deneme

23 Temmuz 2012 Pazartesi

SURİYE SORUNU - ORTADOĞU'NUN JEOPOLİTİK ÖNEMİ


SURİYE SORUNU - ORTADOĞU'NUN JEOPOLİTİK ÖNEMİ
Önce bölge tanımlamasına bakalım. Ortadoğu, menşe itibariyle Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyetinde olan bölgelerden birisiydi. Şimdilerde ise bu kavram genellikle Güneybatı Asya ve Kuzeydoğu Afrika'yı kapsayan alan için kullanılmaktadır. Yani Fas'tan Pakistan'a kadar uzanan alan. Bu tanımlanmasıyla Ortadoğu, “Büyük Ortadoğu Planı“yla neredeyse tamamen örtüşmektedir. “Büyük Ortadoğu Planı“, Kuzey Afrika, Yakın Doğu ve Orta Asya'nın Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda geniş bir bölge olarak yeniden yapılandırılmasını içermektedir.



Bu haritada söz konusu bölgeyi; “Büyük Ortadoğu Projesi”ne dahil ülkeleri görüyoruz. Diğer taraftan haritada CENTROM'un doğrudan sorumlu olduğu alan da gösterilmektedir (Harita için bkz.: Bundesministerium für Landesverteidigung, Wien - Österreichs Bundesheer - Österreichische Militärische Zeitschrift).
Büyük Ortadoğu Planı“ 2003'te G-8 toplantısında genel hatlarıyla kabul edilmişti.

Eski konseptler:
Yeni Ortadoğu'yla ilgili Amerikan planları hiç de yeni değildir.
"Bernard-Lewis-Planı" bunlardan birisidir. Doğubilimcisi Bernard-Lewis (Büyük Britanya) 1990 yılında “Medeniyetler Çatışması“ kavramını kullanmıştır. Sonrasında bu kavramı Samuel Huntington da kitabına başlık yapacak derecede önemseyerek kullanmıştır.

Lewis adıyla anılan plan, imzasız olarak İnternet ortamında yaygınlaşmıştır. Plan, Avrupa'nın güçlü devletlerinin 20. yüzyılın ilk yarısında sömürgelerinin ve nüfuz sahasının dağılımını andırmaktadır. Devlet oluşumları ve sınır kaydırmaları bunu göstermektedir:



















Haritada parçalanmış Türkiye, İran, Suriye, Lübnan ve Irak; toprakları genişlemiş Azerbaycan ve Türkmenistan'ın yanı sıra yeni ülke olarak Kürdistan'ı, Arabistan'ı, Irak Şii ve Irak Suni devletlerini görüyoruz (Harita için bkz.:http://www.daanspeak.com/IranAttack03Eng.html).

Kürt ulusunun, şu veya bu etnik toplumun özgürlük ve demokratik haklar mücadelesinden bağımsız olarak, emperyalizm hakimiyetini sürdürmek için bölgede kendisi için ileride sorun olabilecek ve şimdiden sorun olan ülkeleri parçalıyor; ufaltıyor, yani “böl ve yönet” taktiğini uygulamaya çalışıyor. Harita bu anlayışın açık ifadesidir.

Irak'ın parçalanması üzerine “Leslie H. Gelb-Planı”:
Dış İlişkiler Konseyi“ eski başkanı Leslie H. Gelb, 2003 yılında Irak'ın, Yugoslavya'nın parçalanması gibi parçalanarak yok edilmesi teklifinde bulunur (25 Kasım 2003, New York Times). Bu plana göre Basra bölgesinde bir Şii Güney Devletinin, Bağdat bölgesinde bir Sünni Orta Devletinin ve bir de Kürt Kuzey Devletinin kurulması öngörülüyordu.

Amerikan emperyalizmi “Bernard-Lewis-Planı“na ilgi duymaya başlar. Haziran 2006'da “Armed Forces Journal“da -Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin yarı resmi yayın organı- Ralph Peters imzasıyla yayımlanan makalede Orta Asya ve Yakın Doğu'nun “Bernard-Lewis-Planı“ ve “Leslie-Gelb-Planı“ karışımı bir planla yeniden şekillendirilmesini önerir. Ama her iki plandan da bahsedilmez.

Makaleye göre Ortadoğu haritası:
Önceki (şimdiki) durum:


Sonrası:



Leslie H. Gelb-Planı”nın “Bernard-Lewis-Planı”ndan pek farkı yoktur. İkinci haritada adları siyah renkle yazılmış yeni ülkeleri, adları kırmızı renkle yazılmış toprak kaybeden ülkeleri, adları gri renkle yazılmış sınırları değişmeyen ülkeleri görüyoruz.

Alman emperyalizminin rolü:
Batılı emperyalist güçlerin etnik saldırganlıkları, politikaları Almanya tarafından oldukça yoğun desteklenmiştir. Alman emperyalizmi bu alandaki çabasını sürekli kılmak; Ortadoğu'ya yeni bir şekil vermek için ”öncü“ örgütlerini kullanmıştır. Örneğin, Almanya'nın en büyük “Think Tank“i olan Bertelsmann-Vakfı düzenlediği “Kronberger Söyleşileri“nde yeraltı zenginlikleri olan islam-ülkelerinde ”siyasi, ekonomik ve dini kurumların tamamen yeniden şekillendirilmesi ve böylece Avrupa-Atlantik eksenine sıkıca kaynatılması“ ele alınmıştır. “Bölgede Avrupa'nın temsiliyetinin adım adım inşa edilmesi, Amerika'nın kendini kabul ettirme (uygulama) yeteneğine eklemlenme“ olarak görülüyor.
Bu amaca ulaşmak için her yöntem kullanılıyor veya meşru sayılıyor; diplomatik faaliyetlerden yıkıcı faaliyetlere kadar uzanan geniş bir yelpazede oldukça çok vesile bulunmaktadır. Örneğin azınlık hakları gibi. Konuyla ilgili olarak Bertelsmann'ın düzenlediği forumlarda ”yeni perspektiflerin önünün açılması için bölgenin yönetimsel ve doğal sınırlarının hızla önemsizleşmesi gerektiği“ talep olarak öne sürülüyordu.
Söz konusu söyleşilerde Dr. Pierre Hillard, bölgeyi etnik yapılara gör parçalamak için yol ve yöntem üzerine şunları söylüyordu:

Tepkiler test edilmelidir; özellikler Müslümanlar arsındaki tepkiler test edilmelidir. Önemli olan, ilgili olanlar arasında tartışmaların patlak vermesine neden olmaktır. Böylece bu koseptleri destekleyenler ve karşı çıkanlar tanınabilir. İslam devletlerinde kopmalar ve çelişkiler ortaya çıkar. Şu veya bu etnik veya siyasi gruplar üzerinde baskı uygulamanın, üçüncü birini tercih etmenin vs. olanakları doğar. Sadece etnik-dinsel ilkeleri (yeni sınırlar) destekleme veya desteklememe tartışması Batının çıkarlarını teşvik eder“ (Bkz.: Schmutziges Geheimnis, Interview mit Dr. Pierre Hillard und Europa und der Nahe Osten; 10. Kronberger Gespräche, 14.-15.07.2006).
Alman emperyalizmi “Irak'ın üç devlete bölünmesi hazırlıklarına Alman etnik konulardaki uzmanlarıyla katılmıştır. Bölünme Amerikan Kongresinin bir araştırma grubu tarafından eski dış işleri Bakanı James Baker başkanlığında hazırlanmıştır. Bu yaklaşıma göre Irak üç ayrı “otonom bölge“ye ayrılıyor. Irak'ta bölgesel yöneticileri de 'Bozen-Avrupa Akademisi“ eğitiyor (Bkz.: German Foreign Policy, 19 Ekim 2006).
Burada önemli olan, planların gerçekleşip gerçekleşmemesinden ziyade bölgesel ve dünya hegemonyası planlarını gerçekleştirmede izlenen yol ve yöntemlerdir (böl ve yönet, hakimiyet kur).

Neden bu bölge? Neden Yakın Doğu ve Orta Asya?

Bunun nedeni petrol ve doğal gazdır. Bu bölgede bu hammaddeler için savaşılmıştır ve savaşılmaktadır. Aşağıdaki haritada sorunun ne olduğu çok açık bir biçimde görülmektedir:







































Bu haritada esas olarak petrol ve doğal gaz kaynakları, nakliyat güzergahları ve askeri üsler arasındaki ilişkiyi görüyoruz (Harita için bkz.: Michel Chossudovsky, The Next Phase of the Middle East War, Global Research).

Haritalarda da görüldüğü gibi;
Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı Azerbaycan petrolünü Gürcistan üzerinden Akdeniz'e taşımaktadır. Amerikan firması Unocal Türkmen doğal gazını Afganistan üzerinden Arap Denizi'ne taşıma projesi geliştirmişti. Ama Rusya (Gazprom) Türkmen doğal gazının önemli bir bölümünü değerlendirme anlaşmasıyla Amerikan firmasının planını geçersizleştirdi.

Irak ve İran petrol ve doğal gaz kaynakları ve dünya pazarlarına taşınma güzergahı:
1- Kuzey Irak (Güney Kürdistan) petrolü Türkiye üzerinden (Ceyhan) dünya pazarlarına taşınmaktadır.
2- Orta Irak petrolü Suriye ve Lübnan üzerinden dünya pazarlarına taşınmaktadır.
3- Güney Irak (Basra, Şattel-el Arab) İran ve Kuveyt petrolü Hürmüz Boğazından geçilerek dünya pazarlarına taşınmaktadır.
Tabii yeni güzergahlar da planlanmaktadır, örneğin Nabucco boru hattı gibi. Ama bunların hiçbiri güzergah konusunda bilinen bölgelerin önemini, dolayısıyla stratejik konumunu azaltıcı değildir.

Bilindiği gibi Irak petrol yataklar çoğunlukla Basra Körfezi bölgesinde (Şiilerin çoğunlukta olduğu bölge) ve Kuzey Irak'ta (Güney Kürdistan) bulunmaktadır.
Dünya çapında en büyük dört petrol tekeli Irak petrollerini Production Service Agreements (PSAs) - “üretim servis anlaşmaları“ üzerinden ele geçirmiş durumdalar. Resmiyete göre yatakların sahibi Irak'tır. Ama petrol fiilen ExxonMobil ve Chevron (ikisi de ABD firması), BPAmoco (GB/USA) ve Royal Dutch/Shell (NL/GB) firmalarının elindedir.

İran'ın durumu:




































İran petrol ve doğal gaz kaynaklarının heme hepsine yakını Basra Körfezi bölgesinde bulunmaktadır (Harita için bkz.: Perry-Castañeda Library Map Collection der University of Texas).

Hazar Denizi'nden dünya denizlerine ulaşmak için en kısa yol İran'dır. Swap-ticareti üzerinden nakliyata bile gerek kalmayabilir.
İran, petrol ve doğal gaz kaynaklarından dolayı emperyalizm açısından oldukça önemlidir. İran bu kaynakları batılı emperyalist ülkelerin aleyhine kullandığı; bölgede bu emperyalist ülkelerin hakimiyetine karşı çıktığı ve kendi hakimiyetini kurmak istediği; Hazar Havzası'ndan Arap Denizi'ne, oradan da dünya pazarlarına açılan en kısa yolu (İran toprakları) kontrol ettiği için batılı emperyalist ülkeler kendilerine düşman bir rejimin yıkılması ve “dost” bir rejimin işbaşında olması için mücadele ediyorlar.

Neden petrol ve doğal gaz sorusuna birkaç cümleyle şöyle cevap verebiliriz:
Bizzat ihtiyacım var adı altında petrole sahip olmanın temel nedeni, “peak-oil“in [Peak Oil-Teorisi“ne göre petrol çıkarımı azami seviyesine ulaştıktan sonra üretilebilecek petrol miktarında düşüş başlar] aşılma korkusu ve sonrasında giderek azalan üretimdir. Esas neden ise petrol ve doğal gazın vazgeçilemez enerji olmasıdır. Bu enerjiye sahip olmayan savaş da yürütemez. Savaşmak için bu enerji gereklidir ve bu enerji için de savaşılmaktadır. Dünya hakimiyetinin vazgeçilemez unsurudur ve dünya hakimiyeti kurmak için de vazgeçilemez. Bunun ötesinde ekonomide ve günlük yaşamda kullanılan sayısız maddenin üretimi petrole ve doğal gaza dayanmaktadır: Otomobilde uçağa, gübreden sulama tesislerine varana kadar her yerde petrol ve doğal gaz vardır.

Sonuç:




Dünyanın jeopolitik hali de bölgenin emperyalist çıkarlar ve dünya hegemonyası açısından ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
Mackinder'ın dünya jeopolitik haritasında söz konusu bölge “Ortadoğu'nun kurak bölgesi”, Brzezinski'nin dünya jeopolitik anlayışında da “güney” bölgesi olarak tanımlanmaktadır. Her halükarda her iki jeopolitik anlayış bu bölgeyi “Avrasya”nın ele geçirilmesi jeopolitikasının bir ayağı olarak görmektedir. (Yukarıdaki harita için bkz.: İbrahim Okçuoğlu; Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları).



Yukarıdaki haritada üç çatışma bölgesini görüyoruz: Balkanlar, Ortadoğu ve Hazar Havzası. 1990'lı yıllarda Balkanlarda emperyalistler arası çelişkiler savaş boyutlarına varmış ve bunun sonucu olarak Yugoslavya parçalanmıştır. Savaşın dış güç tarafları bir taraftan ABD ve AB, diğer taraftan da Rusya'ydı. Bu bölgede emperyalistler arası çelişkiler şimdilik yatışmış, yumuşamış durumdadır.

Hazar havzası/Kafkasya bölgesi için de aynı durum geçerlidir. Bu bölgede de emperyalist ülkeler arası çelişkiler (özellikle bir taraftan Rusya ve diğer taratan da ABD ve AB) bazen yerli işbirlikçilerini savaştırarak, bazen ekonomik (petrol ve doğal gaz) anlaşmalarla, bazen de siyasi anlaşmalarla yatışmış, yumuşamış durumdadır. Ama bu, sadece görünüştür. Nihai hesaplaşma henüz yapılmamıştır.

Ortadoğu'da ise Irak'ın işgali ile başlayan savaş boyutlarındaki emperyalistler arası çelişkiler şimdi Suriye'deki çatışmalar boyutunda sürmektedir. Dış güç olarak bir tarafta ABD ve AB, diğer tarafta da Rusya ve Çin yer almaktadır (Yukarıdaki harita için bkz.: İbrahim Okçuoğlu; Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları).

Büyük Ortadoğu Projesi“ veya planı, Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti jeopolitikasının; Avrasya jeopoltikasının bir ayağını oluşturmaktadır. Fas'tan Pakistan'a kadar uzanan bu alan Rusya sınırına dayanmakta ve yarım ay şeklinde bu ülkeyi çevrelemektedir.

Bu jeopolitikasını uygulamak için Amerikan emperyalizmi, Yugoslavya'ya, Irak ve Afganistan'a karşı savaş sürdürmüştür, sürdürmektedir.
İsrail'in Lübnan'a saldırısı bu politikanın bir parçasıydı.
İran'ı tehdit ve mevcut rejimi yıkma planı bu politikanın bir parçasıdır.
Bölgede hakimiyetin amacı petrol ve doğal gazdır. Bölge hakimiyeti Rusya ve Çin için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle her iki ülke Suriye'nin yanında yer almakta ve İran'ı koruyucu politika gütmektedir.

Afganistan savaşı, Irak savaşı, Libya'da Gaddafi rejiminin yıkılması, şimdi de Suriye'de Baas rejiminin yıkılması için sürdürülen çatışmalar aynı Amerikan planının adım adım uygulanmasından başka bir anlam taşımamaktır. Suriye'de mevcut rejimim devrilmesinden sonraki ilk hedefin İran olacağı açıktır.

Suriye'de uygulanan yöntem ile Libya'da uyguladıkları yöntem arasında pek bir fark yoktur: emperyalist ülkeler “muhalefeti” siyasi ve askeri olarak örgütlüyorlar. Görüş ayrılıklarından dolayı bir araya gelemeyen güçleri aynı çatı altında bir araya getiriyorlar; hepsinin anlaşabildiği oldukça genel bir platform doğrultusunda rejimi yıkmak için askeri faaliyetlere ağırlık veriyorlar. Lojistik ve silah sorunları olmayan “ulusal” güçlere savaşmaktan başka bir iş düşmüyor.

Ama emperyalist güçler ve Türkiye gibi doğrudan müdahil ve destekleyici ülkeler, Libya'da olduğu gibi doğrudan NATO güçleriyle Suriye'deki çatışmalara katılmaktan yana değiller. Sonraki gelişmeler ne gösterir, bu şimdiden bilinmez. Ama bugün açısından yerli işbirlikçilerin örgütlenmesi ve silahlandırılmasıyla Esad rejimini devirmeye ağırlık veriyorlar. Batılı emperyalist güçlerin böyle hareket etmelerinin tabii bir dizi nedeni vardır.
Nedenlerden birisi Esad rejiminin uluslararası alanda destek görmesidir. Öncelikle Rusya ve Çin emperyalist çıkarlarından dolayı Esad rejiminin devamından yanadır; en azından Suriye'nin Amerikan çıkarlarına koşulan bir ülke konumuna getirilmemesi için. Ayrıca Suriye, bölgede İran'ın tek destekleyicisi konumundadır. İran, Irak ve Suriye üzerinden Lübnan'a, Akdeniz'e kadar uzanabilmektedir.

Batılı emperyalist ülkelerin, Türkiye topraklarını kullanmadan Suriye'ye askeri müdahalesi sınırlı olabilir. Suriye'ye askeri müdahale açısından Türkiye kaçınılmaz bir konumda. Ama Türk hükümetinin de Arap dünyasında emperyalizmin, NATO'nun çıkarları doğrultusunda hareket ederek Suriye'ye askeri müdahalede bulunan bir ülke olarak görülmeye niyeti yok.

AKP hükümeti çok sayıda Arap ülkeleri için bir model oluşturmaktadır. Bu modellik rolü, Türkiye'nin bu ülkeler üzerindeki siyasi ve ekonomik nüfuzunu güçlendirici olmaktadır. Bölgesel güç olmanın ötesine geçmeye çalışan Türk burjuvazisinin bu imajının Suriye'ye saldırı ile yok edilmesine yanaşmayacağı açık.
Arap dünyası üzerinde etkili olabilmek, sorunları barışçıl çözme gücüne sahip olduğunu göstermek için Türk hükümeti, bir dönem Batılı emperyalistlere karşı İran ve Suriye politikalarını bağımsız belirleme çabasına girmiş ve bunu da dönem dönem uygulamıştır. Bütün bu kazanımları bir anda yok etmeye yanaşmayacak ve Suriye'de rejimin devrilmesi görevini muhalefeti örgütlemeye ve silahlandırmaya verecektir ve bunu da yapmaktadır.
Burada bir mutlaklık yok, başka gelişmeler, örneğin Kürt ulusal hareketinin Batı Kürdistan'daki faaliyeti müdahaleye neden olabilir.

Esad rejiminin ülke içinde dayanak noktaları dökülmektedir. Dış güçler, teröristler açıklaması artık pek tutmamaktadır. Suriye ordusuna karşı savaş bunun böyle olduğunu göstermektedir. Esad rejiminin kitle tabanı zayıflamıştır. Gerici Esad rejimi, ordu ve devlet yönetiminde görülen çözülmelerden dolayı ayakta kalma sorunlarıyla karşı karşıyadır. Şiddetli çatışmalar artık Şam'a ve rejimin kalesi olan Halep'e de sıçramış ve rejimin çeşitli kademelerinden unsurlar kaçmaya veya muhaliflerin safında yer almaya başlamışlardır.

Şimdiki silahlı çatışmaların Mart 2011'deki demokratik ayaklanma hareketiyle bir ilişkisi kalmamıştır. Şimdiki durum emperyalistler arası hakimiyet ve rekabet mücadelesine dönüşmüştür. Bir tarafta artık dış güçlerin uzantısı, “teröristler” olarak açıklanamayacak, Suriye ordusundan kaçan subaylar da dahil binlerce askerin katıldığı “Özgür Suriye Ordusu” ve “Müslüman Kardeşler”in de dahil olduğu farklı gruplardan oluşan “Suriye Ulusal Konseyi”; diğer tarafta da Rusya, Çin ve İran tarafından desteklenen Esad rejimi yer almaktadır.
Özgür Suriye Ordusu”, Türkiye ve Batılı emperyalist ülkelerle (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya) tarafından örgütleniyor; lojistik destek alıyor ve silahlandırılıyor.

Suriye Ulusal Konseyi”nde Türkiye ve S. Arabistan'ın doğrudan desteklediği İslami hareketler yer alıyor. Bu hareketleri Türkiye ve S. Arabistan ile sıkı ilişki içinde olan ABD de destekliyor.

Suriye'deki gelişmeler karşısında İsrail'in susuyor gözükmesi, sadece bir taktiktir. İsrail açısında Esad bir düşmandır, ama kontrol edilebilir, zararsızlaşmış bir düşmandır, Gaddafi gibi kontrol edilememezlik durumu yok.
Suriye'deki gelişmeler, bölgesel savaş tehlikesini güçlendirmektedir. Türk ordusunun Suriye sınırına yığınak yapması ve alarm durumunda olması, Ürdün-Süriye sınırındaki çatışma, S. Arabistan'ın savaş hazırlıklarını yoğunlaştırmıştır, Irak ordusunun Suriye'ye doğru hareket halinde olması, diğer taraftan Batı Kürdistan'da Kürt özgürlük hareketinin yönetime el koyması bölgesel savaş tehlikesinin birer göstergesi olarak görülmelidir.

Emperyalist ülkeler açısından Suriye, Yakın ve Ortadoğu'daki jeostratejik konumundan ve devasa doğal gaz yataklarından dolayı önemlidir. Özellikle Amerikan emperyalizmi açısından Esad rejimi, Orta ve Yakındoğu'ya, oradan da Lübnan ve Akdeniz'e uzanan bir İran-eli'dir. Bunun kesilmesi, Suriye'nin bölgede ABD ve İsrail çıkarları bakımından bir “çıban” olmaktan çıkartılması gerekmektedir.

Bu rejimin yıkılmasını şimdilik önleyen rejimin silah potansiyeli, muhalefet güçlerinin çeşitliliğinden kaynaklanan ortak hareket etme güçlüğü ve uluslararası alanda Rusya ve Çin'in desteğidir. Çok önemli rejim içi parçalanma olmazsa bu faktörlerden dolayı Esad rejimi adım adım yok edildiği bir sürece girmiş durumdadır.

Suriye'nin “dostları”nı, Batılı emperyalist ülkelerin, öncelikle de ABD'nin çıkarları örgütlemektedir. Libya'nın müdahale sonrasında başına gelen bir biçimde Suriye'de de tekrarlanacak; rejim yıkılacak, ortaya yeni toplumsal güçler, örgütlü etnik-dinsel güçler çıkacak, belli bir zaman sonra seçimler yapılacak ve başta ABD olmak üzere emperyalizmle, Türkiye ve muhtemelen İsrail ile sıkı ilişkiler içinde olan yeni bir dönem başlayacaktır. Bunun gerçekleşmesi durumunda savaş çanları İran için çalmaya başlayacaktır.