deneme

7 Haziran 2000 Çarşamba

ABD-RUSYA İLİŞKİLERİ


 
Amerikan emperyalizminin baş siyasi temsilcisi Clinton, “21. Yüzyılda Modern Hükümet Etme” toplantısından sonra Rusya’ya gitti. Aslında bu ziyaretin sembolik olmaktan öte pek bir anlamı da yok. Başkanlık koltuğunda zamanını dolduran Clinton ile koltuğuna yeni oturmuş Putin’in uzun vadeli ABD-Rusya ilişkileri üzerine konuşacakları fazla bir şey yoktu. Ama bu ziyaret her iki tarafın bazı konulardaki düşüncelerini ve iki ülke arasındaki ilişkilerin durumunu bir kez daha göstermesi bakımından önemliydi.

Anlaşma sağlanan yegane nokta, her iki tarafın elindeki silaha dönüştürülme yeteneği olan 34 ton plütonyumun yok edilmesiydi. Bu miktardaki plütonyumla on binlerce atom silahı üretilebilir. Bu miktardaki plütonyumu yok etmek için 6 milyar dolarlık bir harcama gerekli ve yok etme süresi de 20 yılı alıyor.

ABD’nin üzerinde en çok durduğu konu, 1972’den kalma füze savunma sisteminin değiştirilmesiydi. ABD, kurmak istediği ulusal füze savunma sisteminin Rusya’ya karşı olmadığını, ABM anlaşmasını ortadan kaldırmaya yönelik olmadığını, sadece üçüncü güçlere karşı, somutta da füze üretme ve kullanma yeteneğine sahip ülkelere, örneğin İran’a, Kuzey Kore’ye karşı kendini korumak istediğini açıklasa da Rusya yönetimi bura yanaşmadı. Amerikan emperyalizminin bu isteği karşısında Rusya, şaşırtan ve beklenilmeyen bir öneride bulundu. Putin, ABD ve Rusya, üçüncü güçlerden gelebilecek olası bir tehlike ve tehdide karşı ortak bir füze savunma sistemi kurabilir ve bu konu üzerine bakanlar seviyesindeki toplantılarda konuşulabilir önerisini yaptı. Rusya’nın, Amerika’nın tek başına kurmayı amaçladığı füze şemsiyesi sistemine katılma isteği Amerikan delegasyonunda şaşkınlığa neden oldu. Bu öneri, yeni başkan seçildikten sonra ele alınmalıdır dendi ve konu kapatıldı. Aslında bu füze savunma sisteminin; ABM anlaşmasının öyle pek geçerli yanı da yok. Gücü yeten bolca füze yapıyor ve bunların bir gün kullanılacağından hareket ediyor. Kullanmanın önünde ABM anlaşması engel teşkil etmiyor. Buna rağmen Amerikan emperyalizmi, anlaşmayı imzalayan Rusya’nın da onayını alarak bu alanda üstünlük sağlamayı, İran, K. Kore gibi ülkeleri uzaktan vurmayı düşünüyor.

Clinton, Duma’da yaptığı konuşmada Rusya yönetimine, adalet, hukuk, sermaye hareketi, kriminalite, mafya vb. konularında bir dizi “ders” verdikten sonra Çeçenistan savaşı konusunda bu ülkeyi eleştirdi. Şimdiye kadar Rusya’yı Çeçenistan savaşı konusunda AB’ye nazaran daha geri planda eleştiren ABD, bu sefer daha açık konuşarak, çok sayıda sivil kurbanın verildiği bir savaşın kazanılıp kazanılmayacağından bahsetti.

Clinton-Putin görüşmesi, Yelzin ve Bush döneminin senli-benli günlerinin artık tarihe karıştığını göstermektedir. “Arkadaş Boris” ile “arkadaş Bill”in yerini bay Clinton ve bay Putin aldı. Bush’tan sonra Clinton’ın da Yelzin ile devam ettirdiği “dost” ilişkiler, taktiksel yakınlık yerini soğuk, tam hesaplanmış, amaç ve çıkarın çok iyi belirlendiği ilişkilere bıraktı. Artık hiç kimse “stratejik ortaklığı” ağzına almıyor.

Rus emperyalizmi Putin diktatörlüğü ile toparlanma, dünya politikasında yeniden söz sahibi olma sürecine girdiğine inanıyor. Bütün adımlarını bu anlayışa göre atıyor ve politikasını da o doğrultuda inşa ediyor. Rus emperyalizmi, sosyal emperyalist Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra geçen on senede kaybettiğini yeniden elde etme mücadelesi veriyor. Bu mücadelede, rekabette, şimdilik Çin ile karşı karşıya gelmek istemiyor ve bu nedenle bu ezeli rakibiyle sıcak ilişkilerden yana olduğu izlenimini uyandırıyor. Tabii aynı taktiksel yaklaşım Çin için de geçerli. Putin önderliğinde Rusya, AB ile de iyi geçinmenin, sorunsuz olmanın yollarını arıyor. Rus emperyalizminin bütün amacı Amerikan emperyalizmidir. Bu nedenle öncelikle onu, “arka bahçe”, doğal nüfuz alanı olarak gördüğü Kafkasya’dan, Hazar Havzası ve Orta Asya’dan kovmaya, bu alanları yeniden kendi hegemonyasına almaya çalışıyor. Bu anlamda ABD-Rusya ilişkileri, on yıllık aradan sonra yeniden eski rayına oturuyor: Rusya, iki kutuplu, iki süper güçlü dünya istiyor. Bu kutuplardan, süper güçlerden birisi tabii ki kendisi. Rusya, bu anlayışını ne derece gerçekleştirir, bu ayrı bir sorun. Ama dünyamız artık soğuk savaş döneminin dünyası değil. Artık ‘60’lı, ‘70’li ve ‘80’li yıllarda yaşamıyoruz. Dünya çok merkezli, çok kutuplu oldu ve bunların her biri, tek başına veya çıkar ortaklığı içinde hakimiyetlerini koruma veya dünyayı yeniden paylaşma mücadelesi veriyor. Bu mücadele, emperyalistler arası çelişkilerin derinleşmesinden ve kapsamlaşmasından başka bir anlam taşımıyor. ABD-Rusya ilişkilerine yön veren ve yakın gelecekte yön verecek olan, en azından bugün için bölgemizdeki (Kafkasya, Hazar Havzası, Orta Asya ve de Ortadoğu) emperyalist hegemonya ve çıkar kavgasıdır.