deneme

14 Haziran 2015 Pazar

HDP’NİN SEÇİM ZAFERİ - DAHA YOLUN BAŞINDAYIZ



HDP’NİN SEÇİM ZAFERİ - DAHA YOLUN BAŞINDAYIZ

HDP ile Türkiye seçimler tarihinde bir ilk yaşanmıştır. İdeolojileri, sınıfsal duruşları, toplum anlayışları farklı olan ama bütün farklılıklarına rağmen HDP’de bir araya gelen güçler, 7 Haziran seçimlerinden büyük bir zaferle çıktılar. Bu, 60’lı yıllarda TİP’in parlamentoya girmesiyle pek karşılaştırılamayacak bir olgudur. Ne de olsa TİP, kendisi açısından belli bir ideolojiyi ve o doğrultuda bir mücadeleyi temsil ediyordu. HDP’nin böyle bir iddiası yok. Buna karşın HDP, belli susamışlıkların, özgürlük ve demokrasinin, isteklerin, “yeter artık”ların ifadesi olarak küçümsenemeyecek bir zafer kazanmıştır. Parti formasyonundaki bu cephe hareketinde yer alan güçlerin ortaklaştırdığı gündemlerin başında Kürt ulusal sorununun çözümü; kutuplaştırmaya, ötekileştirmeye, etnik, dinsel ve cinsel ayrımcılığa karşı, özgürlük, demokratik ve ekonomik haklar için mücadele gelmekteydi. Dolayısıyla bu seçimde demokrasiden, özgürlükten barıştan yana olanlar HDP olarak bir araya gelmişlerdi. Bu nedenle de kazanılan zafer aslında bütün halkın; onu oluşturan bütün toplumsal sınıf ve tabakaların; işçilerin, köylülerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, etnik ve dinsel baskıya maruz kalanların ortak zaferidir. Bu, çözüm sürecinden, yeni bir anayasadan, etnik ve dinsel farklılığa bakmaksızın bir arada yaşamaktan yana olanların ortak zaferidir.


Zaferin mayasında birlik var

Kürt ulusal hareketi de dahil HDP’yi oluşturan güçler, tek başına ve seçimler bazında düşünüldüğünde bu başarıyı elde edemezlerdi, en azından bugün için... HDP, taleplerin ve dolayısıyla faşist rejimden kaynaklanan sorunların nasıl ele alınması gerektiğini doğru analiz ettiği ve mümkün olan bütün güçleri birleştirebildiği kadar birleştirdiği ve mücadeleyi ortaklaştırarak sürdürmede ısrarcı olduğu için bu başarıyı elde etmiştir.

HDP, mevcut koşullarda elde edilebilecek asgari müştereklerde bir araya gelmenin doğrudan ifadesidir. Seçimlerin aslında iki parti, AKP ve HDP ekseninde yürümesi de bu gerçeği göstermektedir. Rejimi ifade eden AKP, demokrasi ve özgürlüğü ifade eden HDP’ye devletin bütün imkanlarını kullanarak ve her türlü hileyi devreye sokarak saldırmış ve seçmenler de bu saldırıya HDP’nin yanında yer alarak cevap vermiştir. Öyle ki duyarlı seçmen, Erdoğan’ı başkan yaptırmayacak kadar HDP’ye sahip çıkmıştır. Sadece Kürt illerinden alınan oylarla değil, Türk illerinden de alınan oylarla sahip çıkmıştır. Bu da HDP’nin artık bir “Türkiye partisi” olduğunu göstermektedir. Aldığı yüzde 52 oranındaki oyla “halkın seçtiği Cumhurbaşkanı”, AKP’nin bu seçimde aldığı yüzde 41 oy oranıyla “halkın reddettiği başkan Erdoğan”a dönüşmüştür. Burada HDP’nin mücadelesi küçümsenemez.

Önümüzdeki dönemde HDP’nin gözden kaçırmaması gereken nokta, seçim sonuçlarının nasıl bir sürecin sonucu olduğudur. Seçmen, burjuva partilerin, özellikle AKP’nin demagojilerine prim vermemiştir. Seçmen, yolsuzlukların, hırsızlığın, baskının, ayrımcılığın, ötekileştirmenin, “Kürt sorunu yok” demenin, emeğe karşı düşmanlığın hesabını sorarken HDP’nin yolunu açmıştır. HDP, bunu iyi analiz etmek, okumak ve değerlendirmek zorundadır. Bu da seçim sürecinde ifade edilen taleplerin gerçekleştirilmesi için mücadeleye devam etmekten geçmektedir. HDP, parlamentodan, Lenin’in deyimiyle o “ahır”dan azami yararlanmasını bilmelidir. Şüphesiz ki özgür, demokratik ve sosyalist Türkiye’nin oluşum ve kuruluş yolu parlamentodan geçmeyecektir. Ama bu, bir araç olarak parlamentodan da yararlanılamayacağı, özgürlük ve demokrasi için propaganda yapılamayacağı, bu propagandanın sokakla birleştirilemeyeceği, kolektifleştirilemeyeceği anlamına asla gelmez. Seçmenin en azından yüzde 13’ü bunu istiyor.

Daha çetin mücadele

HDP, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yeniden şekillendirilmesinde önemli bir rol oynayacağının bilincinde olmalıdır. Tamam, seçim bir zaferdi ama esas görev, daha çetin mücadele zafer sonrasında gelmekte. Bu bakımdan HDP gücünü, aldığı oy sayısıyla sınırlandıramaz; esas gücünü, enerjisini bu oy oranıyla ölçemez. HDP, Türkiye koşullarında şimdiye kadar görülmemiş bir sürecin esas aktörü olarak hareket etmek zorundadır. Beklenti budur. Bunun ötesinde HDP’nin nasıl bir rol üstleneceği, Türkiye’nin yeniden şekillendirilmesinde, sorunlarının çözümünde nasıl hareket edeceği konusunda AKP, CHP ve MHP de belli bir beklenti içindedir. Çünkü küçümsenen HDP’nin seçim sürecinde ortaya çıkardığı enerjiyle neleri değiştirici bir güce sahip olduğunu bu burjuva partiler de görmüştür.

Bu çürümüş ve yıkılması gereken burjuva düzen içinde HDP, duruşuyla bir çekim merkezi olmuştur. Bu nedenle aldığı oyun ötesinde bir güce sahip olduğunu, milyonlar tarafından izlendiğini bilmek zorundadır. Seçim sonuçları HDP’nin demokrasi ve özgürlükler için bir yol açtığını göstermektedir. Bu yolda daha fazla milyonların yürümesi için HDP’ye büyük sorumluluk düşmektedir. Daha fazla işçiyi, daha fazla emekçiyi, daha fazla kadını, genci... kendine çekecek bir anlayış içinde hareket etmelidir, önümüzdeki dönemde. Bu nedenle şimdiye kadar yürütülen ve seçim zaferiyle sonuçlanan mücadele, daha üst seviyede kapsamlılaştırılmalı, derinleştirilmeli ve programlaştırılmalıdır. Tabii bunun sınırları vardır. Mevcut düzen yıkılmadan Türkiye ne gerçekten demokratik ne de gerçekten özgür olabilir. Ama mevcut düzen içinde de özgürlük ve demokrasi adına elde edilmesi mümkün olan çok şey vardır. HDP bunu yapacak durumdadır. Bu nedenle HDP, önümüzdeki dönemde toplumsal mücadeleyi kapsamlılaştırmak ve derinleştirmek için seferber edebileceği güçlerin örgütlenmesine ağırlık vermelidir.

HDP, farklı ideolojilerin, anlayışların, farklı toplumsal kesimlerin asgari düzeyde bir araya gelmesi olduğu için toplumsal mücadelenin kapsamlılaştırılması ve derinleştirilmesi söz konusu olduğunda farklı görüşlerin, mücadele anlayışlarının ortaya çıkacağı açıktır. Her bir bileşeni kendi anlayışını kabul ettirmek için bir iç mücadele verecektir. Ama bu tür mücadeleler HDP’nin niçin var olduğu gerçeğinin önüne geçemez. Buna izin verilmemelidir.

Buna izin verilmemelidir çünkü HDP, son kertede Türkiye’de komünistlerin, sosyalistlerin, bir bütün olarak “sol“un, demokratik ve özgür Türkiye isteyen başkaca güçlerin, Kürt Özgürlük Hareketi’yle ittifakıdır. Hiçbir grup anlayışı bu ittifakın üzerinde olmaz. Ne kadar başaracağından bağımsız olarak HDP, demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan mücadelesi veren bir güçtür.

HDP’nin “kendine pay çıkartma” anlayışının yeşermesine ve seçim sonrası dönemde demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yeni bir hamlesinin önüne geçmesine izin vermeyecek olgunlukta olduğuna inanıyorum.

Sola yönelimi örgütlemek

HDP, seçim başarısıyla, milyonları harekete geçirme gücüyle demokrasi ve özgürlük mücadelesini programlaştırma olanağına sahiptir. Böyle bir program etrafında daha geniş işçi ve emekçi yığınları toparlayıp, örgütleyip seferber edebilir. Türkiye’de demokratik bir devrimin önünü açabilecek mücadelede önemli bir aktör olabilir.

Burjuva sınıf açısından mevcut partileriyle değişim seçeneği artık kalmamıştır; belli süreçlerde ortaya çıkardığı yeni partilerle iktidarını sürdürmek durumunda değil. AKP’nin 13 senelik tek parti hakimiyeti sonlandı, CHP ve MHP’nin de iktidar olma durumu yok. Burjuvazinin bu yönetememe durumuna gelmesinde HDP’nin oynadığı rolün ötesinde, 7 Haziran seçimlerinin gösterdiği gibi Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçi yığınların sistemden kopuşunun “sollaşmaya” başlamasının da bir rolü vardır. HDP, “sol”a yönelişi örgütlemek göreviyle karşı karşıyadır.

Seçmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fiili sultanlığına hukuk kılıfı geçirerek başkan olmasına; kendini “milli irade” ilan ederek diktatör olma hevesine; 13 yıllık birikmiş kendi suçlarını ve yolsuzluklarını örtmek için hukuku hiçe saymasına; yolsuzluklara, hırsızlıklara; iktidarda kalabilmek için sürekli düşman icat etmesine; Roboskî, Kobanê, “çözüm süreci” demagojilerine... “Hayır” dedi. Toplumun bütün bu ayrıştırılan, kutuplaştırılan, aşağılanan, ötekileştirilen, yok sayılan kesimleri, şimdi oldukça güçlü bir biçimde parlamentoda yer alıyor. Önümüzdeki dönemde HDP, “hayır” diyenleri örgütlemek ve seferber etmek göreviyle karşı karşıyadır.

Gezi, Kobanê, 6-8 Ekim...

HDP aynı zamanda fiilen, sokakta direnenlerin, boyun eğmeyenlerin, Gezi’nin, Kobanê’nin, 6-8 Ekim’in de TBMM’deki temsilcisidir. HDP’nin 7 Haziran seçim zaferine bu direnenlerin doğrudan katkısı olmuş, enerjisi akmıştır; Gezi’nin hemen bütün renkleri, Roboskî ve Kobanê’de milyonlarca Kürt’ün uyanması, ifadesini seçimlere de yansıtmıştır. Bu bir nevi sandıkta hesap sormaydı; “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmasın” diyenlerin hesaplaşmasının bir biçimiydi. Gezi’de on binler, yüz binler, toplumsal değişim isteğini, yasaklardan, baskılardan kurtulma isteğini; özgürlük ve demokrasi talebini dile getirmişlerdi. Şimdi bu, ifadesini HDP’de bulmaktadır. HDP, kendine akan bu enerjiyi önümüzdeki dönemde örgütlü maddi güce dönüştürmek göreviyle karşı karşıyadır.

Kadın özgürlük hareketi de ifadesini HDP’de bulmaktadır. AKP iktidarının kadını aşağılayıcı anlayışı ve pratiğine karşı duyulan tepki, Özgecan’ın katledilmesi sonrasında yüz binlerce kadının sokaklara dökülmesiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Kadınların bu toplumsallaşmış öfkesinin HDP’nin seçim zaferine katkısı önemlidir ve bu bakımdan da HDP, önümüzdeki dönemde kadınların özgürlük mücadelesinde üzerine düşeni yapmakla karşı karşıyadır.

Başta Erdoğan olmak üzere AKP iktidarı, son olarak Soma ve Ermenek’te de görüldüğü gibi iş cinayetlerini “fıtrat”la açıklama küstahlığını göstermiştir. Bu küstahlığın ortaya çıkardığı birikmiş öfke, bütün ülkeye yayılmış madencilerle dayanışma, HDP’ye enerji olarak akmıştır. HDP, önümüzdeki dönemde işçi sınıfı ve emekçi yığınların sorunlarını sahiplenme ve talepleri doğrultusunda mücadele etmekle karşı karşıyadır.

Seçim sonuçları rejimin yönetme krizinin derinleşerek devam edeceğini göstermektedir. Sermaye bu krize çözüm yolu olarak koalisyon da önerebilir. Bu süreçte HDP, alternatif olarak konumlanmasını bilmelidir. Sorunumuz burjuvazinin yönetme krizini çözmesi için alternatif olmaktan ziyade, yönetme işini üstlenebileceğimizi gösterebilmektir. Burada SYRIZA’nın geldiği hale bakarak HDP ile SYRIZA karşılaştırması yanlış olur. Yunanistan’da SYRIZA’nın dinamikleri ve talepleriyle Türkiye’de HDP’nin dinamikleri ve talepleri aynı değildir. Benzerlik şeklidir. (Örneğin SYRIZA’nın faşist rejim ve özgürlük diye bir temel sorunu yoktur. Ama Türkiye’de HDP’nin faşist rejim ve Kürt ulusal mücadelesi diye bir sorunu vardır.) HDP, burjuva çerçevede de kalsa faşist rejimin yıkılması ve Kürt ulusunun özgürleşmesi mücadelesinde önemli aktör konumunda olduğunun bilincinde olarak hareket etmelidir.

Şimdiye kadar burjuvazi dayatıyordu, örneğin AKP bu dayatmayı işin “fıtratı”nda var diye yapıyordu, bu da yetmeyince baskıya, katletmeye başvuruyordu, şimdi durum değişti: Burjuva düzenin sınırları içinde de olsa işçi sınıfı ve emekçi yığınların, ötekileştirilenlerin, Kürt ulusunun, başkaca etnik ve dinsel grupların taleplerini inatla savunmak, HDP’nin görevi olmuştur. HDP, Meclis’e ikinci bir “kurucu meclis” özelliği vermiştir. Orantısız da olsa hemen bütün etnik ve dinsel gruplar; toplumun farklı renkleri, ilk Meclis’te olduğu gibi şimdi de bu Meclis’te temsil edilmektedir. Bu bakımdan HDP, işçi sınıfının, emekçi yığınların; esnafın, köylülerin, küçük burjuvazinin, Alevilerin, Ermenilerin, kadınların, tüm farklılıkların taleplerini sadece sahipleniyor olmakla yetinemez; HDP, parlamentoyu bu sorunların konuşulduğu, tartışıldığı kürsüye çevirmekle karşı karşıyadır.
HDP’nin yerle bir ettiği yüzde 10’luk barajın neyi ifade ettiğini iyi anlamak gerekir. Bu barajın aşılması, birçok tabunun yıkılması, aşılmaz görünen engellerin aşılması anlamına gelir. Özetlersek:

* Kürt halkını inkar politikası artık tamamen tarihin çöplüğüne atılmıştır. Bu gerçeği artık Türk şovenizmiyle beslenen Türk halkı da anlamıştır.

* Başkaca etnik kimlikleri yok sayma politikası iflas etmiştir. En azından onlar kendilerini şimdi TBMM’de temsil edecekler.

* Bu demektir ki, artık toplumsal zenginlik kimliği İslami Türk kalıbına sığdırılamaz, “afedersin Ermeni” ile açıklanamaz. Bu kimlikler, ilk Meclis’te olduğu gibi şimdi de kendilerini özgürce ifade edecektir.

* “Benim Sünni vatandaşım” politikası, bu anlamda Sünni-İslamcı hakim kimlik, tarihin çöp tenekesine atılmıştır; ilk Meclis’te olduğu gibi şimdi de Süryanisi, Êzîdîsi, Ermenisi, Alevisi kendisini özgürce ifade edecektir.

* Kadın olgusunu “fıtratla” açıklayan köhnemiş Ortaçağ feodal anlayışı, cinsiyet ayrımı, büyük bir darbe almıştır.

Barajın yerle bir edilmesinin daha neleri ifade ettiği saymakla bitmez. Ama sanırım bu kadarı yeterlidir.

Sonuç itibariyle...

İşçileri ve işsizleri, emekçileri, köylüleri, gençleri, kadınları, yoksulları, aydınları ve sanatçıları; bir bütün olarak devrimci, anti-faşist, ulusal demokratik güçleri temsil eden parti ve örgütlerin oluşturduğu HDP, 7 Haziran seçim zaferinin de gösterdiği gibi “zamanın ruhu”dur. Bu anlamda parti olarak HDP’nin misyonu doğru kavranmalıdır; HDP’nin yapabileceği ve yapamayacağı vardır. HDP, mecliste olduğu için şüphesiz ki devrim olmayacaktır ama parlamenter mücadeleyi sokaktaki mücadeleyle birleştirerek HDP, ilerici, demokrat, devrimci, anti-faşist güçlerin cephesi olduğunu göstermelidir; bütün bu güçleri kendinde birleştirme görevini aksatmamalıdır. Bunu yapabilmek için de seçim döneminde ileri sürdüğü talepleri, verdiği sözleri yerine getirmelidir. Kendisiyle burjuva partiler arasında fark olduğunu bütün topluma göstermeye devam etmelidir.

Gönlüm ister ki, HDP anti-emperyalist demokratik devrim gerçekleştirsin ve durmaksızın sosyalizme geçsin. İdeolojik ve dolayısıyla sınıfsal yapısı, bunun önünde belirleyici engeldir. Başkaca devrim isteyenler de HDP’nin bu veya aynı çerçevede devrim yapacak bir güç olmadığını ve bu haliyle olamayacağını da bilerek HDP’nin yanında yer almanın en azından özledikleri devrimi kolaylaştırmak bakımından ne denli önemli olduğunu bilmeli ve ona göre hareket etmelidir.

İbrahim Okçuoğlu

Yeni Özgür Politika, 13 Haziran 2015