Geçen yüzyılın ‘90’lı yıllarından bu yana Nietzsche’nin yazıları popüler yapılmaya başlandı. Burjuva felsefe kaybedilmiş evladını yeniden bulma sevinci içinde insanlığa geleceğinizi Nieztsche’de arayın demeye başladı. Nietzsche’ye geri dönüş, toplumsal sorunların çözümünde çıkış yolu olarak sunuldu. Öyle ki, onu okuyan herkes, onun görüşlerinden bağımsız olarak kendi içinde bir Nietzsche, kendi Nietzsche’sini keşfetmeye başladı. Proletaryanın davasından, işçi sınıfının mücadelesinden, sosyalizmden, örgütlü mücadeleden umudunu kesenler, toplumsal yaşamın her alanında neoliberal saldırılara yenik düşenler ve kurtuluşu mevcut düzene karışmakta arayanlar kendi Nietzsche’sini keşfetmekte gecikmedi. “Küreselleşme”nin demokrasi, özgürlük, refah vs. olarak emperyalist burjuvazi tarafından göklere çıkartıldığı ve buna ideologlarının yoğunlaştırılmış antikomünist propagandasının eşlik ettiği ‘90’lı yıllardan günümüze şurada burada Nietzsche’yle karşılaşmak olağan oldu.
XIX. Yüzyılın son çeyreğinde; emperyalist çağın arifesinde yüksele Marksizm’e karşı ilerici hiçbir özelliği kalmamış burjuvazinin mücadele alanına sürdüğü Friedrich Nietzsche’yi günümüzde ilerici, antifaşist olarak görenler de var. Öyle ki, “Nazizim devrinde yaşamış olsaydı, her halde en etkin karşıtlarından biri olurdu” anlayışı bile savunulmaktadır. Emperyalist burjuvazi istiyor ki, tıpkı I. Dünya Savaşı döneminde bir cebinde İncil, diğer cebinde de Nietzsche (“Böyle buyurdu Zerdüşt”) taşıyan Alman askerleri gibi, 21. yüzyılın başında insanlık Nietzsche’nin görüşleriyle zehirlensin ve emperyalist saldırganlığı, savaşı ve talanı, Batı’nın üstünlüğünü meşru görsün.
Hiçbir felsefi anlayış, çağının nesnel koşullarından kopartılarak değerlendirilemez. Hiçbir felsefi anlayış, sınıflar üstü olamaz. Nietzsche de belli bir sınıfın filozofudur. Hangi sınıfın filozofudur Nietzsche? Emperyalist çağın arifesindeki burjuvazinin filozofudur. Nietzsche, sosyalizm hariç çağının felsefi akımlarını çok iyi tanıyan birisiydi. Yazıları bunu göstermektedir.
Şimdi, bütün yaşamı boyunca demokrasiye ve sosyalizme karşı mücadele etmiş, faşizmin, bireyciliğin ve umutsuzluğun ideolojik babası olan emperyalizmin önde gelen filozoflarından Nieztsche’nin görüşlerini günümüzde yansıyış biçimleriyle iki makaleye sığdırmaya çalışalım.
Nietzsche’ye göre iktidar hırslı yaşamı, iktidar amaçlı yaşamı teşvik eden her şey gerçektir. Nietzsche, çıkar ve iktidar için iradeyi eş anlamlı kullanır. Ona göre burada söz konusu olan veya olması gereken, iktidar için iradedir, çıkardır. Toplumsal açıdan bu ne anlama gelir? Burada söz konusu olan, yükselen bir sınıfın çıkarı mı ve iktidar iradesi mi yoksa sömürücü bir sınıfın iktidar iradesi ve çıkarı mıdır? Bu soruya Köle ve Üstün İnsan Ahlakiyatı (morali) teorisinde cevap verir. Burada iki yaşam gerçeği, iki yaşam ahlakı anlayışını savunur. Felsefede taraflılığı tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Emperyalizmin arifesindeki kapitalist düzenin, burjuva sistemin bir unsuru olarak üstün insan ahlakı anlayışının savunucusudur. Üstün insanın kavrayışı gerçektir. Üstün insan ahlakı iyidir! Bunun nedenini, üstün insan kavrayışının ve ahlakının en güçlü olanların iktidarını teşvik ettiği anlayışında arar. Nietzsche’ye göre, üstün insan gerçekliği, köleler karşısında iktidarı cisimleştirir. Gerçeklik ve iktidar eş anlamlıdır. Nietzsche’nin teorisinin gerici özü burada açığa çıkar: Nietzsche açısından “kölelerin” iktidara gelebileceği, iktidar olabilecekleri akıl almaz bir iştir. Bu, asla ve asla olamaz. Burada onun yükselen Marksizm ve işçi hareketi karşısındaki korkusu açığa çıkar: Nietzsche, işçi sınıfının iktidara gelme idealini, yaşama düşman idealler olarak açıklar ve hâkim sınıfların safında yerini olarak, onların yalanları benim için gerçeklerdir açıklamasını yapar. Nietzsche budur.
Nietzsche, objektivizmi reddeder, göreceliği ve şüpheciliği savunur. Ondaki şüphecilik, yalanı, iktidara hizmet ediyorsa kullanılabilir boyutlarına kadar varır. O, bu anlamda faşist pragmatizmin, faşist ilkesizliğin ve nihayetinde Goebbel-vari propaganda mekanizmasının ideolojik çığır açıcısıdır.
Nietzsche, köle ve üstün insanı biyolojik görüngüler olarak kavradığı için, bunları, ebedi yaşam görüngüleri olarak görür. Onun açısından köleler, güçten düşmüş, çöken yaşamdır, alt ırktır. Üstün ırk adına bu “köleleri” yok etmeye çalışanlar Alman faşistleriydi.
Nietzsche, iradeyi, iktidar için irade, katışıksız psiko-biyolojik olgu olarak anlar ve yaşamın en iç özünü, iktidar dürtüsü veya içgüdüsü olarak tanımlar. Ama iktidar dürtüsünün herhangi bir açıklamasını yapmaz. İnsanın iktidar dürtüsü ve iktidar için çabasını hiçbir şekilde burjuvazinin, daha doğrusu emperyalist burjuvazinin ekonomik-toplumsal temeliyle birleştirmez. Onun iktidar dürtüsü anlayışında nereden’in ve niçin’in yeri yoktur. Burada Nietzsche bir psikologdur. Bütün görüngü biçimleri içinde toplumsal kaynağı görünmesine rağmen iktidar dürtüsü Nietzsche’de katışıksız bir biyolojik dürtü olur. Sömüren ve sömürülen sınıfların iktidar için mücadelelerinin, ekonomik zorunluluktan kaynaklandığını, bunun sınıf mücadelesi olduğunu Nietzsche tanımaz. İster siyasi, isterse de askeri olsun iktidarın ekonomik güce dayandığını da tanımaz. Nietzsche, baskı, sömürü ve zor kullanmanın burjuva düzenin esasını oluşturduğunu saklamaya çalışır. İktidar iradesi öğretisi, esas itibariyle burjuvazinin fiili zor kullanma ideolojisidir. Böylece şiddete başvurmak doğal bir şeymiş gibi gösterilir. İktidar teorisiyle Nietzsche, biraz biyolojik-psikolojik ve darvinist rengin bulaştığı bir toplum teorisi geliştirir. Onun bu teorisine, üstün insanlar ve köle hareketleri öğretisi denir. Bu öğretiyle Nietzsche, sınıflı toplumu, bu toplumda sömürüyü ve baskıyı haklı görür. Çünkü onun açısından bunlar (baskı, sömürü, şiddet kullanma) doğaldır.
Nietzsche, üstün insan, üstün olmayan (bayağı, adi, ilkel) insan vardır anlayışına varışını kendinin büyük bir keşfi olarak kavrar. Nietzsche, üstün insandan yaşamın sağlıklı olmasını, yükseliyor (gelişiyor) olmasını ve iktidar için iradenin canlı olmasını anlamaktadır. Ancak bu özellikleri olan, üstün insan olabilir. Yani, Japon Samurayları, Yunan, Roma köle sahipleri gibi savaşçı-soylu olanlar ancak üstün insan olabilirler. Nietzsche, bilinen, eskiden kalma sürü ve köle ahlakını reddeden ve üstün insan iktidarı hâkimiyetini tinsel olarak hazırlayan sanatçıları ve bilim adamlarını da üstün insan kategorisi içinde sayar.
Nietzsche, üstün insan öğretisini ırksal-biyolojik açıdan da temellendirir. Bu bay filozofa göre üstün insan, yüksek ırktan insandır. Bu türden insanlar daha ziyade Ari germenler arasında vardır. Yani üstün insanlar, daha ziyade Ari Almanlar arasında aranmalıdır. Bu anlamda üstün insanı Nietzsche, “sarı canavar” (sarı saçlı, blont canavar, çn.) olarak tanımlar. Nietzsche, bu “sarı canavar”ın biyolojik olarak üretilmesini, sarı üstün insan ırkının katışıksız, melezleştirilmeksizin muhafaza edilmesini talep eder. Burada Nietzsche, öjenik bakımından Schopenhauer’i gerilerde bırakır. Nietzsche, sarı üstün insan ırkının yetiştirilmesini bu amaca uygun eğitimle birleştiren bir öjenikçidir. Öyle ki, sarı üstün insan ırkının “baldırı çıplaklaşmaması”, yani üstün olmayan insanlarla birleşerek melezleşmemesi ve katışıksız kalması için Hindistan’daki kast sistemini, kast devletini savunur.
Böylece Nietzsche, dönemindeki büyük burjuvazinin iktidarını, sömürü ve talanını, sömürgeci politikasını haklı çıkartır, savunur. Bu teorisiyle o, Alman faşizmine yol göstermiştir.
Nietzsche, Bismarck Almanya’sını göz önünde tutarak döneminin burjuva toplumunu eleştirir. “Yığın”lara tavizler verildiğinden, Hıristiyanlığın resmi devlet dini olarak muhafaza edilmesinden, çok liberal ve demokratik hareket edildiğinden bahseder. Aynı zamanda toplumsal durgunluktan, kapitalist toplumun ruhsuzluğundan bahseder. Bu durumu protesto eden Nietzsche, böyle bir toplumun karşısına kendi ideal toplum anlayışını kor. Geleceğintoplum ideali, emperyalistleşen Almanya’nın çıkarlarının en iyi savunulduğu bir toplumdur. O, üst, süper emperyalizmi savunur. O, bu toplumu üstün insan öğretisi ve “yeryüzü beyleri”nin öğretisi olarak açıklar. Bu öğretisiyle Nietzsche, üstün insanın bütün yeryüzünde hâkimiyetini talep eder, savunur. Nietzsche’ye göre büyük kültür halklarının üstün insanları aslında “kardeş”tir. Çeşitli büyük kültür halklarından bu üstün insanlar aslında ulusal sınırları aşan, içsel olarak akraba olan özgür yaratıcılardır/dâhilerdir. Bunlar, yeryüzü çapında yeni bir dünya düzeninin taşıyıcıları, yeni, renkli ve zengin bir kültürün şekillendiricileri olacaklar. Onlar, köhnemiş liberal-demokratik medeniyetin yerini alacaklar. “Yeryüzünün beyleri”, o “iyi Avrupalılar”, XIX. Yüzyıl “dekadans’ının nihilist sürecinin kökünü kazıyacaklar ve yeni bir hiyerarşik düzen kuracaklar”.
“Yeryüzü beyleri”nin hâkimiyeti, nihilizmin sonunu getirmekle, “dekedans” idealine son vermekle, yani “bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi”yle sınırlı değildir. Veya bunların gerçekleştirilmesi, aynı zamanda, “köle”lerin, yani işçi sınıfının ve emekçi yığınların devasa boyutlara vardırılmış baskı altında tutulmaları, köleleştirilmeleri, talan edilmeleridir.
“Kendimizi fetihçiler arasında görüyoruz. Yeni düzenlerin, yeni bir köleciliğin de gerekliliği üzerine düşünüyoruz. Çünkü insan tipinin her güçlendirilmesi ve yükseltilmesine yeni türden bir kölecilik de dâhildir” diyen Nietzsche’den başkası değildir. “İktidar İçin İrade”de bu insan tipinin henüz doğmadığından bahseder: “Henüz mevcut olmayan insan türü için, ‘yeryüzü beyleri’ için yazıyorum” der.
Yeryüzü beyleri öğretisinin siyasal-toplumsal anlamı oldukça açıktır: Büyük kültür halkları, “iyi Avrupalılar” “kardeş”tir derken ve bunları “yeryüzünün beyleri” olarak tanımlarken Nietzsche, bunların uluslar arası ilişkileri adına ulusallığa karşı çıkıyordu. Nietzsche, yeni bir düzen adına üstün insanların hâkimiyetini, uluslararası işbirliğini savunuyordu. Kültür alanında da kozmopolitik bir “Avrupa” kültüründen yanaydı. O dönemde kapitalizm emperyalizm aşamasına geçiyordu. Almanya, ABD, Fransa, İngiltere, İtalya gibi ülkeler uluslararası rekabet içinde dünyayı kendi aralarında paylaşmışlardı. Nietzsche, bu emperyalist ülkelerin oluşturacağı bir bloğun dünya hâkimiyetinden bahsediyordu. Bu blok içinde tabi ki, Alman emperyalizmi önder olmalıydı. Böyle bir dünya düzeninin kurulması için işçi sınıfı ve emekçi yığınların, geri diye tanımlanan halkların sınırsız talanı, baskı altında tutulmaları ve yok edilmeleri Nietzsche tarafından talep ediliyordu. “İyi yetişmemiş”lerin, “soysuz”, “adi” halkların ve ırkların” yok edilmesini, kökünün kazınmasını talep ederken ve göklere çıkartırken Nietzsche, Asya’da ve Afrika’da Alman sömürgeciliğinin ve sonra da Alman faşizminin korkunç cinayetlerine ideolojik ön çalışma yapmış oluyordu. Onun öjeni anlayışı ve ırk teorisi Alman faşizmine yol göstermiştir. Bu anlamda Nietzsche faşizmin ideolojik babasıdır, çığır açıcısıdır.
Nietzsche’nin tanımlamaya çalıştığı geleceğin bu ideal toplumu, ifadesini Nazi Almanya’sında buldu ve şimdi de Amerikan emperyalizminin Yeni Dünya Düzeninde, Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyetinde bulmaktadır. Batı’nın diğer kültürler üzerindeki üstünlüğü, kışkırtılmaya çalışılan “kültürler çatışması”, ihraç edilmeye çalışılan demokrasi ve özgürlük hep geleceğin ideal toplumu adına yapılmaktadır. Bu kavramın kullanılıp kullanılmaması önemli değil. Önemli olan, emperyalist küreselleşme sürecinde emperyalist burjuvazinin, milyonlarca insanın kafasından kapitalizmin kötülüklerini silmek, sömürü ve baskının yok olduğunu göstermek için o dönem aşıldı diye “bütün değerleri yeniden değerlendirmeye” kalkışmasıdır.
Birbirleriyle rekabet içinde önde gelen emperyalist ülkeler dünyayı kendi aralarında paylaşmaya çalışıyorlar. “Küreselleşme”nin nimetlerinden, demokrasiden, refahtan bahsediyorlar. Sınıf olgusunun, bunu temel alan teorilerin, yani Marksizm’in geride kaldığını, o dünyanın yıkıldığını işliyorlar. Teoriler, kalemşorları tarafından karşımıza “çokluk” olarak çıkıyor, yeni bir dünya düzeni olarak ve bu düzene karşı mücadelenin gereksiz olduğu olarak çıkıyor. Burada umutsuzluk, bireycilik, örgütsüzlük, teslimiyet işleniyor. “Kitle imha silahları”na, diktatörlüklere karşı mücadele adı altında ve Batı kültürünün, yani emperyalist kültürün üstünlüğü temelinde “kültürler çatışması” kışkırtılıyor, stratejik önemi ve hammaddesi olan ülke ve bölgelerin işgali meşrulaştırılıyor. “Yeryüzü beylerinin” hâkimiyeti savunuluyor. Şimdi Nietzsche’nin “iyi Avrupalıları”na “iyi Amerikalı” eklendi. Başta “iyi Amerikalı”lar olmak üzere bütün “iyi Avrupalılar” dünya hâkimiyeti için mücadele veriyorlar.
Sonuç itibariyle:
Nietzsche’nin felsefi anlayışı başından itibaren demokrasi ve sosyalizm mücadelesine karşı geliştirilmiş bir felsefi anlayıştır. Gelişmesinin bütün aşamalarında Nietzsche, baş düşman olarak gördüğü sosyalizme karşı mücadeleyi esas almıştır. “Antichrist”inde şöyle der: “Bugünkü ayaktakımı arasında en iyi hangisine kin duyuyorum? İşçinin içgüdüsünü, zevkini, kanaatkârlık hissini yıkan, onu kıskandıran (imrendiren, çn), ona öç almayı öğreten… Sosyalistler-ayaktakımına kin duyuyorum... Adaletsizlik, asla eşit olmayan haklarda bulunmamaktadır. (Aksine), ‘eşit” haklar talebinde bulunmaktadır”. Nietzsche’nin felsefesi, idealize ettiği toplumun baş düşmanı olarak gördüğü işçi sınıfına, onun düzeni olan sosyalizme karşı mücadele araçlarının geliştirilmesiyle doludur. Bu nedenle, “dünyanın beyleri” iktidarlarını ebedi sürdürsünler diye sömürüyü, vahşi şiddet kullanmayı, burjuvazinin moral anlayışını meşru görmüştür. Onun çoğu ahlak (moral) tespitleri Hitler-Almanya’sında uygulanmıştır.
Nietzsche, her kültür dönemi, her toplum düzeni için köleciliği zorunlu görmüştür. Yani, kendi deyimiyle ifade edersek: “Yüksek bir kültür, sadece, toplumun iki farklı kastının olduğu yerde doğabilir”. Nietzsche’ye göre her dönem imtiyazlı bir kast ve bu kastın yaşamı için fiziki iş yapan, yani sömürülen ve baskı altında tutulan başka bir kastın olması gerekir, olmalıdır
Marksizm, toplumsal ilerlemenin motoru olarak sınıf mücadelesini görür. Nietzsche’nin felsefesinde sınıf mücadelesinin yeri yoktur. O, toplumu üstün insan ve sürüler; üstün ırk ve ayaktakımı olarak ikiye ayırır ve üstün insanın yanında yer alır. Toplumsal ilerlemenin motoru Nietzsche’de üstün insanın eylemidir.
Nietzsche, aklın karşısına salt iradeyi kor. “Sürü”, “ayaktakımı” diye tanımladığı yığınlara; işçi sınıfı ve emekçilere, bunun ötesinde “geri” kültürlere, yani bağımlı ve yeni sömüre uluslara kin ve nefret duymanın ideolojisini oluşturmuştur bu bay filozof. Üstün insan, üstün ırk dışında herkes sürüdür. Burada eşitlik olamaz. Sürü ve üstün insan ayrımının ebedi devamı için şiddete başvurmak, en vahşi baskı ve sömürü meşrudur. Evet, işkenceyi de meşru görmek Nietzsche’nin felsefesinde vardır.
Marksizm, sınıf mücadelesiyle; işçi sınıfının tarihsel misyonunu yerine getirerek sosyalizme/komünizme ulaşılacağını savunur. Nietzsche ise, idealize ettiği geleceğin toplumuna; yani üstün insanın, üstün ırkın, “sarı canavar”ın hâkim olacağı topluma üstün insan diye tanımladığı bireylerin eylemiyle ulaşılacağını savunur.
Nietzsche’nin felsefesinde ekonomide ve toplumsal gelişmede nesnel yasaların asla yeri yoktur.
Emperyalist küreselleşme sürecinde, yaşadığımız bu süreçte ideolojilerin sonunun getirilmesi, tarihin sonundan bahsedilmesi, işçi sınıfının yok olmasından, sınıfın yerine “çokluğun” almasından bahsedilmesi, örgütlü mücadelenin bir kenara atılması, bireycilik, ideolojide, teoride ve örgütsel var oluşta tasfiyecilik, bunun ötesinde umutsuzluk Nietzsche’nin felsefesinden beslenmektedir.
Nietzsche’de ilericilik, antifaşistlik görenleri bir kenara bırakalım. Onun felsefesinde yukarıda belirttiğimiz özellikleri görmeyenler bugün emperyalist burjuvazinin Nietzsche’den beslenen felsefesini savunanlardır. Bu küçük burjuva avanak takımı kendini Marksist olarak tanımlamaktan da geri kalmaz.