Enis Öksüz’ün istifası bile borsayı oldukça etkilediğine göre durum vahim demektir. Durumun vahameti mali piyasalarda ve reel sektörde (sanayi) göstergelerin çok “kötü” olmasından kaynaklanmıyor. Devlet, borcunu çevirebilecek duruma geldi. Bu durumun, mali sektörü oldukça olumlu etkilemesi gerekirdi, ama olmadı. Gecikmeli de olsa IMF ve Dünya Bankası (DB) kredileri de serbest bırakıldı. Bu durum da mali sektörü, tabii ki öncelikle İMKB hareketliliğini olumlu etkilemesi gerekiyordu. Bu da olmadı. Devlet, icraatçı olarak hükümet, ne yaparsa yapsın mali piyasalar, normal tepki vermediler. Yani borsa oyununun mantığına uygun hareket etmediler. Bunun bir nedeni olmalı. Neden mali piyasa, oyunun kurallarına göre kumar oynamıyor? Birçok neden sayılabilir; Rantçı kesimin devletle hesaplaşması henüz sonuçlanmadı. Bu kesim, her fırsatı değerlendirerek eski düzenin yeniden işlerlik kazanmasını istiyor. Örneğin, Ecevit öldü haberiyle de borsadaki, genel olarak mali piyasadaki gelişmeleri kendi lehine etkilemeye çalışıyor. Bunun ötesinde yabancı bankalar da kendi çıkarlarına uygun koşullar yaratarak, kurla oynama fırsatlarını değerlendirerek olağanüstü kar sağlama yolunu tutuyorlar.
Burjuva iktisadı çerçevesinde şimdiye kadar alınan tedbirlerin mali sektördeki olumlu olması gereken etkileri, bu denli olumsuzluğa çevirebiliyor ve birtakım rant çevreleri bundan yararlanıyorsa, yani borsa, kurallarına göre hareket edemiyorsa, bunun yegane bir nedeni vardır. Bu neden, siyasi güvensizliktir. Hiç kimse, ne mali sektör, ne sanayi sektörü, ne dış dünya Türkiye’de siyasi erke güvenmiyor. Bunun ötesinde işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar da güvenmiyor. Türkiye’de siyasi güvensizlik kol geziyor. Öyle ki tarihimizin en kapsamlı, en derin siyasi güvensizlik sürecinden geçiyoruz. Bu, gerçek anlamıyla bir siyasi krizdir. Burjuvazi yönetemiyor, yönetme yeteneksizliği içinde. Yönetme yeteneksizliği içinde diyoruz, çünkü siyasi yapılar, bir bütün olarak devlet, kendini yenilemeye niyetli değil. Bu durum ekonomiyi derinden etkiliyor. Bu durum, Türkiye-emperyalizm ilişkilerini doğrudan etkiliyor. Özellikle Amerikan emperyalizmi Türkiye’yi aylardan beri uyarıyor. Söylenen şu; iktisadi anlamda “yardım”ı, desteği sorun etmeyin. Sorun bu değil. Sorun, sizde; kendinizi, kurallarınızı yenileyin. Baktılar ki olmuyor, bu sefer açık çağrılarını bizzat uygulamaya koydular. Türk burjuvazisinin, somutta da siyasi erkin burnunu sürte sürte, bütün dünyanın gözü önünde “döve döve” hizaya getirdiler. E. Öksüz’ün istifası bu dayağın açık ifadesidir.
Şimdi emperyalizmin somut ifadesi olarak ABD, IMF ve DB vasıtasıyla, yürürlükte olan anlaşma ve denetlemeler ve K. Derviş ile doğrudan ilişki içinde Türkiye’yi yönlendiriyor. İstediğini yaptırıyor. Bir zamanların “antiamerikancı”sı Ecevit, “bağımsızlık” yanlısı Ecevit ve milliyetçiliği gasp etmiş olan MHP, Amerikan emperyalizminin uşağı olduklarını kanıtladılar.
Bu ilginin bir nedeni olmalı. Bu ilginin nedeni Türkiye’nin jeostratejik konumudur. Bu konum, Amerikan emperyalizminin 21. Yüzyıl jeopolitikasıyla; dünya hakimiyeti stratejisiyle çakışıyor. Türkiye, emperyalistler arası çelişkilerin en çok keskinleştiği Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya/Hazar Havzası üçgeninin tam ortasında yer alıyor. Amerikan emperyalizmi, kendi çıkarlarına kusursuz hizmet edecek bir Türkiye istiyor. Bu, siyasi ve iktisadi anlamda istikrar demektir; Amerikan emperyalizmine hizmet edecek derecede bir siyasi ve iktisadi istikrar! Tam da bundan dolayı, kendi çıkarlarına hizmet edecek bir Türkiye için Amerikan emperyalizmi, siyasi olarak da ipleri doğrudan eline alıyor ve iç işlere müdahale ediyor. IMF ve DB, has adamları K. Derviş vasıtasıyla doğru bulduğunu yapıyor.
Bundan sonra ne olur? Fischer, Türkiye ziyaretiyle bundan sonra olacakların rotasını gösterdi; programa aynen uyulacak. K. Derviş ne derse yapılacak. Çünkü onun sözü bizim sözümüzdür. Direnen E. Öksüz’ün akıbetini paylaşır. Verilen mesaj şu: ABD, Türkiye’de siyasi güvenin de teminatıdır. Siyasi güven böyle veriliyor. Bu koşullarda ekonominin olduğundan daha da kötüye gitme şansı pek yok. Mali ve sanayi sektörlerde birtakım inişler ve çıkışlar olabilir. Ama genel göstergeler, Amerikan emperyalizminin verdiği siyasi güvene bağlı olarak ekonomide belli bir düzelmenin olacağı yönündedir. Bu, mevcut ekonomik krizden çıkıldığı anlamında yorumlanmamalıdır. Türk ekonomisinde fazla üretim krizi sürüyor. Mali krizi baskılayan, gölgede bırakan, emen fazla üretim krizidir. Fazla üretim krizini de baskılayan, gölgede bırakan siyasi krizdir. Siyasi kriz olmasa, ekonomi, abartmasız, oldukça dinamik bir şekilde fazla üretim krizinden çıkma sürecine girerdi. Ekonominin yapısı buna müsait. Bugün ise ekonomik krizden çıkmanın veya ekonomide krizin seyrini siyasi kriz doğrudan etkiliyor.