HDP’NİN SEÇİM
ZAFERİ - DAHA YOLUN BAŞINDAYIZ
HDP ile Türkiye seçimler
tarihinde bir ilk yaşanmıştır. İdeolojileri, sınıfsal
duruşları, toplum anlayışları farklı olan ama bütün
farklılıklarına rağmen HDP’de bir araya gelen güçler, 7
Haziran seçimlerinden büyük bir zaferle çıktılar. Bu, 60’lı
yıllarda TİP’in parlamentoya girmesiyle pek karşılaştırılamayacak
bir olgudur. Ne de olsa TİP, kendisi açısından belli bir
ideolojiyi ve o doğrultuda bir mücadeleyi temsil ediyordu. HDP’nin
böyle bir iddiası yok. Buna karşın HDP, belli susamışlıkların,
özgürlük ve demokrasinin, isteklerin, “yeter artık”ların
ifadesi olarak küçümsenemeyecek bir zafer kazanmıştır. Parti
formasyonundaki bu cephe hareketinde yer alan güçlerin
ortaklaştırdığı gündemlerin başında Kürt ulusal sorununun
çözümü; kutuplaştırmaya, ötekileştirmeye, etnik, dinsel ve
cinsel ayrımcılığa karşı, özgürlük, demokratik ve ekonomik
haklar için mücadele gelmekteydi. Dolayısıyla bu seçimde
demokrasiden, özgürlükten barıştan yana olanlar HDP olarak bir
araya gelmişlerdi. Bu nedenle de kazanılan zafer aslında bütün
halkın; onu oluşturan bütün toplumsal sınıf ve tabakaların;
işçilerin, köylülerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların,
etnik ve dinsel baskıya maruz kalanların ortak zaferidir. Bu, çözüm
sürecinden, yeni bir anayasadan, etnik ve dinsel farklılığa
bakmaksızın bir arada yaşamaktan yana olanların ortak zaferidir.
Zaferin mayasında
birlik var
Kürt ulusal hareketi de
dahil HDP’yi oluşturan güçler, tek başına ve seçimler bazında
düşünüldüğünde bu başarıyı elde edemezlerdi, en azından
bugün için... HDP, taleplerin ve dolayısıyla faşist rejimden
kaynaklanan sorunların nasıl ele alınması gerektiğini doğru
analiz ettiği ve mümkün olan bütün güçleri birleştirebildiği
kadar birleştirdiği ve mücadeleyi ortaklaştırarak sürdürmede
ısrarcı olduğu için bu başarıyı elde etmiştir.
HDP, mevcut koşullarda
elde edilebilecek asgari müştereklerde bir araya gelmenin doğrudan
ifadesidir. Seçimlerin aslında iki parti, AKP ve HDP ekseninde
yürümesi de bu gerçeği göstermektedir. Rejimi ifade eden AKP,
demokrasi ve özgürlüğü ifade eden HDP’ye devletin bütün
imkanlarını kullanarak ve her türlü hileyi devreye sokarak
saldırmış ve seçmenler de bu saldırıya HDP’nin yanında yer
alarak cevap vermiştir. Öyle ki duyarlı seçmen, Erdoğan’ı
başkan yaptırmayacak kadar HDP’ye sahip çıkmıştır. Sadece
Kürt illerinden alınan oylarla değil, Türk illerinden de alınan
oylarla sahip çıkmıştır. Bu da HDP’nin artık bir “Türkiye
partisi” olduğunu göstermektedir. Aldığı yüzde 52 oranındaki
oyla “halkın seçtiği Cumhurbaşkanı”, AKP’nin bu seçimde
aldığı yüzde 41 oy oranıyla “halkın reddettiği başkan
Erdoğan”a dönüşmüştür. Burada HDP’nin mücadelesi
küçümsenemez.
Önümüzdeki dönemde
HDP’nin gözden kaçırmaması gereken nokta, seçim sonuçlarının
nasıl bir sürecin sonucu olduğudur. Seçmen, burjuva partilerin,
özellikle AKP’nin demagojilerine prim vermemiştir. Seçmen,
yolsuzlukların, hırsızlığın, baskının, ayrımcılığın,
ötekileştirmenin, “Kürt sorunu yok” demenin, emeğe karşı
düşmanlığın hesabını sorarken HDP’nin yolunu açmıştır.
HDP, bunu iyi analiz etmek, okumak ve değerlendirmek zorundadır. Bu
da seçim sürecinde ifade edilen taleplerin gerçekleştirilmesi
için mücadeleye devam etmekten geçmektedir. HDP, parlamentodan,
Lenin’in deyimiyle o “ahır”dan azami yararlanmasını
bilmelidir. Şüphesiz ki özgür, demokratik ve sosyalist
Türkiye’nin oluşum ve kuruluş yolu parlamentodan geçmeyecektir.
Ama bu, bir araç olarak parlamentodan da yararlanılamayacağı,
özgürlük ve demokrasi için propaganda yapılamayacağı, bu
propagandanın sokakla birleştirilemeyeceği,
kolektifleştirilemeyeceği anlamına asla gelmez. Seçmenin en
azından yüzde 13’ü bunu istiyor.
Daha çetin mücadele
HDP, önümüzdeki
dönemde Türkiye’nin yeniden şekillendirilmesinde önemli bir rol
oynayacağının bilincinde olmalıdır. Tamam, seçim bir zaferdi
ama esas görev, daha çetin mücadele zafer sonrasında gelmekte. Bu
bakımdan HDP gücünü, aldığı oy sayısıyla sınırlandıramaz;
esas gücünü, enerjisini bu oy oranıyla ölçemez. HDP, Türkiye
koşullarında şimdiye kadar görülmemiş bir sürecin esas aktörü
olarak hareket etmek zorundadır. Beklenti budur. Bunun ötesinde
HDP’nin nasıl bir rol üstleneceği, Türkiye’nin yeniden
şekillendirilmesinde, sorunlarının çözümünde nasıl hareket
edeceği konusunda AKP, CHP ve MHP de belli bir beklenti içindedir.
Çünkü küçümsenen HDP’nin seçim sürecinde ortaya çıkardığı
enerjiyle neleri değiştirici bir güce sahip olduğunu bu burjuva
partiler de görmüştür.
Bu çürümüş ve
yıkılması gereken burjuva düzen içinde HDP, duruşuyla bir çekim
merkezi olmuştur. Bu nedenle aldığı oyun ötesinde bir güce
sahip olduğunu, milyonlar tarafından izlendiğini bilmek
zorundadır. Seçim sonuçları HDP’nin demokrasi ve özgürlükler
için bir yol açtığını göstermektedir. Bu yolda daha fazla
milyonların yürümesi için HDP’ye büyük sorumluluk
düşmektedir. Daha fazla işçiyi, daha fazla emekçiyi, daha fazla
kadını, genci... kendine çekecek bir anlayış içinde hareket
etmelidir, önümüzdeki dönemde. Bu nedenle şimdiye kadar
yürütülen ve seçim zaferiyle sonuçlanan mücadele, daha üst
seviyede kapsamlılaştırılmalı, derinleştirilmeli ve
programlaştırılmalıdır. Tabii bunun sınırları vardır. Mevcut
düzen yıkılmadan Türkiye ne gerçekten demokratik ne de gerçekten
özgür olabilir. Ama mevcut düzen içinde de özgürlük ve
demokrasi adına elde edilmesi mümkün olan çok şey vardır. HDP
bunu yapacak durumdadır. Bu nedenle HDP, önümüzdeki dönemde
toplumsal mücadeleyi kapsamlılaştırmak ve derinleştirmek için
seferber edebileceği güçlerin örgütlenmesine ağırlık
vermelidir.
HDP, farklı
ideolojilerin, anlayışların, farklı toplumsal kesimlerin asgari
düzeyde bir araya gelmesi olduğu için toplumsal mücadelenin
kapsamlılaştırılması ve derinleştirilmesi söz konusu olduğunda
farklı görüşlerin, mücadele anlayışlarının ortaya çıkacağı
açıktır. Her bir bileşeni kendi anlayışını kabul ettirmek
için bir iç mücadele verecektir. Ama bu tür mücadeleler HDP’nin
niçin var olduğu gerçeğinin önüne geçemez. Buna izin
verilmemelidir.
Buna izin verilmemelidir
çünkü HDP, son kertede Türkiye’de komünistlerin,
sosyalistlerin, bir bütün olarak “sol“un, demokratik ve özgür
Türkiye isteyen başkaca güçlerin, Kürt Özgürlük Hareketi’yle
ittifakıdır. Hiçbir grup anlayışı bu ittifakın üzerinde
olmaz. Ne kadar başaracağından bağımsız olarak HDP, demokratik
Türkiye ve özgür Kürdistan mücadelesi veren bir güçtür.
HDP’nin “kendine pay
çıkartma” anlayışının yeşermesine ve seçim sonrası dönemde
demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yeni bir hamlesinin önüne
geçmesine izin vermeyecek olgunlukta olduğuna inanıyorum.
Sola yönelimi
örgütlemek
HDP, seçim başarısıyla,
milyonları harekete geçirme gücüyle demokrasi ve özgürlük
mücadelesini programlaştırma olanağına sahiptir. Böyle bir
program etrafında daha geniş işçi ve emekçi yığınları
toparlayıp, örgütleyip seferber edebilir. Türkiye’de demokratik
bir devrimin önünü açabilecek mücadelede önemli bir aktör
olabilir.
Burjuva sınıf açısından
mevcut partileriyle değişim seçeneği artık kalmamıştır; belli
süreçlerde ortaya çıkardığı yeni partilerle iktidarını
sürdürmek durumunda değil. AKP’nin 13 senelik tek parti
hakimiyeti sonlandı, CHP ve MHP’nin de iktidar olma durumu yok.
Burjuvazinin bu yönetememe durumuna gelmesinde HDP’nin oynadığı
rolün ötesinde, 7 Haziran seçimlerinin gösterdiği gibi
Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçi yığınların sistemden
kopuşunun “sollaşmaya” başlamasının da bir rolü vardır.
HDP, “sol”a yönelişi örgütlemek göreviyle karşı
karşıyadır.
Seçmen, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın fiili sultanlığına hukuk kılıfı geçirerek
başkan olmasına; kendini “milli irade” ilan ederek diktatör
olma hevesine; 13 yıllık birikmiş kendi suçlarını ve
yolsuzluklarını örtmek için hukuku hiçe saymasına;
yolsuzluklara, hırsızlıklara; iktidarda kalabilmek için sürekli
düşman icat etmesine; Roboskî, Kobanê, “çözüm süreci”
demagojilerine... “Hayır” dedi. Toplumun bütün bu
ayrıştırılan, kutuplaştırılan, aşağılanan, ötekileştirilen,
yok sayılan kesimleri, şimdi oldukça güçlü bir biçimde
parlamentoda yer alıyor. Önümüzdeki dönemde HDP, “hayır”
diyenleri örgütlemek ve seferber etmek göreviyle karşı
karşıyadır.
Gezi, Kobanê, 6-8
Ekim...
HDP aynı zamanda fiilen,
sokakta direnenlerin, boyun eğmeyenlerin, Gezi’nin, Kobanê’nin,
6-8 Ekim’in de TBMM’deki temsilcisidir. HDP’nin 7 Haziran seçim
zaferine bu direnenlerin doğrudan katkısı olmuş, enerjisi
akmıştır; Gezi’nin hemen bütün renkleri, Roboskî ve Kobanê’de
milyonlarca Kürt’ün uyanması, ifadesini seçimlere de
yansıtmıştır. Bu bir nevi sandıkta hesap sormaydı; “Artık
hiçbir şey eskisi gibi olmasın” diyenlerin hesaplaşmasının
bir biçimiydi. Gezi’de on binler, yüz binler, toplumsal değişim
isteğini, yasaklardan, baskılardan kurtulma isteğini; özgürlük
ve demokrasi talebini dile getirmişlerdi. Şimdi bu, ifadesini
HDP’de bulmaktadır. HDP, kendine akan bu enerjiyi önümüzdeki
dönemde örgütlü maddi güce dönüştürmek göreviyle karşı
karşıyadır.
Kadın özgürlük
hareketi de ifadesini HDP’de bulmaktadır. AKP iktidarının kadını
aşağılayıcı anlayışı ve pratiğine karşı duyulan tepki,
Özgecan’ın katledilmesi sonrasında yüz binlerce kadının
sokaklara dökülmesiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Kadınların
bu toplumsallaşmış öfkesinin HDP’nin seçim zaferine katkısı
önemlidir ve bu bakımdan da HDP, önümüzdeki dönemde kadınların
özgürlük mücadelesinde üzerine düşeni yapmakla karşı
karşıyadır.
Başta Erdoğan olmak
üzere AKP iktidarı, son olarak Soma ve Ermenek’te de görüldüğü
gibi iş cinayetlerini “fıtrat”la açıklama küstahlığını
göstermiştir. Bu küstahlığın ortaya çıkardığı birikmiş
öfke, bütün ülkeye yayılmış madencilerle dayanışma, HDP’ye
enerji olarak akmıştır. HDP, önümüzdeki dönemde işçi sınıfı
ve emekçi yığınların sorunlarını sahiplenme ve talepleri
doğrultusunda mücadele etmekle karşı karşıyadır.
Seçim sonuçları
rejimin yönetme krizinin derinleşerek devam edeceğini
göstermektedir. Sermaye bu krize çözüm yolu olarak koalisyon da
önerebilir. Bu süreçte HDP, alternatif olarak konumlanmasını
bilmelidir. Sorunumuz burjuvazinin yönetme krizini çözmesi için
alternatif olmaktan ziyade, yönetme işini üstlenebileceğimizi
gösterebilmektir. Burada SYRIZA’nın geldiği hale bakarak HDP ile
SYRIZA karşılaştırması yanlış olur. Yunanistan’da SYRIZA’nın
dinamikleri ve talepleriyle Türkiye’de HDP’nin dinamikleri ve
talepleri aynı değildir. Benzerlik şeklidir. (Örneğin SYRIZA’nın
faşist rejim ve özgürlük diye bir temel sorunu yoktur. Ama
Türkiye’de HDP’nin faşist rejim ve Kürt ulusal mücadelesi
diye bir sorunu vardır.) HDP, burjuva çerçevede de kalsa faşist
rejimin yıkılması ve Kürt ulusunun özgürleşmesi mücadelesinde
önemli aktör konumunda olduğunun bilincinde olarak hareket
etmelidir.
Şimdiye kadar burjuvazi
dayatıyordu, örneğin AKP bu dayatmayı işin “fıtratı”nda
var diye yapıyordu, bu da yetmeyince baskıya, katletmeye
başvuruyordu, şimdi durum değişti: Burjuva düzenin sınırları
içinde de olsa işçi sınıfı ve emekçi yığınların,
ötekileştirilenlerin, Kürt ulusunun, başkaca etnik ve dinsel
grupların taleplerini inatla savunmak, HDP’nin görevi olmuştur.
HDP, Meclis’e ikinci bir “kurucu meclis” özelliği vermiştir.
Orantısız da olsa hemen bütün etnik ve dinsel gruplar; toplumun
farklı renkleri, ilk Meclis’te olduğu gibi şimdi de bu Meclis’te
temsil edilmektedir. Bu bakımdan HDP, işçi sınıfının, emekçi
yığınların; esnafın, köylülerin, küçük burjuvazinin,
Alevilerin, Ermenilerin, kadınların, tüm farklılıkların
taleplerini sadece sahipleniyor olmakla yetinemez; HDP, parlamentoyu
bu sorunların konuşulduğu, tartışıldığı kürsüye çevirmekle
karşı karşıyadır.
HDP’nin yerle bir
ettiği yüzde 10’luk barajın neyi ifade ettiğini iyi anlamak
gerekir. Bu barajın aşılması, birçok tabunun yıkılması,
aşılmaz görünen engellerin aşılması anlamına gelir.
Özetlersek:
* Kürt halkını inkar
politikası artık tamamen tarihin çöplüğüne atılmıştır. Bu
gerçeği artık Türk şovenizmiyle beslenen Türk halkı da
anlamıştır.
* Başkaca etnik
kimlikleri yok sayma politikası iflas etmiştir. En azından onlar
kendilerini şimdi TBMM’de temsil edecekler.
* Bu demektir ki, artık
toplumsal zenginlik kimliği İslami Türk kalıbına sığdırılamaz,
“afedersin Ermeni” ile açıklanamaz. Bu kimlikler, ilk Meclis’te
olduğu gibi şimdi de kendilerini özgürce ifade edecektir.
* “Benim Sünni
vatandaşım” politikası, bu anlamda Sünni-İslamcı hakim
kimlik, tarihin çöp tenekesine atılmıştır; ilk Meclis’te
olduğu gibi şimdi de Süryanisi, Êzîdîsi, Ermenisi, Alevisi
kendisini özgürce ifade edecektir.
* Kadın olgusunu
“fıtratla” açıklayan köhnemiş Ortaçağ feodal anlayışı,
cinsiyet ayrımı, büyük bir darbe almıştır.
Barajın yerle bir
edilmesinin daha neleri ifade ettiği saymakla bitmez. Ama sanırım
bu kadarı yeterlidir.
Sonuç itibariyle...
İşçileri ve işsizleri,
emekçileri, köylüleri, gençleri, kadınları, yoksulları,
aydınları ve sanatçıları; bir bütün olarak devrimci,
anti-faşist, ulusal demokratik güçleri temsil eden parti ve
örgütlerin oluşturduğu HDP, 7 Haziran seçim zaferinin de
gösterdiği gibi “zamanın ruhu”dur. Bu anlamda parti olarak
HDP’nin misyonu doğru kavranmalıdır; HDP’nin yapabileceği ve
yapamayacağı vardır. HDP, mecliste olduğu için şüphesiz ki
devrim olmayacaktır ama parlamenter mücadeleyi sokaktaki
mücadeleyle birleştirerek HDP, ilerici, demokrat, devrimci,
anti-faşist güçlerin cephesi olduğunu göstermelidir; bütün bu
güçleri kendinde birleştirme görevini aksatmamalıdır. Bunu
yapabilmek için de seçim döneminde ileri sürdüğü talepleri,
verdiği sözleri yerine getirmelidir. Kendisiyle burjuva partiler
arasında fark olduğunu bütün topluma göstermeye devam etmelidir.
Gönlüm ister ki, HDP
anti-emperyalist demokratik devrim gerçekleştirsin ve durmaksızın
sosyalizme geçsin. İdeolojik ve dolayısıyla sınıfsal yapısı,
bunun önünde belirleyici engeldir. Başkaca devrim isteyenler de
HDP’nin bu veya aynı çerçevede devrim yapacak bir güç
olmadığını ve bu haliyle olamayacağını da bilerek HDP’nin
yanında yer almanın en azından özledikleri devrimi kolaylaştırmak
bakımından ne denli önemli olduğunu bilmeli ve ona göre hareket
etmelidir.
İbrahim Okçuoğlu
Yeni Özgür Politika, 13
Haziran 2015