KRİZ
KARŞILAŞTIRMASI (I)
EKONOMİK
KRİZ VE KAPİTALİZMİN GELECEĞİ ÜZERİNE FANTEZİLER
Kapitalizm,
tarihinin ikinci büyük, kapsamlı ve derin krizini yaşamaktadır.
2008'de patlak veren bu krizin 1929-32 krizinden daha ağır olup
olmadığı aslında tali bir sorundur. Ama “olup-olmama”
sorunundan siyasi sonuçlar çıkartanlar olduğu için önemlidir.
Yaşanmakta olan dünya fazla üretim krizi 2009'un I. ve II.
çeyreklerinde dibe vurmuş ve sonraki dönemde üretimde belli bir
canlanma sürecine girilmişti. Emperyalist burjuvazinin ve
ekonomistlerinin krizden çıkılıyor umudu zaman içinde
umutsuzluğa dönüşmüş, söz konusu belli canlanma sanayi
üretiminde durgunluk sürecine girmiştir.
Dünya
ekonomik krizi bütün ülkelerin krizde olması anlamına gelmez.
Kriz, ABD ve AB merkezli olmak üzere çok ülkede patlak vermiştir.
Türkiye gibi krize giren bir çok ülke, krizden çıkabilmiştir.
Bunun ötesine başta BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan ve
Çin) olmak üzere birçok ülke de krize hiç girmemiştir.
Ekonomiyi
destekleme paketleri istenilen sonucu vermemiş, yapılan
borçlanmadan dolayı birçok ülkede borçlanma krizi gündeme
gelmiştir. Ekonomiyi, özelikle de mali sektörü canlandırmak için
destekleme paketleri çerçevesinde yapılan harcamalar, kamunun
borçlanmasından başka bir şey değildi. Bu borçlanma, sonuç
itibariyle açık ve örtülü devlet iflaslarına neden olmuştur.
AB'de yaşanmakta olan borçlanma krizi bunun açık ifadesidir.
Son
dönemde borsalarda görülen panikvari gelişme, ABD ve başka
ülkelerin kredi derecelendirme kurumları tarafından güvenirliklik
derecesinin düşürülmesi, maddi değerlerin üretimindeki
durgunluk, dünya ekonomisinde yeni mutlak gerileme faktörlerinin
etkili olmaya başladığını göstermektedir. Açık ki, dünya
ekonomisi 2009'dan sonra yeni bir dibe vurma trendiyle karşı
karşıyadır.
2009'un
son aylarından itibaren yaşanan geçici canlanma, sonuç itibariyle
kapitalist sistemin en azından krizden kaynaklı çelişkilerini
çözememiştir. Krizin şimdiye kadarki gelişme seyri içinde
yeterli derecede sermaye imhası gerçekleştirilememiştir. Bu
nedenle üretimde yeni bir çıkış, başlangıç yapılamamıştır.
Hükümetlerin müdahalesi daha ziyade mali sermayeyi kurtarmaya
hizmet ettiği için maddi değerlerin üretiminde (sanayide) sabit
sermaye imhası gerektiği boyutlarda gerçekleştirilememiştir. Bu
nedenle; aşırı sermaye birikiminden dolayı kriz devam etmektedir.
Kriz
süreci ekonominin gelişmesinde güçlü bir eşitsizliği ortaya
çıkartmıştır. Başta BRIC ülkeleri olmak üzere Almanya,
İskandinav ülkeleri, Türkiye ve başka bazı ülkeler, sanayisel
bakımdan görece güçlenirken, ABD, Japonya ve AB'nin çoğu
ülkelerinde durgunluk ve gerileme görülmüştür.
Neoliberalizm,
gelişen dünya pazarı koşullarında sermayenin ihtiyaçlarına
cevap verdiği müddetçe konjonktürel gelişmeye müdahale etmeme
ilkesini kullandı. Sermayenin ihtiyaçlarına cevap vermek demek,
aynı zamanda sermaye hareketini sınırlandıran bütün engellerin
ortadan kaldırılması anlamına geliyordu; hemen bütün üretim
sektörleri sermayeye açılmalıydı. Bu politikanın uygulanmasının
genel sonuçları, kamu sektörünün olabildiğince özelleştirilmesi
ve mali pazarların olabildiğince liberalleştirilmesiydi.
1980'li
yıllarda ABD ve İngiltere'de başlanarak bu politika bütün
dünyada uygulanır oldu. Bu dönem zarfında kapitalist dünya
ekonomisi iki kriz sürecinden geçti (1990-1994 ve 2000-2004).
2008'den bu yana ise üçüncü kriz sürecinden geçiyor. Daha
önceki iki krizden hiçbirisi yaşanmakta olan kriz kadar ağır,
yıkıcı ve düşündürücü olmamıştı. Daha önceki iki krizin
hiçbirinde bütün görünüş biçimlerinde sermaye; daha ziyade
bankalarda örgütlenmiş faiz taşıyan sermaye olarak; daha ziyade
sanayide, hizmet sektöründe, ticarette faal olan “işleyen“
sermaye olarak ve hisse senedi vb. biçiminde sermaye olarak bu denli
ağır bir krize girmemişti. Yaşanmakta olan krizin, 1929-32 dünya
kriziyle karşılaştırılmasının nedeni bundan dolayıdır.
Yaşanmakta
olan kriz, neoliberalizme ilkelerini çiğnetecek derecede ağırdı;
yaşanmakta olan kriz neoliberalizmin iflasıydı; neoliberalizm
keynecsilik üzerine zaferinin doruğundayken keynesci politikalara
sarılmak zorunda kalmıştır. Devletin geniş kapsamlı müdahalesi
kaçınılmaz olmuştur. Müdahale olmazsa sistem çöker sesleri
yükselmişti; emperyalist burjuvazi neredeyse bütün mali ve siyasi
kurumlarıyla, bugünler için yetiştirdiği ekonomistleriyle
neredeyse koro halinde bir sistem kriziyle karşı karşıya
olunduğunu ve devletin mutlaka müdahale etmesi gerektiğini
işlemeye başladı. Ve sistemi kurtarmak için devlet, bütün
olanaklarıyla; konjonktür programları, devletleştirmeler vb.
biçimlerinde kriz sürecine müdahale etti. Krizi durduramadı,
sonlandıramadı, ama müdahale, krizin yansıyış biçimini
değiştirdi. Başta ABD'de olmak üzere mali sektörde belli bir
istikrar sağlandı.
Öyle
ki, devletleştirmeyi sosyalizm olarak gören ve lanetleyen
neoliberaller, krizi atlatmak için veya sistemi kurtarmak için onu
yararlı bir tedbir olarak görmeye başladılar. Bu bakımdan özel
mülkiyet, kutsallığını da kaybetti. 2009'un son aylarında
devlet, örneğin ABD'de bütün mali sistemi fiilen kendi kontrolü
altına aldığında itiraz eden olmadı; bütün biçimleriyle
sermaye “devlet baba“ya sığınmıştı. Bütün bunlar,
sermayenin vatanı yoktur, ulusal kimliksizdir türünden derin
“Marksist“ analizler yapanların gözü önünde gerçekleşiyordu.
Sermaye tamamen uluslararasılaşmıştı, hiçbir devlete ait
değildi vb. Ama nedense ABD, Amerikan sermayesini; İngiltere,
İngiliz sermayesini; Fransa, Fransız sermayesini; Türkiye de Türk
sermayesini kurtarmaya çalıştı. Sermayeye akıl vermeye çalışan
avanak küçük burjuvazi, her bir ülkenin kendi sermayesini
kurtarma çabasına bir türlü açıklık getiremedi. Ne güzel
yazıp-çiziyorlardı: Marks'ı geliştiriyorlar; Kapital'i
güncelleştiriyorlar ve Lenin'in emperyalizm analizini aşıyorlardı;
emperyalizm ötesi bir dünyadan bahsediyorlardı. Ama bir kriz
düşünce ve teori dünyalarını yıkmaya yetti. Düşünce
yatırımları devasaydı: Negri'den, evet evet Soros'tan,
Althusser'den, Wallerstein'dan, Kurz'dan, Nelte'lerden alınan
ideolojik sermaye ile kurulan yeni dünya, yeni koşullar vb.
aNlayışı iflas etti.
İflah
olmazlık küçük burjuvazinin temel özelliklerinden birdir. Krizin
ortaya koyduğu gerçekler karşısında, kendini inkar edercesine o
güne kadar yazılıp-çizileni bir kenara koydu; “dün dündür,
bugün bugündür“e sarıldı. Burjuvazinin var oluş krizinden
küçük burjuvazi, kendi kendine Marksistler mahşer günü
yaklaşıyor sonucunu çıkarttılar. Ne demediler ki! Kapitalizmin
kaç yıl içinde kendi kendine çökeceğinin hesabını yaptılar.
Kimileri kapitalizmi sanal dünyasında çökertti. Kimileri daha ne
kadar sürecek sorularıyla sistem yıkılıyor propagandasını
yaptı. Bu unsurlar, R. Luksemburg'u karikatürleştirerek
düşüncelerine teorik dayanak aramaya çalıştılar. Şimdilerde
“süt dökmüş kedi“ gibi oldular; artık kapitalizmin ne zaman
çökeceği üzerine hesap yapmıyorlar, daha ne kadar devam eder
sorularını sormuyorlar, genişletilmiş yeniden üretim olanakları
kalmadı, artı değer üretmenin olanakları kalmadı; yani
kapitalizm kendiliğinden çöküyor propagandası gerilerde kalmışa
benziyor. Ne de olsa işçi sınıfını, devrimi, sosyalizmi yeniden
keşfettiler.
Küçük
burjuvazi, kapitalizmin geleceği ve kriz ile bağlam içinde son 4-5
yıl içinde düşünce dünyasında, hayal dünyasında hemen her
gün olmasa da -böyle dersek abartmış oluruz- oldukça sık sık
bir o yana bir bu yana surfing yaptı. Biraz yorulmuşa benziyor. Ama
bu unsurların umutsuz olduklarını söyleyemem. Kuzey Afrika'ya;
Tunus'a, Mısır'a bakıyorlar -az kalsın Libya'ya da bakılacaktı-
Yunanistan'a bakıyorlar, İnternet, facebook örgütlüyor derken
devrimin ne kadar kolay olacağı düşüncesine varıyorlar.
İdeoloji, örgütlenme (parti), program, sınıf, küçük
burjuvazinin ufku dışında kalıyor. İdeolojik bakış olmadan da,
sınıf örgütlenmesi olmadan da bu işler oluyor: Her “öfkeli“,
her “Occupy“ci,
her “çokluk“ antikapitalist, kapitalizm
düşmanı, sosyalizm savaşçısı ilan ediliyor; en azından öyle
görülüyor.
Kendiliğindenciliğe
tapan küçük burjuvazi, devrimin kendiliğindenciliğin bir eseri
olamayacağını anlayacak düşünce yapısına sahip değildir.
Sermaye
ise kendi yasaları doğrultusunda hareket etmeye devam ediyor. Onun
sonunu getirecek sınıfın; işçi sınıfı ve müttefiklerinin
sınıfsal örgütsüzlük durumu işine yarıyor. Ve sadece bu
nedenden dolayı varlığını sürdürebiliyor.
Aslında
“sistem krizi“ anlayışı küçük burjuvaziye de “kabak tadı“
vermeye başladı. Sistem krizi demekle bir şey açıklanmış
olmuyor ki. Bir taraftan sistemin kendi kendine çökeceğini
açıklıyorsun, diğer taraftan da sistem kendi kendine çökmez
diyenlerin neden böyle ısrarlı davrandıklarını
açıklayamıyorsun. Örneğin Marks, Kapital'de kapitalist üretim
biçiminin kendi yasallığı içinde kendi sınırına varacağını
yazıyor. Ama bundan dolayı da kendi kendine çökecektir demiyor.
Küçük burjuvazinin anlamadığı da bu.
Küçük
burjuva “Marksist“ler dahi -en azından aklı başında olanları-
Marks ve Engels'in bütün ekonomik krizlerin temel nedenini
kapitalist üretim biçiminin temel çelişkisinde aradığını
reddetmezler. Bu temel çelişki üretimin toplumsal karakteriyle ona
el koyuşun özel olmasından ibarettir. Bunun Engels şöyle
açıklar: “Bu
krizlerde, toplumsal üretim ile kapitalist sahiplenme arasındaki
çelişkinin tam bir patlamaya vardığı görülüyor...Ekonomik
çatışma, doruğuna ulaşır. Üretim
biçimi,
değişim
biçimine
karşı
başkaldırır,
üretim
biçimi
için
çok
büyük
bir
duruma
gelmiş
bulunan
üretici
güçler,
üretim
biçimine
karşı
başkaldırırlar
(açE)“(F.Engels;
Anti-Dühring; Marks-Engels Toplu Eserleri (bundan sonra METE); C.
20, s. 257/258).
Açık ki, ekonomik krizleri
ortadan kaldırmak isteyen, bu temel çelişkiyi ortadan kaldırmak
zorundadır; yani kapitalizmi yıkmak ve sosyalizmi inşa etmek
zorundadır. Marksizm-Leninizm böyle diyor. Ama kapitalizmin
kendiliğinden çökeceğini savunanlar böyle demiyorlar.
Marks
da kâr
ve kârın
gerçekleştirilmesinden hareketle krizi şu sözleriyle açıklıyor:
“Bu
artı-değerin elde edilmesi, doğrudan üretim sürecini oluşturur
ve bunun, daha önce de söylediğimiz gibi, yukarıda sözü
edilenlerden başka sınırı yoktur. Elden geldiğince çok artı
çalışma sızdırılıp metalarda maddeleşir maddeleşmez,
artı-değer üretilmiş olur. Ne var ki, bu artı-değer üretimi,
kapitalist üretim sürecinin ancak birinci perdesini --doğrudan
üretim sürecini- tamamlar. Sermaye, şu kadar miktarda karşılığı
ödenmeyen iş emmiştir. Süreçte, kendisini kâr oranındaki
düşmede ifade eden gelişme ile birlikte, böylece üretilmiş
bulunan artı-değer kitlesi muazzam boyutlara ulaşır. şimdi
sürecin ikinci perdesi gelir. Tam metalar kitlesi, yani değişmeyen
ve değişen sermayeyi yerine koyan kısmı ile artı-değeri temsil
eden parçayı da içeren toplam ürünün satılması gerekir. Eğer
bu yapılmaz ise ya da kısmen veya üretim fiyatlarının altında
kalan fiyatlarla yapılırsa, işçi aslında sömürülmüştür,
ama bu sömürü, kapitalist için sömürü olarak gerçekleşmemiştir
ve bu durum, işçiden sızdırılan artı-değerin, hiç
gerçekleştirilmemesi ya da kısmen gerçekleştirilmesi ve hatta,
sermayenin kısmen ya da bütünüyle kaybedilmesi ile
sonuçlanabilir. Doğrudan doğruya sömürü koşulları ile, bu
sömürünün gerçekleştirilmesi koşulları özdeş değildir.
Bunlar yalnız yer ve zaman olarak değil, mantıken de birbirinden
farklıdır. Birincisi yalnız, toplumun üretici gücü ile,
ikincisi ise, çeşitli üretim kollarının aralarındaki orantılı
bağıntı ve toplumun tüketim gücü ile sınırlıdır. Ama bu son
sözü edilen güç ne mutlak üretim gücü ile ve ne de mutlak
tüketim gücü ile belirlenmeyip, toplumun büyük bir kesiminin
tüketimini, azçok dar sınırlar içerisinde değişen bir asgariye
indirgeyen uzlaşmaz karşıtlık halindeki bölüşüm koşulları
temeline dayanan tüketim gücü ile belirlenir. Bu, bir de, birikim
eğilimi ile; sermayeyi genişletme ve genişlemiş ölçekte
artı-değer üretme dürtüsü ile sınırlandırılmıştır. Bu,
üretim yöntemlerindeki devamlı devrimlerin, buna bağlı olarak
mevcut sermayenin uğradığı sürekli değer kaybının, genel
rekabet mücadelesinin ve yok olup gitme tehdidi altında sırf kendi
nefsini koruma aracı olarak, üretimi iyileştirme ve ölçeğini
genişletme gereksinmesinin zorunlu kıldığı kapitalist üretim
yasasıdır. Piyasanın bu nedenle sürekli genişlemesi ve böylece
piyasa ilişkilerinin ve bunları düzenleyen koşulların, gitgide
üreticiden bağımsız bir doğa yasası biçimine girmesi ve her
geçen gün daha denetlenemez hale gelmesi zorunludur. Bu iç
çelişki, kendisini, üretimin dışa dönük alanlara doğru
yayılması ile çözümlemeye çalışır. Ne var ki, üretkenlik
geliştikçe, kendisini, tüketim koşullarının dayandığı dar
temeller ile o denli çatışır bulur. Büyüyen bir artı-nüfus
ile birlikte ve aynı zamanda bir sermaye fazlası bulunması, bu
kendinden çelişkili temel üzerinde hiç de çelişki sayılmaz.
Çünkü, bu ikisinin biraraya gelmesi, gerçekte, üretilen
artı-değer kitlesini artırırken, aynı zamanda da, bu
artı-değerin üretildiği koşullar ile gerçekleştirildiği
koşullar arasındaki çelişkiyi yeğinleştirir“ (K.
Marks; Kapital, C. III, METE); C. 25, s. 254/255). .
En
genel hatlarıyla ayrım çizgileri böyle. Bu yazıda kriz
karşılaştırmasına kaldığımız yerden devam edeceğiz ve dünya
ekonomisinin güncel durumunu ele alacağız.
I-KRİZ
KARŞILAŞTIRMASI (1929-32 ve yaşanmakta olan kriz)
Haziran
2009 tarihli yazıda (1929-1932 ve 2007/2008 Dünya Krizleri
Karşılaştırması) 1929-32 kriziyle şimdiki krizin ilk 14-15
aylık dönemini karşılaştırmıştık.
18
Aralık 2009, 16 Ocak 2010 ve 24 Şubat 2010 tarihli makalelerde
(Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları I, II ve
III) 1929-32 krizi ile şimdiki krizin ilk 20-21 aylık dönemini
karşılaştırmıştık.
15
Ağustos 2010 tarihli makalede (Kriz Karşılaştırması - Dünya
Ekonomisi Üzerine Notlar) şimdiki krizin ilk 27-28 aylık dönemini
1929-32 kriziyle karşılaştırmıştık.
Mart/Nisan
2011 tarihli makalede ise (Dünya Ekonomisinde Güncel Durum-Krizin
Seyri ve Güçler Dengesinde Değişim) yaşanmakta olan krizin 35-37
aylık dönemini karşılaştırmıştık.
Bu
makalede ise yaşanmakta olan krizin 48-50 aylık döneminin 1929-32
kriziyle kısa bir karşılaştırmasını yapacağız ve kapitalist
dünya ekonomisinde kriz seyrini ele alacağız.
1-Yaşanmakta
olan krizin başlangıcından bu yana dünya aylık sanayi üretiminin
seyri
Daha önceki kriz karşılaştırması
yazılarında olduğu gibi bu sefer de yaşanmakta olan kriz için
OECD-Toplamı değerlerini, dünya ekonomisi değerleri olarak aldık.
Diğer taraftan, karşılaştırmada kolaylık olsun diye 2005=100
bazında elde edilen aylık veriler, OECD-Toplamı için Ocak 2008 =
100'e; ABD ve Almanya için Ocak 2008 = 100'e; Japonya ve İngiltere
için Şubat 2008 = 100'e ve Fransa için de Nisan 2008 = 100'e
çevrilmiştir. Bu aylarda sanayi üretimi söz konusu ülkelerde
2005 = 100 bazında en yüksek seviyesindeydi.
Karşılaştırma yapabilmek için
her iki kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu seviye esas
alınmıştır; 1929 krizi için Haziran ayı ve şimdiki kriz için
de Ocak-Şubat ve Nisan 2008 karşılaştırmanın baz aylarını
oluşturmaktadır. 1929 kriziyle ilgili grafikler Kevin H. O’Rourke
ve Barry Eichengreen'in çalışmasından alındı. Şimdiki kriz ile
ilgili grafikleri de OECD'in Mayıs 2012 itibariyle güncel verileri
bazında hazırladı.
Son
kriz karşılaştırması (Mart/Nisan
2011) yazısında yaşanmakta olan krizin ilk 35. ayını 1929-32
krizinin ilk 35 ayı ile karşılaştırmıştık. Şimdi yaşanmakta
olan krizin ilk 47 ayını 1929-32 krizinin ilk 47 ayı ile
karşılaştırabiliriz. 1929-32 krizinde dünya sanayi üretimi
krizin 35'inci ayından 47'inci ayına kadarki süreçte w
biçiminde hareket ediyor. Krizin 47. ayında üretimde mutlak
gerileme yüzde 30 civarında. Şimdiki krizin 47. ayında üretimde
mutlak gerileme ise ancak yüzde 5,2 oranında. Yaşanmakta olan
krizde üretimde dibe vuruş yüzde 17,7 oranla 15. ayda (Mart 2009)
gerçekleşmişti. Bu tarihten itibaren dünya sanayi üretimi artış
trendine girmiştir. Ama bu artış dünya sanayi üretiminin mutlak
büyümeye geçtiği anlamına gelmez; üretim hala yüzde 6-5
oranında mutlak küçülme bandında seyretmektedir. Sanayi üretimi
yaşanmakta olan krizin ilk 11 ayında (Ocak-Kasım 2008) yüzde 10
mutlak küçülme bandında (99,9-90,6); krizin 12'inci-27'inci
ayları arasında (Aralık 2008-Mart 2010) yüzde 20 mutlak küçülme
bandında (80-89,8) ve Nisan 2010'dan bu yana da yüzde 10-5 mutlak
küçülme bandında (yüzde 90,4-94,8) seyretmiştir.
Bu
veriler, sanayi üretiminin küçülme derecesi bakımından 1929-32
krizinin şimdiki krizden karşılaştırılamayacak kadar ağır
olduğunu göstermektedir. Üretimin yüzde 30-35 oranında mutlak
gerilediği koşullarda sabit sermaye kıyımının ve işsizliğin
boyutuyla üretimin yüzde 15-17,7 oranında mutlak küçüldüğü
koşullarda sabit sermaye kıyımı ve beraberinde getirdiği
işsizliğin aynı derecede ağır/şiddetli olduğunu söyleyebilir
miyiz? (Üretimdeki mutlak gerilemenin beraberinde getirdiği başka
gelişmelerden hiç bahsetmiyorum). Ama anlaşıla o ki, sanayi
üretiminde yüzde 15-17,7 arasındaki mutlak küçülmenin yüzde
30-35 arasındaki mutlak küçülmeden daha şiddetli olduğunu
savunanlar var.
Sanayi
üretiminin bundan sonraki seyri nasıl olabilir? OECD toplam
ülkeleri bazında dünya sanayi üretimi, krizin 48. ayında yüzde
4,4 oranında mutlak büyümüştür. Sanayi üretimi aslında Temmuz
2010'dan bu yana mutlak artış trendindedir. Ama kriz öncesindeki
en yükse üretim artışı seviyesini (Ocak 2008, yüzde 9,2 veya
109,2) henüz aşamamıştır; üretim, kriz öncesi seviyesine
ulaşamamıştır. Bu nedenle kriz devam etmektedir.
2-3
sene sonra ne olur, onu bilemem, ama önümüzdeki dönemde krizde
olan ülkelerde (ABD, AB, Japonya) devam eden borçlanma krizinden
dolayı sanayi üretimde yeniden bir gerileme sürecine girilebilir.
Çin ekonomisinde üretimde durgunluğun devam etmesi bu süreci
güçlendirebilir ve sonuçta sanayi üretiminde mutlak küçülme
derinleşebilir. Bu mümkündür.
2-Önde
gelen emperyalist ülkeler açısından aylık sanayi üretiminin
seyri
2.1-ABD
(1929-32 ve 2008-2011)
1929-32
krizinde Amerikan sanayi üretimi krizin son senesinde iki kere dibe
vuruyor (35'inci-50'inci aylar arası), bu aylar sürecinde W
biçiminde
bir gelişme sergiliyor ve üretim yüzde 50'den fazla mutlak
geriliyor.
Amerikan sanayi üretimi
yaşanmakta olan krizin 18. ayında (Haziran 2009) dibe vuruyor ve
üretim, kriz öncesi üretimin doruk noktasına göre (2005=100
bazında Ocak 2008=105,4) yüzde 16,9 oranında mutlak geriliyor.
Her iki krizin 3. yılı
itibariyle üretimdeki mutlak gerileme farkı korkunç; aylar
itibariyle krizin 3. yılı sonunda üretim 1929-32 krizinde yüzde
50'den fazla mutlak gerilerken şimdiki krizde ancak yüzde 5
civarında geriliyor. Her iki kriz döneminde krizin seyrinde
herhangi bir benzerlik veya paralellik yok.
Amerikan sanayi üretimi Aralık
2011'den itibaren mutlak büyüme sürecine girmiştir; Ocak-Nisan
2012 arasındaki büyüme 2005=100'ün üzerindedir. Ama kriz
öncesindeki en yüksek büyüme seviyesine (yüzde 5,4 veya 105,4)
henüz ulaşamamıştır. Bu nedenden dolayı Amerikan sanayi
üretiminde kriz devam etmektedir.
2.2-Fransa
(1929-32 ve 2008-2011)
Fransa
ekonomisi 1931'de krize giriyor. Sanayi üretiminde dibe vuruş
Haziran 1929=100 bazında krizin 36., 37. aylarında gerçekleşiyor;
bu dönemde üretim yüzde 35 oranında mutlak geriliyor. Bu kriz
döneminde üretimde dibe vuruş ve yükseliş V
biçiminde oluyor.
Yaşanmakta
olan krizde ise Fransız sanayi üretimi kriz öncesindeki en yüksek
seviyesinden (Nisan 2008, 2005=100 bazında 104,5) Nisan 2009'da
yüzde
80,7'ye
düşüyor; yüzde 19,3 oranında mutlak gerileyerek dibe vuruyor.
Sonraki dönemde üretim, istikrarsız da olsa sürekli artıyor.
Krizin 45. ayında (Aralık 2011) sanayi üretimi kriz öncesi en
yüksek seviyesinden yüzde 8,2 oranında mutlak geriydi.
Gelinen noktada (Haziran 2012)
Fransız sanayisinin krizden çıkması yönünde herhangi bir işaret
yok; tam tersine krizin yaşanmakta olan durgunluğu geride bırakarak
yeniden derinleşme olasılığı daha yüksek.
2.3-Almanya
(1929-32 ve 2008-2011)
1929-32
krizi döneminde Alman sanayi üretimi neredeyse yarı yarıya mutlak
gerileyerek krizin 37'inci-38'inci aylarında dibe vuruyor. Şimdiki
krizde ise sanayi üretimi Nisan 2009'da dibe vuruyor; yüzde 24,3
oranında mutlak gerileme. Sonraki dönemde sanayi üretimi
istikrarsız da olsa sürekli artıyor. Alman sanayi üretimi
2005=100 bazında Mart 2010'dan bu yana mutlak büyüme içinde.
2005=100 bazında sanayi üretimi Mart 2010'da yüzde 1,2 (101,2)
Temmuz 2011'de yüzde 17,8'e (117,8) kadar çıkıyor. Sonraki
dönemde büyüme oranlarında belli bir küçülme oluyor; Şubat
2012'de üretim artışı, 2005=100'e göre yüzde 13,2 (113,2)
oranında gerçekleşiyor. Ama buna rağmen Alman sanayi üretiminin
de aylık veriler bazında krizden çıktığını söyleyemeyiz.
Üretim kriz öncesindeki en yüksek seviyesini (Ocak 2008, 2005=100
bazında 117,7) henüz aşmamıştır.
3-Önde
gelen emperyalist ülkelerde aylara göre sanayi üretiminin gelişme
seyrine toplu bakış
3.1-Kriz
öncesinin en yüksek üretim değerine göre aylar bazında Alman, Fransız, İngiliz, Amerikan ve Japon sanayi üretiminin gelişme
seyri
Kriz
öncesinde sanayi üretimi 2005=100 bazında ABD ve Almanya'da Ocak;
Japonya ve İngiltere'de Şubat ve Fransa'da da Nisan ayında en
yüksek noktasındaydı. Aylık üretim değerlerine göre bu
ülkelerde sanayinin krizden çıktığını söyleyebilmek için
üretimin kriz öncesi en yüksek seviyesini aşması ve en azından
birkaç ay devam etmesi gerekir. Yukarıdaki veriler bu ülkelerde
sanayi üretiminde böyle bir gelişmenin olmadığını
göstermektedir.
2005=100'ü
kriz öncesinde üretim değerinin en en yüksek olduğu aylar =100'e
çevirirsek aşağıdaki grafiği elde ederiz. Grafikte şunları
görüyoruz:
İniş-çıkışları hesaba
katmazsak sanayi üretimi bu ülkelerde krizin ilk 13'cü-19'uncu
ayları arasında (Nisan-Ağustos 2009 arası) dibe vuruyor. Veriler,
aynı zamanda üretimin dip noktada yerinde sayma sürecine
girmediğini; belli bir durgunluk içinde kalmadığını, aksine dip
noktadan sonra üretimin yeniden artış sürecine girdiğini de
göstermektedir. Bu ülkelerde sanayi üretimi dip noktadan yüzde
30-20 mutlak küçülme bandından (yüzde 70-80) yüzde 15-5 mutlak
küçülme bandına (yüzde 85-95) çıkmıştır. Bu ülkelerde
üretimin dibe vurduğu noktalarda bir durgunluk yaşanmamıştır;
üretim aynı seviyede devam etmemiştir, artmıştır. Ama gelinen
noktada bu ülkelerde sanayi üretimi belli bir durgunluk sürecine
girebilir. Bunda ABD ve AB'de borçlanma krizinin; kamu borçları
krizinin nasıl seyir alacağı daha ziyade belirleyici olacaktır.
Kriz öncesinde üretimin en
yüksek seviyesine göre tek tek ülkelerde sanayi üretiminin seyri
(üretimde iniş ve çıkışları dikkate almıyoruz):
Fransa:
Fransız
sanayi üretimi Nisan 2009'da dibe vuruyor; üretim, kriz öncesi en
yüksek seviyesine göre (Nisan 2008=100) yüzde 80,7'ye düşerek
yüzde 19,3 oranında mutlak geriliyor. Krizin 45. ayında (Aralık
2011) sanayi üretimi, kriz öncesindeki en yüksek seviyesinden
yüzde 12,2 oranında (87,8) geride seyrediyor.
Japonya:
Japon sanayi üretimi kriz
öncesindeki en yüksek seviyesine göre (2005=100 bazında Şubat
2008) Şubat 2009'da yüzde 65,7'ye düşerek yüzde 34,3 oranında
mutlak geriliyor. Japon sanayi üretimi krizin 48. ayında kriz
önceki seviyesinden yüzde 14,8 (85,2) oranında gerideydi.
Almanya:
Kriz öncesi üretimin en yüksek
seviyede olduğu aya (Ocak 2008) göre Alman sanayi üretimi Nisan
2009'da yüzde 69'a düşerek yüzde 24,3 oranında mutlak
geriliyor. Krizin 48. ayında (Aralık 2011) sanayi üretimi kriz
öncesindeki en yüksek seviyesini aşamıyor. Aralık 2001'de üretim
Ocak 2008'deki üretimin yüzde 94,9'una denk düşüyor (-5,1).
İngiltere:
İngiliz
sanayi üretimi kriz öncesinde Şubat 2008'de en yüksek
seviyesindeydi (2005=100 bazında 101). İngiliz sanayi üretimi
krizin 27. ayında (Mart 2010) yüzde 85,8'e düşerek dibe vuruyor
(yüzde 14,2 oranında mutlak gerileme). Sonraki dönemde sanayi
üretiminde kayda değer olumlu bir gelişme olmuyor; sanayi üretimi
Aralık 2011'de Şubat 2008'deki değerinin yüzde 87,6'sına, Mart
2012'de de yüzde 88'ine denk düşüyordu.
ABD:
Kriz öncesi üretimin en yüksek
seviyede olduğu aya (2005=100 bazında Ocak 2008) göre Amerikan
sanayi üretimi Haziran 2009'da yüzde 83,1'e düşerek yüzde 16,9
oranında mutlak geriliyor. Sonraki dönemde üretimde belli bir
artış olsa da kriz öncesindeki en yüksek üretim seviyesi
aşılamıyor; Aralık 2011'de üretim Ocak 2008'deki seviyesinin
yüzde 95,4'üne ve Nisan 2012'de de yüzde 96,8'ine denk düşüyordu.
3.2-Avro
Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde
aylara göre
sanayi üretiminin
seyri
Aşağıdaki
grafikteki veriler, çok sayıda ülkedeki sanayi üretimi
değerlerinin ortalamasından oluşturulduğu için genel eğilimi
göstermek bakımından tekil ülke verilerine göre daha
elverişlidir. Kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu aya (Avro
Alanı, AB ve OECD-Avrupa için Nisan 2008=100 ve G-7 ve OECD-Toplam
için de Ocak 2008 =100) göre bu ülke gruplarında sanayi üretimi
Mart-Nisan 2009'da dibe vuruyor ve sonraki dönemde üretim artsa da
kriz öncesindeki en yüksek seviyesini aşamıyor.
Avro
Alanı'nda
sanayi üretimi kriz öncesinde Nisan 2008'de 2005=100 bazında en
yüksek seviyesindeydi. 17 ülkeden oluşan Avro Alanı'nda sanayi
üretimi Nisan 2009'da yüzde 78,7'ye gerileyerek dibe vuruyor
(üretimde yüzde 21,3 oranında mutlak gerileme). Sonraki dönemde
üretim de artış oluyor, ama kriz öncesi seviye aşılamıyor;
Krizin 45. ayında (Aralık 2011) sanayi üretimi Nisan 2008'deki
seviyesinin yüzde 88,8'ine, Mart 2012'de de yüzde 99'una denk
düşüyordu.
Diğerlerinde
de krizin gelişme seyri farklı değil. Tek fark, krizin
başlangıcında AB, Avro Alanı ve OECD-Avrupa ülkelerinde sanayi
üretimi G-7 ve OECD-Toplam ülkelerine nazaran daha sert düşmeye
başlamasıdır. Dip noktadan sonra üretim artışı bu ülke
gruplarında birbirine oldukça yakın oranlarda olmuş, ancak krizin
41. ayından itibaren sanayi üretimi büyüme oranlarında
farklılaşma belirginleşmiştir. Krizin başlangıcından bu yana
(Ocak 2008-Ocak 2012) G-7 ülkelerinde sanayi üretimi 2005=100
seviyesine dahi ulaşamamıştır. Diğerlerinde bu büyüme seviyesi
dönem dönem aşılsa da krizin başlangıcından önceki üretimin
en yüksek seviyesi aşılamamıştır. Yani aylar bazında bu ülke
gruplarında sanayide kriz devam etmektedir.
3.3-BRIC
ülkelerinde aylara göre sanayi üretiminin seyri
Bu
ülke grubunda yukarıdaki ülkelere göre farklı bir gelişme
trendi görüyoruz. Brezilya'da sanayi üretimi 2005=100 bazında
Ocak 2008'deki seviyesininden geriye düşüyor (Şubat, Mart, Ekim,
Kasım Aralık 2008 arasında; Ocak 2009-Ocak 2010 arasında ve
Haziran, Ağustos 2010'da). Üretimin mutlak gerilediği aylar da
oluyor; örneğin Aralık 2008'de ve Ocak-Nisan 2009 arasında sanayi
üretimi 2005=100'ün altına düşüyor.
Brezilya
sanayi üretiminde olduğu gibi üretimde mutlak bir gerileme olmasa
da aynı paralelde bir gelişmeyi Rus sanayi üretiminde de
görüyoruz.
Bu
veriler Brezilya ve Rusya'da sanayi üretiminin yaşanmakta olan
krizden oldukça güçlü etkilendiğini, ama Hindistan sanayi
üretiminde krizden etkilenmenin önemsiz olduğunu; en fazlasıyla
dünya çapında krizin dip noktada olduğu dönemde etkilenmenin
biraz bariz olduğunu görüyoruz.
3.4-
“Gelişen” ülkelerde aylara göre sanayi üretiminin seyri
Burada “gelişen“ ülkeler
kategorisinde yer alan Kore, Meksika, Polonya, Türkiye ve ek olarak
da İspanya'yı örnek olarak alıyoruz. İspanya hariç diğerlerine
“yükselen ekonomiler” de deniyor. Bu ülkelere Malezya'yı,
Endonezya'yı, BRIC ülkelerini de katabiliriz.
Burada yukarıdaki grafikte yer
alan ülkeleri örnek olarak aldık. Grafikte iki eğilimi görüyoruz.
Birisi kısa zamanda krizden çıkma eğilimi, diğeri de krizin dibe
vurmasından sonra yaşanan durgunluk süreci. İspanya buna örnek.
Kore'de
sanayi üretimi, kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu
seviyeye (2005=100 bazında Nisan 2008=125,4) göre Aralık 2008'de
yüzde 77,3'e geriliyor. Böylece bu ülkede sanayi üretimi krizin
8. ayında dibe vurarak yüzde 22,7 oranında mutlak küçülmüş
oluyor. Krizin 17. ayında, Eylül 2009'da Kore sanayi üretimi
krizden çıkıyor ve mutlak büyüme sürecine giriyor. Kore sanayi
üretimi 16 aylık bir kriz sürecinden geçmiş oluyor.
Meksika'da sanayi üretimi, kriz
öncesinde üretimin en yüksek olduğu seviyeye (2005=100 bazında
Ocak 2008=109,3) göre krizin 16. ayında (Mayıs 2009) yüzde
88,7'ye gerileyerek yüzde 11,3 oranında mutlak küçülüyor. Bu
ülkede sanayi üretimi krizin 40. ayında (Mayıs 2011) Ocak
2008'deki seviyesini aşarak krizden çıkıyor.
Polonya'da
sanayi üretimi, kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu
seviyeye (2005=100 bazında Şubat 2008=134,5)
göre krizin 11. ayında (Ocak 2009) 85,4'e gerileyerek yüzde 14,6
oranında mutlak küçülüyor. Bu ülkede sanayi üretimi krizin 28.
ayında (Haziran 2010) kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu
seviyeyi aşarak (Şubat 2008) krizden çıkıyor.
Türkiye'de
sanayi üretimi, kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu
seviyeye (2005=100 bazında Ocak 2008=125,5)
göre krizin 11. ayında (Aralık 2008) yüzde 72'ye gerileyerek
yüzde 28 oranında mutlak küçülüyor. Türkiye'de sanayi üretimi
krizin 35. ayında (Aralık 2010) Ocak 2008'deki seviyesini aşarak
krizden çıkıyor.
Yukarıdaki ülkeleri, ülke
gruplarını -grafikleri- karşılaştırdığımızda kriz sürecinde
olan dünya ekonomisinde üç eğilimi görüyoruz:
1.
eğilim:
Krize girmeyen ülkeler (BRIC ülkeleri, Çin ekonomisini ayrıca ele
alacağız).
2.
eğilim:
Krize giren ama nispeten hızlı çıkan ülkeler (“gelişen”
ülkeler).
3.
eğilim:
Hala kriz sürecinde olan ülkeler.
Kriz sürecinde olan ülkelerde de
iki eğilim görüyoruz:
1.
eğilim:
Üretimin dibe vurmasından sonra yaşanan durgunluk süreci (İspanya
sanayi üretimi bu gelişmeye klasik bir örnek oluşturmaktadır).
2.
eğilim: Üretimin
dibe vurmasından sonra belli bir durgunluk sürecine girmeyen,
üretimin artışa geçtiği, ama krizden çıkamayan ülkeler.
Yukarıda ele alınan emperyalist ülkeler bu sürece birer örnektir.
Bu süreçte olan ülkelerde sanayi üretimi, mevcut ve ortaya
çıkacak faktörlerin etkisiyle krizden çıkabileceği gibi, belli
bir durgunluk sürecine de girebilir.
Aşağıdaki grafikte bu
eğilimleri görüyoruz.
4-Yılın
çeyreklerine göre sanayi üretimi
4.1-Önde
gelen emperyalist ülkelerde yılın çeyreklerine göre sanayi
üretiminin seyri
Kriz
öncesinde üretimin en yüksek olduğu çeyreğe (ABD'de 2007'nin
son çeyreği, diğerlerinde 2008'in I. çeyreği,) göre bu ülke
ekonomilerinin 2011 sonu itibariyle krizden çıkamadıklarını
görüyoruz. Söz konusu bu ülkelerde sanayi üretimi 2009'un ilk üç
çeyreğinde dibe vuruyor (Fransa ve Almanya'da 2009'un II.
çeyreğinde; ABD ve Japonya'da 2009'un I. ve İngiltere'de de III.
çeyreğinde).
2011'in son çeyreği itibariyle
Alman sanayi üretimi kriz öncesindeki en yüksek seviyesinin yüzde
97'sine (-3), Fransız sanayi üretimi yüzde 89,9'una (-10,1),
İngiliz sanayi üretimi yüzde 88'ine (-12), Japon sanayi üretimi
yüzde 84,4'üne (-15,6) ve Amerikan sanayi üretimi de yüzde
95,1'ine (-4,9) denk düşüyordu.
Demek oluyor ki, bu ülkelerde
sanayi üretimi, dolayısıyla ekonomi, kriz öncesindeki en yüksek
seviyesini 2011'in son çeyreği itibariyle de aşamamıştır. Açık
ki, üretim dip noktadan itibaren bir artış trendine girmiştir,
ama kriz öncesindeki en yüksek seviyesine henüz ulaşamamıştır.
Gelişmenin
böyle olduğunu aşağıdaki grafikte de görüyoruz.
4.2-BRIC
ülkelerinde yılın çeyreklerine göre sanayi üretiminin seyri
Aşağıdaki grafikte BRIC
ülkelerinde tamamen farklı bir gelişmenin olduğunu görüyoruz.
2005=100
bazında Hindistan
sanayi üretimi 2008'in ilk çeyreğinde yüzde 38,9 ve 2011'in son
çeyreğinde de yüzde 58,4 oranında büyüyor. Büyüme oranlarında
en önemli küçülme 2009'un ilk çeyreğinde oluyor. Bu çeyrekte
sanayi üretimi 2005=100 bazında yüzde 30,7 oranında büyüyor.
Brezilya
sanayi üretimi 2005=100 bazında 2009'un I. çeyreğinde sadece
yüzde 2,2 oranında mutlak küçülüyor ve sonraki çeyreklerde
sürekli artıyor.
Brezilya sanayi üretiminde 2008'in IV. çeyreği ile 2009'un üçüncü
çeyreği arasında görülen mutlak gerileme ve büyüme
oranlarındaki küçülme bu ülkede sanayi üretiminin yaşanmakta
olan krizden etkilenme derecesini gösterir.
Rusya sanayi üretiminde Brezilya
sanayi üretimindeki gelişmeye paralel bir durum görüyoruz. Tek
fark, Rus sanayi üretiminde mutlak küçülmenin olmamasıdır.
Her halükarda 2008'in son çeyreği
ile 2009'un ilk iki çeyreği arasında bu ülkelerin sanayi
üretiminde görülen büyüme oranlarındaki gerileme, dünya
krizinden etkilenmenin ifadesidir.
4.3-Avro
Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde yılın
çeyreklerine göre sanayi
üretiminin seyri
Yukarıdaki grafik 2005=100
bazında hazırlandı. Aşağıdaki grafik de kriz öncesinde
üretimin en yükse seviyede olduğu çeyreklere göre hazırlandı.
Her iki grafikte sanayi üretiminin kriz öncesinde 2008'in ilk
çeyreğinde doruk noktasına ulaştığını görüyoruz. Avro Alanı
dışındaki ülke gruplarında üretim 2009'un ikinci çeyreğinde
dibe vuruyor. Avro Alanı'nda ise 2010'un ikinci çeyreğinde üretim
dibe vuruyor. Her iki grafikte de sanayi üretiminin 2011'in sonu
veya dördüncü çeyreği itibariyle 2008'in ilk çeyreğindeki
seviyeyi aşamadığını görüyoruz. Bu da bu ülke gruplarında
krizin devam ettiğini gösterir.
Üretimin dibe vurma derecesinin
farklı olmasının nedeni baz alınan değerdir. (Yukarıdaki grafik
2005 = 100 bazında hazırlandı. Aşağıdaki grafik ise 2005 = 100,
üretimin kriz öncesi en yüksek seviyesi, bu durumda 2008/I=100'e
çevrilerek hazırlandı). Sonuçta değişen bir şey yok. Ama
veriler değiştirilmese de farklı sonuçlara varılarak
değerlendirme yapılabileceğini göstermek istedik. Yukarıdaki
grafikte üretim değerleri yüzde 13,9 ila yüzde 8,2 arasında
mutlak gerilemiş gözüküyor. Aşağıdaki grafik de ise yüzde
19,3 ila yüzde 16,8 arasında mutlak gerilemiş gözüküyor. Bu
farklı sonuçlara dayanarak ve başka kriz faktörlerini göz önüne
almayarak krizin “o kadar da ağır” olmadığını (ilk grafik)
söyleyebileceğiniz gibi ikinci grafiğe bakarak da oldukça ağır
olduğunu söyleyebilirsiniz.
Görüşünü doğrulamak için
oran hesaplaması, grafik “hile”sine baş vuranlar var mı, bunu
bilmiyorum, ama veriye dayanmaksızın kapitalist sistemi yaşanmakta
olan krizden dolayı yok olmaya mahkum edenlerin olduğunu biliyorum.
Bu “iş”in nasıl yapıldığına aşağıda ayrıca ele
alacağız.
4.4-İspanya
ve “gelişen“ bazı ülkelerde yılın çeyreklerine göre sanayi
üretiminin seyri
Grafikte şunu görüyoruz: Söz
konusu bu ülkelerde sanayi üretimi kriz öncesinde en yüksek
seviyesine 2008'in ilk çeyreğinde ulaşıyor. Üretim Kore, Polonya
ve Türkiye'de 2009'un ilk çeyreğinde, Meksika ve İspanya'da da
ikinci çeyreğinde dibe vuruyor.
Üretim dibe vurduktan sonraki
süreç, her bir ülkenin koşulları farklı olduğu için farklı
şekilleniyor: Örneğin Kore'de sanayi üretimi oldukça kısa bire
zaman zarfında krizden çıkıyor; 2009'un üçüncü çeyreği.
Polonya'da sanayi üretimi 2010'un ikinci çeyreğinde, Türkiye'de
2010'un dördüncü çeyreğinde ve Meksika'da da 2011'in ikinci
çeyreğinde krizden çıkıyor. İspanya'da ise sanayi üretiminde
kriz, dip nokta seviyesinde devam eden bir durgunluk sürecine
giriyor.
Gelişmenin böyle olduğunu
aşağıdaki grafikte görüyoruz.
Tabii
böylesi verileri “anlamsızlaştıran“ değerlendirmeler de var.
Emperyalist küreselleşmeyi, ülkeler arasında nesnel farkları
ortadan kaldıran anlamda yorumlayanlar aşısından kapitalizmde
eşitsiz gelişme yasasının ve sonuçlarının bir anlamı yoktur.
Yaşanan sadece bir fazla üretim krizi değildir, bir sistem
krizidir, bir var oluş krizidir. Bu kriz dünyanın her tarafında
hakim olduğu için tekil ülkelerde ekonominin farklı gelişme
süreci içinde olmasının bir anlamı yoktur vb. Böylesi
anlayışların nesnel gerçeklikten ne denli kopuk olduğunu aşağıda
ayrıca ele alacağız.
Şimdi yıllık sanayi üretimi
bazında 2929-32 kriziyle yaşanmakta olan krizi karşılaştıralım
ve yıllık sanayi üretimi bazında şimdiki krizde ülke ve ülke
gruplarının durumuna bakalım.
5-Kriz
karşılaştırması ve yıllara göre sanayi üretimi
5.1-Yıllara
göre dünya sanayi üretimi bazında kriz çevrimi
karşılaştırması
(1929-1933 ve 2007-2010)
(Aşağıdaki
grafikler BM İstatistik Yıllıklarından (1929-1938 arası) ve son
yıllarla ilgili olanlar da OECD verilerinden yararlanılarak
hazırlanmıştır).
Kriz öncesi değerlerin en yüksek
olduğu 2007 (2005=100'e göre oransal değerleri 2007=100'e
çevirdik) ve 1929 verilerini baz yılı olarak aldık ve böylece
her iki kriz sürecinde dünya sanayi üretimine göre kriz çevrimini
gösteren grafiği oluşturduk. Sonuçlar aşağıda.
Aşağıdaki
grafikte 1929-32 ve şimdiki kriz sürecinin yıl olarak
başlangıcından itibaren 5 yılını karşılaştırıyoruz. Bu
durumda 1929-1933 ve 2007-2011 dönemleri karşılaştırılmış
oluyor. Hani deniyor ya şimdiki kriz o dönemdeki krizden oldukça
ağırdır, şiddetlidir, öyle ki artık bir fazla üretim krizinden
değil de sistem krizinden bahsetmek gerekir. Krizin şiddetiyle
sistem krizi olup olmadığı arasında bir bağ kuruluyorsa bu
durumda sistem krizi diye 1929-32 krizinin tanımlanması gerekir.
1929
dünya sanayi üretimini 100 olarak kabul edersek (krizden önce
üretimin en yüksek olduğu yıl) üretimin 1932 yılında dibe
vurarak yüzde 37 oranında mutlak gerilediğini görürüz.
2007
sanayi üretimini 100 olarak kabul edersek (krizden önce üretimin
en yüksek seviyede olduğu yıl) bu durumda üretimin 2009 yılında
dibe vurarak ancak (1929'a göre ancak) yüzde 14 oranında mutlak
gerilediğini görürüz. Yüzde 37 ve yüzde 14 oranlarında mutlak
gerileme arasında en azından bir nicel fark vardır diye
düşünüyorum.
Yılları
karşılaştıralım:
Krizin
ilk yılı: Dünya sanayi üretimi 1930'da yüzde 13,7 oranında,
2008'de de ancak yüzde 2,1 oranında mutlak geriliyor.
Krizin
ikinci yılı: Dünya sanayi üretimi 1931'de yüzde 25,2 oranında,
2009'da da yüzde 14 oranında mutlak küçülüyor.
Krizin
üçüncü yılı: Dünya sanayi üretimi 1932 yılında yüzde 37
oranında, 2010 yılında da yüzde 7,1 oranında mutlak küçülüyor.
Krizin
dördüncü yılı: Dünya sanayi üretimi 1933 yılında yüzde 28,7
oranında, 2011 yılında da yüzde 4,2 oranında mutlak küçülüyor.
Hangi
krizin daha şiddetli olduğuna okur karar verebilir.
Şimdi
bir de önde gelen emperyalist ülkelerde sanayi üretimini yıllık
değerler bazında karşılaştıralım.
5.1.1-ABD'de
sanayi üretimi bazında kriz çevrimi karşılaştırması
(1929-1938 ve 2007-2011)
1929-32
krizinde Amerikan sanayi üretimi 1932'de dibe vuruyor; üretimde
mutlak gerileme yüzde 46,2 oranında. Şimdiki krizde ise üretim
2009'da dibe vuruyor; üretimde mutlak gerileme yüzde 14,5 oranında.
Diğer yıllardaki üretim değerlerinin gelişmesi grafikte
görülüyor. Bu durumda yaşanmakta olan krizin 1929-32 krizinden
daha şiddetli, daha ağır olduğu nasıl söylenebilir?
5.1.2-Almanya'da
sanayi üretimi bazında kriz çevrimi karşılaştırması
(1928-1938 ve 2007-2011)
Yukarıdaki
grafiği okumaya çalışalım. 1929 ve 2008'de sanayi üretiminde
büyüme oranları birbirine oldukça yakın. 1930 ve 2009'da da
(1930= -11,1, 2009= -17,1) büyüme oranlarının birbirine yakın
olduğunu söyleyelim. Sonraki yıllarda üretimde büyümede
paralelliğin yerini açılan bir makas alıyor: 1931'de sanayi
üretimi yüzde 27,2 oranında, 2010'da ise yüzde 7,5 oranında;
1932'de yüzde 41,3 oranında mutlak küçülüyor, 2010'da ise yüzde
0,4 oranında mutlak artıyor. Sanayi üretimi 1929-32 krizi
sürecinde 1932 yılında dibe vuruyor (41,3) ve ancak 1936 yılında
mutlak büyüme sürecine geçiyor; 1928'deki seviyesini aşıyor.
Şimdiki kriz sürecinde ise 2009 yılında dibe vuruyor (-17,1). Bu
durumda şimdiki krizin 1929-32 krizinde daha ağır, daha şiddetli
olduğunu hangi faktörlere, olgulara dayanarak söyleyebiliriz?
5.1.3-Fransa'da
sanayi üretimi bazında kriz çevrimi karşılaştırması
(1929-1938 ve 2007-2011)
Aşağıdaki
grafik Fransız sanayi üretiminin her iki kriz döneminde diğer
ülkelerdeki gelişmeden biraz farklı şekillendiğini gösteriyor.
1928
= 100 bazında Fransız sanayi üretimi 1929'da yüzde 9 ve 1931
yılında da yüzde 8 oranında mutlak büyüyor. 2007= 100 bazında
ise sanayi üretimi 2008'de yüzde 2,6 ve 2009'da da yüzde 15
oranında mutlak küçülüyor. Sanayi üretimi 2009'dan sonra
yükseliş trendine, 1930'dan sonra da düşüş trendine giriyor ve
1931 ve 2010'da büyüme/küçülme oranları birbirine
yakınlaşıyor. (1931= -6 ve 2010= -10,8).
Fransız
sanayi üretimi 1929-32 krizi sürecinde 1932'de dibe vuruyor; üretim
yüzde 21 oranında mutlak geriliyor. Sonraki yıllarda sanayi
üretimi ”özel tipten“ bir durgunluk sürecine giriyor. Şimdiki
kriz sürecinde ise sanayi üretimi 2009 yılında dibe vuruyor;
üretim yüzde 15 oranında mutlak geriliyor. Bu durumda şimdiki
krizin 1929-32 krizinden daha ağır, daha şiddetli olduğu nasıl
söyleyebiliriz?
5.1.4-İngiltere'de
sanayi üretimi bazında kriz çevrimi karşılaştırması
(1929-1937 ve 2007-2011)
İngiliz
sanayi üretimi her iki kriz sürecinin ilk dört yılında paralel
bir trend izliyor; üretim 1928/2007 = 100 bazında 1929'da yüzde
7,6, 2008'de yüzde 2,8; 1930'da yüzde 16,2, 2009'da yüzde 11,6;
1931'de yüzde 16,2, 2010'da yüzde 10; 1932'de yüzde 13,9, 2011'de
yüzde 11,1 oranında mutlak geriliyor. Yıl itibariyle sanayi
üretimi şimdiki kriz sürecinde 2009'da dibe vuruyor (-11,6),
1929-32 kriz sürecinde ise 1931 ve 1932'de dibe vuruyor (-16,2).
5.1.5-Japonya'da
sanayi üretimi bazında kriz çevrimi karşılaştırması
(1929-1939 ve 2007-2011)
Aşağıdaki grafik Japonya'da
diğer ülkelerle karşılaştırıldığında tamamen farklı bir
gelişmeyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Sanayi üretimi
1931-1933 = 100 bazında 1930'da yüzde 6,3, 1931'de yüzde 8,8 ve
1932'de de yüzde 3,1 oranında mutlak küçülüyor. Sonraki
yıllarda üretim hızla artıyor. 1933'te Japon sanayisi krizden
çıkmıştı. Şimdiki kriz sürecinde ise 2007 = 100 bazında
üretim 2008'de yüzde 3,2, 2009'da yüzde 23,8, 2010'da yüzde 11,6
ve 2011'de de yüzde 14,7 oranında mutlak küçülüyor. 1929-32
kriz sürecinde krizin dip noktası diye tanımlanacak bir gelişme
pek olmuyor: en fazlasıyla 1931 yılı böyle tanımlanabilir
(-8,8). Şimdiki, kriz sürecinde ise üretim 2009'da dibe vuruyor;
yüzde 23,8 oranında mutlak bir küçülme.
Bu veriler, Japonya açısından
hangi kriz daha ağırdı, şiddetliydi diye sorulsa yaşanmakta olan
krizin daha ağır, şiddetli olduğu göstermektedir.
5.2-
21. yüzyılda emperyalist ülkelerde yıllara göre sanayi üretimi
Yukarıdaki
grafiği şöyle okuyabiliriz: 2000-2004 kriziyle
karşılaştırıldığında yaşanmakta olan kriz oldukça
şiddetlidir. Özellikle Fransa ve İngiltere açısından böyledir.
Yaşanmakta olan krizden çıkmaya en yakın olan ülke Almanya'dır;
bu ülkede sanayi üretimi 2010'da 2005'teki veya kriz öncesindeki
en yüksek üretim seviyesini (2007) aşmıştı.
Yaşanmakta
olan kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu yılı (2007) çıkış
noktası olarak alırsak Almanya hariç bu ülkelerde sanayi
üretiminin sefil durumu daha anlaşılır olur.
5.3-Avro
Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde
yıllara
göre sanayi üretiminin
seyri
Yukarıdaki grafikte söz konusu
ülke gruplarında sanayi üretiminin 2005 = 100 bazında 2007 yılı
itibariyle doruk noktasına ulaştığını görüyoruz. 2007'deki
üretim değeri aynı zamanda kriz öncesindeki en yüksek değerdir.
Üretim değerleri 2008'de 2007'ye göre düşüş trendine giriyor,
2008 ise üretimde kırılma yılı; krize giriş yılı. 2011
verileri, G7 ülkeleri hariç diğerlerinde üretimin 2005'teki
seviyesini aştığını gösteriyor. 2009-2011 arasında üretim
artışında 2010 itibariyle bir kırılma olduğunu; üretim
artışında yavaşlama olduğunu görüyoruz. Ama bu grafikte krizin
derinliğini, şiddetini göremiyoruz.
Kriz öncesinde üretimin en
yüksek olduğu yıl (2007) bazında hazırlanan aşağıdaki
grafikte yukarıdakinde göremediklerimizi görüyoruz.
Bu ülke gruplarında sanayi
üretimi ne baz yılındaki seviyesine ne de 2008'deki seviyesine
ulaşabilmiştir. Dip noktayı oluşturan 2009'dan sonra üretim
artışı, bu ülkeleri krizden çıkma düzeyine ulaştıramamıştır.
Ötesinde büyüme oranları giderek küçülmeye başlamıştır.
2010-2011 arasındaki büyümenin 2009-2010 arasındaki büyümeye
nazaran daha yavaşlamış olması bunun böyle olduğunu
göstermektedir.
5.4-BRIC
ülkelerinde yıllara göre sanayi üretiminin seyri
2005=100
bazında sanayi üretiminde büyüme oranları 2008'den 2009'a
Rusya'da yüzde 14,5'ten yüzde 3,8'e ve Brezilya'da da yüzde
12,4'ten yüzde 4,1'e geriliyor. Ama 2010 yılında Rusya'da yüzde
12'4'e ve Brezilya'da da yüzde 15'e çıkıyor. Açık ki, bu
ülkeler yaşanmakta olan krizden etkilenmişlerdir; bu etkilenme
kendini sanayi üretiminde büyüme oranlarının küçülmesiyle
göstermektedir.
Sanayi
üretimi bazında krizden hemen hiç etkilenmeyen ülke Hindistan; bu
ülkede sanayi üretimi sürekli artmıştır.
Çin
ekonomisinin durumu:
Burada
Çin ekonomisinin, somutta da sanayi üretiminin yaşanmakta olan
krizden ne derece etkilendiğini göstermekle yetineceğiz. Her iki
grafik de buna hizmet etmektedir.
Yukarıdaki
grafikte sanayi üretiminin yıllık büyüme oranlarını görüyoruz.
Söz konusu olan, krizden etkilenme olduğu için zincirleme endeksin
2007'den sonraki değerlerine bakalım. Bir yıl öncesine göre
büyümenin en çok küçüldüğü yıl 2009; dünya çapında
krizin dibe vurduğu yıl. Sonrasında, 2010 ve 2011'de üretim
artışı 2008 ve 2007'deki üretim artış oranından oldukça geri
kalmıştır.
Aşağıdaki
grafikte de yılın çeyreklerine göre üretim artışını
görüyoruz. 2007'nin son çeyreğinden 2009'un üçüncü çeyreğine
kadar sanayide büyüme oranları sürekli küçülüyor. Sonrasında
2010'un üçüncü çeyreğine kadar yeniden artıyor.
Çeyrekler
bazında büyüme oranları 2009'un üçüncü çeyreğindeki
seviyeye gerilemiyor, ama Çin ekonomisinde daha önceki yıllarda
görülen „fırtınalı“ büyüme dönemi artık geride kalmış
gözüküyor.
Dünya ekonomisinde ve
politikasında yükselen güç Çin'dir. Son dönemin yükselen gücü
olarak Amerikan ekonomisinin dünya ekonomisinde oynadığı
lokomotif rolünü oynamaktan uzaktır, oldukça uzaktır. Ama bu,
Çin ekonomisinin dünya ekonomisinin; ekonomik krizin seyrini
etkilemediği anlamına gelmez. 2007-2010 arasında Çin'in dünya
çapında GSYİH oluşumuna katkısı, G-7 ülkeleri (Almanya,
Fransa, İtalya, İngiltere, ABD, Kanada ve Japonya) toplamının
katkısından daha az değildi. Çin'den gelen talep sanayileşmiş
ülkelerde siparişlerin (üretimin), aynı zamanda hammadde satan
ülkelerde de hammadde ihracatının devamına neden olmuştur.
Böylece Çin ekonomisi, sanayi ürünleri, teknoloji üreten bir çok
ülkede, örneğin Almanya'da krizin derinleşmesini engelleyici bir
rol oynamıştır. Açık ki, Çin ekonomisi dünya ekonomisinin
krizden çekip çıkartacak güçte değildir, ama yaşanmakta olan
krizin daha derin olmasını engellediği de bir gerçektir.
Böylece
Çin ekonomisinin dünya krizinden hiç etkilenmediğini
söylemiyoruz. 2008'den sonraki Çin ekonomisindeki büyüme
oranlarında görülen gerileme (küçülme) dünya krizinden
etkilenmenin doğrudan bir ifadesidir. Çin ekonomisi, ihracata
oldukça bağımlı bir ekonomidir. Bunun bilincinde olan Çin
rejimi, gelen krizi etkisizleştirmek veya etkisini hafifletmek için
oldukça kapsamlı konjonktür programı uygulamıştır. Devlet
bankalarına para musluklarını açmaları için talimat
verilmiştir. Bunun sonucu, devasa bir inşaat patlaması ve
gayrimenkul spekülasyonu olmuştur. Çin çelik üretiminin yüzde
70'i ve dünya çapında çelik üretiminin de yüzde 35'i, Çin
inşaat sektöründe kullanılmıştır. Verilen kredilerin önemli
bir kısmı gayrimenkul spekülasyonuna yatırılmış ve böylece bu
alandaki spekülasyon balonu şişmiştir.
Çin'in
aldığı bu tedbirlerin doğruluğunu veya yanlışlığını
tartışmıyoruz; bu tedbirlerle -uygulanan konjonktür programıyla-
ekonominin dünya krizi girdabına girmesi şimdilik engellenmiştir;
kriz ötelenmiştir. Ama bu krizin ortadan kaldırıldığı anlamına
asla gelmez. Söz konusu program sonucu inşa edilen konutların
satılamaması, gayrimenkul alanında şişen balon, yakın gelecekte
Çin ekonomisinin nelerle karşı karşıya kalacağını
göstermektedir.
“Dünyanın
yarısını satın alan” Çin, ABD ve AB söz konusu olduğunda hiç
de istekli davranmamaktadır. Çin hükümeti, Avrupa devletlerinin
tahvillerini satın alacağını açıklamış, ama somut adım
atmamıştır. Elinde yeteri kadar döviz rezervi var (bu miktarın 3
trilyon dolardan fazla olduğu da biliniyor).
Çin'in
isteksiz davranmasının nedenini ekonominin sorunlarında aramak
gerekir. Şimdilik pek su yüzüne çıkmıyor, ama Çin, ABD, AB ve
Japonya ile karşılaştırıldığında mali olarak oldukça güçlü
olmasına rağmen; yurt dışı karşısında borçlu olmaktan çok
alacaklı olmasına rağmen büyük bir mali sorunla karşı
karşıyadır. Çin'de sorun olan, belediyelerin ve illerin birikmiş
borcudur.
Çin'de
belediyelerin ve illerin borçlanması yasaktır. Bu yasağı
delmenin yolu “dış
kaynaklı finansal araçlar” yöntemiyle bulunmuştur.
Alt yapıyı, sosyal tesisleri, gayrimenkul projelerini finanse etmek
için belediyeler ve iller kurdukları “dış kaynaklı finansal
araçlar” şirketleriyle (Çin merkez bankası böylesi şirket
sayısının 1000 civarında olduğunu tahmin ediyor) Çin
bankalarından bir trilyon kadar kredi (borç) aldılar. Ulusal
Denetleme Dairesi'nin hesaplamasına göre alınan bu kredilerden
kaynaklı borç, Çin GSYİH'nın yüzde 27'sine denk düşmektedir.
Borçların ödenmeme oranının da yüzde 20-25 arasında olacağı
tahmin edilmektedir. Bu, Çin ekonomisinin görünmeyen, iç
borçlanmadan kaynaklanan en önemli sorunlarından birisidir.
Çin kapitalizmi şimdiye kadar
oluşturduğu “imtiyazlar“la dolu dizgin büyüdü. Ama bu
“imtiyazlar“, kapitalizmin nesnel ekonomik yasalarının
geçerliliğini ortadan kaldıramaz. Birtakım olumlu faktörlerle
ekonominin nesnel yasalarının etkisini kırabilirsiniz, etkisinin
açığa çıkmasını belli bir dönem öteleyebilirsiniz, ama
ortadan kaldıramazsınız. Çin ekonomisi böyle bir durumla karşı
karşıyadır. Ne zaman sorusundan bağımsız olarak, bu ülkede de
kriz patlak verecek, emperyalizmin merkez ülkelerinde yaşananlar
bir biçimde bu ülkede de yaşanacak. Bu nedenle Çin ekonomisinde,
sanayi üretiminde büyüme oranlarındaki küçülme şimdiye kadar
dünya krizinden etkilenme olarak açıklandı, ben de öyle
açıkladım. Ama bundan sonraki süreçte Çin ekonomisinin “hal
ve gidişi“ sadece ve sadece dünya krizinden etkilenmenin bir
sonucu olarak açıklanamaz; birçok sanayi sektöründe büyüme
oranlarındaki gerilemenin tek nedeni dünya krizinden etkilenme
değildir.
5.5-İspanya
ve “gelişen“ bazı ülkelerde sanayi üretiminin yıllara göre
seyri
Bu ülke ekonomilerinin her iki
dünya krizinden nasıl etkilendiğini aşağıdaki grafikte
görüyoruz. 2000-2004 dünya krizi sürecinde Kore, Polonya ve
Türkiye'de sanayi üretimi dibe vuruyor. Bu ülkelerde sanayi
üretiminde görülen gerilemenin yanında Meksika ve İspanya sanayi
üretimindeki gerileme “hafif” kalıyor. Yaşanmakta olan kriz
sürecinde ise İspanya sanayi üretimiyle karşılaştırıldığında
diğer ülkelerde sanayi “hafif” bir krizden geçmiş oluyor.
Bu ülkeler arasında sadece
İspanya sanayi üretimi 2008'den bu yana 2005'teki üretim
seviyesine ulaşamamış, Meksika'da sanayi üretimi de krizin en
derin yılında (2009) 2005'teki seviyesinin altına düşmüştür
(-0,5).
6-Bankalar
Mali sermaye, üzerinde çok
spekülasyon yapılan bir konu; akıllara durgunluk veren
değerlendirmeler yapılıyor. Bu nedenle kriz ve mali sermaye
konusunu bu makalenin bir bölümü olarak ele almayı doğru
bulmadım. Bu konuyu ayrı bir yazıda ele alacağım. Burada ise
bankacılık sektöründe olası gelişmelerden kısaca bahsedeceğim.
1-Dünya
mali sisteminin durumu ancak felaket sıfatıyla tanımlanabilir. Bu
durum, bu senenin ikinci yarısında batılı ülkelerde; özellikle
de AB ve ABD'de banka iflaslarına yol açabilir; birçok bankanın
gelirleri azalacak, bilançoları sahte değerlerle dolup
taşacaktır. Bundan dolayı bu durumda olan bankalar sıkı bir
devlet kontrolüyle karşı karşıya kalabilirler. Öyle ki, bazı
bankaların devletleştirilmesi söz konusu olabilir. Banka
sisteminin kamuoyu tarafından olumsuz algılanması daha da
güçlenecektir.
Banka
sektöründe olası kıyımın sonuçları oldukça ağır olabilir:
Kıyımın gerçekleşmesi durumunda çok sayıda banka iflas
edecektir. Aynı zamanda banka kârlarında
büyük bir düşüş olacaktır ve nihayetinde banka çalışanları
da işten atılacaktır. Bu anlamda “Occupy
hareketi“
de güçlenebilir.
2-Söz konusu kıyımın
gerçekleşmesi, klasik emperyalist merkezlerin (ABD ve AB içinde
İngiltere) dünya ekonomisindeki nüfuzunun önemsizleşmesine neden
olacaktır. Bu durumda Batının mali sermayenin merkezi olma
durumu darbelenmiş olacaktır. “Aklından zoru“ olanlar bu
muhtemel gelişmeden dünya mali sisteminin çöküşü sonucunu
çıkartabilirler, ama bu, dünya mali sisteminde de merkezin batıdan
doğuya kaymasının tetiklenmesinden başka bir anlam taşımaz.
Banka
sektöründe „felaket“ durumun gerçekleşmesinin sonuçlarını
genel hatlarıyla şöyle tanımlayabiliriz:
1- Banka iflasları, banka
sayısında azalma:
Klasik
emperyalist ülkelerde (batılı ülkeler) banka sistemi, bir
zamanlar kapitalist dünyanın “her şeyi“ olan demir ve çelik
sanayisine benziyor. Bu sektörün baronları, dünyanın efendileri
olduklarını sanıyorlardı; bir bakıma da öyleydi, en azından
emperyalist ülkelerde politikayı şekillendirebilecek güce
sahiplerdi. Her iki dünya savaşında bu tekellerin çıkarlarının
önemsiz olduğu söylenemez. Şimdi, daha doğrusu neoliberalizmin
hakimiyetinden bu yana; diyelim ki geçen yüzyılın '80'li
yıllarından bu yana bankacılar kendilerini şu ülkenin bu ülkenin
değil, evrenin efendisi, hatta sahibi olarak görmeye başladılar.
Demir
ve çelik sanayi bir dönemler iktisadi gücün, bir devletin
ekonomik gücünün göstergesiydi. İktidarın, nüfuzun ölçüsü,
üretilen çelikti; kaç milyon ton çelik ürettiysen o kadar söz
sahibi olabiliyordun. Şimdi bunun yerini kaç milyar dolar kâr
elde ediliyor olduğuna bıraktı.
Kapitalizmin/emperyalizmin
gelişme tarihine bakarsanız, farklı gelişme evrelerinde farklı
sektörlerin ön planda olduğunu görürsünüz: Kömürün yerini
demir ve çelik aldı. Ama II. Dünya Savaşından sonra, hele hele
'70'li, '80'li yıllarda bu sektörde baronluk durumu kalmadı,
sektör adeta ayak altına düştü; artık neredeyse her ülke çelik
üretiyordu (rekabet), kârın
düşmesi, devasa sübvansiyonların kesilmesi, siyasi nüfuz kaybı,
kitlesel işten atmalar sonuçta çelik sanayisini sıradanlaştırdı.
Bütün bu süreç birkaç on yılı içinde, en fazlasıyla 30 sene
içinde gerçekleşti. Şimdi aynı gelecekle banka sektörü karşı
karşıya. Banka sektörü devletleştirmelerle, yeniden
yapılandırmalarla, yeni kurallarla karşı karşıya. Henüz bu
sürecin başında; sadece bir kriz sürecinde, yaşanmakta olan kriz
sürecinde “başına gelmedik“ kalmadı. Banka baronlarının
önemsileşmesi çelik baronlarının önemsileşme süreci kadar uzu
sürmeyecek gibi gözüküyor.
ABD'nin
asırlık banka çınarları Goldman Sachs, Morgan Stanley und
JPMorgan bir “gece“de, bu günden yarına normal bankaya, ticari
bankaya dönüştürülmediler mi? Tabi devlet tarafından
kurtarılmak için yapıldı bu. İngiltere'de banka sisteminin
önemli bir kısmı devletleştirildi. Yaşanmakta olan krizin kasıp
kavurduğu batılı ülkelerde çoğu özel veya borsaya kayıtlı
mali kurumların hemen hepsinin beş paralık değeri kalmadı. Borsa
değerleri buharlaştı. Açık ki, yaşanmakta olan krizin üç
merkezinde (ABD, AB ve Japonya) devletler bu kurumları
devletleştirmekle karşı karşıya kalacaklar. Örneğin ABD'de
“Bank of America“nın, “CitiGroup“un veya “Morgan
Stanley“in; Fransa'da “Société Générale“in; İngiltere'de
“RBS“in veya “Lloyds“un; Almanya'da „Deutsche Bank“;
İsviçre'de “UBS“in böyle bir durumla karşı karşıya
kalmaları şaşırtıcı olmamalı. Bankacılık sektöründe bu
devlerin yanı sıra daha ne kadar orta ve küçük boy bankanın yok
olacağını düşünebiliriz. Örneğin sadece ABD'de 2008'de 109;
2009'da 227; 2010'da 157; 2011'de 92 ve 19 Mayıs itibariyle 2012'de
de 24 banka iflas etmiştir (Bkz.:
http://www.herrenstrunden.info/bankenpleiten-2007-2012.html?showall=1).
Anlıyorum, bu durumdan “felaket
tellalları“ kapitalizmin kendiliğinden çöküşü, var oluş
krizi, sistem krizi sonuçlarını çıkartacaklardır; kapitalizm
sonrasında kendine yeterli ekonomi kurmanın planlarını
yapacaklardır.
Devlet, bütün bankaları
kurtarmayacaktır, hepsini devletleştiremeyecektir:
Bir çok ülkede, özellikle de
krizin merkez ülkelerinde yaşanmakta olan borçlanma krizi
sürecinde, devlet maliyesinin iç açıcı olmadığı, vergi
gelirlerinin azaldığı, banka kurtarma operasyonlarının kamuoyu
tarafından tepkiyle karşılandığı günümüz koşullarında ne
kadar güçlü olursa olsun hiçbir devlet, emperyalist ülke,
bankaları kurtarmak için devletleştirme yolunu seçmeyecektir,
daha doğrusu seçemeyecektir. Hal böyle olunca mali sektörde hisse
senetleri olağanüstü değer kaybedecektir; bu durum kaçınılmaz
olarak Hedge-Fon'ların, emeklilik fonlarının vb. durumunu
kötüleştirecektir. Bundan kredi sistemi de kaçınılmaz olarak
etkilenecektir. Kredi sisteminin etkinlenmesi (kredi olanaklarının
daralması) krizin derinleşmesini tetikleyecektir. Bunların hepsi
zincirin halkalarıdır. Banka sektöründe felaket durumunun
gerçekleşmesi diğer alanlara kaçınılmaz olarak yansıyacaktır.
Yaşanmakta
olan krizin merkez ülkelerinde (ABD, AB, Japonya), krizin doğrudan
bir sonucu olarak mali pazar daralacaktır. Bu nedenle daralan
pazarda daha az sayıda banka faal olabilecektir.
2- Banka sektöründe işten
çıkartmalar:
Yaşanmakta
olan krizin bir sonucu olarak banka sektöründe yüz binlerce
çalışan işten atıldılar. İşten atma dalga dalga gerçekleşti.
Birinci dalga 2008-2009 döneminde ve ikinci dalga da 2011'in
yarısından sonra gerçekleşti.
“Wall
Street'i İşgal Et“
eylemi veya “Occupy hareketi“ ikinci işten atma dalgasına bir
cevaptı. Burada söz konusu olan sadece Wall Street'te, Londra'da
banka çalışanlarının işten atılması değildi; Japon ve Avrupa
bankaları da zor durumdan kurtulmak için çareyi çalışanlarını
işten atmakta buldu. Yüz binlerce mali kurum iflas etti, kapandı
ve çalışanları kendilerini sokakta buldular.
Banka
sektöründeki sefil durum henüz atlatılamadı. Durumu kurtarmak
için maliyetin düşürülmesi gerekiyor. Maliyeti düşürmenin
yolu da çalışanları işten çıkartmakta görülüyor.
Dünya
ekonomisinde izlenen merkez kayması (ağırlık merkezinin değişimi)
sürecinin bir sonucu olarak İngiltere ve ABD'ye sermaye akışı
yavaşlamıştır, uygulamaya konan düzenlemeler mali sektörü son
yıllardaki kâr kaynağından uzaklaştırmıştır. Artık mali
sermaye ABD ve İngiltere'ye uğramadan da dünyayı dolaşabiliyor.
Tabii
dünya mali sisteminin, banka sektörünün bu durumundan
kapitalizmin var oluş krizi sonucunu, kendiliğinden çöküyor
sonucunu çıkartanlar da var. Öyle ki, sermaye karşısında
sınıfsal duruş bir kenara atılabiliyor, „antikapitalizm giderek
daha büyük ölçüde ortak duygu haline gelmektedir“ propagandası
yapılabiliyor. Yani sınıf, sınıf politikası ve örgütlenmesi
değil, tek tek bireyler için politika ve onların „antikapitalizm“
çatısı altında örgütlenmesi esas alınıyor.