Mekke'de, Sefa Sarayı'nda çekilen fotoğraflara bakılacak olursan Hamas ve Fetih arasındaki görüşmeler samimi bir atmosferde geçmiş. Hamas lideri Halid Meşal coşku içinde. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın keyfi yerinde. Abbas, ABD ve İsrail'in teşvikiyle Hamas hükümetini devirme planları yaptığını ve Hamas lideri Meşal de Siyonizm’e karşı mücadeleyi unutmuş gözüküyorlardı.
Sorunun güçlüğü bilindiği için, Suudiler, ulusal birlik hükümeti anlaşması sağlanana dek Abbas ve Meşal’in geniş uzmanlar heyetini sonuç alınana kadar bir arada tutmaya özen gösterdiler. Baskı altında elde edilmiş bir anlaşma sağlandı. Tabii bunda özellikle Suudilerin mali yardım vaatleri de belli bir rol oynadı. Ama her şeye rağmen ulusal birlik hükümeti kurmak için anlaşmaya varıldı. Bütün mesele şimdi, verilen sözlerin yerine getirilip getirilmeyeceğinde. Sözlerin yerine getirilip getirilmemesinde, anlaşmanın fiiliyata geçirilip geçirilmemesinde tarafların şu veya bu konudaki farklı görüşleri, önemli olsa da belirleyici bir rol oynamayacaktır. Filistin-İsrail sorununda çözüm arayışları son kertede İsrail’in Filistin tarafından tanınması noktasında tıkanıp kalmıştır. Bu seferki anlaşmanın da neden sonuçsuz kalacağı şimdiden belli. Görüşmeler başlamadan bir hafta önce Hamas lideri Halid Meşal Şam’da yaptığı bir açıklamada İsrail’i tanımanın imkânsız olduğunu belirtiyordu.
Konunun nerede düğümlendiğini İsrail ve ABD de çok iyi biliyorlar. Şu günlerde Ortadoğu’da olan Amerikan Dışişleri Bakanı C. Rice, seyahate çıkmadan önce yaptığı açıklamada “gelecekteki birlik hükümetinin İsrail’in tanınması gibi uluslararası talepleri yerine getireceğine dair bir veri henüz ortada yok” diyordu.
Beyaz Saray sözcüsü Tony Snow da geçen Perşembe günü yaptığı açıklamada taleplerimiz hep aynıdır, değişen bir şey yok diyerek Filistin-İsrail sorununun çözümünün neye bağlı olduğunu belirtiyordu: “İsrail’in tanınmasının yanı sıra…”. Yani Amerikan emperyalizminin birçok talebi var, ama taleplerin hepsi ancak, “İsrail’in tanınmasının yanı sıra” önemli oluyorlar. Demek ki, bağlayıcı olan “İsrail’in tanınması”. Bu tanıma olmazsa ABD, Filistin hükümetini; kurulacak olan birlik hükümetini boykot edecek. Filistin de İsrail’i, Siyonizm’in ve Amerikan emperyalizminin talep ettiği gibi tanımayacağı için yeni kurulacak hükümetin başta ABD ve İsrail olmak üzere emperyalist ülkeler, özellikle de AB tarafından boykot edileceğinin garantisi var.
O halde daha başından beri Filistin-İsrail sorununda çözüm, İsrail’in Filistin tarafından tanınıp tanınmayacağında düğümleniyor. İsrail’i tanımak ne anlama gelir?
Başta İsrail, ABD ve AB olmak üzere Siyonist ve emperyalist güçler ve çoğu devlet, Ocak 2006’da Filistin halkı Hamas’ı seçmekle yanlış yaptı anlayışından hareket ederek Filistin halkına kolektif bir suç atfında bulunuyorlar. Yanlış iş yaptınız, başınıza gelenler, mali boykotumuz, Hamas’ı seçmenizden dolayıdır diyorlar. Nedeni açık: Hamas, dün olduğu gibi bugün de İsrail’i tanımıyor.
İsrail’i tanımayı içeren farklı kavramlar, formülasyonlar var: “İsrail’i tanımak“, bunlardan biri. İkinci kavram „İsrail’in varlığını tanımak“. Üçüncü kavram ise „İsrail’in varoluş hakkını tanımak“. Bu kavramlar, bilerek veya bilmeyerek, ama burjuva medya, politikacılar ve diplomatlar tarafından bilerek yanlış, farklı kullanılıyor. Oysa bu kavramlar bir ve aynı anlama gelmiyor.
„İsrail’i tanımak“: Bu, herhangi bir devleti tanımaktan başka bir anlam taşımaz. İsrail devleti, bir gerçekliktir. Elle tutulur, gözle görülür bir yapıdır. Filistin halkının düşman olarak gördüğü bir yapıdır. Filistin’in bu yapıyı tanıması, düşmanının varlığını kabul etmesi anlamına gelir. Bu doğaldır. Böyle bir İsrail’i tanımada Hamas da dâhil hiç bir Filistin örgütünün veya genel olarak Filistinlinin herhangi bir sorunu yoktur. Bu tanıma, İsrail’i diplomatik olarak tanıma veya tanımamadır. Diplomatik olarak tanımamak da bir tanımadır, var oluşun olumsuz kabulüdür.
„İsrail’in varlığını tanımak“: „İsrail’in varlığını tanımak“ kavramı, ilk bakışta „İsrail’i tanımak“ kavramının aynısı gibi, aynı içerikli iki kavram gibi gözüküyor. „İsrail’in varlığını tanımak“, var olan bir devleti tanımak gibi geliyor. Ama bu kavramı kullanarak İsrail’i tanımak, Filistin kurtuluş mücadelesini hiçe saymak anlamına gelir. Sorular şöyle: Hangi İsrail’in varlığı tanınıyor? Böylelikle hangi sınırlar içindeki İsrail tanınmış oluyor? BM tarafından 1947’de tespit edilen Filistin’in yüzde 55’ini işgal eden İsrail’in varlığı mı tanınmış oluyor? Yoksa 1948’de Filistin’in yüzde 78’ini işgal eden Siyonist İsrail devletinin varlığı mı tanınmış oluyor? Veya da 1967’den bu yana Filistin’in hepsini işgal eden, İsrail okul kitaplarında yer alan ve çoğu devletler tarafından kabul edilen Siyonist İsrail’in varlığı mı tanınmış oluyor?
Görüyoruz ki, İsrail, sınırları belli olmayan bir devlettir. Gerçekten de İsrail, hiçbir zaman sınırları tanımlamamıştır. İsrail’in varlığını tanımak, bilerek sınırlarını tanımlamayan, sürekli işgal ve genişleme peşinde olan bir İsrail’in varlığını tanımak anlamına gelmiyor mu?
Sınırları belli bir İsrail’i tanımak mümkündür. 1947’de BM tarafından belirlenen sınırları içindeki İsrail, varlığı tanınması gereken İsrail’dir.
Ama Siyonizm ve Amerikan emperyalizmi açısından bu talep geri bir taleptir. Bunların öne sürdükleri gerçek talep „İsrail’in varoluş hakkını tanıma“ talebidir.
„İsrail’in varoluş hakkını tanıma“: Bu talebin, diplomasıyla ve mevcut gerçeklikle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Bu talebi kabul etmek veya „İsrail’in varoluş hakkını tanımak“ ahlaki bir sorundur, Filistin halkını mahkûm etme sorunudur.
Var olma hakkının tanınması istenen İsrail, Filistin’i işgal eden İsrail’in var olma hakkının tanınması anlamına gelir. Bu, Filistin halkını ikinci sınıf insan olarak gören, ona insanca yaşama hakkını tanımayan, hor gören, evet katleden bir devletin var olma hakkını tanımak anlamına gelir. Hangi Filistinli böyle bir devleti tanır. Yani bağımsızlığını, ülkesini elinden alan, onu insan yerine koymayan, her gün katleden bir devletin var olma hakkını hangi Filistinli, hangi ahlaki norm çerçevesinde tanıyabilir? Böylece Filistin halkı, kendini köleleştirme, yok etme, katletme hakkını tanımış olmuyor mu? Böylece İsrail’in öldürme, katletme, işgal etme hakkı tanınmış olmuyor mu? Böylece Filistin halkı, İsrail tarafından vatan topraklarından kovulmayı, on yıllarca göçmen olarak yaşamayı hak ettiğini ve başka yerlerden gelenlerin kendilerini ezen bir devlet kurma hakkını tanımış olmuyor mu?
İsrail’i tanıma konusunda Arafat suçlanabilir. Ama haksızlık edilmiş olur. Arafat, 1988’deki konuşmasında (Stockholm) “İsrail’in barış ve güvenlik içinde var olmasını” tanımıştır. Yani ilk kavram -„İsrail’i tanımak“- içerikli bir tanıma. Burada Arafat, fiilen var olan bir devletin var oluş koşullarını formüle etmekten öte bir şey söylememiştir. Arafat burada ikinci ve üçüncü kavramların içeriğine ilişkin bir şey söylemiş olmuyor.
„İsrail’in var olma hakkını tanımak“ ve bunu Filistin halkına dayatmak, zamanın İsrail lehine gelişmesini istemekten başka bir anlam taşımaz. Böylece İsrail’e şu deniyor: Kovmaya, işgal etmeye devam et. Duvar çekmekte haklısın. Filistinlinin elinden topraklarını alarak yeni yerleşim birimleri kurmaya devam et. Bombala. Yeni oldu-bitti yarat. Senin İsrail olarak var olma hakkın tanındığında yaptıkları da; işgallerin, katliamların, hemen her gün Filistinli çocukları öldürme de meşru olarak görülecektir, tanınmış olacaktır. Amerikan emperyalizmi ve Siyonizm bu anlayış temelinde bir çözümden yana.
Filistin, İsrail’i tanımaz mı? Tanır. Ama ancak Filistin, bağımsız, hükümran bir devlet olarak var olduğunda İsrail’i tanır. Şimdiki Filistin yönetimi bağımsız bir devlet değil, işgal edilmiş topraklarda var olma mücadelesi veren ucube bir yapı. Sınırı belli değil, çünkü İsrail sınırını belirlemiyor. Ve böyle bir yapının, sınırı belli olmayan bir devleti tanıması, her an yok olmayı kabullenmesi anlamına gelir. Çünkü İsrail genişledikçe Filistin ve komşu ülkeler küçülecek ve yok olacaktır.
Peki, İsrail var oluş hakkının tanınmasıyla neyi kast ediyor? İsrail, herhangi bir devlet olarak tanınmak istemiyor. İsrail, var oluş hakkının tanınmasıyla, sadece Yahudilerden oluşan bir devlet olarak tanınmayı kastetmektedir. Şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Filistin, İsrail’i, onun talep ettiği anlamda tanırsa, yani İsrail’in var olma hakkını tanırsa, böylece İsrail’in sadece Yahudilerden oluşan bir devlet olduğunu ve bu devlet içinde Yahudi olmayanların, yani Arapların, bu durumda da Filistinlilerin yerinin olmadığını tanımış oluyor. İsrail’e, senin böyle bir devlet olma hakkın var ve ben bu hakkı sana tanıyorum demiş oluyor. Böylece İsrail devleti içindeki Filistinliler, Yahudilerin birinci sınıf, kendilerinin de ikinci sınıf insan olma hakkını tanımış oluyorlar.
Filistinlilere bu talebi dayatan İsrail, Filistin’in var olma hakkını tanımıyor. Sen beni, benim istediğim gibi tanı, ama ben seni tanımıyorum diyor. Tanımaz. Çünkü bu durumda işgali, katliamı “meşru” olmaktan çıkar. İsrail, genişlemek, işgal etmek, Filistin’i Filistinlilerden arındırmak için beni, seni yok etme karakterimle tanı, ben de seni tanımamaya devam edeceğim diyor.
Devlet olarak var olma hakkı, emperyalizm ve İsrail: Uluslararası hukuka göre her devletin var olma hakkı vardır. Faşist de olsa, kendi vatandaşlarını katletse de her devletin var olma hakkı vardır. Tabii bir devlet olmanın özelliklerini taşıyorsa. Ama bu var olma hakkı, kendi başına bir hak değildir. Bu hakkı, güçlü olan devletler, emperyalist ülkeler kendi çıkarlarına göre yorumlayabiliyorlar ve birçok örneğini gördüğümüz gibi, bu hakkın nasıl kullanılacağı hakkını kendilerinde görüyorlar. Örneğin Yugoslavya’nın devlet olarak var olma hakkını bu ülkenin elinden aldılar. Keza Sırbistan ve Karadağ’dan oluşan Yugoslavya’nın da var olma hakkını istedikleri gibi kullandılar. Kosova örneğinde olduğu gibi, devlet olarak var olma veya olmama hakkını protektorat olarak var olma hakkına dönüştürdüler. Şimdi Irak’ın devlet olarak var olma hakkını kendi çıkarlarına göre kullanıyorlar. Irak’ı üçe bölme hakkını kendilerinde görüyorlar.
İsrail, sınırları olmayan veya belli olmayan bir devlettir. Bu anlamda, aslında, uluslararası hukuka göre devlet bile değildir. Çünkü sınırlarının nerede başladığı, nerede bittiği belli değildir. Hangi sınırları içinde İsrail sorusu açıkta kalmaktadır. İsrail’in sınırları doğu veya batı Kudüs’ten mi, Golan Tepelerinden mi geçiyor? İsrail’in sınırları Batı Şeria’nın neresinden geçiyor? Çekilen duvarlar sınır mıdır? İsrail’in bu sorulara vereceği bir cevap yok ve cevap vermeye de niyeti yok.
Sınırları belli olmayan İsrail, işgal altındaki Filistin’de yaşayan Filistinlilere ve İsrail’de yaşayan Araplara kişisel ve vatandaş olarak var olma hakkını dahi tanımıyor. Yani İsrail’de tanımlanmış bir vatandaşlık hakkı da yok. Bütün vatandaşlık haklarına sahip olanlar sadece ve sadece Yahudilerdir. Bunlar asker olabilirler, her türlü meslek eğitimi görebilirler. Ama Yahudi olmayanlar, asker olamazlar, her meslekte çalışamazlar. Kimliklerde kimin Yahudi olduğu, kimin Yahudi olmadığı belirtilmiştir. İşgal altında yaşayan Filistinliler, İsrail’de yaşayan Filistinlilere göre köle durumundalar. Bunların birey olarak var olma hakları dahi yok: Her an tutuklanabilirler, öldürülebilirler.
İsrail’de kimin gerçekten vatandaş olduğu sadece ve sadece Yahudiler bakımından tanımlanmıştır.
Dünyanın neresinde doğmuş olursa olsun her insan, geçmiş neslinin Yahudi kökenli olduğunu kanıtlarsa sorunsuz bir şekilde İsrail vatandaşı olabilir. Ama Filistin’i terk etmeye zorlanan ve terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin ne geriye dönme ve nede vatandaş olma hakları vardır.
İsrail, anayasası olmayan bir devlettir. Her devletin bir anayasası vardır, ama İsrail’in anayasası yoktur. Siyonist devlet, sadece 8 temel yasa ve bu temel yasalardan kaynaklanan yasalarla (insan ve vatandaş haklarını açıklayan yasalar) yönetilmektedir.
Bu haliyle İsrail, Filistin halkına var olma hakkımı tanı diye dayatmaktadır.