Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın geçen Cumartesi günü yaşayanlar dünyasından ayrılması, dünya kamu oyunun ilgisini yeniden Ortadoğu’ya çekti. Önde gelen emperyalist devletlerin, Esad’ın ölümünden “üzüntü” duyduklarını (Ürdün kralı Hüseyin’in ölümünden dolayı duydukları “üzüntü” kadar olmasa da) açıklamaları, gerçekte H. Esad’ın, hayallerini gerçekleştiremeden bu dünyadan göçüp gitmesine duydukları “üzüntü”nün değil, Ortadoğu’daki çıkarlarının bir gereğiydi.
Yoğun işinden (!) dolayı İran’a gidemeyen A. N. Sezer, cenaze törenine katılmak için Suriye’ye gitti. AB başkanı ve Fransa Cumhurbaşkanı da oradalar. ABD, Dışişleri bakanını gönderiyor.
H. Esad’ı önemli yapan ne? 1930’da Kardağı köyünde doğan H. Esad, daha 16 yaşındayken Baath Partisi’ne katılır. Askeri Akademide eğitim görür ve “Birleşik Arap Cumhuriyeti” (Mısır-Suriye birliği) döneminde Mısır’da pilot görevini ifa ederken Nasır’ın görüşlerinden etkilenir. Mart 1963’te Baath Partisi’nin siyasi iktidarı ele geçirmesiyle Esad’ın kariyer yolu da açılır. 1972’de iktidarı ele geçiren H. Esad, alevi azınlığın Sünni çoğunluk üzerindeki hakimiyetini, orduya, polise, gizli istihbarata ve Sünni aşiret liderlerine dayanan diktatörlüğünü kurar.
H. Esad, Suriye halkına baskı ve yoksulluktan başka bir şey vermemiştir. O, sadece, diktatörlüğünü 29 sene boyunca sürdürme mücadelesinde başarılı olmuştur. Onun iktidar dönemi, içte muhalefeti bastırmakla ve dışta da esasen İsrail’e karşı mücadele ile geçmiştir. İsrail’e karşı 1967 savaşında Golan Tepelerini kaybetmiş ve 1973 savaşı da keza yenilgiyle sonuçlanmıştır. İsrail’in, FKÖ’yü siyasi olarak devre dışı bırakmak için 1982’de Lübnan’a saldırısı ve bu ülkenin güney kesimini işgal etmesi karşısında çembere alınma korkusuyla Suriye, Lübnan’ın geriye kalan kısmını kendi kontrolüne almıştır.
İki kutuplu, iki süper güçlü dünyada Esad, Sovyetler Birliği yanında yer almış ve bu ülkenin Ortadoğu politikasının maşalarından birisi olmuştur. Suriye’nin çıkarı için sosyal emperyalist S. Birliği’nin desteği sınırlı kalırken, Esad, bu emperyalist ülkenin genel/global politikasına koşulmuştur. Örneğin 1967 ve 1973 savaşlarında S. Birliği, Suriye’nin savaş yardımı isteği yüzünden ABD ile ilişkilerini tırmandırmak istememiş ve desteği sınırlı tutmuştur.
Revizyonist blokun, sonra da S. Birliği’nin dağılması ve soğuk savaş dönemi koşullarının ortadan kalkmasıyla Suriye, en önemli müttefikini kaybetmiş ve yalnız kalmıştır.
Gelişmenin yönünü daha Gorbaçov döneminde gören reel politikacı Esad, 1987’de Amerikan emperyalizmine yakınlaşmaya başladı. Ağustos 1990’da Körfez Savaşında Irak’a karşı emperyalist savaş koalisyonunda yer aldı ve bu tavrından dolayı da Kuveyt ve diğer Emerlikler tarafından para ile mükafatlandırıldı. Arap dünyasına önderlik sorunundan dolayı Esad, S. Hüseyin’i en önemli düşmanı olarak gördü.
Amerikan emperyalizmine yanaşmak İsrail’e karşı politikanın gözden geçirilmesini kaçınılmaz kılıyordu. Öyle de oldu. H. Esad, Amerikan güdümlü olarak Ekim 1991’de Madrid’de gerçekleştirilen Arap-İsrail Barış konferansına kayıtsız kalamadı ve katıldı. Arap ülkeleri, tek tek, İsrail ile anlaşma yolunu seçtiler. Mısır’dan sonra Ürdün, aynı dönemde Arafat önderliğinde FKÖ, İsrail ile önce gizli, sonra da açıktan görüşmeler sürdürdüler. Böylece Esad’ın, İsrail’e karşı Arap birliği hayali de yıkıldı. H. Esad, İsrail’in devlet olarak varlığını tanımak zorunda kaldı ve karşılıklı görüşmelerin yolu açıldı. Amerikan emperyalizmi kendi “barış” anlayışını gerçekleştirmek ve Ortadoğu’daki hegemonyasını pekiştirmek amacıyla Suriye’ye “önem” vererek, İsrail-Suriye görüşmelerini en üst seviyede hızlandırmak için çaba harcadı. Suriye, ABD’nin Ortadoğu “barışı” açısından bir çıban başıydı. Bunun böyle olduğunu Esad da görüyordu. Bundan dolayı H. Esad, Suriye-İsrail görüşmelerini kendini ağıra satarak geliştirmekten yanaydı.
H. Esad, Suriye’de yaşayan, Suriyeli olan yaklaşık bir milyon Kürdü kendi vatandaşı olarak görmemesine rağmen, PKK nezdinde Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini, Türkiye’ye karşı destekler göründü. PKK'ye maddi ve lojistik destek sundu. Esad’ın amacı Türkiye’yi sıkıştırmak ve güç durumda bırakarak, özellikle su sorununda taviz koparmaktı. Olmadı. Amerikan emperyalizminin bastırması ve faşist diktatörlüğün savaş tehdidi sonucunda A. Öcalan’ı emperyalist dünyaya, dolayısıyla da Türkiye’ye teslim etti. Kürt “dostu”, Kürt düşmanı yüzünü açığa çıkardı. Kendi Kürdünü vatandaş saymayanın Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine “katkı”sı ancak bu kadar olurdu.
H. Esad, arkasında, orduya dayanan bir polis-istihbarat devleti bıraktı. Ekonomisi dökülen, işsizliğin, sefaletin, baskının, ölümün, korkunun, muhbirciliğin kol gezdiği, her köşede bir muhabaratçının dikildiği bir rejim bıraktı. O, muhalefeti susturmuştu, ama teslim alamamıştı. 1982’de Ham’daki ayaklanmaya (20 ila 40 bin insan öldürüldü, şehir tamamen yakılıp-yıkıldı) önderlik eden “Müslüman Kardeşler” örgütü, iktidar mücadelesinden vazgeçmiş değil. Ayrıca Esad sülalesi içindeki iktidar kavgası şiddetleneceğe benziyor. Tecrübesiz Beşar’ın, siyasi olarak ne denli babasının oğlu olduğunu zaman gösterecek.