deneme

6 Şubat 2007 Salı

Friedrich Nietzsche


 
Nihilizm
XIX. yüzyılın ‘20’li yıllarında Ricardo ekolünün dağılmasından sonra burjuva politik ekonomi ve aynı yüzyılın ‘30’lu ve ‘40’lı yıllarında da Hegelciliğin dağılmasından sonra da burjuva felsefe akımı bu alanlardaki gelişmelere cevap veren yeni bir eser ortaya koyamamıştır. Doğa bilimlerindeki devasa gelişmeler de bu gerçeği değiştirmez. XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren burjuva bilim ve felsefe yeni bir karşıtıyla karşı karşıya kalmıştır: Sosyalizm. Yükseliş döneminde feodalizme karşı mücadele eden burjuva ideoloji, şimdi, kendini de aşan yeni bir dünya görüşüne karşı; proletaryanın dünya görüşü olan bilimsel sosyalizme karşı mücadele etmek sorunuyla karşı karşıya kalmıştı. Bu mücadelede gerici burjuva felsefe, konu ve ifade biçimini sürekli değiştirmek, derdini güya zamana uygun kavramlarla anlatmaya çalışmak zorunda kalmıştır. Bir taraftan gerici burjuva felsefenin mücadele edeceği ilerici burjuva felsefe akımının kalmaması ve diğer taraftan da teoride ve örgütlenmede gelişen ve Paris Komününde olduğu gibi burjuva iktidarı tehdit eden Marksizm’e karşı her alanda mücadele, burjuva felsefenin temel görevi olmuştu. Burjuva dünya görüşü, emperyalizmin arifesinde Marksizm’e karşı mücadelede Nietzsche’ye sarılmak zorunda kalmıştır. Nietzsche, Marks ve Engels’ten tek satır okumamış olmasına rağmen bütün yaşamı boyunca gelişen sosyalist teoriye ve Marksizm’e karşı mücadele etmiştir. Onun bütün polemiklerinde bu görülür. Her felsefenin içeriği ve yöntemi, döneminin sınıf mücadelesinden bağımsız olarak ele alınamaz. Bu anlamda Nietzsche’nin felsefesi de döneminin sınıf mücadelesinin sorunlarından ayrı olarak ele alınamaz.

Nietzsche’nin felsefi çalışmaları emperyalist çağın arifesinde sonlanmış olmasına rağmen, onun etkileri bugün de çeşitli biçimlerde sürmektedir. Emperyalist burjuvazi, hala Nietzsche’yi sınıf mücadelesinde yönlendirici bir akım olarak kullanmaktadır. Bu günlerde, daha doğrusu emperyalist küreselleşme tartışmalarının gündemde olduğu Sovyetler Birliği ve Revizyonist Bloğun dağılmasından bu yana Nietzsche’nin “revaç”ta olması, özellikle aydınlar ve gençlik tarafından okunması tesadüfi değildir.
Nietzsche’nin genel felsefi anlayışını bundan sonraki yazıda ele alacağız. Burada onun nihilizm anlayışı üzerinde duracağız.

Nietzsche, kötümserlik (pesimizm) anlayışını XIX. Yüzyılın “romantik kötümserlik” anlayışına karşı mücadele içinde geliştirmiştir. Bu, Schopenhauer’in kötümserliğine karşı bir savunma ve mücadeledir. Nietzsche, kendi kötümserlik anlayışını politika ve kültürün bütün alanlarını kapsamına alan bir akıma dönüştürmüştür. O, bu akımı nihilizm olarak tanımlıyordu. Bu kavram altında Nietzsche, bir dizi hareketi, düşünce tarzını ve sistemi topluyor ve bütün bunlar onun felsefesi açısından bir bütünlüğü oluşturmalarına rağmen, esasen hiç de öyle bir bütünselliği ifade etmiyorlar. Nietzsche’ye göre çeşitli nihilizmler vardır: Felsefi nihilizm, etik nihilizm, sanatsal nihilizm, dini nihilizm, ahlaki nihilizm ve siyasal nihilizm.

Farklı yansıyış/görünüm biçimleriyle nihilizm, son kertede tinsel-ahlaki kaosun hakimiyetidir. Nihilizm her türden hiyerarşiyi ve düzeni ortadan kaldırır. Nihilizm, değer, sınıf farklılığı tanımaz. İnsanları, yüksek (gelişmiş) ve adi (gelişmemiş) varlıklar olarak sınıflandırır. Değer ve farklılık içermeyen dünya nihilizm dünyasıdır. Bu nedenle nihilizmin en son noktası, varacağı yer kötümserliktir, anarşidir.

Nietzsche, nihilizmi başka bir kavramla da tanımlamıştır: Yozlaşma (dekadens). Böylece nihilizm, dünyanın “nimetlerinden pay” alamayanların,, güçsüz olanların hareketi, köle hareketi olarak tanımlanmıştır.
Nietzsche’de yozlaşma, ifadesini, onun şu tanımlamasında en anlamlı bir şekilde bulur: “Nihilizm nedir? En yüksek değerlerin değersizleşmesi. Hedeften yoksunluk ‘Niçin’e verilecek cevabın olmaması”.

Burada iki mesaj bir arada veriliyor: a) Bütün değerlerin, ideallerin ve hedeflerin/amaçların tamamen reddi ve b) “Üstün insan”ın, “Dünya beyleri”nin yozluktan, çürümüşlükten ve çöküşten kurtulmak için gerekli perspektifi vermeleri zorunluluğu. Her iki mesajdan doğrudan etkilenenler veya bu anlayışlar doğrultusunda hareket edenler, küçük burjuva çevreler, özellikle de küçük burjuva aydınlar olmuştur. Bu tesadüfi değildir.

Şimdiye kadar içinde hareket ettiği, önemsediği değerlerin, yaşam koşullarının yok olduğunu, sermaye tarafından ayaklar altına alındığını, karın ve en fazla karın kutsandığını ve bütün sistemin, siyasal-ahlaki olarak sermayenin çıkarlarına tabi kılındığını ve bu nedenle de dünyasının yıkıldığını gören küçük burjuvazi, çöküşten kurtulmanın yegane yolunu, demokrasiyi aşarak, “üstün insan”ın, “üstün ırk”ın hakimiyetinde görmeye başlar. Gelecek kaygısına düşmüş küçük burjuvazi, sığınacak bir liman arar. Dünyasını yıkanın, işçi sınıfı ve “üstün insan” kültürüne karşı gelen gelişmemiş kültürler olduğu anlayışına varır. Böylesi bir süreçte Hantington gibilerinin “kültürlerin çatışması” anlayışı önem kazanır ve emperyalist burjuvazinin başka ülkeleri işgal etmesinin vesilelerinden biri olur. “Üstün insan”ı temsil eden batı, insan haklarından, demokrasi götürmekten bahsederek dünya hegemonyasında stratejik önemi olan ve hammadde kaynaklarına sahip olan ülkeleri işgal etmeye yönelir.

Dünyası kararan küçük burjuvazi, bir taraftan emperyalizme ve emperyalist ideolojiye karşı mücadele eder. Ama aynı süreçte kötümserliğe kapılır ve bir çıkmaz sokakta olduğu korkusuna kapılır. Bu mücadele içinde sahip olduğunu sandığı değerleri yeniden değerlendirmeye başlar. Ne olduğunu, nerede durduğunu sorgulamaz. Ama örgütlenmeyi, işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadelesini, mücadelenin hedeflerini sorgulamaya başlar. Küçük burjuvazi, umutsuzluğa kapılmıştır. Her şey değiştiğine, kalıcı olmadığına göre, o güne kadar ona yol gösteren değerlerin de değişmesi, yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanır. Bunun sonucu, örgütsüzlüktür, dünya görüşü olarak Marksizm’e saldırıdır. Küçük burjuvazi, "tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi"nden yeni “Marksizm”ler, Negri gibi yeni “değer”ler keşfetmeyi anlar. Marks, Engels, Lenin ve Stalin gibi dünya işçi sınıfı önderlerinin görüşlerinin günümüz sorunlarını çözümlemeye yetmediğinden bahsetmeye başlar. İşçi sınıfı yok oluyor demeye başlar. Bunun yerine Negri’nin “çokluğu”nu sahiplenir. İdeolojiyi, teoriyi sulandırmaya, işçi sınıfının dünya görüşünü ve Marksist teoriyi, herkesin kabul edeceği hale getirmeye kalkışır. “Yeni koşullar”dan bahsetmeye başlar. Somut durumun somut analizi adı altında nesnel gerçekliğin çarpıtılması için kolları sıvar. 

Lenin, “Marksizm’in Tarihsel Gelişmesinin Bazı Özellikleri Üzerine” makalesinde şöyle der:
Marksizm, tam da, cansız bir dogma olmadığı, tamamlanmış, hazır, değişmez bir öğreti olmadığı, eylemin canlı bir kılavuzu olduğu içindir ki, toplumsal yaşam koşullarındaki şaşılacak kadar beklenmedik değişmeleri yansıtmak zorundaydı… Amaçlarını formüle ederken Marksizm’den uzak duramayan sınıfların çok geniş kesimleri, bu öğretiyi son derece tek-yanlı ve sakat bir biçimde özümlemişlerdi. Belli "sloganları" ezberlemişler, verilecek yanıtların Marksist ölçütlerini anlamaksızın, taktik sorunlara, belli yanıtlar vermeyi öğrenmişlerdi. Toplumsal yaşamın çeşitli alanlardaki "tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi" Marksizm’in en soyut ve genel felsefi temellerinin bir "gözden geçirilmesine" yol açtı. Değişik eğilimdeki burjuva felsefesinin etkisi,… ezberlenmiş, ama anlaşılmamış" üzerinde düşünülmemiş "slogan"ların yinelenmesi, boş lafebeliğinin yaygın bir biçimde hüküm sürmesine yol açtı. Bunun pratik ifadesi,… kesenkes Marksist olmayan, küçük-burjuva eğilimlerdi…” (Lenin; C. 17, s., 26/27).

Bu eğilimlerden birisi politikada nihilizmdir. Daha ziyade küçük burjuva aydın kesimlerde emperyalist küreselleşme koşullarında toplumsal gelişmelere cevap bulamayan unsurlar, "tüm değerleri yeniden değerlendirilme" adı altında politik nihilizme sarılırlar. Bunun sonucu, örgütsüzlüktür, kötümserliktir. Mücadele etmeye değmez anlayışıdır. Böylece küçük burjuvazi, sahip olduğu değerleri mutlak reddederek veya yadsıyarak hiçleşir. Umutsuzluğa kapılan küçük burjuva açısından emperyalist küreselleşme sürecinde artık bütün değerler tamamen değersizleşmiştir. Küçük burjuva açısından artık her türden (kapitalist- sosyalist) toplumsal düzen kötüdür, yıkılmalıdır ve bireyin özgürlüğü esas alınmalıdır.