AFGANİSTAN DİRENİŞİ BÜYÜYOR; http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2007/02/afganistan-direnisi-buyuyor.html
-Afganistan Direnişi; http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2007/04/afganistan-direnisi.html
-“BARIŞ ÖDÜLÜ” VE SAVAŞ; http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2010/08/test_15.html