Konuya ilişkin birinci yazıyı şöyle sonuçlandırmıştık:
“Türker Aklan’a göre “Artık eski usul ulus-devlet anlayışının sınırlarına geldiğimiz bir dünya”da yaşıyoruz ve “Ulus-devlet gerilediği için küreselleşme ortaya çıkmıyor. Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“.
Bu kadar yeter sayın Türker Aklan. Başka bir yazıda „sınırlarına“ vardığımız ulus devleti ve “Ulus-devlet gerilediği için küreselleşme ortaya çıkmıyor. Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“ karşılaştırmasını ele alarak ulus devletin yok olma sürecine girmediğini, aksine kendini rasyonelleştirerek güçlendiğini gösteren faktörleri açabiliriz.”
Şimdi bu faktörlere bakalım.
Türker Aklan’a göre“Artık eski usul ulus-devlet anlayışının sınırlarına” varmışız. Yazarın“Ulus-devlet gerilediği için küreselleşme ortaya çıkmıyor” anlayışı tamamen doğru. Ama ardından gelen “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“ anlayışı ise tamamen yanlış.
Küreselleşme denen olgu, kapitalist üretim biçiminin doğuşu ve gelişmesi konusuyla bir parça ilgili olan herkes tarafından sermayenin uluslararasılaşması süreci olarak tanımlanır. Burada söz konusu olan, sermayenin nesnel hareketinin sermayeyi kaçınılmaz olarak ulusal sınırların ötesine yöneltmesidir. Diğer bir ifadeyle bu süreç, kapitalist üretim biçiminin bütün dünyaya yayılması ve kendinden önce var olan üretim biçimlerinin yerini alması demektir. Sermayenin bunu yapabilmesi için, yani uluslararasılaşması için veya da “küreselleşmesi” için bir güce ihtiyacı vardır. O da devlettir. Başka ülkeleri işgal etmek, oralardaki pazarları, hammaddeleri ele geçirmek için sermayenin kullanacağı bir ordu yok. Ama devletinin ordusu var. Öyleyse sermayenin uluslararasılaşmasıyla devletin güçlü olması arasında diyalektik bir bağ vardır. Dünya tarihinde sermaye uluslararasılaşırken devletin zayıfladığı hiç görülmüş müdür? Yani şöyle mi oluyor: Örneğin Amerikan sermayesi veya Alman sermayesi küreselleşiyor, ama aynı zamanda Amerikan devleti ve Alman devleti geriliyor? Yani şimdi Irak’ta veya Afganistan’da “küreselleşme” denen olgunun orduları mı savaşıyor yoksa doğrudan veya NATO çerçevesinde, diğer orduların yanı sıra Amerikan ve Alman orduları mı savaşıyor? Sayın Aklan, gelişmeler görüşünüzün tam tersini kanıtlamıyor mu? Yani küreselleşme, kaçınılmaz olarak güçlü ulus-devletleri kaçınılmaz kılmıyor mu?
Aklan’ın iddiasının aksine „küreselleşme“, ulus-devleti geriletmiyor. Uluslararasılaşmış sermayenin emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülkelerde devletle ilişkisiyle emperyalist ülkelerde devletle ilişkisi birbirine karıştırılmamalı. „Küreselleşme”nin derecesi ne olursa olsun, bağımlı ülkelerde devlet, adı üzerinde emperyalizme ve yabancı sermayeye bağımlıdır. Bu bağımlılık ilişkileri içinde “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“ anlayışının hiç bir anlamı yoktur. Ama küreselleşen sermaye ve üretimin limanı olan ülkelerde devlet, hiç de gerilemiyor, zayıflamıyor. Tam tersine küreselleşen sermayenin çıkarlarını korumak için daha da güçleniyor. Kapitalizm koşullarında sermayeden kopmuş devlet veya devletten kopmuş sermaye anlayışı bir hayaldir ve bu anlayışı en keskin neoliberal ideologlar bile savunamıyorlar. Küreselleşme geliştikçe geriliyor denen klasik ulus-devletin klasik üç görevi tarihe karışmamıştır: „Hukuk devleti“ olmak, „Vergi devleti“ olmak ve „Sosyal devlet“ olmak! Aklan diyor ki, „Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet” bu özelliklerini kaybetmeye başlamıştır ve bundan dolayı da “geriliyor”! Devlet, ne baskıcı özelliğinden ve ne de altyapısal gücünden bir şey kaybetmiştir. Dün olduğu gibi bugün de sınırlar önemlidir, fiziki uzaklık ve topraksal bütünlük önemlidir. Evet, “küreselleşme”nin göklere çıkartıldığı bugünlerde “küreselleşme”ye tekabül eden bütün jeopolitikalar, alanı –sınırı, topraklara hâkim olmayı- adeta yeniden keşfetmişlerdir.
Sayın Aklan, isterseniz bir de devletin klasik alanlarına veya devlet tekeli olan alanlara bakalım. Bu alanlar devlet hükümranlığının çekirdek alanlarıdır. Nedir Bunlar? a)Yasama tekeli, yürütme tekeli, vergi tekeli, para tekeli, silahlı güçler bulundurma tekeli, isterseniz buna politika yapma tekelini de ekleyelim. Devletin birtakım görevlerinin özelleştirildiği de bir gerçektir. Ama henüz özelleştirilmiş yasamadan, yürütmeden, vergiden vs. bahsedecek bir süreçte değiliz. Yani o klasik devlet, klasik devlet olarak yerinde duruyor. Üstelik bugün küreselleşme denen olgunun alt yapısını oluşturmaya çalışan da o klasik devletten başkası değildir; farklı hukuk sistemlerini, farklı biçimlenmiş pazarları, evet “farklı” kapitalizm biçimlerini aynılaştırmaya çalışan, şu veba bu uluslararası tekel değil, o klasik devletin kendisidir.
Türker Aklan ve onun gibi düşünenlerin anlayışını çürüten birçok faktör vardır:
a) Türker Aklan ve onun gibi düşünenlerin fantezi dünyasında devletin her şeyi kontrol ettiği dönemler vardı ve artık o dönemler, “küreselleşme”den dolayı geride kalmıştır. Bundan dolayı da ulus-devlet erimektedir, gerilemektedir. İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde en güçlü devletler ne dünya ekonomisini ve ne de ulusal ekonomiyi tamamen kendi kontrolü altına alamamışlardır. Bunun tek bir örneği yoktur. Tarihin hiçbir döneminde en güçlü devletler mutlak hükümran olamamışlardır. Tarihin her döneminde birtakım dünya düzenleri ve bu düzenler içinde en güçlü, daha az güçlü, bağımlı devletler olmuştur: Örneğin köleci, feodal, kapitalist dünya düzenleri ve bu düzenler içinde dünya politikasını önemli ölçüde belirleyen güçlü devletler ve bağımlı devletler. Bu devletlerin güçlülüğü mutlak değil, sürekli görece olmuştur.
b) Dün olduğu gibi bugün de emperyalist burjuvazi, seçici-korumacı hareket etmektedir. ABD, Çin, Japonya, Rusya ve AB’nin emperyalist devletleri aralarındaki rekabeti; emperyalistler arası rekabeti mutlaka boyun eğilmesi gereken bir güç olarak görmemekteler. Her bir emperyalist ülke kendi ulusal sanayilerinin çıkarına göre hareket etmekte ve bu anlamda da seçici-korumacı (protektiyonist) olmaktadır. Ancak güçsüz devletler, bağımlı ülkelerde devletler, uluslararası rekabete boyun eğmekteler. Ne oluyor bu durumda? “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“ mu, yoksa güçleniyor mu?
c) “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“ diyor sayın Türker Aklan. Tam tersi söz konusu. Gerilemek, devletin erimesi, küçülmesi ve önemsizleşmesi anlamına gelir. Ama son 30-40 yıllık tarih bunun hiç de böyle olmadığını göstermektedir. Yani “küreselleşme” sürecinin hızlandığı bir dönemde devlet, iddia edilenin aksine giderek daha da güçlenmiştir. Devlet giderlerini, bir devletin gerilemesinin veya güçlenmesinin ölçüsü olarak alalım. Uluslararası istatistikler (örneğin DB, IMF veya OECD istatistikleri veya tek tek ülkelerin “ulusal” istatistikleri) şunu göstermektedir: 1970’den bu yana, birkaç istisna hariç bütün kapitalist ülkelerde devlet giderleri sürekli artmıştır. 1985’ten bu yana da bazı kapitalist ülkelerde devlet giderlerinin artış hızı yavaşlamıştır. Ama artış devam etmektedir. Şayet devlet geriliyorsa, giderlerinin de azalması gerekir. Devlet küçülüyorsa veya moda ifadeyle “inceliyorsa” giderlerinin de azalması gerekir. Ama tam tersi söz konusu. Burjuva politik ekonomide henüz çürütülememiş ve Türker Aklan’ın da çürütemeyeceği bir varsayım var. Bu varsayım şunu diyor: Kamu sektörünün veya devlet sektörünün ulusal ekonomideki payı, o ekonominin dünya pazarına bağlılığı oranında artar. Yani bir ülkenin ulusal ekonomisinde devletin payı, ekonominin liberalleşme; dünya pazarına açılma derecesine bağlı olarak artar. En azından OECD ülkelerinde durum böyle.
Alınan birtakım tedbirler, devlet giderlerinin artış hızını sadece ve sadece yavaşlatmıştır. Artış devam ediyor. Yani devlet erimiyor, gerilemiyor, bütün ağırlığıyla ortada duruyor. Böyle bir cüsseyi Türker Aklan’ın görememesi gerçekten şaşırtıcı.
Demek ki,“Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet” gerilemiyor, tam tersine klasik görevlerini yerine getirerek güçleniyor. Militarizm kılıfında devlet geriliyor mu? Güvenlik kılıfında devlet geriliyor mu? Polis devleti kılıfında devlet geriliyor mu? Bu alanlarda devlet, şimdiye kadar olduğuyla karşılaştırılamayacak kadar güçlü değil mi? Bırakalım emperyalist ülkeleri, Türkiye’de de devlet bu alanlarda daha da güçlenmedi mi? Emperyalist ülkelere bakalım. Bu ülkelerde devletin özel ekonomik faaliyetleri düzenlemesinde görülen ivmeyi nasıl yorumlayalım sayın Aklan? “Ulus-devlet”in gerilemesi olarak mı, yoksa “ulus-devlet”in güçlenmesi olarak mı? Sorunun diyalektiği şudur ki, devlet olmaksızın pazar da olmaz. Yani keskinleşen uluslararası rekabetin sürdürüldüğü dünya pazarı, güçlü devletler olmaksızın var olamaz.
d) Türker Aklan, “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“ derken, belki de farkına varmadan vergi toplayıcısı olarak devletin gerilediğini savunmuş oluyor. Şüphesiz, yabancı sermaye çekmek için, bu sermayeyi ilgilendiren birtakım vergiler kaldırılmıştır veya miktar olarak önemsizleştirilmiştir. Ama AB ve OECD ülkelerinde toplam vergi miktarlarının gelişme seyrine bakarsanız, sayın Aklan, bu ülkelerde vergi gelirlerinin 1980’den buyana sürekli arttığını görürsünüz. OECD ülkeleri ortalamasında vergi gelirleri Yurtiçi Brüt Üretimin yüzde 40’ına denk düşmektedir. Açık ki, “ulus-devlet” vergi tekelini güçlendirmiştir.
e) Sosyal devlet açısından durum: Deniliyor ki, „küreselleşme“ sürecinde devlet, sosyal devlet olmaktan çıkmıştır veya sosyal devlet özellikleri zayıflamıştır. Önce şunu belirtelim: Emperyalist küreselleşme sürecinde „antiküresel hareketin“ sosyal devlet için mücadele anlayışı yanlış kavranmakta. Evet, neoliberalizme karşı mücadele eden yığınların ezici çoğunluğu, reformist-pasifist önderliğin yönlendirmesiyle sorunu „sosyal devlet“e yeniden dönüş olarak kavramaktadır. Bu durumda sosyal devlet yok olduğu için onun yeniden var olması için bir mücadele söz konusu oluyor. Burada söz konusu olan, geçmişle karşılaştırıldığında devletin bugün daha az „sosyal“ olduğudur ve „sosyal devlet“ için mücadele edenler, devletin eskisi gibi „sosyal“ olmasını talep etmekteler. Ama dün olduğu gibi bugün de devletin „sosyal“ olma özelliğinde değişen bir şey yok. Bu anlamda da “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“ demek gerçek durumla çelişmektedir. Gerçek şudur ki, 1980’den bu yana hemen bütün emperyalist ülkelerde, dahası bütün gelişmiş ülkelerde devletin sosyal harcamalarının miktarı sürekli artmıştır. Evet, bütün reform politikalarına, bütün sosyal yardım kısıtlamalarına, o çok bilinen “makasa” rağmen devletin sosyal harcamaları artmıştır. Şüphesiz ki, harcamaların kapsamında bir yavaşlama olmuştur. Devlet, sosyal yardım alanları daha sıkı kontrol etmeye başlamış, yardımların ve işsizlik parasının miktarında azalma olmuştur. Yani sosyal yardımlar azaltılmıştır ama toplam sosyal yardım miktarı artmıştır. Demek ki, “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet” sosyal devlet olmaktan çıkmamış ve bu anlamda da gerilememiştir.
Türker Aklan, “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor“ anlayışıyla gerçeğe haksızlık ediyor. Nesnel durumu çarpıtıyor. Gerçek durum yerine “Küreselleşme geliştiği için ulus-devlet geriliyor” fantezisini koyuyor ve “küreselleşme”nin ancak ve ancak güçlü devletle mümkün olacağı gerçeğini göz ardı ediyor.
Sayın Türker Aklan, klasik burjuva devletin, “ulus-devlet”in şimdiye kadar olduğundan daha güçlü olmasının nedeninin sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasında, namı diğer “küreselleşme”nin bizzat kendisinde aranması gerektiğini kavramıyor.