deneme

25 Ocak 2017 Çarşamba

YOKSULLARI “DÜŞÜNEN” SERMAYE!



YOKSULLARI “DÜŞÜNEN” SERMAYE!
Dünyanın Yoksulluk ve Zenginlik Haritası

17-20 Ocak 2017'de 100'den fazla ülkeden 3000 politikacı, kapitalist ve üst düzey yönetici adeta “fethedilemez” bir kaleye dönüştürülmüş Davos'ta (İsviçre) yeniden bir araya geldiler ve dünyanın “hal ve gidişi” üzerine kaygılarını dile getirdiler. Uluslararası sermaye ortaklaştırılmış bir plan çıkartamadı, farklılıklar ağır bastı. Ama bir konuda gerçekten görüş ortaklığına varabildiler: Sadece ekonomik büyüme yetmez, ekonomik büyüme içsel olarak da etkili olmalıdır”ı anladıklarını açıkladılar. Anladıklarını açıkladıkları bu “şeyi” Türkçeye çevirirsek şunu demiş oluyorlar: 'Zenginler, zenginliklerinden bir parça da olsa yoksullara vermeliler'! Aslında bu teraneyi her sene tekrar ederler. Medyasıyla beraber bu “mutlu” cemaat her sene bir biçimde yoksulları da düşündüklerini dile getirirler. Davos, “Dünya Ekonomik Forumu” böylesi “duygusallık”ların dile getirildiği en önemli forumlardan birisidir. Ama her seferinde oluğu gibi bu sefer de yalan söylediler. Sömürünün ve talanın kaçınılmaz sonucu olarak dünya çapında zenginlik ve yoksulluk farklılaşması ürkütücü boyutlardadır. Bu farkı gösterelim:

İsviçre bankası “Bank Credit Suisse” her sene “Global Wealth Report” (“Küresel Zenginlik Raporu”) yayınlar. Aşağıdaki verileri aldığımız bu raporda dünya çapında kapitalist zenginlin/varlığın dağılımını ele alır ve yoksulluğun boyutlarından da bahseder. Öyle ya, zenginliğin boyutları ve dağılımı ele alınınca yoksulluğun boyutları ve dağılımı da ister istemez açığa çıkmış olur.

2016 raporuna göre dünya nüfusunun en yoksullarının yarısı dünya zenginliğinin yüzde birinden (% 1'inden) daha azına sahip. Buna karşın dünya nüfusunun yüzde 10'unu oluşturan en zengin kesim ise dünya çapında varlıkların/zenginliğin yüzde 90'ına sahip. Ama dünya nüfusunun yüzde birininde daha azını (%0,7) oluşturan kesim; diyelim ki “zenginlerin zenginleri” dünya varlıklarının/zenginliklerinin yüzde 45,6'sına sahip.

 



















Dünya nüfusunun yüzde 7,5'ini oluşturan kesim toplam dünya varlıklarının yüzde 40,6'nı; dünya nüfusunun yüzde 18,5'ini oluşturan kesim de dünya varlıklarının yüzde 11,4'ünü elinde tutmaktadır. Piramidin yukarıdan aşağıya ilk üç bölümün oluşturan bu zenginlerin toplamı dünya nüfusunun yüzde 26,7'sini oluştururken tüm varlıkların yüzde 97,6'nı kontrol ediyor.

Ülkelere göre zenginlik/yoksulluk haritası:

 


















Bölgelere göre zenginlik/yoksulluk haritası:

























Yoksullar:
En solda dikey 1: Dünya yoksullarının durduğu yer; dünya nüfusunun en yoksul onda biri.
En solda dikey 1; aşağıdan yukarıya doğru:
Bütün yoksulların yüzde 20'si Güneydoğu Asya'da yaşıyor.
Bütün yoksulların yüzde 15'i Hindistan'da yaşıyor.
Bütün yoksulların yüzde 15'i Çin'de yaşıyor.
Bütün yoksulların yüzde 20'ye yakını Afrika'da yaşıyor.
Bütün yoksulların yüzde 10'u Avrupa'da yaşıyor.
Bütün yoksulların yüzde 10'u Güney Amerika'da yaşıyor
Bütün yoksulların yüzde 5'i Kuzey Amerika'da yaşıyor.
Bütün yoksullar toplamı: yüzde 95.

Zenginler:
En sağda, dikey 10: Burada zenginlerin sayısını; dünya nüfusunun en zengin onda birini görüyoruz.
Yukarıdan aşağıya:
Bütün en zenginlerin yaklaşık yüzde 25'i Kuzey Amerika'da yaşıyor.
Bütün en zenginlerin yaklaşık yüzde 3'ü Güney Amerika'da yaşıyor.
Bütün en zenginlerin yüzde 30'u Avrupa'da yaşıyor.
Bütün en zenginlerin yüzde 10'u Çin'de yaşıyor.
Bütün en zenginlerin yüzde 20'si Güneydoğu Asya'da yaşıyor.
Bütün en zenginlerin çok azı Afrika ve Hindistan'da yaşıyor.

Bütün kıtalarda, oranlar değişse de yoksuluğun hakimiyeti söz konusu. Kapitalizmde yoksulluk kapitalistin “kötü niyeti”yle açıklanamaz. Bu, tamamen sistem sorunudur; kapitalist, kapitalist olarak var olmak istiyorsa sermaye birikim yapmak zorundadır. Sermaye birikimi de bir taraftan zenginliklerin az elde toplanmasını sağlarken, diğer taraftan da kaçınılmaz olarak yoksulluk üretir. Sermaye birikiminin bu genel yasasını Karl Marks Kapital'de şöyle açıklar:

Toplumsal servet, işleyen sermaye, bu sermayenin büyüme ölçüsü ile hızı ve dolayısıyla, proletaryanın mutlak kitlesi ve işin üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur. Sermayenin genişleme gücü ile emrindeki iş gücünün gelişmesi de aynı nedene bağlıdır. Bunun için, yedek sanayi ordusunun nispi büyüklüğü, servetin potansiyel enerjisi ile birlikte artar. Ama bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse, sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. Nihayetinde, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır”(K. Marks, Kapital I, Marks-Engels Toplu Eserler; C. 23, s. 673/674).

Aslında işçi sınıfı, kendini yoksullaştırma pahasına zenginlik üretmektedir; işgücünü meta olarak sattığı müddetçe de bu gerçeklik değişmeyecektir. Bu nedenle işçi, başkaları için zenginlik üreten potansiyel yoksuldur ve kapitalizm koşullarında da öyle kalmaya mahkumdur.

Ücretli iş “bizzat kendine yabancılaşmış iştir. Onun tarafından meydana getirilmiş zenginlik.. yabancı zenginliktir. Kendi üretici gücü... ürününün üretici gücüdür...Onun zenginleşmesi ... kendisinin yoksullaşmasıdır. Toplumsal iktidar,... toplumun onun üzerine iktidarıdır”(K. Marks, Theorien über den Mehrwert III (Artı Değer Üzerine Teoriler III), Marks-Engels Toplu Eserler; C. 26.3, s. 255).

İşte, bütün çalışıp didinmelerine karşın, kendilerinden başka satacak hiç bir şeyleri olmayan büyük çoğunluğun sefaleti ve uzun süredir çalışmayı bıraktıkları halde, küçük bir azınlığın durmadan artan zenginliği...”(K. Marks, Kapital I, Marks-Engels Toplu Eserler; C. 23, s. 741/742).

“Öte yandan işçi, üretim sürecine bir servet kaynağı olarak girdiği halde, süreci, kendisinin de zenginliğinin kaynağı olabilecek bütün araçlardan yoksun olarak terk ediyor ... İşçi bu nedenle, durup dinlenmeden, sermaye biçiminde, kendisine egemen olan ve onu sömüren yabancı bir güç biçiminde, maddi nesnel zenginlik yaratır ve kapitalist, sürekli iş gücü üretir, ama bu üretim, içlerinde ve ancak onlarla gerçekleşebilen nesnelerden ayrı olarak, öznel bir zenginlik kaynağı biçimindedir; kısacası, o, işçi üretir, ama ücretli işçi olarak”(K. Marks, Kapital I, Marks-Engels Toplu Eserler; C. 23, s. 596).

Bu “efendiler”, dünyanın “baldırı çıplakları”ndan; kendileri için zenginlik üreten “potansiyel yoksullar”dan çok korkuyorlar. Bu nedenle olsa gerek, Davos'ta da dile getirdikleri gibi varlıklarının bir kısmını yoksullarla paylaşmak istiyorlar. Ama bu istekleri, en azından kapitalizm kadar eskidir. Davos'ta söz sahibi olanlar, toplumun dinamiğini, yaşam standardının yükseltilmesi yönünde yeniden şekillendirmek istiyorlar. Bu olmazsa; yaşam standardı düşerse, “kaybedenler toplumsal uzlaşmayı feshederler” korkusu bu forumun değişmez başkanı Klaus Schwab tarafından dile getirildi. Schwab haklı; Davos günlerinde “Gelişme Örgütü Oxfam” “dünya çapından sosyal eşitsizliğin şimdiye kadar kabul edildiğinden daha derin olduğunu” açıkladı. Bu rapora göre 2016 yılında sadece 8 kişinin toplam varlığı 426 milyar dolarken, dünya nüfusunun yarıdan çoğunun (3,6 milyar insan) toplam varlığı 409 milyar dolardır.

Davos demişken şunu da belirtelim: Bu seneki zirvede uluslararasılaşmış sermeye arasındaki çelişkilerin geçen dönemlere nazaran daha şiddetli olduğu da açığa çıktı. Burada sorun, hangi strateji ve taktiklerle emperyalist dünya sisteminin devamı sağlanabilire cevap verebilmekti. Bu sorunda iki eğilim açığa çıktı; bir kısım süper tekel, “Trump yöntemi” ile; yani “önce Amerika” yöntemiyle kapitalist sistemi kurtarmaya çalışırken, bir kısım süper tekel de Çin emperyalizminin yanında yer aldı. Bunlar korumacılığa karşı olan, açık rekabetten yana olan tekellerdir. Trump'ın Amerikan sermayesini üretim için geri çağırma, korumacı eğilimlerine karşı Çin tarafından savunulan ve merkezi hangi ülkede olursa olsun, kapitalizmin geleceğini neoliberalizmin devamından gören uluslararası tekellerdir. Trump'ın “ne halt karıştıracağı” pek belli değil, ama her halükarda uluslararası alanda süper tekeller ve onların arkasında durun ülkeler arasında jeopolitik nüfus alanları; hammaddeler, enerji kaynakları ve bunların dünya pazarlarına sevkıyatı üzerine acımasız rekabet şiddetlenerek devam edecektir. Ortadoğu'nun savaş hali bu rekabetin doğrudan bir yansımasıdır.