YOKSULLARI
“DÜŞÜNEN” SERMAYE!
Dünyanın
Yoksulluk ve Zenginlik Haritası
17-20
Ocak 2017'de 100'den fazla ülkeden 3000 politikacı, kapitalist ve
üst düzey yönetici adeta “fethedilemez” bir kaleye
dönüştürülmüş Davos'ta (İsviçre) yeniden bir araya geldiler
ve dünyanın “hal ve gidişi” üzerine kaygılarını dile
getirdiler. Uluslararası sermaye ortaklaştırılmış bir plan
çıkartamadı, farklılıklar ağır bastı. Ama bir konuda
gerçekten görüş ortaklığına varabildiler: “Sadece
ekonomik büyüme yetmez, ekonomik büyüme içsel olarak da etkili
olmalıdır”ı
anladıklarını açıkladılar. Anladıklarını açıkladıkları
bu “şeyi” Türkçeye çevirirsek şunu demiş oluyorlar:
'Zenginler, zenginliklerinden bir parça da olsa yoksullara
vermeliler'! Aslında bu teraneyi her sene tekrar ederler. Medyasıyla
beraber bu “mutlu” cemaat her sene bir biçimde yoksulları da
düşündüklerini dile getirirler. Davos, “Dünya Ekonomik Forumu”
böylesi “duygusallık”ların dile getirildiği en önemli
forumlardan birisidir. Ama her seferinde oluğu gibi bu sefer de
yalan söylediler. Sömürünün ve talanın kaçınılmaz sonucu
olarak dünya çapında zenginlik ve yoksulluk farklılaşması
ürkütücü boyutlardadır. Bu farkı gösterelim:
İsviçre bankası “Bank Credit Suisse” her sene “Global Wealth Report” (“Küresel Zenginlik Raporu”) yayınlar. Aşağıdaki verileri aldığımız bu raporda dünya çapında kapitalist zenginlin/varlığın dağılımını ele alır ve yoksulluğun boyutlarından da bahseder. Öyle ya, zenginliğin boyutları ve dağılımı ele alınınca yoksulluğun boyutları ve dağılımı da ister istemez açığa çıkmış olur.
2016
raporuna göre dünya nüfusunun en yoksullarının yarısı dünya
zenginliğinin yüzde birinden (% 1'inden) daha azına sahip. Buna
karşın dünya nüfusunun yüzde 10'unu oluşturan en zengin kesim
ise dünya çapında varlıkların/zenginliğin yüzde 90'ına sahip.
Ama dünya nüfusunun yüzde birininde daha azını (%0,7) oluşturan
kesim; diyelim ki “zenginlerin zenginleri” dünya
varlıklarının/zenginliklerinin yüzde 45,6'sına sahip.
Dünya
nüfusunun yüzde 7,5'ini oluşturan kesim toplam dünya
varlıklarının yüzde 40,6'nı; dünya nüfusunun yüzde 18,5'ini
oluşturan kesim de dünya varlıklarının yüzde 11,4'ünü elinde
tutmaktadır. Piramidin yukarıdan aşağıya ilk üç bölümün
oluşturan bu zenginlerin toplamı dünya nüfusunun yüzde 26,7'sini
oluştururken tüm varlıkların yüzde 97,6'nı kontrol ediyor.
Ülkelere
göre zenginlik/yoksulluk haritası:
Bölgelere
göre zenginlik/yoksulluk haritası:
Yoksullar:
En
solda dikey 1: Dünya yoksullarının durduğu yer; dünya nüfusunun
en yoksul onda biri.
En
solda dikey 1; aşağıdan yukarıya doğru:
Bütün
yoksulların yüzde 20'si Güneydoğu Asya'da yaşıyor.
Bütün
yoksulların yüzde 15'i Hindistan'da yaşıyor.
Bütün
yoksulların yüzde 15'i Çin'de yaşıyor.
Bütün
yoksulların yüzde 20'ye yakını Afrika'da yaşıyor.
Bütün
yoksulların yüzde 10'u Avrupa'da yaşıyor.
Bütün
yoksulların yüzde 10'u Güney Amerika'da yaşıyor
Bütün
yoksulların yüzde 5'i Kuzey Amerika'da yaşıyor.
Bütün
yoksullar toplamı: yüzde 95.
Zenginler:
En
sağda, dikey 10: Burada zenginlerin sayısını; dünya nüfusunun
en zengin onda birini görüyoruz.
Yukarıdan
aşağıya:
Bütün
en zenginlerin yaklaşık yüzde 25'i Kuzey Amerika'da yaşıyor.
Bütün
en zenginlerin yaklaşık yüzde 3'ü Güney Amerika'da yaşıyor.
Bütün
en zenginlerin yüzde 30'u Avrupa'da yaşıyor.
Bütün
en zenginlerin yüzde 10'u Çin'de yaşıyor.
Bütün
en zenginlerin yüzde 20'si Güneydoğu Asya'da yaşıyor.
Bütün
en zenginlerin çok azı Afrika ve Hindistan'da yaşıyor.
Bütün
kıtalarda, oranlar değişse de yoksuluğun
hakimiyeti söz konusu. Kapitalizmde yoksulluk kapitalistin “kötü
niyeti”yle açıklanamaz. Bu, tamamen sistem sorunudur; kapitalist,
kapitalist olarak var olmak istiyorsa
sermaye birikim yapmak zorundadır. Sermaye birikimi
de bir taraftan zenginliklerin az elde toplanmasını sağlarken,
diğer taraftan da kaçınılmaz olarak yoksulluk üretir. Sermaye
birikiminin bu genel yasasını Karl Marks Kapital'de şöyle
açıklar:
“Toplumsal
servet, işleyen sermaye, bu sermayenin büyüme ölçüsü ile hızı
ve dolayısıyla, proletaryanın mutlak kitlesi ve işin üretkenliği
ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur.
Sermayenin genişleme gücü ile emrindeki iş gücünün gelişmesi
de aynı nedene bağlıdır. Bunun için, yedek sanayi ordusunun
nispi büyüklüğü, servetin potansiyel enerjisi ile birlikte
artar. Ama bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse,
sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters
orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük
olur. Nihayetinde, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile
yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o
kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel
yasasıdır”(K. Marks, Kapital I, Marks-Engels Toplu Eserler;
C. 23, s. 673/674).
Aslında
işçi sınıfı, kendini yoksullaştırma pahasına zenginlik
üretmektedir; işgücünü meta olarak sattığı müddetçe de bu
gerçeklik değişmeyecektir. Bu nedenle işçi, başkaları için
zenginlik üreten potansiyel yoksuldur ve kapitalizm koşullarında
da öyle kalmaya mahkumdur.
Ücretli iş “bizzat kendine yabancılaşmış iştir. Onun tarafından meydana getirilmiş zenginlik.. yabancı zenginliktir. Kendi üretici gücü... ürününün üretici gücüdür...Onun zenginleşmesi ... kendisinin yoksullaşmasıdır. Toplumsal iktidar,... toplumun onun üzerine iktidarıdır”(K. Marks, Theorien über den Mehrwert III (Artı Değer Üzerine Teoriler III), Marks-Engels Toplu Eserler; C. 26.3, s. 255).
“İşte,
bütün çalışıp didinmelerine karşın, kendilerinden başka
satacak hiç bir şeyleri olmayan büyük çoğunluğun sefaleti ve
uzun süredir çalışmayı bıraktıkları halde, küçük bir
azınlığın durmadan artan zenginliği...”(K. Marks, Kapital
I, Marks-Engels Toplu Eserler; C. 23, s. 741/742).
“Öte yandan işçi, üretim sürecine bir servet kaynağı olarak girdiği halde, süreci, kendisinin de zenginliğinin kaynağı olabilecek bütün araçlardan yoksun olarak terk ediyor ... İşçi bu nedenle, durup dinlenmeden, sermaye biçiminde, kendisine egemen olan ve onu sömüren yabancı bir güç biçiminde, maddi nesnel zenginlik yaratır ve kapitalist, sürekli iş gücü üretir, ama bu üretim, içlerinde ve ancak onlarla gerçekleşebilen nesnelerden ayrı olarak, öznel bir zenginlik kaynağı biçimindedir; kısacası, o, işçi üretir, ama ücretli işçi olarak”(K. Marks, Kapital I, Marks-Engels Toplu Eserler; C. 23, s. 596).
Bu
“efendiler”, dünyanın “baldırı çıplakları”ndan;
kendileri için zenginlik üreten “potansiyel yoksullar”dan çok
korkuyorlar. Bu nedenle olsa gerek, Davos'ta da dile getirdikleri
gibi varlıklarının bir kısmını yoksullarla paylaşmak
istiyorlar. Ama bu istekleri, en azından kapitalizm kadar eskidir.
Davos'ta söz sahibi olanlar, toplumun dinamiğini, yaşam
standardının yükseltilmesi yönünde yeniden şekillendirmek
istiyorlar. Bu olmazsa; yaşam standardı düşerse, “kaybedenler
toplumsal uzlaşmayı feshederler” korkusu bu forumun değişmez
başkanı Klaus Schwab tarafından dile getirildi. Schwab haklı;
Davos günlerinde “Gelişme Örgütü Oxfam” “dünya
çapından sosyal eşitsizliğin şimdiye kadar kabul edildiğinden
daha derin olduğunu” açıkladı. Bu rapora göre 2016 yılında
sadece 8 kişinin toplam varlığı 426 milyar dolarken, dünya
nüfusunun yarıdan çoğunun (3,6 milyar insan) toplam varlığı
409 milyar dolardır.
Davos
demişken şunu da belirtelim: Bu seneki zirvede uluslararasılaşmış
sermeye arasındaki çelişkilerin geçen dönemlere nazaran daha
şiddetli olduğu da açığa çıktı. Burada sorun, hangi strateji
ve taktiklerle emperyalist dünya sisteminin devamı sağlanabilire
cevap verebilmekti. Bu sorunda iki eğilim açığa çıktı; bir
kısım süper tekel, “Trump yöntemi” ile; yani “önce
Amerika” yöntemiyle kapitalist sistemi kurtarmaya çalışırken,
bir kısım süper tekel de Çin emperyalizminin yanında yer aldı.
Bunlar korumacılığa karşı olan, açık rekabetten yana olan
tekellerdir. Trump'ın Amerikan sermayesini üretim için geri
çağırma, korumacı eğilimlerine karşı Çin tarafından
savunulan ve merkezi hangi ülkede olursa olsun, kapitalizmin
geleceğini neoliberalizmin devamından gören uluslararası
tekellerdir. Trump'ın “ne halt karıştıracağı” pek belli
değil, ama her halükarda uluslararası alanda süper tekeller ve
onların arkasında durun ülkeler arasında jeopolitik nüfus
alanları; hammaddeler, enerji kaynakları ve bunların dünya
pazarlarına sevkıyatı üzerine acımasız rekabet şiddetlenerek
devam edecektir. Ortadoğu'nun savaş hali bu rekabetin doğrudan bir
yansımasıdır.