“VARLIK
FONU” VE SERMAYENİN MERKEZİLEŞTİRİLMESİ
Son
birkaç günden beri burjuva ve aynı zamanda “sol” medyada da
“Varlık Fonu” üzerine, sorunun siyasi boyutu bağlamında doğru
eleştirilerin yanı sıra kapitalist ekonomiyle hiç de bağdaşmayan
değerlendirmeler okuyoruz. Burjuva politik ekonomi açısından da
yanlış ve kabul edilemez olmasına rağmen söylenenlerin “sol”
tarafından hiçbir şey yokmuş gibi kabullenilmesi doğrusu insana
acı veriyor. Bu anlayışlarla en fazla bu fon ile kastedilen
siyasal amaçları teşhir etmiş oluruz. Hepsi bu kadar. Ağız
birliği yapılmışcasına medya böyle fon olmaz, fon oluşturmak
için varlık olması gerekir deniyor. Varlık olmadığına göre
fon da olmaz deniyor. Yani varlık yok, yok olanın da fonu olmaz!
Olur mu, olmaz mı sorusunu açmadan önce olayın özüne bir
bakalım.
Türkiye
gibi ülkelerin 2008-2010 dünya ekonomik krizinden sonra bolca
sermaye, dolar bulma ve kullanma dönemi artık sona erdi. Şimdi bu
ülkeler, her biri farklı boyutlarda kaynak bulma derdine düştüler.
Dışarıdan kaynak bulmak artık eskisi gibi kolay değil. Üstelik
bir de kaynak olabilecek ülkeler ve uluslararası mali kurumlarla
ilişkiler gerginse, dışarıdan yoğun sermaye akımına bel
bağlamak aptallık olur.
Türk
burjuvazisi, siyasi temsilcisi diktatör Erdoğan ve AKP hükümetiyle
“yedi düvel”e “savaş” açmış durumda. Özellikle
Ortadoğu'da, somutta da Suriye ve Irak'ta ABD ve AB gibi
müttefikleriyle ilişkilerini çelişi boyutlarına taşımıştır.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki gelişmeler sadece
Ortadoğu'da karşılıklı tavır almakla sınırlı kalmamış,
Erdoğan ve faşist rejim, ekonomik alanda da uluslararası sermaye,
kredi derecelendirme kurumları tarafından baskı altına
alınmıştır. İstenilen, Türkiye'nin eski uysal, her söyleneni
kabul eden konumuna yeniden dönmesidir. Türk burjuvazisi de buna
direnmektedir. Hal böyle olunca dışarıdan kredi, borç para,
adına ne dersek diyelim, bir sermaye akışı sağlamak
zorlaşmıştır. Hükümet, şimdiye kadar aldığı tedbirlerin
yetersiz kalması sonucunda kaynak arayışını,
2016’da kurulan “Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi”
ile çözmeyi amaçlamıştır.
Adı üzerinde bu bir fondur, varlıkların toplandığı
bir sepettir. Başlangıçta
“Özelleştirme Fonu” ve “Savunma Sanayi Fonu” gibi kaynaklar
bu fona
aktarıldı. Ekonominin
ihtiyaçları göz önünde tutulursa bu iki kaynak devede kulak
kalıyor. Öyleyse fonun kapsamı genişletilmeliydi, öyle de oldu.
5
Şubatta Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye'nin dev kuruluşları
-bunların her biri bir ulusal sermayedir- varlık fonunda aktarıldı.
Bu kuruluşlar şunlardır:
T. C. Ziraat Bankası A.Ş., BOTAŞ, TPAO, PTT, Borsa İstanbul AŞ,
TÜRKSAT sermayelerinde bulunan Hazine’ye ait hisselerin tamamı,
Türk Telekomünikasyon AŞ’nin yüzde 6.68 oranındaki Hazine’ye
ait hissesi ile Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve
Çaykur da
“Türkiye Varlık Fonu”na aktarıldı. Ayrıca mülkiyeti
Hazine’ye ait 2 milyon 207 bin metrekare büyüklüğündeki 46
arazi de bu fona
aktarıldı ve böylece
Bodrum, Selçuk, Kemer ve Kuşadası gibi ilçelerin en önemli
noktaları da fona devredilmiş oldu. 6
Şubatta “Özelleştirme
Yüksek Kurulu”nun
yaptığı açıklamaya göre
THY'nin
yüzde 49,12, Türkiye Halk Bankası A.Ş.’nin yüzde 51,11
hissesinin bu fona
aktarılmasına
karar verildi. Böylece bu
dev şirketlerde kamuya, devlete ait olan paylarla
fon güçlendirildi.
Ne
gariptir ki, bu varlıklar yok sayılıyor ve “yok” üzerinden
değerlendirme yapılıyor. Birkaç örnek verelim:
Meclis’te
basın toplantısı düzenleyen CHP Genel Başkan Yardımcısı ve
Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke, zaten zor durumda olan Türkiye
ekonomisinin bir felakete sürüklendiğini belirtiyor.
Bir fonun varlık fonu olabilmesi için bir varlığa dayanması
gerektiğini, Türkiye’nin ise petrolünün, emtiasının,
yüksek gelirinin ve tasarrufunun bulunmadığına dikkati çeken
Böke,
“Dolayısıyla
Türkiye’de bir varlık fonu oluşturulabilecek bir varlık yok.
Türkiye borçlu”
diyor.
(6 Şubat 2017).
Ege
Cansen, yurt dışında
‘Sovereign State Fund' yani bağımsız ülke fonu adı verilen
yöntemin Körfez ülkelerinden çıktığını aktararak, “Bu
ülkelerin çok parası vardı. Bizim böyle birikmiş bir paramız
yok. Bu aslında Devlet Fonu'dur”
diyor (6
Şubat 2017).
“Bir
varlık fonu kurulabilmesi için her şeyden önce bir varlık ya da
kamu elinde oluşmuş bir gelir fazlalığı olması
gerekir...Türkiye Varlık Fonu, ... herhangi bir emtiaya ya da bir
gelir fazlalığına dayanmamaktadır. Türkiye’nin petrol, doğal
gaz gibi bir emtiayı ihraç ederek elde ettiği gelirleriyle
yaratabildiği bir bütçe fazlası olmadığı gibi cari fazlası
veya fazla veren bir kamu emeklilik sistemi de yoktur...Türkiye’nin
bir varlık fonu kurmak için gerekli emtiası da gelir fazlası da
yoktur” (Mahfi Eğilmez; “Varlık Fonu”, 25.08.2016).
“Çin,
Norveç, Kuveyt ya da Rusya gibi zengin doğal kaynaklarla
beslenmeyen, üstelik sistematik açık bütçeye sahip bir ekonomide
farklı kurumsal amaçlarla kullanıma gidecek olan kaynaklara el
koyularak oluşturulan fon, açıktır ki siyasi amaçlıdır”
İzzettin
Önder, Oda
Tv,
08.02.2017).
Bu
görüş sahipleri söz konusu bu fonla ilişkili olarak yaptıkları
değerlendirmelerde doğru şeyler de dile getiriyorlar. Ama burada
sorun kapitalizmde fon anlayışının son dönemlerde ortaya çıkmış
gibi ele alınması ve “Varlık Fonu”nun olmayan varlıkla
oluşturulduğu görüşüdür.
Birçok
ekonomist “Varlık Fonu” kurulabilmesi için ekonominin fazlalık
vermesi, petrol, doğal gaz veya başkaca zenginliklerin olması
gerektiğini önkoşul olarak görüyor. Bu olanaklara sahip ülkeler
bu varlıkları gelecek nesiller için yatırıma dönüştürmek
için fonlar kurarlar deniyor ve buna da petrol ve doğal gaz zengini
ülkelerin kurdukları fonları örnek olarak gösteriliyor.
Varlık
yok ki, fonu olsun da ne demek? Yani bu devasa şirketler varlık
değil mi, sermaye değil mi?
Varlık
fonuyla iddia edildiği gibi yok sayılan mı, yoksa var olan mı
merkezileştirilmekte, bir araya getirilmekte? Açık ki, var olan,
bu fona aktarılarak Türkiye'nin bu şirketlerde mevcut devasa
sermayesi merkezileştirilmektedir.
Bu
fonla neyin amaçlandığına da bir bakalım. Bu türden fonlarla
sermaye birikimi sağlamak için borçlanmaya gidilebilir; içte ve
dışta borçlanılabilir. Bu borçlanmayı gerçekleştirebilmek,
kredi elde edebilmek için fondaki varlıklar da teminat olarak
gösterilir.
Hükümet
sözcüsü Kurtulmuş sorunu, aynı kapıya açılsa da başka bir
açından açıklayarak, Varlık Fonu'nun dışarıdan müdahalelere
karşı ‘garanti' mahiyetinde olduğunu söylüyor. Bunun anlamı
şudur: Dış güçler şimdi ekonomiye de saldırmaya başladılar,
buna karşı koyabilmek ve sermaye ihtiyacımızı giderebilmek veya
hangi biçimde olursa olsun Türkiye'den yabancı sermaye çıkışını
önlemek için böyle bir fona ihtiyaç vardır; kredi
bulabilmemizin, borçlanmamızın, yabancı sermayenin Türkiye'de
kalmasının garantisi bu fondur diyor Kurtulmuş.
Kapitalizmde
fon ve sermaye hareketi:
“Varlık
Fonu”yla devlet, tekelci sermayenin hizmetine sunabileceği muazzam
boyutlarda bir sermaye merkezileştirmesi gerçekleştirmiş
olacaktır. Bu fonu teminat göstererek elde edeceği sermayeyi
(borçlanma) nasıl değerlendireceği oldukça önemlidir. Elde
edilen borç (sermaye) salt dış borçların ödenmesi, çarkın
dönmesinin sağlanması veya diktatör Erdoğan'ın başkanlık
anlayışının yapılandırılması vb. harcanması durumunda
şimdikinden daha ağır ekonomik ve ona bağlı olarak da siyasi
baskı altında kalınacağı açıktır. Böyle olması durumunda
yeni bir “Duyun-u Umumiye” ile karşı karşıya kalınabilir;
borç verenler borçların ödenmesi için bu fonun yönetiminde yer
alabilirler. Bunun ötesinde diktatör Erdoğan bu fonda toplanmış
olan ve doğrudan ulusal sermayeyi temsil eden varlıkları; o
şirketleri pekala satabilir, özelleştirebilir. Böylece borç
ödenirken yerli ve yabancı sermaye (şirketler) ihya edilebilir. Bu
anlamda bu fon aynı zamanda bir talan, vurgun fonudur.
Erdoğan
ve AKP hükümeti, bu fon üzerinden uluslararası mali piyasalarda
borçlanmak için yapılacak olan devasa boyutlardaki spekülasyonu
kaybetme durumunda da yeni bir Duyun-u Umumiye için kapılar açılmış
olur. Ama kazanılırsa ve bu fondan beklentilere göre harcama
yapılırsa ekonomide bir sıçrama gerçekleştirilmiş olur.
Erdoğan bu fonda merkezileştirilmiş sermaye ile bu spekülasyonu,
bu kumarı göze alıyor.
“Varlık
Fonu”ndan beklentilere gelince. Bu beklentiler söz konusu yasanın
genel gerekçesinde açıklanıyor:
-Türkiye
Varlık Fonunun kurulmasıyla büyüme oranında artış sağlanacak.
-Sermaye
piyasalarında büyüme ve derinleşme hızlanacak.
-İslami
finansman varlıklarının kullanılması yaygınlaşacak.
-Yapılacak
yatırımlarla yüz binlerce kişiye istihdam olanakları sağlanacak.
-Savunma,
havacılık, yazılım gibi alanlardaki yerli şirketlerin sermaye ve
proje bazında desteklenmesiyle küresel oyuncu konumuna geçmeleri
sağlanacak.
-Otoyollar,
Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü ve Havalimanı, Nükleer Santral
gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan
finansman bulunacak.
-Katılım
finansmanı sektör payı artırılacak.
-Arz
güvenliğini sağlamak üzere, Türkiye için önem taşıyan
petrol, doğalgaz gibi yurt dışındaki stratejik sektörlere
bürokratik kısıtlamalara bağlı olmadan doğrudan yatırım
yapılabilmesi gerçekleştirilecek.
-Bu
fon, ekonominin yapısal sorunlarını aşmakta katkı sağlamanın
yanı sıra dış politikanın önemli bir enstrümanı olarak
Türkiye’nin uluslararası arenada daha fazla söz sahibi olmasına
katkı sağlayacak (Bkz.: M. Eğilmez, agy.).
Burada
söz konusu olan sadece köprü vb. bağlamda yatırımlar değildir.
Burada söz konusu olan, altyapısı da dahil ekonominin (devlet ve
özel sektör olarak) güçlendirilmesi, rekabet yeteneğinin
arttırılması için yapılması gerekenlerdir. Bu adımlar ne tek
tek sermayeler tarafından ne de kapsamı dar fonlar tarafından
gerçekleştirilebilir. Gerek duyulan kapsamlı fondur. Bu da ancak,
“Varlık Fonu” somutunda kamu varlıklarının bir çatı altında
merkezileştirilmesiyle mümkün olabilir. Yapılan da budur.
Sermaye
merkezileştirmesi ne anlama gelir? Önce buna bir bakalım.
Sermayenin
merkezileştirilmesi üzerine Marks, şöyle der:
“Toplam
toplumsal sermayenin birçok bireysel sermayeye bölünmesi ya da
parçaların birbirini itmesi, bunların birbirlerini çekmesi gibi
tepkiyle de karşılaşır. Bu sonuncu hareket, üretim araçlarının
basit yoğunlaşması ve onun iş üzerindeki kumandası, birikimle
özdeş demek değildir. Bu, daha önce oluşmuş sermayelerin
yoğunlaşması, bağımsızlıklarına son verilmesi, kapitalistin
kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi birçok küçük
sermayenin birçok büyük sermayeye dönüştürülmesidir.
Bu
süreci daha önceki süreçten (sermayenin
yoğunlaşma süreci kast ediliyor, çn)
ayıran şey, halen var olan sermayenin dağılımında yalnızca
yeni bir değişikliği öngörmesi nedeniyle, faaliyet alanının,
toplumsal zenginliğin mutlak büyüklüğü ya da birikimin mutlak
sınırları ile sınırlı olmamasıdır. Başka yerlerde birçok
kapitalistin elinden çıkan sermayeler, burada, tek bir kapitalistin
elinde büyük bir kitle halinde toplanır. İşte bu, birikim ve
yoğunlaşmadan farklı olarak, gerçek anlamda sermayenin
merkezileşmesidir” (Kapital,
C. I, s.
654).
Öyleyse:
1)Sermayenin
yoğunlaşmasında esas olan, yoğunlaşmanın toplumsal zenginliğin
artış derecesiyle ve sermayenin tek tek işletmelerdeki artışıyla
sınırlı olmasıdır.
2)Sermayenin
merkezileşmesinde ise esas olan, mevcut sermayenin yoğunlaşması,
tek tek sermayelerin birleşerek büyük, daha büyük sermayeye
dönüşmesidir.
3)Sermayenin
merkezileşmesinde esas olan, yoğunlaşmasının aksine, toplam
toplumsal zenginliğin mutlak sınırıyla veya birikimin mutlak
sınırıyla sınırlandırılmamış olmasıdır.
4)Sermayenin
merkezileşmesiyle yeni değer, yeni sermaye yaratılmıyor. Sadece
mevcut sermaye belli ellerde toplanıyor.
Sermayenin
merkezileşme süreci, sermayenin genel yoğunlaşması sürecini
hızlandırır; sermayenin yoğunlaşma süreci daha hızlı, yani
toplumsal zenginliğin büyüme derecesinden daha hızlı gelişir.
Bu
fon da bunu yapıyor; kamunun elinde olan, tekil sermayeleri
(şirketleri, tekelleri) bir bütün olarak birleştiriyor. Bu
birleştirmede -merkezileştirmede- yeni bir değer yaratılmıyor;
sadece ve sadece çok sayıda sermaye birimleri bir araya getirilerek
daha büyük sermaye elde ediliyor.
Devlet
bu sermayeyi, açık ki, yukarıdaki adımları atabilmek için
kaynak bulmakta kullanacaktır; bu da içte ve dışta kredi
arayışıdır, borçlanmadır. Böylece “Varlık Fonu”,
bulunacak borcun, alınacak kredinin teminatı olmaktadır. Bu,
kapitalizmde hiç de yeni değildir.
Yukarıda
da gösterdiğimiz gibi
birtakım burjuva ekonomist, “varlık” yok ki, varlık fonu
kurulsun ve günümüz
koşullarında da varlık ancak belli ülkelerde var diyebiliyor.
Bunlar da
yukarıda adı geçen enerji, maden zengini, dış
ticaret fazlalığı
veren ülkelerdir.
Oysa fon oluşturma kapitalizmin
şafağından bu yana hep gündemde olmuştur. Devlet borçlanması
yapılırken devlet, aldığı
borç karşılığında bir teminat veriyor. Bu dün de vardı, bugün
de var.
Devlet
borçlanması, dün olduğu gibi bugün de sermaye birikiminin en
enerjik kaldıraçlarından birisidir. En azından Marks, Kapital'de
“Kamu borcu, ilkel birikimin en
enerjik kaldıraçlarından birisi olur”
diyor (Kapital, C. I, s.
782). Marks'ın söylediğini doğru
buluyorum!
Bu
fon işi, öyle burjuva ve “sol” basında ele alındığı gibi,
varlık yok ki fon olsun türünden basit, salt teşhirle
sınırlandırılabilecek bir iş değildir. Bu fonla, sermaye
merkezileştirilmesi adımıyla Erdoğan ve AKP hükümeti bir taşla
çok kuş vurmaya çalışmaktadır:
1)Her
şeyden önce, Türkiye'den çıkma eğilimi gösteren sermayeye
güvence vererek kalması sağlanmaya çalışılmaktadır;
2)
Yurt dışından sermaye çekmeyi kolaylaştıracaktır (Batı'dan ve
Körfez ülkelerinden borç/kredi almak kolaylaşacaktır);
3)
Dış borç ödemesi veya ertelemesi yapabilecektir;
4)
Bu fonu, birikim fonuna dönüştürebilecektir;
5)
Bu fonu yatırım fonu olarak kullanacaktır.
Yukarıda
fonun içeriğini oluşturan konuların hemen hepsi yatırımla
ilgilidir; büyük projelerdir.
Gördüğüm
kadarıyla burjuva ekonomistler fonun ekonomide, sermaye
merkezileştirilmesinde ne anlama geldiğiyle değil de, bu fonun;
merkezileştirilmiş sermayenin daha ziyade yönetilme biçimiyle
ilgileniyorlar.
Soruna
“at gözlüğü” ile bakan ne kadar ekonomist varsa hepsi ağız
birliği yapmışcasına aynı şeyi tekrarlıyorlar; varlık yok ki,
fon olsun! Soralım; olmayan ne ki, yok deniyor? Bu fona aktarlan
her bir sermaye; şirket birer varlık değil mi?, ulusal sermaye
değil mi?; vatandaşın hani o örgütlemek istediğimiz işçilerin
ve emekçilerin yarattıkları artı değerin bir parçası değil
mi? Diktatör Erdoğan işte tam da bu sermaye; aslında işçilere
ve emekçilere ait olan, “kamu” kılıfıyla bu aitliğinin
gizlendiği sermaye üzerine oynuyor.
Soruna
“at gözlüğü” ile bakan bu ekonomistler, bu fonun aynı
zamanda bir sermaye merkezileştirme fonu olduğunu düşünme gereği
dahi duymuyorlar. Daha da ileri gidebiliriz: Uluslararasılaşan
sermayenin; bu anlamda burjuvazinin özellikle emperyalist
küreselleşme sürecinde kullandığı fon kavramını aynen kabul
eden, bunun bir sermaye merkezileşmesi, aynı zamanda yatırım
olduğunu; bu fonda birleştirilen sermayenin ulusal sermaye olduğunu
görmeyen, göremeyen “sol”, aynen burjuva gazetelerde burjuva
ekonomistlerin açıkladıkları gibi sorunu ele almakta ve birkaç
eleştiriyle, radikal sözlerle değerlendirme yapmaktadır.
Diyeceksiniz ki, emperyalist çağda, emperyalist küreselleşmeden
bahsettiğimiz bu süreçte; sermaye ve üretimin uluslararasılaşmış
olduğu bu süreçte ulusal sermayeden bahsedilebilinir mi?
Diktatör
Erdoğan merkezileştirilmiş bu devasa sermayeyi kontrolsüz,
denetimsiz kullanmayı da yasallaştırmıştır.
*
1)“Bir
varlık fonu kurulabilmesi için her şeyden önce bir varlık ya da
kamu elinde oluşmuş bir gelir fazlalığı olması gerekir. Buna
göre varlık fonları iki şekilde kurulabilmektedir: (1) Bir veya
birden fazla emtiaya dayalı fonlar: Bunlar genellikle ihraç edilen
emtianın gelirleri nedeniyle oluşan bütçe fazlalarından oluşur.
Tipik örnekleri körfez ülkelerinin kurdukları fonlardır. Bu
fonların çoğu ihraç edilen petrolden sağlanan gelirlerle
oluşturulmuştur. Norveç’in kurduğu emeklilik fonu da benzer
şekilde Kuzey Denizinden elde edilen petrol gelirlerinin yarattığı
bütçe fazlasını gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlamaktadır.
(2) Bir emtiaya dayalı olmayan fonlar: Bunlar ya Dış ticaret
fazlaları ile ya da emeklilik fonlarında biriken paralarla
oluşturulmaktadır. Bu tür fonların tipik örnekleri Çin, Kore ve
Hong Kong gibi ülkelerin kurdukları varlık fonlarıdır. ABD’nin
her iki örneğe de giren birden fazla varlık fonu bulunmaktadır”
(Mahfi
Eğilmez; agy.).