8
MAYIS 1945 SOSYALİZMİN ZAFERİDİR -
II.
DÜNYA SAVAŞINI SONLANDIRAN SOSYALİZMDİR
(Geçikmiş
bir yazı)
Faşizme
karşı dünya tarihinin en büyük zaferi karşısında sergilenen
duyarsızlık oldukça düşündürücüdür. Bir taraftan burjuva
anti-faşizmi, diğer taraftan bu anti-faşizmi de kapsamına alan
modern anti-komünizm bütün olanaklarını kullanarak faşizme diz
çöktüren sosyalizmin bu zaferini resmen ve düpedüz çalmak,
çarpıtmak ve tekelci sermayenin çıkarlarına koşmak istiyor. Bir
taraftan modern anti-komünizm, diğer taraftan bu zaferi
sahiplenmesi gereken güçlerin duyarsızlığı...
Zafer
oldukça anlamlı. Bu nedenle olsa gerek burjuvazi bir biçimde ondan
yararlanmak, yararlanamazsa çarpıtmak istiyor. Örneğin Rus
burjuvazisi, bu zaferin 70. yılını büyük bir askeri gösteriyle
kutluyor; bu zaferden siyasi olarak “nemalanmak” istiyor.
Polonyalı bir kısım politikacı, Polonya'yı Sovyet ordusu değil,
Ukrayna güçleri kurtardı diyor. Ukrayna Başbakanı Jazeniuk'a
göre de tarihte Ukrayna'nın kurtuluşu diye bir şey olmamıştır,
Kızıl Ordu'nun mücadelesi “Ukrayna ve Almanya'nın
Sovyetler Birliği (SB) tarafından işgal edilmesidir”. Alman
burjuvazisi, burjuva partiler, 8 Mayıs anmalarından sürekli uzak
durmuşlar, ama aynı zamanda 8 Mayıs'ı burjuva anti-faşizmi
çerçevesinde açıklamaya özen göstermişlerdir. Alman
burjuvazisi için 8 Mayıs'ta Sovyetler Birliği'nin, Kızıl
Ordu'nun ve komünistlerin adını anmak “zulüm” olmuştur.
Bu
zaferi her çevre, o dönem faşizmin işgal ettiği ülkelerin
bugünkü siyasi temsilcileri bir biçimde kendi çıkarı için
yontuyor, yontamıyorsa yok sayıyor. Ve zafere sahip çıkmaları
gerekenler ise susuyor. Yoksa faşizme karşı mücadeleyi Misak-ı
Milli sınırları içine mi hapsediyoruz? Veya faşizme, faşist
diktatörlüğe karşı mücadelede 8 Mayıs'tan; Kızıl Ordu'nun,
sosyalizmin bu zaferinden öğrenecek hiçbir şey yok mu?
Karşımızda
duran şu veya burjuva ülkenin 8 Mayıs zaferi karşısındaki tavrı
değildir. Burada söz konusu olan bir ideolojiler mücadelesidir;
devlet doktrini olarak kabul edilen modern anti-komünizme karşı
proletarya ideolojisinin, Marksizm-Leninizmin mücadelesidir. Dünün
kaba tarih çarpıtıcılığı bugün demokratik görünmeye özen
gösteren, ama çarpıtıcı, bilimsel olmayan, gerektiğinde yalana
başvuran yöntemleriyle modern anti-komünizm olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu anti-komünizm medya desteğiyle,
sosyalizmin-komünizmin yeniden çekim merkezi olmaya başladığı
bir dönemde insanları yanıltmak için kolları sıvamış ve
sosyalizmin o büyük zaferinin 70. yıldönümünde bunun
sosyalizmin bir zaferi olmadığını kanıtlamaya çalışıyor.
Aradan
70 yıl geçmesine ve gerçeklerin inkar edilemeyecek açıklıkta
olmasına rağmen modern anti-komünizm hala savaşın nedenleri ve
savaşı esas kazanan üzerine olmadık sahtekarlık yapmaya devam
etmektedir. II. Dünya Savaşını Avrupa cephesinde sonlandıranın,
zaferi elde edenin sosyalizm olduğunun kabul edilmemesi için
anti-komünizm 70 yıldır mücadele etmektedir.
Savaşın
nedeni üzerine dünya burjuva basınında 70 yıldan bu yana uyduruk
düşünceler, demagojiler hep tekrarlanır. Öyle ki, milyonlarca
insanın katledildiğinden, milyonlarcasının kurtarıldığından,
milyonlarcasının göç etmek zorunda kaldığından uzun uzun
bahsedilir. Ama neden bunlar oldu, savaşın gerçek nedeni nedir
sorusu ya sorulmaz veya da sorunu SB'ne, Stalin'e havale eden
cevaplar verilir. Burjuvazi, tarih çarpıtıcılığında sınır
tanımaz.
I.
Dünya Savaşından sonraki durum
Bu
savaşı (1914-1918) esas kışkırtıcısı Alman emperyalizmidir;
dünyanın yeniden paylaşılmasını talep eder. Savaştan yenik
çıkar ve bu savaşın en önemli sonuçlarından birisi de Rusya'da
Ekim Devriminin (1917) patlak vermesi ve sosyalist bir devletin
doğuşudur. Dünya burjuvazisinin, bu devleti, proletarya
diktatörlüğünü yıkmak için her alanda (savaş, ekonomi,
diplomasi) sürdürdüğü karşı devrimci faaliyet sonuç vermez.
Savaş
sonrası dönemde hızla gelişen, sömürgelerini ve kaybettiği
nüfuz alanlarını yeniden talep eden, Almanya'nın işgal edilen
bölgelerini “kurtaran” Alman emperyalizmi, yeni bir savaşa
hazırlık içindedir. Kurulan faşist diktatörlük aynı zamanda
savaş hazırlığı ve bu nedenle de modern teknolojiye dayalı bir
ordunun kurulması anlamına geliyordu. Alman faşizminin planları
sadece eski sömürgeleri, nüfuz alanlarını elde etmekle,
Avrupa'da hakimiyet kurmak ve Fransa, İngiltere gibi emperyalist
rakiplerini dize getirmekle sınırlı değildi; Alman emperyalizmi
bütün dünyaya hakim olmak, bütün insanlığı köleleştirmek
istiyordu. Bu savaşı sürdürebilmek için öncelikle ihtiyaç
duyduğu hammadde doğudaydı, yani Sovyetler Birliği'nde. Alman
emperyalizminin “yaşam alanı” diye tanımladığı alan,
Polonya ve Sovyetler Birliği'dir. Hitler bu anlayışını
“Mücadelem” kitabında anlatır.
Alman
emperyalizminin sosyalizmin kalesi SB'ne saldırma planı,
hazırlıkları diğer emperyalist güçler tarafından
dolaylı-dolaysız teşvik edilir; Alman silahlanma sanayi yabancı
sermaye tarafından yoğun bir biçimde desteklenir; gerek Fransa ve
gerekse de İngiltere Alman faşizminin Avrupa'daki saldırgan
politikalarına göz yumarlar; göz yumarak desteklemiş olurlar;
Almanya'da faşist diktatörlük Ren bölgesinin
askerisizleştirilmiş olmasına son verir, Avusturya'yı işgal
eder, öyle ki, Fransa ve İngiltere'nin diplomatik desteğiyle
Çekoslovakya da işgal edilir. İspanya cumhuriyetini yıkmak için
savaşan Franko faşizmine Alman faşizminin desteği görmezlikten
gelinir. Özellikle Fransa ve İngiltere'nin bu karışmama
politikası, aslından Alman faşizmini SB'ne karşı savaşa teşvik
etmekten başka bir anlam taşımamaktaydı. Bu karışmama
politikasını Stalin 1939'da şöyle açıklar:
“Karışmama
politikasında saldırganları karanlık işlerini çevirmekten
alıkoymama çabası isteği, kendisini geçerli kılmaktadır:
Örneğin Japonya Çin ile, ama daha iyisi Sovyetler Birliği ile
savaşmasını engellememek, örneğin Almanya'nın Avrupa'nın
işlerine karışmasını ve Sovyetler Birliği'ne karşı savaşa
girişmesini engellememek, bütün savaşan tarafları savaş
bataklığında boğulmaya bırakmak tarafları birbirlerini güçten
düşürmeye tüketmeye sessizce tahrik etmek ve sonra, savaşan
taraflar yeterince güçsüzleştiklerinde yeni güçlerle sahneye
çıkmak ve güçsüzleşmiş savaşan taraflara koşulları
dayatabilmek için “barış” adına ortaya çıkmak” (1).
Bunun
ne denli derin bir materyalist değerlendirme olduğunu söylemek ve
yazmak yetmez; bunu anlamak gerekir. Bunu bizim, komünistlerin,
Marksist-Lennistlerin anlaması gerekir.
Burjuva
tarihçiler, tarih çarpıtıcısı yazar-çizer takımı için olay
oldukça basitti: II. Dünya Savaşı, iki ülkeyi (halkı) yok
edecek bir savaşa sürükleyen, birbirini hazmedemeyen iki
diktatörün eseridir. Utanmazca Stalin ve Hitler arasında bir
anlaşmanın olduğundan bahsedilir. SB'nin savaş olmasın, ortak
hareket edelim önerileri Fransa ve İngiltere tarafından sürekli
reddedilir. Bunların bütün amaçları, SB'nin Almanya ile
savaşmasıydı; Hitler Almanya'sının SB'ne karşı savaşa teşvik
edilmesiydi. Sonuçta savaşı geciktirmek için SB Almanya ile
Ağustos 1939'da saldırmazlık paktı imzalar.
İlginç
olan, Hitler'in Batının kendisini anlamamasından dolayı
yakınmasıdır. “Yaptığım
her şey Rusya'ya karşıdır. Eğer Batı bunu anlamayacak kadar
aptal ve kör ise, Ruslar ile anlaşarak Batıyı yenmek ve onun bu
yenilgisinden sonra da toplanmış güçlerimle Sovyetler Birliği'ne
yönelmek durumunda kalacağım”
(2).
Stalin
önderliğinde SB, faşist Almanya ile savaşın kaçınılmaz
olacağını pekala biliyordu. Bolşevikler savaşın geciktirilmesi,
zaman kazanmak ve bu savaşa hazırlanmak için çaba harcıyorlardı.
Ama söz konusu saldırmazlık paktı, Stalin ve Hitler arasında bir
ittifak olarak görülsün diye burjuva tarihçiler, bütün tarih
çarpıtıcıları tarafında her yol ve yönteme başvurularak
sürekli anlatıldı. Böylece Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin
II. Dünya Savaşı öncesinde oynadıkları yıkıcı, zarar verici,
evet utandırıcı politikaları gizlenmek istenmiştir.
Stalin'in
yukarıya aktardığımız düşünceleri, o materyalist
değerlendirme “savaş politikanın devamıdır”dan (Carl von
Clausewitz) başka bir şey değildir. Emperyalist savaşlar,
kapitalizme özgüdür, eşitsiz gelişmenin sonucudur; dünyayı
yeniden paylaşmak için mücadelenin bir kaçınılmazlığı, bir
yasallığıdır. Stalin sadece bu gerçeği görerek hareket
etmiştir. Nitekim 1946'da Moskova'da bir seçmenler toplantısında
aynı konuyu şu sözlerle dile getirir:
“İkinci
Dünya Savaşı’nın tesadüfen ya da şu veya bu devlet adamının
hataları sonucunda-hatalar reddedilmez biçimde olmuş olmasına
rağmen-meydana geldiğine inanmak yanlış olurdu. Gerçekte savaş,
dünyanın iktisadi ve politik güçlerinin modern tekelci kapitalizm
temelinde gelişmelerinin kaçınılmaz sonucuydu. Marksistler,
kapitalist dünya ekonomik sisteminin, genel bir kriz ve savaş
unsurlarını içinde barındırdığını, bunun sonucu olarak
zamanımızda dünya kapitalizminin gelişiminin pürüzsüz ve eşit
bir ileriye doğru hareket biçiminde gerçekleşmediği, bilakis
krizler ve savaş felaketlerinden geçtiğini tekrar tekrar
açıkladılar. Çünkü
mesele, kapitalist ülkelerin eşitsiz gelişiminin zamanla normal
olarak kapitalizmin dünya sistemindeki dengenin aniden bozulmasına
yol açmasıdır, bu arada, hammadde ve pazar açısından kendi
durumunu pek iyi görmeyen kapitalist ülkeler grubu normal olarak
durumu değiştirme ve “etkinlik alanları”nı kendi yararlarına
yeniden paylaşma denemelerine girişir-hem de silah zoruyla. Sonuç,
kapitalist dünyanın iki düşman kampa bölünmesi ve aralarında
savaştır.
Eğer hammaddeleri ve pazarları, ülkeler arasında, koordine ve barışçı kararlarla, ekonomik ağırlıklarına göre periyodik olarak yeniden paylaşma olanağı bulunsaydı, savaş felaketlerinden belki kaçınılabilinirdi. Ama dünya ekonomisinin mevcut kapitalist gelişme koşulları altında bu gerçekleştirilemez” (aç. Stalin) (3).
Alman Faşizmi “Yıldırım Savaşı”
Stratejisiyle Kazanayım Derken Yenildi
Alman
generalleri Kızıl Ordu'yu iki ay içinde yenebileceklerini ve
ülkenin Batıdan Ural Dağlarına kadar olan kısmını işgal
edebileceklerini düşünüyorlardı. Bütün hesapları iki aylık
bir “yıldırım savaşı”yla sosyalizmi dize getirmekti. Böylece
Almanya'nın duyduğu hammadde ihtiyacı karşılanmış ve dünya
hakimiyeti stratejisi uygulanabilir olacaktı. Savaşın uzaması
durumunda bunun savaşın kaybedilmesi anlamına geleceğini de
biliyorlardı. Uzun süren bir savaş hammaddeye ve insana ihtiyacın
artacağı anlamına geliyordu. Bunun her ikisini de Almanya
karşılayacak durumda değildi. Bu nedenle Alman ordusu “yıldırım
savaşı” stratejisini geliştirdi.
”Yıldırım
savaşı” stratejisi ile sonuç alınamayacağını, bunun tamamen
gerçek dışı bir strateji olduğunu Alman ordusu kısa zamanda
anladı. İhtiyaç duyulan hammadde kaynaklarının kısa zamanda ele
geçirileceğinin ve halk tarafından kurtarıcı olarak
karşılanacağının ötesinde Kızıl Ordu, bu ordunun moral ve
savaş yeteneği konusunda tamamen yanılgı içinde olduklarını
kısa zamanda anladılar.
Beklenmeyen
saldırı ve savaşın başlangıcındaki sorunlar ve yenilgiler
yerini inanılmaz bir direnişe ve zafer çatışmalarına, meydan
muharebelerine bıraktı. İşgal edilen bölgelerde oluşan partizan
güçleri işgalci Alman ordusuna nefes aldırmadı. “Yıldırım
savaşı” yerini uzun süren savaşa bıraktı. Aralık 1941'de
Moskova önlerindeki her iki taraftan milyonlarca askerin katıldığı
II. Dünya Savaşının bu en büyük muharebesi savaşın
yenilgiyle sonuçlanacağını gösteren ilk işaret oldu. Bu
muharebeyle birlikte Alman ordusunun yenilmezliği tarih oldu,
işgalci güçlerin beli kırıldı. Ama Hitler hala, 1942'de de
“yıldırım savaşı”yla Kızıl Ordunun dize getirileceğinden
bahsediyordu. O, bu düşüncesinde yalnız değildir; ABD ve
İngiltere'de de önde gelen politikacılarda ve generallerde en
fazla sekiz hafta içinde Kızıl Ordunun yenileceği, “sığır
sürüleri gibi sürüleceği” düşüncesi hakimdi.
Anti-Hitler
Koalisyonu
Kızıl
Ordunun zaferleri, Sovyet halkının direnişi; bunun ötesinde dünya
çapında işçi sınıfı, emekçi yığınlar ve aydınların
SB'ne, sosyalizme sempatilerinin artışı Batılı emperyalist
güçleri (ABD, Fransa, İngiltere) SB ile Hitler Almanya'sına karşı
koalisyon kurmaya zorlamıştır. İngiltere, Almanya'nın Britanya
İmparatorluğu nüfuz alanlarına girişinden ve işgalinde
rahatsızdı. ABD'de taktik değiştirmiş, Roosevelt'in ölümünden
sonra (Nisan 1945) Başkan olan H. Truman, savaştan sonra dünyayı
Amerikan çıkarlarına göre yeniden şekillendirmek isteyen
tekellerin savunucusuydu. Bu emperyalist güçler, Sovyetlerin
nüfuzunun, etki alanının yeniden geriletilmesini istiyorlardı.
Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombaları ve bunun Potsdam
Konferansı sürecine denk getirilmesi belli hesapların sonucuydu.
Bu bombalarla SB'ni korkutmanın, sosyalizmin etkisini geriletmenin
hesabı yapılıyordu. Ama olmadı. Batılı emperyalist güçler,
Stalin önderliğinde SB'nin bütün çabalarına rağmen Almanya'nın
ikiye bölünmesini göze aldılar. Bunun ötesinde tarihin o zamana
kadar görmediği bir karalama, tarih çarpıtıcılığı
başlattılar. Öyle ki, Amerikan ve İngiliz orduları olmasaydı
Avrupa'nın kurtuluşu zor oldurdu demeye getirdiler.
II.
Dünya Savaşının sonucunu Doğu Cephesi belirlemiştir
Hitler,
Sovyetler Birliği'ne karşı savaşı “iki dünya görüşü”
arasındaki “yok etme mücadelesi” savaş olarak
değerlendiriyordu. Bunu böyle olduğunu II. Dünya Savaşı
sürecinde en büyük çatışmaların; savaşın hemen her bakımdan
ağırlık noktasının Doğu Cephesinde olmasından da anlıyoruz.
Bu bakımdan Doğu Cephesi, insanlık tarihinde görülmüş en büyük
çatışmaların, meydan muharebelerinin olduğu cephedir. Ne İtalya,
Kuzey Afrika, Pasifik Okyanusu ve ne de Batı Avrupa cephelerinde
Doğu Cephesinde yaşanan savaş yoğunluğu ve büyüklüğü
yaşanmıştır. Alman ordusunda tümenlerin yüzde 70'ne yakını
Sovyet topraklarında konuşlandırılmıştı. Kızıl Ordu toplam
olarak 507 Alman tümenini yok etmiş, yenmiş ve teslim almıştı.
Bütün II. Dünya Savaşı boyunca kayıp ve zararın yüzde 73'ü
bu cephede gerçekleşmişti. Her beş Alman askerinden dördü bu
cephede öldürülmüştü. Savaşta öldürülen Alman askerlerinin
yüzde 90'ı Kızıl Ordu tarafından öldürülmüştü (4).
Kızıl
Ordu, düşmanın maddi savaş gücünü en çok yok eden, tahrip
eden orduydu; 167.000 top ve bomba atar; 48.000 tank ve saldırı
topu; yaklaşık 77.000 uçak. Alman müttefikleri ise Doğu
Cephesinde yaklaşık 100 tümen kaybettiler.
Anti-Hitler
Koalisyonunun diğer bileşenleri (ABD, İngiltere vd.) toplam 176
tümeni savaşa sürdüler. Yani Almanya'nın yenilen tümenlerinin
ancak üçte biri kadar bir güç (5).
Alman
emperyalizminin dünya hakimiyeti stratejisi Doğu Cephesinde yok
edilmiştir, tarihe gömülmüştür. Normandiya Çıkarması
(Haziran-Eylül 1944) Doğu Cephesi yanında oldukça cüce kalır.
Ama modern anti-komünizm Normandiya çıkarmasının Alman faşizmine
karşı mücadelede öne sürer, her yıl anmayı asla ihmal etmez.
Modern
anti-komünizm aynı zamanda “General Kış”ı da kullanır.
Alman kurmayı kış ayını ve beraberinde getireceği sorunları
hesaba katmamıştır; Alman askerleri soğuktan, açlıktan
kırılmıştır, araçları çamura gömülmüştür ve böylece
Alman ordusunun savaş gücü düşmüştür vs.
Bunlar
doğrudur ama “General Kış” sadece kış aylarında etkiliydi.
Faşistlerin anlamadığı ve anlayamayacağı gerçek, “alt insan”
olarak gördükleri Sovyet insanının; işçi sınıfı ve
emekçilerinin ülkelerini, sosyalizmi savunma enerjisidir; bu enerji
sürekli yeni enerjileri ortaya çıkartarak, Alman ordularını
Berlin'e kadar kovalamıştır.
Sovyet
İnsanı, Kahramanlık ve Sosyalizm
II.
Dünya Savaşı döneminde Sovyet ekonomisinde -sanayide- ve Sovyet
biliminde yeni bir devrim yaşanmıştır. Yeni silah ve teçhizatla
yeterli derecede donatılmamış ve eğitilmemiş Kızıl Orduyla
Alman faşizmini yenmek, “Büyük Anavatan Savaşı”ndan muzaffer
çıkmak mümkün değildi. 1943'ten sonra Sovyet ekonomisi
-özellikle sanayi- Alman ekonomisinden daha fazla üretecek duruma
gelmişti; Almanya işgal ettiği ülkelerdeki ekonomiye de harekete
geçirmesine, savaş için kullanmasına rağmen Sovyet ekonomisinden
geri kalmıştı.
Sosyalist
Sovyet Cumhuriyetleri Birliği Büyük Ansiklopedisi, Cilt 1'de şu
tespit yapılıyordu:
“Büyük
Anavatan Savaşı“nın son üç yılında sanayi yıllık olarak
30.000'den daha fazla tank ve saldırı topu, yaklaşık 40.000 uçak
ve yine yaklaşık 120.000 top teslim etmiştir....Sadece “Büyük
Anavatan Savaşı” yıllarında Sovyet hava kuvvetleri beş misli;
tank gücü 15 misli; topçu gücü beş mislinden fazla büyümüştür.
Kızıl Ordunun donanımı düşmanınkinden nicel ve nitel üstündü.
Sovyet tankları dünyanın en iyi tanklarıydı. Sovyet uşakları,
silahlanma bakımından düşmanınkinden üstündü” (6).
Ülkenin
batısında, Alman işgali tehlikesinin olduğu yerlerde fabrikalar
sökülerek Uralların ötesine; Sibirya ve Orta Asya'ya taşınmış
ve böylece düşmanın eline geçmesi engellenmiştir. Öyle ki,
savaşın ilk altı ayı içinde 1500 fabrika taşınarak yeniden
kurulmuştur. Fabrikaları sökmek, taşımak ve yeniden kurarak
üretimi devam ettirmek sıradan bir iş olarak görülmemelidir.
Milyonlarca işçi ve emekçiyi harekete geçiren, çoğu kez düşman
saldırıları koşullarında gerçekleştirilen bu sökme, binlerce
km uzağa taşıma ve yeniden kurma devasa bir planlamanın,
örgütlemenin sonucudur. Bunun bir sonucu da ülkenin Doğusunda,
henüz gelişmemiş bölgelerinde yeni sanayi merkezlerinin kurulması
oluşmuştur. Savaş sonuna kadar bu bölgelerde 2000 yeni fabrika
yapılmıştır. İstatistik bakımdan bu, günde birden fazla
fabrika yapımı demektir.
“Zafer
için Sovyet demiryolu emekçilerinin katkısı olağanüstüydü.
Sadece işletmelerin ve insanların nakli bir milyondan daha fazla
vagonun hazır tutulmasını gerekli kılıyordu. Savaş esnasında
yeni demiryolu hatları inşa edildi. 81.500 km uzunluğunda
demiryolu rayı yeniden restore edildi. 15.000 köprü inşa edildi
veya tamir edildi. Bunların hepsi işçi sınıfının çalışma
kahramanlığından dolayı elde edilebildi.
Kolhoz
köylülüğü özverili çalıştı. Kızıl Ordu gıda eksikliği
hissetmedi... 1942 yılından ekilebilir toplam alanın yüzde 40'ı
düşmanın işgal ettiği bölgelerde bulunuyordu. Alman faşist
istilacılar, 137.000'den fazla traktörü, 49.000 biçerdöveri, 4
milyon pulluğu, tırmığı ve başkaca tarım ekim hazırlama
araçlarını, bir milyondan daha fazla ekim, dikme, hasat ve
seleksiyon makinesini ya yok ettiler veya da Almanya'ya götürdüler.
Kolhozlardaki işgücü sayısal olarak oldukça azaldı. Mekanik ve
canlı çekici güç eksikliği vardı. Ama Kolhozlar ve Sovhozlar
bütün zorlukların üstesinden gelmeyi ve kesintisiz olarak cephe
ve kent nüfusu için gıda maddeleri ve sanayi için de hammadde
temin etmeyi başardılar.
Sovyet
aydınının zaferin elde edilmesine katkısı paha biçilmezdi”
(7).
Burjuva
basın Sovyet insanının bu iradesinden, fedakarlığından bahseder
mi? Etmez. Bu devasa taşımanın ve yeniden kurmanın Sovyet işçi
sınıfı ve emekçilerinin insanlık tarihinde o zamana kadar
görülmemiş bir örgütlülüğün, yaratıcılığın sonucu
olduğundan bahseder mi? Etmez. Çünkü bu eylem, anti-komünizmin
Sovyetler Birliği ve sosyalizm hakkında oluşturmaya çalıştığı
önyargıya hiç de uymamaktadır.
Modern
anti-komünizm, Sovyet halkının Kızıl Orduyla iç içe olduğunu,
onu her bakımdan desteklediğini görmezlikten gelir. Örneğin
savaş tarihinin en büyük tank meydan muharebesinin gerçekleştiği
ve Alman ordusunun yenildiği (1943 yazı) Kursk'da ve Oryol, Woroneş
ve Karkow gibi şehirlerde/bölgelerde halk savunma hatlarının
inşasına katılmıştır. Sadece Kursk'da nisanda 105.000 ve
ağustosta da 300.000 (1943) insan Kızıl Ordunun zaferi için
yapılması gereken işleri yapmışlardır. Öyle ki,
haziran-ağustos 1943'te sadece 32 gün içinde 95 km.lik demiryolu
döşenebilmiştir. Bu demiryolu inşasına 25.000 insan katılmıştır.
Bu,
sosyalizmin, sosyalist çalışma disiplini ve ahlak anlayışının
doğrudan bir sonucudur. Burada sosyalist toplum düzeninin üstünlüğü
açıkça görülmektedir. Burada işçi sınıfı, emekçi veya
halk-parti-sosyalist sistem-proletarya diktatörlüğü-Kızıl Ordu
arasındaki kopmaz birlik, aynılaşma görülmektedir.
Alman
faşizminin Sovyet topraklarında, işgal ettiği diğer ülkelerde
de işlemediği cinayet kalmamıştır.
Sovyetler
Birliğine karşı savaşı “yok etme savaşı” olarak tanımlayan
Alman faşizmi, Doğu'da kendine bir “yaşam alanı” açmak için
Sovyet devletini; sosyalist toplum düzenini yıkmayı amaçlamıştır.
Bu
savaşta “asker hissiyatı”na göre hareket edilmeyecekti; savaş
kuralları hiçe sayılarak her Kızıl Ordu mensubu derhal
öldürülecekti. Bu aynı zamanda katletmek, talan etmek, tecavüz
etmek için serbestlik emriydi. Gerçekten de ülkenin belli
bölgeleri ve şehirleri yağmaya açıldı.
Fethedildikten
sonra Leningrad ve Moskova gibi şehirler ya yıkılacak veya da su
altında bırakılacaktı.
Her
seviyede siyasi komiserler, sivil parti ve devlet görevlileri, Kızıl
Ordu komutanları derhal veya esir alındıktan sonra hemen
katledileceklerdi.
Alman
ordusunun gıda maddeleri ihtiyacı Sovyet halkı tarafından temin
edilecekti. Alma kurmayı, bu planlamanın uygulanması sonucunda 30
milyon Sovyet insanının açlıktan öleceğinin hesabını da
yapmıştı.
Alman
ordusunun “Genel Doğu Planı”na göre Doğu ve Orta Avrupa'nın
belli bölgeleri sömürgeleştirilecek ve Almanlaştırışacaktı.
Bu bölgelerdeki yerli halk -Slavlar- ya katledilecekler veya da
kovulacaklardı. Boşaltılan yerlere de “Ari Almanlar”
yerleştirilecekti.
Savaş
sonuna kadar Doğu Avrupa ülkelerinden katledilen ordu mensupları
ve sivil sayısı 30 milyona varıyordu.
Soyeler
Birliği nüfusunun yüzde 10'unu, Polonya da yüzde 17'sini
kaybetti.
Devletin
görevlendirdiği bir Sovyet komisyonunun çıkardığı bilanço
Alman faşizminin vahşetini anlatıyor:
Savaştan
dolayı Sovyetler Birliği'nin insan kaybı 20 milyondu.
1.710
şehir; 70.000 köy ve 6 milyon konut tamamen veya kısmen yıkılmış
ve yakılmıştır. Yaklaşık 25 milyon insan evsiz kalmıştır.
31.850
sanayi işletmesi; 65.000 km demiryolu ve 4.100 istasyon yıkılmıştır.
98.000
Kolhoz; 1.876 Sovhoz; 2.890 Makine-Traktör İstasyonu
yağmalanmıştır. 7 milyon at; 17 milyon sığır; 20 milyon domuz;
27 milyon koyun ve keçi çalınmıştır.
Doğrudan
maddi zarar 128 milyar dolara varmaktaydı. Buna askeri harcamalar,
işgal edilen bölgelerden ulusal gelir kaybı da eklendiğinde 2
trilyon 569 milyar ruble gibi korkunç bir rakam ortaya çıkmaktadır
(8).
Bu
ve benzeri verileri birçok kitapta bulabilirsiniz.
Sonuç
itibariyle:
Alman
faşizminin belini kıran ve yenen Stalin önderliğinde sosyalist
Sovyetler Birliği olmuştur. 2 Mayıs 1945'te 8. Sovyet Muhafızlar
Ordusunun komutanı General W. I.
Çuikow Alman faşist birliklerinin Berlin Savunma Alanı komutanının
teslimi oluşunu kabul etti. Alma faşist birliklerinin 8. Sovyet
Muhafız Ordusuna teslim olmalarının oldukça önemli sembolik bir
anlamı var: Bu ordu, 1942 sonbaharında Stalingrad'da sayıca
oldukça üstün olan Alman birliklerine karşı kahramanca savaşan,
Alman saldırganlığını durduran; savaşın kaderini değiştirmede
belirleyici rolü olan ve Alman faşistlerini Volga kıyılarından
Spree kıyılarına kadar (Berlin'in içinden geçen bir nehir) diğer
Sovyet birlikleriyle birlikte kovalayan ordudur.
Kızıl
Ordu olmaksızın, sosyalist Sovyetler Birliği olmaksızın Alman
faşizmini durdurmak ve yenmek mümkün olmayacaktı. II. Dünya
Savaşının kaderi 1942/1943'te Stalingrad muharebesinde
belirlenmiştir. Savaşın kaderinin Batı Avrupa'daki çatışmalarla
belirlendiği bir uydurmadır; modern anti-komünizmin bir
demagojisidir.
Bir
taraftan avanak küçük burjuvazi, diğer taraftan da modern
anti-komünizm, Kızıl Ordunun Alman faşizmini yenerek Doğu ve
Orta Avrupa'yı kurtarmasını; faşizmden bu kurtuluşu sürekli
yanlış yorumlanmaktadır. Bu kurtuluş bir ulusal kurtuluştu. Bu
kurtuluş bir sosyal kurtuluş değildi. Ulusal kurtuluşla;
faşizmden kurtuluşla sosyal kurtuluşun maddi zemini, koşulları
oluşturulmuştur; anti-faşist, demokratik partilerin ortak
eylemiyle bu ülkelerde anti-faşist demokratik düzenler; halk
demokrasileri kurulmuştur.
Stalin'in
Rolü Üzerine
Burada
Stalin'e atılan iftiralara, avanak küçük burjuvazinin,
revizyonizmin ve anti-komünizmin çarpıtmalarına, uydurulan
yalanlarına cevap vermek istemiyorum. Hem yazının kapsamını
genişletir hem de gereksiz. Gerçekler ortadayken neden savunma
durumunda olalım? 8 Mayıs zaferinin materyalist anlatımı bu
savaşta Stalin'in rolünün de doğru anlatımı anlamına gelir.
(Her halükarda konuya ilişkin veya Stalin üzerine analiz yapmak
isteyenler şu iki çalışmaya bakabilirler. İ. Okçuoğlu;
Marksist Teoriye Katkıda J. W. Stalin, Varyos Yayınları 1997 ve
SSCB'nde Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası
Sorunları, Akademi Yayın 2011).
Stalin'in
eğitim almış bir askerlik, komutanlık durumu yoktu. Ama 1918-1921
arasında dış ve iç karşı devrimci güçlere karşı birçok
cephede merkez komitesinin görevlisi olarak bulunmuş ve oldukça
kapsamlı askeri tedbirlerin alınmasına, planlanmasına katılmış
ve bunu yönetmiştir (9). Sovyet tarihini, o içsavaş dönemini
biraz bilen birisi, Troçki'nin komutanlık adına yenilgiler
serisini zaferlere çevirenlerin başında genç komutan Frunse,
bazen Kirow ve Stalin'in geldiğini bilir. Troçki dağıtmış,
Stalin ve Frunse toparlamıştır.
Stalin,
Sovyetler Birliği tek sosyalist ülke olarak kaldığı müddetçe
kapitalist sistemin saldırılarına uğrayacağını; bunun iki
sistem arasında bir mücadele olacağını ve bu saldırılara hazır
olmak için güçlü bir devlete ve orduya ihtiyaç olduğunu oldukça
erken görmüştür. Böyle güçlü bir devletin ve ordunun maddi
zeminini sosyalist ekonomi oluşturabilirdi. Sanayileşme ve kırsal
alanda kolhozlaştırma ile bu zemin de oluşturulmuştur.
Daha
'30'lı yılların başından itibaren savaş tehlikesini gören
Stalin, Kızıl Ordunun askeri donanımıyla bizzat ilgilenmiş,
kapitalist dünyanın savaş sistemlerini araştırmış ve Sovyet
mühendisleriyle sürekli ilişki içinde olmuş ve onları teknik
gelişmeyi dünya teknik gelişmesi seviyesine çıkartmaları ve
aşmaları için teşvik etmiştir. '30'lu yıllarda Sovyetler
Birliği'nde birçok makinenin Amerikan ekonomisindeki makinelerden
daha genç olmasının bir sonucu da bu teşviktir.
İspanya
içsavaşından elde edilen tecrübelere dayanarak Sovyetler
Birliği'nde yeni uçak tiplerinin geliştirilmesi için çabalara
öncülük eden de Stalin'dir.
Ne
var ki, Sovyetler Birliği, yeni teknolojileri denemek ve yeterli
silah üretebilmek için faşist saldırıdan dolayı zaman bulamamış
ve bu da Soveyler Birliği savaşa hazırlıksız yakalandı
uydurmasına zemin teşkil etmiştir.
Savaş
süresinde sorumluluk tamamen Stalin'deydi. Taşıdığı
sorumluluklar: Başbomutan, SBKP (B) Genel Sekreteri, Halk
Komiserleri Konseyi Başkanı, Savunma Halk Komiseri.
30
Haziran 1941'de Stalin başkanlığında Stawka (Devlet Savunma
Komitesi) kurulur. Bütün savaş boyunca bu komite askeri ve
ekonomik karakterli olan yaklaşık 10.000 karar alır (10).
Önemli
kararlar doyurucu tartışmalardan sonra ve konuya ilişkin
uzmanların katılımıyla alınır.
Şukow,
Stalin'in olağanüstü analizci yeteneğine dikkati çeker:
Stalin'in “katkısı askeri uzmanların önerilerini anında
doğru kavraması, eklemelerde bulunması, geliştirmesi ve
genelleştirmesi -emirler ve talimatlar olarak- ve bunları hemen
operatif birlik önderliğine iletmesiydi” (11).
Hatalar
da yapılmıştır. Bu konuda Şukow: “Tabii ki, savaşın
başlangıç aşamasında, yani Stalingrad muharebesine kadar
Başkomutan, herkesin yapabileceği gibi hatalar da yapmıştır;
bundan üzüntü duymuştur, hatalarla yoğun olarak hesaplaşmış;
bir daha olmasın diye tecrübelerden dersler çıkartmıştır”
(12).
Bu
türden değerlendirmeler sadece Şukow'a özgü değildir. Kızıl
Ordu komutanları anılarını yayımlamaya başladıklarında bu
anılarda Stalin aleyhine kullanabilinecek görüşler aramaya
başlandı. Acaba hangi general Stalin'i nasıl yerden yere vuruyordu
ve bundan nasıl bir Stalin düşmanlığı üretilebilirdi? İşin
ilginç tarafı, bu anılar, genellikle '60'lı yıllardan itibaren
yayımlanmaya başladı; yani bir taraftan modern revizyonizmin
Stalin düşmanlığı sürerken, diğer taraftan da Batıda modern
anti-komünizm “belge” ararken yayınlanan bu anılarda umulan
bulunamadı. (Bu anıların Almancaya çevrilmiş olan onlarcasına
baktım. Sınıf düşmanını sevindirecek bir şey bulamadım. Yani
sorunu Shukow, S. M. Schtemenko, Wassilewski , W. I. Çuikow gibi
önde gelen Kızıl Ordu subaylarının anılarıyla
sınırlandırmadım. Bu anılarda Stalin'i eleştirenler, hiç de
öyle Kuruşçev ve Batılı yazar-çizer takımının iddia ettiği,
ortaya attığı yalanları doğrulayan eleştiri yapmıyorlar.
Örneğin bazı anılarda Stalin'e atfedilen “hata”lar ele
alınmakta ve reddedilmektedir. Bu anıları okumanızı öneririm.
Çok öğreticidir).
*
BU
BİR ÖLÜM-KALIM SAVAŞIDIR
Yoldaşlar!
Yurttaşlar! Kardeşler ve Kız Kardeşler!
Ordumuzun
ve Donanmamızın Savaşçıları!
Dostlarım,
size hitap ediyorum!
Yurdumuza
karşı 22 Haziran'da Hitler Almanya'sının haince başladığı
askeri saldırı devam etmektedir. Kızıl Ordu'nun kahramanca
mukavemetine rağmen, düşmanın en iyi tümenleri ve hava
kuvvetlerinin en iyi kıtaları artık ezilmiş ve savaş
meydanlarında mezarını bulmuş olmalarına rağmen, düşman,
cepheye yeni kuvvetler katarak ilerlemeye devam ediyor. Hitler’ci
ordular, Litvanya'yı, Letonya'nın önemli bir kısmını,
Belorusya'nın batı kısmını, Batı Ukrayna'nın bir kısmını
işgal edebildi. Faşist hava kuvvetlerinin bombardıman uçakları,
harekât sahalarını genişletmekte, Murmansk, Orsa, Mogilyov,
Smolensk, Kiyev, Odesa, Sivastopol şehirlerini bombalamaktadır.
Yurdumuzun üzerinde ciddi bir tehlike baş göstermiştir.
Nasıl
oldu da bizim şanlı Kızıl Ordumuz, bir dizi şehir ve
bölgelerimizi faşist ordulara bıraktı? Palavracı faşist
propagandacıların durmadan bütün dünyaya açıkladıkları gibi
Alman faşist ordusu gerçekten mi yenilmez bir ordudur?
Elbette hayır! Tarih gösteriyor ki, yenilmez ordular yoktur ve asla olmamıştır... Aynısı Hitler'in bugünkü Alman faşist ordusu için de söylenmelidir. Bu ordu şimdiye kadar Avrupa karasında ciddi bir direnişle karşılaşmamıştır. İlkin bizim topraklarımızda ciddi bir direnişle karşılaşmıştır. Yalnız bizim topraklarımızda ciddi bir direniş neticesinde Alman faşist ordusunun en iyi tümenleri Kızıl Ordumuz tarafından yenilgiye uğratılmıştır; öyleyse, tıpkı Napolyon'un ve Wilhelm'in orduları gibi Hitler faşist ordusu da yenilebilir ve yenilecektir.
Toprağımızın bir kısmının Alman faşist ordularının eline düşmüş olmasına gelince, bu, başlıca olarak, SSCB'ne karşı faşist Almanya'nın açtığı savaşın Alman orduları için elverişli, Sovyet orduları için ise elverişli olmayan şartlar' içinde başlamış olması ile açıklanabilir. Mesele şu ki, savaş yürüten bir ülke olduğundan Almanya orduları, artık tamamıyla seferber edilmiş, SSCB'ne karşı sevk edilmiş ve SSCB'nin sınırlarına yığılmış 170 tümen yalnız harekete geçmek işaretini bekleyerek tam hazırlık vaziyetinde bulunurken, Sovyet ordularının henüz seferberlik yapması ve sınırlarına hareket etmesi gerekiyordu. Bütün dünyaca saldıran taraf sayılacağına aldırış etmeyerek faşist Almanya, kendisiyle SSCB arasında 1939 yılında imzalanan saldırmazlık paktını apansızın ve haince çiğnemiş olmasının da burada az önemi olmamıştır. Açık ki, barışsever ülkemiz saldırmazlık paktını çiğnemek teşebbüsünü kendi üzerine almak istemediğinden ihanet yolunu tutamazdı.
Şöyle
bir soru sorulabilir. Hitler ve Ribentrop gibi hain heriflerle ve
canavarlarla nasıl oldu da Sovyet Hükümeti saldırmazlık paktı
imzalamaya yanaştı? Sovyet Hükümeti burada bir hata yapmamış
mıdır? Elbette hayır! Saldırmazlık paktı, iki devlet arasında
bir barış paktıdır. Böyle bir paktı Almanya bize 1939'da
önerdi. Sovyet Hükümeti böyle bir teklifi reddedebilir miydi?
Sanırım, hiçbir barışsever devlet, bir komşu devletle -ki bu
devletin başında Hitler ve Ribentrop gibi canavarlar ve yamyamlar
bile bulunsa- barış anlaşmasını reddedemez. Bu ise, şüphesiz
mutlak bir şartla, yani bu barış anlaşması barışsever devletin
ne doğrudan doğruya ne de dolayısıyla toprak bütünlüğüne,
bağımsızlığına, onuruna dokunmaması şartıyla mümkündür.
Bilindiği gibi, Almanya ile SSCB arasındaki saldırmazlık paktı,
tam böyle bir pakttır.
Almanya ile saldırmazlık paktı imzalamakla ne kazandık? Biz, ülkemize bir buçuk yıllık bir barış ve faşist Almanya, pakta rağmen ülkemize saldırmayı göze alırsa ona karşı koymak için kuvvetlerimizi hazırlamak imkânı kazandık. Bu, bizim için besbelli bir kazanç ve faşist Almanya için bir kayıptır.
Faşist Almanya, paktı haince yırtıp SSCB'ne saldırmakla ne kazandı ve ne kaybetti? Faşist Almanya, kendi orduları açısından kısa bir zamanda için biraz elverişli bir durum elde etti, fakat bütün dünyanın nazarında kendini kanlı bir saldırgan olarak açığa vurmakla siyasi bakımından kaybetti. Hiç şüphe edilemez ki, Almanya için bu süreksiz askeri kazanç ancak geçici bir şeydir; SSCB için olan büyük siyasi kazançsa, ciddi ve sürekli bir etkendir ki, faşist Almanya ile olan savaşta Kızıl ordunun kesin askeri başarıları bu temel üzerinde gelişecektir.
İşte bunun içindir ki, bütün kahraman ordumuz, bütün kahraman donanmamız, bütün şahin pilotlarımız, ülkemizin bütün halkları, Avrupa, Amerika ve Asya'nın bütün en iyi insanları, nihayet Almanya'nın en iyi insanları, Alman faşistlerinin haince hareketlerini lanetliyor ve Sovyet Hükümetine sempatilerini gösteriyor, Sovyet hükümetinin hareketini tasvip ediyor, davamızın haklı bir dava olduğunu düşmanın ezileceğini ve bizim mutlaka muzaffer olacağımızı görüyorlar.
Bize dayatılan bu savaşla ülkemiz, kendisinin en azılı ve hain düşmanı olan Alman faşizmiyle ölüm kalım savaşına girmiş bulunuyor. Ordularımız tepeden tırnağa kadar tanklarla, uçaklarla silahlanmış bir düşmanla kahramanca çarpışmaktadırlar. Kızıl Ordu ve Kızıl Donanma sayısız zorlukları yenerek Sovyet toprağının her karışını fedakârca savunmaktadır. Kızıl Ordunun binlerce tank ve uçaklarla silahlanmış büyük kuvvetleri savaşa girmektedir. Kızıl Ordu savaşçılarının kahramanlığı emsalsizdir. Düşmana karşı aktif direncimiz kuvvetlenip artmaktadır. Kızıl Ordu ile beraber Anayurdun savunması için bütün Sovyet halkı ayaktadır.
Anayurdumuzun karşısına dikilen tehlikeyi ortadan kaldırmak için ne lazımdır? Ve düşmanı ezmek için ne gibi tedbirler almak gerektir?
Her şeyden evvel halkımız, Sovyet halkı ülkemizi tehdit eden tehlikenin bütün derinliğini anlamalı, ihmalkârlığı, kaygısızlığı atmalı ve savaştan evvelki zaman için anlaşılır, fakat savaşın değiştirdiği bu durum anından felaket getirebilecek bir şey olan barış içinde inşa zamanındaki zihniyeti bırakmalıdır. Düşman gaddar ve amansızdır. Düşmanın amacı, terimizle yoğrulmuş olan topraklarımız istila etmek, emeğimizle elde edilen ürünümüzü, tahılımızı, petrolümüzü ele geçirmektir. Düşmanın gayesi, toprak beylerinin hâkimiyetini geri getirmek, çarlığı geri getirmek, Rusların, Ukraynalıların, Belorusyalıların, Litvanyalıların, Letonyalıların, Estonyalıların, Özbeklerin, Tatarların, Moldavyalıların, Gürcülerin, Ermenilerin, Azerbaycanlıların ve Sovyet Birliğinin diğer hür halklarının milli kültürlerini ve milli devletlerini yıkmak, onları Almanlaştırmak, onları Alman prens ve baronlarının kölelerine çevirmektir. Sorun, Sovyet devletinin yaşayıp yaşamaması, Sovyetler Birliği halklarının özgür kalmaları veya esaret altına düşmeleri meselesidir. Sovyet halkının bunu kavrayıp kaygısızlığa son vermesi, kendi kendisini seferber etmesi ve gördüğü bütün işleri düşmana karşı aman bilmeyen yeni, askeri bir esas üzerinde düzene koyması lazımdır.
Diğer taraftan, saflarımızda sızlananlara, korkaklara, panik çıkaranlara, kaçaklara yer olmamalı, ülkemiz insanları savaşta korku nedir bilmemeli ve faşist esaretçilere karşı yapılan anayurdumuzun kurtuluş savaşına fedakârlıkla gitmelidirler. Devletimizi kurucusu Büyük Lenin, "Sovyet insanlarının başlıca sıfatları, cesaret, övgü, savaşta korkmazlık, anayurdun düşmanlarına karşı halk ile yan yana çarpışmaya hazır olmalarıdır", demiştir. Bolşevik’in bu harikulade sıfatları; Kızıl Ordumuzun, Kızıl Donanmamızın milyonlarca unsurlarına, Sovyetler Birliği'nin bütün halklarına mal edilmelidir.
Her şeyi cephenin menfaatlerine ve düşmanı ezmek görevine tabi tutup bütün faaliyetimizi hemen askeri bir yol üzerine geçirmeliyiz. Bütün emekçilere serbest emek ve refah temin etmiş olan anayurdumuza karşı Alman faşizminin kudurmuş bir kin ve nefret beslediğini Sovyetler Birliği halkları şimdi görmektedirler. Sovyetler Birliği halkları, kendi haklarını ve toprakların düşmana karşı korumalıdırlar.
Kızıl Ordu, Kızıl Donanma ve Sovyetler Birliğinin bütün yurttaşları, Sovyet toprağının her karışını savunmalı, şehirlerimiz ve köylerimiz uğrunda kanlarının son damlasına kadar çarpışmalı, halkımıza has olan cesaret, inisiyatif ve zekâyı göstermelidirler.
Kızıl Orduya her türlü yardım işini yoluna koymalıyız, Kızıl Ordunun saflarına sık sık takviye işini sağlamalıyız, ona lazım olan her şeyin yetiştirilmesini, asker ve mühimmat taşıyan katarların süratle işlemesini, yaralılara geniş ölçüde yardım işini sağlamalıyız.
Kızıl Ordunun cephe gerisini kuvvetlendirmeliyiz ve bütün işlerimizi bu davanın gereksinimlerine bağlı tutmalı, bütün işletmelerin yüksek tempolarla çalışmalarını sağlamalı, daha fazla tüfek, makineli tüfek, top, fişek, mermi, uçak yapmalıyız; fabrikaların, elektrik istasyonlarının, telefon ve telgraf hatlarının korunmasını teşkilatlandırmalı, hava taarruzlarına karşı mahalli koruma teşkilatlarının işini yoluna koymalıyız.
Cephe gerilerini herhangi bir şekilde bozanlara, kaçaklara, panikçilere, söylenti yayanlara karşı amansız bir savaş yürütmeliyiz; casusları, kundakçıları, düşmanın paraşütçülerini imha etmeli ve bütün bu işlere bizim avcı taburlarımıza süratle yardım göstermeliyiz. Düşmanın hain, kurnaz, aldatmakta ve yalan yaymakta tecrübeli olduğunu göz önünde bulundurmak lazımdır. Bütün bunları hesaplamak ve provokasyonlara kapılmamak lazımdır. Panik çıkarmakla ve ödlekliğiyle savunma işine engel olanların kim olursa olsun hepsini, hemen askeri mahkemeye vermek lazımdır.
Kızıl Ordu geri çekilmek zorunda kaldığı takdirde demiryollarının bütün müteharrik vasıtalarını beraber çekip götürmeli, düşmana tek bir lokomotif, tek bir vagon bırakmamalı, bir tek kilo tahıl, bir tek litre yakacak bile bırakmamalı, kolhozcular bütün hayvanları gerilere doğru sürmeli, tahılı cephe gerisi mıntıkalara göndermek ve orada muhafaza etmek üzere devlete teslim etmelidirler. Renkli madenler, tahıl ve yakacak da dâhil olmak üzere beraber götürülemeyen bütün kıymetli mallar muhakkak yok edilmelidir.
Düşmanın işgal ettiği bölgelerde süvari ve piyade olmak üzere çete müfrezeleri oluşturulmalı; düşman ordusunun kuvvetleriyle savaş için, her yerde ve her bucakta çete savaşını körüklemek için, köprüleri uçurmak, yolları, telgraf ve telefon hatlarını tahrip etmek için, kereste ve ambarları, ağırlık vs. kollarını ateşlemek için sabotaj grupları oluşturulmalı, işgal altına düşen bölgelerde düşmana ve yardakçılarına dayanılmaz şartlar yaratmalı, onları her adımda izlemeli ve yok etmeli, onların bütün tedbirlerini suya düşürmeli.
Faşist Almanya ile yapılan savaş, alelade bir savaş sayılamaz. Bu, sadece iki ordu arasındaki bir savaş değildir. Bu savaş aynı zamanda bütün Sovyet halkının Alman faşist ordularına karşı yürüttüğü büyük bir savaştır. Faşist zalimlere karşı bütün halk tarafından yürütülen Anavatan Halk Savaşının amacı, yalnızca ülkemizin karşısına dikilen tehlikeyi ortadan kaldırmak değil, Alman faşizminin boyunduruğu altında inleyen bütün Avrupa halklarına da yardımdır. Bu kurtuluş savaşında biz tek başımıza kalmayacağız. Bu büyük savaşta Avrupa ve Amerika halkları, bu arada, Hitler’ci elebaşıların köleleştirdiği Alman halkı da bizim sadık müttefiklerimiz olacaktır. Anayurdun özgürlüğü uğrundaki savaşımız, Avrupa ve Amerika halklarının bağımsızlıkları uğrundaki, demokratik özgürlükler uğrundaki savaşlarla birleşip kaynaşacaktır. Bu savaş, Hitler'in faşist orduları tarafından gelen esaret ve esaret tehlikesine karşı özgürlükten yana olan halkların birleşik cephesi olacaktır...
Yoldaşlar!
Kuvvetlerimiz sayısızdır. Kibirli düşman, buna yakında kanaat getirecektir. Saldırmış olan düşmana karşı Kızıl Orduyla beraber binlerce işçi, kolhozcu, aydın savaşa kalkıyor. Halkımızın milyonlarca kütleleri ayağa kalkacaktır. Moskova ve Leningrad emekçileri, Kızıl Orduya yardım için, binlerce kişilik halk alayları kurmak işine giriştiler. Düşmanın istila tehlikesi karşısında bulunan her şehirde böyle halk alayları kurmalıyız, Alman faşizmine karşı anayurt savaşımızda özgürlüğümüzü, şerefimizi yurdumuzu savunmak için bütün emekçileri savaş için harekete geçirmeliyiz.
SSCB halklarının bütün kuvvetlerini çabukça seferber etmek, yurdumuza haince saldırmış olan düşmana karşı koymak için şimdi devletin bütün iktidarını elinde toplamış olan Devlet Savunma Komitesi kuruldu. Devlet Savunma Komitesi işine başladı, Kızıl Ordu ve Kızıl Donanmaya fedakârca yardım etmek, düşmanı ezmek, zaferi elde etmek için bütün halkı, Lenin'in-Stalin'in partisi etrafında, Sovyet Hükümeti etrafında sımsıkı toplanmaya çağırıyor.
Bütün
kuvvetlerimizi, kahraman Kızıl Ordumuzun, şanlı Kızıl
Donanmamızın yardımına verelim!
Halkın
bütün kuvvetlerini düşmanın ezilmesine verelim!
Zaferimiz
uğrunda ileri!
(Stalin; C. 14, Radyo konuşması, 3 Temmuz 1941)
*
Kaynaklar:
1)Stalin,
C. 14, s. 102 .XVIII. Parti Kongresi, Siyasi Rapor'dan.
2)
Aktaran:
http://www.welt.de/kultur/history/article13377227/Hitler-wollte-die-Sowjetunion-schon-1939-ueberfallen.html
- “Hitler wollte die Sowjetunion schon 1939 überfallen” -
18.05.11.
3)
Stalin; C. 15, s. 33 -Moskova Şehri Stalin-Seçim Bölgesi Seçmen
Toplantısında Konuşma. 9 Şubat 1946.
4)
“Yıldırım
savaşı”nda belirleyici önemi olan “baskın
anı artık geçerli değildi. Sovyetler devasa kapsamda savaşçıya,
petrole, başka kaynaklara ve mükemmel bir donanıma sahiplerdi; bu
donanımın oldukça önemli bir kısmı 1939-1941 arasında Ural'ın
arka kısmında yapılmış olan fabrikalardan gelmekteydi. Buna
karşın Alman ordusu, 1941'deki devasa kayıplarını telafi edecek
durumda değildi.22 Haziran 1941 ile 31 ocak 1942 arasında Almanlar
6.000 uçak ve 3.200'den daha tank ve başkaca motorize araçlar
kaybetmişlerdi. 918.000 asker ya öldürülmüş ya yaralanmış
veya da kayıp olmuştu. Bunların toplamı 3,2 milyon askerle
Sovyetler Birliği'ne saldıran Alman ordusunun yüzde 28,7'sine denk
düşmekteydi”
(http://www.luftpost-kl.de/luftpost-archiv/LP_11/LP24711_261211.pdf
– s. 8).
(6)
Enzyklopädie der Union der sozialistischen Sowjetrepubliken (SSCB
Ansiklopedisi), Cilt 1, Verlag Kultur und Fortschritt Berlin 1952 (2.
baskı), s. 770.
(7)
Enzyklopädie der Union der sozialistischen Sowjetrepubliken, Band 1,
Verlag Kultur und Fortschritt Berlin 1952 (2. baskı), s. 770.
8)Viktor
Issraelian: Die Antihitlerkoalition, Verlag Progress Moskau 1975, S.
381/382.
(9)
K. J. Woroschilow: Stalin und die Streitkräfte der UdSSR, Verlag
Kultur und Fortschritt, Berlin 1953, s. 79.
10)
G. K. Shukow, Erinnerungen und Gedanken, Militärverlag der DDR,
Berlin 1976, Cilt I, s. 329.
11)
Shukow, G. K. Shukow, Erinnerungen und Gedanken, Militärverlag der
DDR, Berlin 1976,
Cilt
I, s. 360.
12)
Shukow; agk, s. 355.