Putin’in, Münih’te düzenlenen bu yılki “Güvenlik Konferansı”nda yaptığı konuşma birçok çevre tarafından dünyanın yeniden iki kutuplu hale dönüşünün habercisi olarak değerlendirildi. Putin, SB’nin yıkılmasından bu yana ABD-Rusya ilişkilerinde kullanılan diploması dilini bir kenara atarak yaklaşık 40 ülkenin önde gelen politikacıları ve omuzu kalabalık subayları önünde Amerikan emperyalizmine adeta haddini bildirdi; Rusya’nın da dünya hegemonyasında söz sahibi olduğunu, ABD’nin tek başına at koşturduğu bir dünya anlayışını kabullenmeyeceklerini açıkladı.
2001’den bu yana düzenlenen “Güvenlik Konferansı”nda bu sefer gündemi “teröre karşı mücadele” ve güçlenen ulusal kurtuluş mücadelelerini bastırmak için ortak strateji tespiti üzerine tartışma oluşturdu. Ama konferansın kendisi ve gündemi, işgalci güçlerin Afganistan ve Irak’taki zor duruları ve İran’a karşı olası saldırı gölgesinde geçti. Diğer bir ifadeyle bu seferki toplantıda gündem, emperyalistler arası çelişkiler daha sert bir biçimde ortaya konarak ele alındı.
Putin, ABD dış politikasının „oldukça tehlikeli“ olduğundan, „uluslararası ilişkilerde dizginsiz ve aşırı derecede şiddete” başvurduğundan, bu „zor kullanımının dünyayı sürekli yeni çatışmalar uçurumuna” ittiğinden, ABD’nin „tek taraflı ve yasal olmayan hareketlerinin tek bir sorunu dahi çözmediğinden“, aksine başka „çatışmalara yataklık“ ettiğinden, insanlığın, „uluslararası hukuk ilkelerinin ayaklar altına alınmasına şahit olduğundan, hiç kimsenin güvenlik içinde olmadığından, hiç kimsenin uluslararası hukuka sığınacak durumda olmadığından ve bunun da silahlanma ve başka ülkelerin nükleer silah üretmesi için zemin oluşturduğundan“ bahsetti.
Putin, “tek kutuplu dünya tek bir iktidar merkezidir ve bu da bir efendinin elinde olan askeri zor merkezidir“. ‘Demokrasi konusunda bizi eleştirenlerin kendileri demokrasiden öğrenmiyor. ABD, Rusya’ya yönelik askeri bir politika izliyor’. Polonya ve Çek ülkesine konuşlandırılması planlanan savunma füzelerini kastederek „Bize yeni sınır çizgileri ve duvarlar dayatılıyor“, “durumu biliyoruz, karşı tedbirler alacağız ve Rusya’nın ABD’nin bu yeni silah sisteminin üstesinden gelecek yeni silah sistemine sahiptir” diyerek ABD’yi tehdit etti.
Putin, İran’a karşı ABD’nin savaş hazırlığı konusunda da Rusya’nın tedirginliğini dile getirdi. Rusya, sınırları içindeki ve Orta Asya’daki islami güçlerin güçlenebileceğinden ve Rus emperyalizminin yayılmacı politikası önünde bir engel olabileceğinden çekindiği için İran’ın bir bölge gücü olmasına karşı. Ama diğer taraftan da İran ile mevcut ekonomik ilişkilerini ve Amerikan emperyalizmine karşı ortak hareket etme olanağını geri tepmek istemiyor.
İran, hem ABD ve hem de Rusya açısından anahtar rol oynayacak bir konumda. Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasına göre İran’ın Amerikan emperyalizminin güdümüne girmesiyle Rusya’nın ABD tarafından çembere alınması tamamlanmış olacak. Orta ve doğu Avrupa ülkelerinin hemen hepsi NATO üyesi, Ukrayna ve Gürcistan’daki „renkli devrim”lerle bu ülkeler Batıya yöneldiler, Orta Asya ve Azerbaycan’da Amerikan etkisi belli. Bu durumda Rusya’ya açık sınır olarak geriye sadece Çin kalıyor.
Putin’in çıkışını AB’nin önde gelen ülkeleri, özellikle Almanya ve Fransa yumuşak bir tonla cevaplandırmayı yeğlediler. AB’nin bu ülkeleri, hem Rusya hem de İran ile ekonomik ilişkilerinden dolayı, ABD’nin Rusya tarafından eleştirilmesine içten içe sevinirlerken, kamuoyu önünde müttefik olmanın sorumluluğunu taşıyan bir tavır içinde oldular.
Açık ki, uluslararası ilişkilerinde zorluklarla karşı karşıya olan, artık Afganistan ve Irak işgallerinde zafer umudunu kesmeye başlayan ABD, böyle bir ortamda Rusya’yı doğrudan karşısına almak istemediğinden dolayı, Dışişleri Bakanı vasıtasıyla Putini’in konuşmasını cevaplandırırken yumuşak bir ton kullanmış, ortak sorunların ortak çözümünden, yeni bir soğuk savaş dönemine girmeye niyetinin olmadığından bahsetmiştir.
Anlaşılan o ki, SB’nin ve Revizyonist Blokun dağılmasından sonra Rus emperyalist burjuvazisini kahreden dönem artık geride kalmıştır. Uzun bir dönem, ’90lı yıllarından bu yana dünya politikasında sözü geçmeyen, ABD’nin eski Sovyet nüfuz alanlarını dünyanın gözü önünde paylaşmasını, kendi kontrolüne almasını adeta seyretmeye mahkum kalan Rusya, ekonomik dirilişine paralel olarak uluslararası politikada, emperyalistler arası rekabette, dünyanın yeniden paylaşımı mücadelesinde söz sahibi olduğunu yeniden göstermeye başladı. Rusya, Putin vasıtasıyla bu niyetini Münih’te derli toplu olarak ortaya koydu.