SURİYE
SORUNU - ORTADOĞU'NUN JEOPOLİTİK ÖNEMİ
Önce
bölge tanımlamasına bakalım. Ortadoğu, menşe itibariyle Osmanlı
İmparatorluğunun hakimiyetinde olan bölgelerden birisiydi.
Şimdilerde ise bu kavram genellikle Güneybatı Asya ve Kuzeydoğu
Afrika'yı kapsayan alan için kullanılmaktadır. Yani Fas'tan
Pakistan'a kadar uzanan alan. Bu tanımlanmasıyla Ortadoğu, “Büyük
Ortadoğu Planı“yla neredeyse tamamen örtüşmektedir. “Büyük
Ortadoğu Planı“, Kuzey Afrika, Yakın Doğu ve Orta Asya'nın
Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda geniş bir bölge
olarak yeniden yapılandırılmasını içermektedir.
Bu
haritada söz konusu bölgeyi; “Büyük Ortadoğu Projesi”ne
dahil ülkeleri görüyoruz. Diğer taraftan haritada CENTROM'un
doğrudan sorumlu olduğu alan da gösterilmektedir (Harita için
bkz.: Bundesministerium für Landesverteidigung, Wien - Österreichs
Bundesheer - Österreichische Militärische Zeitschrift).
“Büyük
Ortadoğu Planı“ 2003'te G-8 toplantısında genel hatlarıyla
kabul edilmişti.
Eski
konseptler:
Yeni
Ortadoğu'yla ilgili Amerikan planları hiç de yeni değildir.
"Bernard-Lewis-Planı"
bunlardan birisidir. Doğubilimcisi Bernard-Lewis (Büyük Britanya)
1990 yılında “Medeniyetler Çatışması“ kavramını
kullanmıştır. Sonrasında bu kavramı Samuel Huntington da
kitabına başlık yapacak derecede önemseyerek kullanmıştır.
Lewis
adıyla anılan plan, imzasız olarak İnternet ortamında
yaygınlaşmıştır. Plan, Avrupa'nın güçlü devletlerinin 20.
yüzyılın ilk yarısında sömürgelerinin ve nüfuz sahasının
dağılımını andırmaktadır. Devlet oluşumları ve sınır
kaydırmaları bunu göstermektedir:
Haritada
parçalanmış Türkiye, İran, Suriye, Lübnan ve Irak; toprakları
genişlemiş Azerbaycan ve Türkmenistan'ın yanı sıra yeni ülke
olarak Kürdistan'ı, Arabistan'ı, Irak Şii ve Irak Suni
devletlerini görüyoruz (Harita için
bkz.:http://www.daanspeak.com/IranAttack03Eng.html).
Kürt
ulusunun, şu veya bu etnik toplumun özgürlük ve demokratik haklar
mücadelesinden bağımsız olarak, emperyalizm hakimiyetini
sürdürmek için bölgede kendisi için ileride sorun olabilecek ve
şimdiden sorun olan ülkeleri parçalıyor; ufaltıyor, yani “böl
ve yönet” taktiğini uygulamaya çalışıyor. Harita bu anlayışın
açık ifadesidir.
Irak'ın
parçalanması üzerine “Leslie H. Gelb-Planı”:
“Dış
İlişkiler Konseyi“ eski başkanı Leslie H. Gelb, 2003 yılında
Irak'ın, Yugoslavya'nın parçalanması gibi parçalanarak yok
edilmesi teklifinde bulunur (25 Kasım 2003, New York Times). Bu
plana göre Basra bölgesinde bir Şii Güney Devletinin, Bağdat
bölgesinde bir Sünni Orta Devletinin ve bir de Kürt Kuzey
Devletinin kurulması öngörülüyordu.
Amerikan
emperyalizmi “Bernard-Lewis-Planı“na ilgi duymaya başlar.
Haziran 2006'da “Armed Forces Journal“da -Amerikan Silahlı
Kuvvetlerinin yarı resmi yayın organı- Ralph Peters imzasıyla
yayımlanan makalede Orta Asya ve Yakın Doğu'nun
“Bernard-Lewis-Planı“ ve “Leslie-Gelb-Planı“ karışımı
bir planla yeniden şekillendirilmesini önerir. Ama her iki plandan
da bahsedilmez.
Makaleye
göre Ortadoğu haritası:
Önceki
(şimdiki) durum:
Sonrası:
“Leslie
H. Gelb-Planı”nın “Bernard-Lewis-Planı”ndan pek farkı
yoktur. İkinci haritada adları siyah renkle yazılmış yeni
ülkeleri, adları kırmızı renkle yazılmış toprak kaybeden
ülkeleri, adları gri renkle yazılmış sınırları değişmeyen
ülkeleri görüyoruz.
Alman
emperyalizminin rolü:
Batılı
emperyalist güçlerin etnik saldırganlıkları, politikaları
Almanya tarafından oldukça yoğun desteklenmiştir. Alman
emperyalizmi bu alandaki çabasını sürekli kılmak; Ortadoğu'ya
yeni bir şekil vermek için ”öncü“ örgütlerini
kullanmıştır. Örneğin, Almanya'nın en büyük “Think Tank“i
olan Bertelsmann-Vakfı düzenlediği “Kronberger Söyleşileri“nde
yeraltı zenginlikleri olan islam-ülkelerinde ”siyasi,
ekonomik ve dini kurumların tamamen yeniden şekillendirilmesi ve
böylece Avrupa-Atlantik eksenine sıkıca kaynatılması“ ele
alınmıştır. “Bölgede Avrupa'nın temsiliyetinin adım adım
inşa edilmesi, Amerika'nın kendini kabul ettirme (uygulama)
yeteneğine eklemlenme“ olarak görülüyor.
Bu
amaca ulaşmak için her yöntem kullanılıyor veya meşru
sayılıyor; diplomatik faaliyetlerden yıkıcı faaliyetlere kadar
uzanan geniş bir yelpazede oldukça çok vesile bulunmaktadır.
Örneğin azınlık hakları gibi. Konuyla ilgili olarak
Bertelsmann'ın düzenlediği forumlarda ”yeni perspektiflerin
önünün açılması için bölgenin yönetimsel ve doğal
sınırlarının hızla önemsizleşmesi gerektiği“ talep
olarak öne sürülüyordu.
Söz
konusu söyleşilerde Dr. Pierre Hillard, bölgeyi etnik yapılara
gör parçalamak için yol ve yöntem üzerine şunları söylüyordu:
“Tepkiler
test edilmelidir; özellikler Müslümanlar arsındaki tepkiler test
edilmelidir. Önemli olan, ilgili olanlar arasında tartışmaların
patlak vermesine neden olmaktır. Böylece bu koseptleri
destekleyenler ve karşı çıkanlar tanınabilir. İslam
devletlerinde kopmalar ve çelişkiler ortaya çıkar. Şu veya bu
etnik veya siyasi gruplar üzerinde baskı uygulamanın, üçüncü
birini tercih etmenin vs. olanakları doğar. Sadece etnik-dinsel
ilkeleri (yeni sınırlar) destekleme veya desteklememe tartışması
Batının çıkarlarını teşvik eder“ (Bkz.:
Schmutziges Geheimnis, Interview mit Dr. Pierre Hillard und Europa
und der Nahe Osten; 10. Kronberger Gespräche, 14.-15.07.2006).
Alman
emperyalizmi “Irak'ın üç devlete bölünmesi hazırlıklarına
Alman etnik konulardaki uzmanlarıyla katılmıştır. Bölünme
Amerikan Kongresinin bir araştırma grubu tarafından eski dış
işleri Bakanı James Baker başkanlığında hazırlanmıştır. Bu
yaklaşıma göre Irak üç ayrı “otonom bölge“ye ayrılıyor.
Irak'ta bölgesel yöneticileri de 'Bozen-Avrupa Akademisi“
eğitiyor (Bkz.: German Foreign Policy, 19 Ekim
2006).
Burada
önemli olan, planların gerçekleşip gerçekleşmemesinden ziyade
bölgesel ve dünya hegemonyası planlarını gerçekleştirmede
izlenen yol ve yöntemlerdir (böl ve yönet, hakimiyet kur).
Neden
bu bölge? Neden Yakın Doğu ve Orta Asya?
Bunun
nedeni petrol ve doğal gazdır. Bu bölgede bu hammaddeler için
savaşılmıştır ve savaşılmaktadır. Aşağıdaki haritada
sorunun ne olduğu çok açık bir biçimde görülmektedir:
Bu
haritada esas olarak petrol ve doğal gaz kaynakları, nakliyat
güzergahları ve askeri üsler arasındaki ilişkiyi görüyoruz
(Harita için bkz.: Michel Chossudovsky, The Next Phase of the Middle
East War, Global Research).
Haritalarda
da görüldüğü gibi;
Bakü-Tiflis-Ceyhan
boru hattı Azerbaycan petrolünü Gürcistan üzerinden Akdeniz'e
taşımaktadır. Amerikan firması Unocal Türkmen doğal gazını
Afganistan üzerinden Arap Denizi'ne taşıma projesi geliştirmişti.
Ama Rusya (Gazprom) Türkmen doğal gazının önemli bir bölümünü
değerlendirme anlaşmasıyla Amerikan firmasının planını
geçersizleştirdi.
Irak
ve İran petrol ve doğal gaz kaynakları ve dünya pazarlarına
taşınma güzergahı:
1-
Kuzey Irak (Güney Kürdistan) petrolü Türkiye üzerinden (Ceyhan)
dünya pazarlarına taşınmaktadır.
2-
Orta Irak petrolü Suriye ve Lübnan üzerinden dünya pazarlarına
taşınmaktadır.
3-
Güney Irak (Basra, Şattel-el Arab) İran ve Kuveyt petrolü Hürmüz
Boğazından geçilerek dünya pazarlarına taşınmaktadır.
Tabii
yeni güzergahlar da planlanmaktadır, örneğin Nabucco
boru hattı
gibi.
Ama bunların hiçbiri güzergah konusunda bilinen bölgelerin
önemini, dolayısıyla stratejik konumunu azaltıcı değildir.
Bilindiği
gibi Irak petrol yataklar çoğunlukla Basra Körfezi bölgesinde
(Şiilerin çoğunlukta olduğu bölge) ve Kuzey Irak'ta (Güney
Kürdistan) bulunmaktadır.
Dünya
çapında en büyük dört petrol tekeli Irak petrollerini
Production Service Agreements (PSAs) - “üretim servis anlaşmaları“
üzerinden ele geçirmiş durumdalar. Resmiyete göre yatakların
sahibi Irak'tır. Ama petrol fiilen ExxonMobil ve Chevron (ikisi de
ABD firması), BPAmoco (GB/USA) ve Royal Dutch/Shell (NL/GB)
firmalarının elindedir.
İran'ın
durumu:
İran
petrol ve doğal gaz kaynaklarının heme hepsine yakını Basra
Körfezi bölgesinde bulunmaktadır (Harita için
bkz.: Perry-Castañeda Library Map Collection der University of
Texas).
Hazar
Denizi'nden dünya denizlerine ulaşmak için en kısa yol İran'dır.
Swap-ticareti üzerinden nakliyata bile gerek kalmayabilir.
İran,
petrol ve doğal gaz kaynaklarından dolayı emperyalizm açısından
oldukça önemlidir. İran bu kaynakları batılı emperyalist
ülkelerin aleyhine kullandığı; bölgede bu emperyalist ülkelerin
hakimiyetine karşı çıktığı ve kendi hakimiyetini kurmak
istediği; Hazar Havzası'ndan Arap Denizi'ne, oradan da dünya
pazarlarına açılan en kısa yolu (İran toprakları) kontrol
ettiği için batılı emperyalist ülkeler kendilerine düşman bir
rejimin yıkılması ve “dost” bir rejimin işbaşında olması
için mücadele ediyorlar.
Neden
petrol ve doğal gaz sorusuna birkaç cümleyle şöyle cevap
verebiliriz:
Bizzat
ihtiyacım var adı altında petrole sahip olmanın temel nedeni,
“peak-oil“in [Peak Oil-Teorisi“ne göre petrol çıkarımı
azami seviyesine ulaştıktan sonra üretilebilecek petrol miktarında
düşüş başlar] aşılma korkusu ve sonrasında giderek azalan
üretimdir. Esas neden ise petrol ve doğal gazın vazgeçilemez
enerji olmasıdır. Bu enerjiye sahip olmayan savaş da yürütemez.
Savaşmak için bu enerji gereklidir ve bu enerji için de
savaşılmaktadır. Dünya hakimiyetinin vazgeçilemez unsurudur ve
dünya hakimiyeti kurmak için de vazgeçilemez. Bunun ötesinde
ekonomide ve günlük yaşamda kullanılan sayısız maddenin üretimi
petrole ve doğal gaza dayanmaktadır: Otomobilde uçağa, gübreden
sulama tesislerine varana kadar her yerde petrol ve doğal gaz
vardır.
Sonuç:
Dünyanın
jeopolitik hali de bölgenin emperyalist çıkarlar ve dünya
hegemonyası açısından ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
Mackinder'ın
dünya jeopolitik haritasında söz konusu bölge “Ortadoğu'nun
kurak bölgesi”, Brzezinski'nin dünya jeopolitik anlayışında da
“güney” bölgesi olarak tanımlanmaktadır. Her halükarda her
iki jeopolitik anlayış bu bölgeyi “Avrasya”nın ele
geçirilmesi jeopolitikasının bir ayağı olarak görmektedir.
(Yukarıdaki harita için bkz.: İbrahim Okçuoğlu; Emperyalist
Küreselleşme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları).
Yukarıdaki
haritada üç çatışma bölgesini görüyoruz: Balkanlar, Ortadoğu
ve Hazar Havzası. 1990'lı yıllarda Balkanlarda emperyalistler
arası çelişkiler savaş boyutlarına varmış ve bunun sonucu
olarak Yugoslavya parçalanmıştır. Savaşın dış güç tarafları
bir taraftan ABD ve AB, diğer taraftan da Rusya'ydı. Bu bölgede
emperyalistler arası çelişkiler şimdilik yatışmış, yumuşamış
durumdadır.
Hazar
havzası/Kafkasya bölgesi için de aynı durum geçerlidir. Bu
bölgede de emperyalist ülkeler arası çelişkiler (özellikle bir
taraftan Rusya ve diğer taratan da ABD ve AB) bazen yerli
işbirlikçilerini savaştırarak, bazen ekonomik (petrol ve doğal
gaz) anlaşmalarla, bazen de siyasi anlaşmalarla yatışmış,
yumuşamış durumdadır. Ama bu, sadece görünüştür. Nihai
hesaplaşma henüz yapılmamıştır.
Ortadoğu'da
ise Irak'ın işgali ile başlayan savaş boyutlarındaki
emperyalistler arası çelişkiler şimdi Suriye'deki çatışmalar
boyutunda sürmektedir. Dış güç olarak bir tarafta ABD ve AB,
diğer tarafta da Rusya ve Çin yer almaktadır (Yukarıdaki harita
için bkz.: İbrahim Okçuoğlu; Emperyalist Küreselleşme ve
Jeopolitika, Ceylan Yayınları).
“Büyük
Ortadoğu Projesi“ veya planı, Amerikan emperyalizminin dünya
hakimiyeti jeopolitikasının; Avrasya jeopoltikasının bir ayağını
oluşturmaktadır. Fas'tan Pakistan'a kadar uzanan bu alan Rusya
sınırına dayanmakta ve yarım ay şeklinde bu ülkeyi
çevrelemektedir.
Bu
jeopolitikasını uygulamak için Amerikan emperyalizmi,
Yugoslavya'ya, Irak ve Afganistan'a karşı savaş sürdürmüştür,
sürdürmektedir.
İsrail'in
Lübnan'a saldırısı bu politikanın bir parçasıydı.
İran'ı
tehdit ve mevcut rejimi yıkma planı bu politikanın bir parçasıdır.
Bölgede
hakimiyetin amacı petrol ve doğal gazdır. Bölge hakimiyeti Rusya
ve Çin için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle her
iki ülke Suriye'nin yanında yer almakta ve İran'ı koruyucu
politika gütmektedir.
Afganistan
savaşı, Irak savaşı, Libya'da Gaddafi rejiminin yıkılması,
şimdi de Suriye'de Baas rejiminin yıkılması için sürdürülen
çatışmalar aynı Amerikan planının adım adım uygulanmasından
başka bir anlam taşımamaktır. Suriye'de mevcut rejimim
devrilmesinden sonraki ilk hedefin İran olacağı açıktır.
Suriye'de
uygulanan yöntem ile Libya'da uyguladıkları yöntem arasında pek
bir fark yoktur: emperyalist ülkeler “muhalefeti” siyasi ve
askeri olarak örgütlüyorlar. Görüş ayrılıklarından dolayı
bir araya gelemeyen güçleri aynı çatı altında bir araya
getiriyorlar; hepsinin anlaşabildiği oldukça genel bir platform
doğrultusunda rejimi yıkmak için askeri faaliyetlere ağırlık
veriyorlar. Lojistik ve silah sorunları olmayan “ulusal” güçlere
savaşmaktan başka bir iş düşmüyor.
Ama
emperyalist güçler ve Türkiye gibi doğrudan müdahil ve
destekleyici ülkeler, Libya'da olduğu gibi doğrudan NATO
güçleriyle Suriye'deki çatışmalara katılmaktan yana değiller.
Sonraki gelişmeler ne gösterir, bu şimdiden bilinmez. Ama bugün
açısından yerli işbirlikçilerin örgütlenmesi ve
silahlandırılmasıyla Esad rejimini devirmeye ağırlık
veriyorlar. Batılı emperyalist güçlerin böyle hareket
etmelerinin tabii bir dizi nedeni vardır.
Nedenlerden
birisi Esad rejiminin uluslararası alanda destek görmesidir.
Öncelikle Rusya ve Çin emperyalist çıkarlarından dolayı Esad
rejiminin devamından yanadır; en azından Suriye'nin Amerikan
çıkarlarına koşulan bir ülke konumuna getirilmemesi için.
Ayrıca Suriye, bölgede İran'ın tek destekleyicisi konumundadır.
İran, Irak ve Suriye üzerinden Lübnan'a, Akdeniz'e kadar
uzanabilmektedir.
Batılı
emperyalist ülkelerin, Türkiye topraklarını kullanmadan Suriye'ye
askeri müdahalesi sınırlı olabilir. Suriye'ye askeri müdahale
açısından Türkiye kaçınılmaz bir konumda. Ama Türk
hükümetinin de Arap dünyasında emperyalizmin, NATO'nun çıkarları
doğrultusunda hareket ederek Suriye'ye askeri müdahalede bulunan
bir ülke olarak görülmeye niyeti yok.
AKP
hükümeti çok sayıda Arap ülkeleri için bir model
oluşturmaktadır. Bu modellik rolü, Türkiye'nin bu ülkeler
üzerindeki siyasi ve ekonomik nüfuzunu güçlendirici olmaktadır.
Bölgesel güç olmanın ötesine geçmeye çalışan Türk
burjuvazisinin bu imajının Suriye'ye saldırı ile yok edilmesine
yanaşmayacağı açık.
Arap
dünyası üzerinde etkili olabilmek, sorunları barışçıl çözme
gücüne sahip olduğunu göstermek için Türk hükümeti, bir dönem
Batılı emperyalistlere karşı İran ve Suriye politikalarını
bağımsız belirleme çabasına girmiş ve bunu da dönem dönem
uygulamıştır. Bütün bu kazanımları bir anda yok etmeye
yanaşmayacak ve Suriye'de rejimin devrilmesi görevini muhalefeti
örgütlemeye ve silahlandırmaya verecektir ve bunu da yapmaktadır.
Burada
bir mutlaklık yok, başka gelişmeler, örneğin Kürt ulusal
hareketinin Batı Kürdistan'daki faaliyeti müdahaleye neden
olabilir.
Esad
rejiminin ülke içinde dayanak noktaları dökülmektedir. Dış
güçler, teröristler açıklaması artık pek tutmamaktadır.
Suriye ordusuna karşı savaş bunun böyle olduğunu göstermektedir.
Esad rejiminin kitle tabanı zayıflamıştır. Gerici Esad
rejimi, ordu ve devlet yönetiminde görülen çözülmelerden dolayı
ayakta kalma sorunlarıyla karşı karşıyadır. Şiddetli
çatışmalar artık Şam'a ve rejimin kalesi olan Halep'e de
sıçramış ve rejimin çeşitli kademelerinden unsurlar kaçmaya
veya muhaliflerin safında yer almaya başlamışlardır.
Şimdiki
silahlı çatışmaların Mart 2011'deki demokratik ayaklanma
hareketiyle bir ilişkisi kalmamıştır. Şimdiki durum
emperyalistler arası hakimiyet ve rekabet mücadelesine dönüşmüştür.
Bir tarafta artık dış güçlerin uzantısı, “teröristler”
olarak açıklanamayacak, Suriye ordusundan kaçan subaylar da dahil
binlerce askerin katıldığı “Özgür Suriye
Ordusu” ve “Müslüman Kardeşler”in de dahil olduğu farklı
gruplardan oluşan “Suriye Ulusal Konseyi”; diğer tarafta da
Rusya, Çin ve İran tarafından desteklenen Esad rejimi yer
almaktadır.
“Özgür
Suriye Ordusu”, Türkiye ve Batılı emperyalist ülkelerle (ABD,
İngiltere, Fransa, Almanya) tarafından örgütleniyor; lojistik
destek alıyor ve silahlandırılıyor.
“Suriye
Ulusal Konseyi”nde Türkiye ve S. Arabistan'ın doğrudan
desteklediği İslami hareketler yer alıyor. Bu hareketleri Türkiye
ve S. Arabistan ile sıkı ilişki içinde olan ABD de destekliyor.
Suriye'deki
gelişmeler karşısında İsrail'in susuyor gözükmesi, sadece bir
taktiktir. İsrail açısında Esad bir düşmandır, ama kontrol
edilebilir, zararsızlaşmış bir düşmandır, Gaddafi gibi kontrol
edilememezlik durumu yok.
Suriye'deki
gelişmeler, bölgesel savaş tehlikesini güçlendirmektedir. Türk
ordusunun Suriye sınırına yığınak yapması ve alarm durumunda
olması, Ürdün-Süriye sınırındaki çatışma, S. Arabistan'ın
savaş hazırlıklarını yoğunlaştırmıştır, Irak ordusunun
Suriye'ye doğru hareket halinde olması, diğer taraftan Batı
Kürdistan'da Kürt özgürlük hareketinin yönetime el koyması
bölgesel savaş tehlikesinin birer göstergesi olarak görülmelidir.
Emperyalist
ülkeler açısından Suriye, Yakın ve Ortadoğu'daki jeostratejik
konumundan ve devasa doğal gaz yataklarından dolayı önemlidir.
Özellikle Amerikan emperyalizmi açısından Esad rejimi, Orta ve
Yakındoğu'ya, oradan da Lübnan ve Akdeniz'e uzanan bir
İran-eli'dir. Bunun kesilmesi, Suriye'nin bölgede ABD ve İsrail
çıkarları bakımından bir “çıban” olmaktan çıkartılması
gerekmektedir.
Bu
rejimin yıkılmasını şimdilik önleyen rejimin silah potansiyeli,
muhalefet güçlerinin çeşitliliğinden kaynaklanan ortak hareket
etme güçlüğü ve uluslararası alanda Rusya ve Çin'in
desteğidir. Çok önemli rejim içi parçalanma olmazsa bu
faktörlerden dolayı Esad rejimi adım adım yok edildiği bir
sürece girmiş durumdadır.
Suriye'nin
“dostları”nı, Batılı emperyalist ülkelerin, öncelikle de
ABD'nin çıkarları örgütlemektedir. Libya'nın müdahale
sonrasında başına gelen bir biçimde Suriye'de de tekrarlanacak;
rejim yıkılacak, ortaya yeni toplumsal güçler, örgütlü
etnik-dinsel güçler çıkacak, belli bir zaman sonra seçimler
yapılacak ve başta ABD olmak üzere emperyalizmle, Türkiye ve
muhtemelen İsrail ile sıkı ilişkiler içinde olan yeni bir dönem
başlayacaktır. Bunun gerçekleşmesi durumunda savaş çanları
İran için çalmaya başlayacaktır.