deneme

27 Haziran 2019 Perşembe

KAPİTALİZM VE “ÇÖKÜŞ TEORİSİ” ÜZERİNE MARKS VE ENGELS


KAPİTALİZM VE “ÇÖKÜŞ TEORİSİ” ÜZERİNE MARKS VE ENGELS*

Kapitalizmin kendi çelişkilerinden dolayı çökeceği ve kendiliğinden çöküşü kapitalizmin bir nesnel yasallığıdır üzerine 100 yıldan bu yana, daha doğrusu Rosa Luksemburg’un “Sermaye Birikimi” kitabından bu yana çok yazılıp çizilmiştir. Bu yazıda bu konuda kimin ne dediğini ele almayacağım**. Şu kadarını belirteyim. Kendiliğinden çöküş bir “çöküş teorisi” seviyesine çekildi ve bu teori de Marks’a dayandırıldı. “Çöküş teorisi”ni savunanları iki ana gruba ayırmak gerekir. Bunlardan birisi sorunu R. Luksemburg’un anlayışına dayanarak, bu bağlamda Marks’ın Kapital’inde sermaye birikimi analizini eleştirenlerden oluşmaktadır. Komünistlerden (R. Luksemburg) “Konsey Komünizmi”ni savunan anarşistlere, troçkistlere varana kadar geniş bir yelpaze oluşturur bu grupta yer alanlar. İkincisi ise I. Wallerstein gibi kapitalizmin kaç sene sonra çökeceğini hesap edenlerden, çökmeyince de sürekli tarih değiştirenlerden ve ilkinden daha geniş, “radikal” ve geçmişin özlemiyle yaşayan sayısı grupçuklardan oluşur.

Özellikle ikinci grupta yer alanlar (çökertmeciler) Marksizm-Leninizmle, sınıf mücadelesiyle, kapitalist sistemin bu mücadele sonucunda yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıyla hiç ilgili değiller.
Kapitalizm yıkılacak, sonra ne olacak sorusuna cevap verilmiyor. Verenler de kapitalizmden ileri bir düzeni değil, daha geri bir düzeni tarif etmeye çalışıyorlar.

Diğer taraftan kapitalizm çökmez diye bir mutlaklık da yoktur. Kapitalizm çöker ve bunun örnekleri vardır. Örneğin Almanya her iki dünya savaşı sonucunda çökmüştür. Bunun sonucunda Almanya’da kapitalizmden daha ileri bir sistem kurulmamıştır, tam tersi olmuştur. Almanya’da kapitalizm öncesi iktisadi biçimler/ilişkiler yaygınlaşmıştır. Örneğin:
-Genelde paranın yerini doğal maddelerle ödeme almıştır.
-Genelde meta dolaşımının yerini ürün mübadelesi almıştır.
-Genelde işbölümüne dayanan toplumsal büyük üretimin yerini zanaatçılık, esnafçılık, küçük üretim almıştır.
-Genelde hukuk sistemi çöktüğü için güçlü olanın “yasaları” uygulanır olmuştur.

Konu üzerine birtakım analizleri okumamış olabiliriz. Ama en azından II. Dünya Savaşında ekonomisi, devlet yapısı çöken ülkelerde ekonomik ve sosyal ilişkilerin nasıl şekillendiği filmlere ve romanlara konu olmuştur.

Almanya, bu iktisadi ilişkiler sonucunda yeniden ayağa kalkmamıştır; bu ülkede kapitalist sistem bu ilişkiler üzerinde yükselmemiştir. Eski sermaye sahipleri, savaş kışkırtıcılar yeniden iktidar olmuşlardır.

Özellikle birinci grupta yer alanların şunu bilmesi gerekir: Kapitalizm iç çelişkilerinden dolayı tıkanır, krize girer ve birikmiş olan çelişkilerini bir sonraki kriz kadar çözmüş olarak krizden çıkar. Marks, kapitalizmin bu özelliklerini de “döne döne” anlatır. Marks’ın hiçbir yazısında bu sistemin kendiliğinden çökeceğine dair bir emare dahi yoktur. Marks, Kapital’de kapitalizmin kendi sınırlarına hangi koşullarda nasıl dayanacağını anlatır ama yazılarında bu sınırların otomatikman, kendiliğinden aşılacağına, başka bir sisteme geçileceğine dair hiçbir şey yoktur.

Marks’ın yazılarını dikkatli okuyan, çöküşü mekanik bir çöküş anlamında kullanmadığını anlar.
Marks birçok yerde çöküş kelimesini, bilimsel söylem olarak değil, siyasi, ajitatif olarak, Kapital’de ise bu sözcüğü istisnai olarak kullanmıştır. Bu kavramı kullandığı yerde de, örneğin kapitalist üretim biçiminin sınırlarından bahsederken, bu sınırların otomatikman, kendiliğinden aşılamayacağı açık seçik ifade edilmiştir. Marks, ayrıca, bu sistemin kendini yenileme, değişme yeteneğine sahip olduğunu; “Kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizma” olduğunu da belirtir.

Aşağıda Karl Marks ve Friedrich Engels’in “çöküş teorisi” üzerine söylediklerinin kısa bir derlemesini paylaşmak istiyorum.

Friedrich Engels’in açıklamaları/beklentileri, kapitalizmin çökebileceği doğrultusundadır

İnsan, insanın kölesi olmaktan çıktı ve eşyanın kölesi oldu; insani ilişkilerin tersine çevrilmesi tamamlandı; modern spekülasyon dünyasının köleliği, eğitimli, mükemmel, evrensel satılabilirlik, feodal dönem köleliğinden daha insanlık dışı ve daha kapsamlıdır... Hristiyan dünyanın durumu daha da daha da ileri gidemez; o dünya durumu kendi içinde çökmek ve yerini insani, kabul edilebilir bir duruma bırakmak zorundadır. Hristiyan devlet, aslında devletin olası en son görünüm biçimidir; onun çöküşüyle devlet de devlet olarak çökmek zorunda kalacaktır” (F.Engels, “Die Lage Englands. Das 18. Jahrhundert” METE; C. 1, s. 557).

Ya doğaüstü vahiye inanmalıyız veya da dindar bir vaazın, çöken bir toplumu ayakta tutacak yeteneğine sahip olmadığını kabul etmeliyiz. Ve gerçekten, İngiltere’de de işçiler, yeniden hareketlenmeye başladılar” (F. Engels, “Einleitung zur englischen Ausgabe der ‘Entwicklung des Sozialismus”, METE; C. 22, s. 310).

Ama o zamandan beri (19. yüzyılın başından beri, İ. Okçuoğlu), büyük sanayi, kapitalist üretim biçimi içinde uyuklayan çelişkileri öylesine açık karşıtlıklar durumuna getirdi ki, bu üretim biçiminin yaklaşan yıkılışı, deyim yerindeyse elle dokunulabilir... oldu”(F. Engels: “Anti-Dühring”, METE; C. 20, s. 248).

Tröstlerde serbest rekabet tekele dönüşür, kapitalist toplumun plansız üretimi şafak sökümündeki sosyalist toplumun planlı üretimine teslim oluyor. Ancak başlangıçta hala kapitalistlerin...yararına. Ama burada sömürü, çökmek zorunda kalacak şekilde belirginleşir. Hiçbir halk, küçük bir kupon kesicisi grubu tarafından bütünün açık bir şekilde sömürülmesi için tröstler tarafından yönetilen bir üretime tahammül edemez” (F. Engels, “Die Entwicklung des Sozialismus von der Utopie zur Wissenschaft”, METE; C. 19, s. 221).

Burjuva ekonomisinin yasalarına göre, ürünün en büyük kısmı, onu üreten işçilere ait değildir. Şimdi tutar da, bu haksızlıktır, böyle olmamalıdır dersek, bu kez de bu sözlerin ekonomi ile doğrudan bir ilgisi kalmamış olur. Böyle söylemekle, bu ekonomik gerçeğin ahlak duygularımızla çeliştiğinden başka bir şey söylememiş oluruz. Bundan ötürü Marks, kendi komünist istemlerini, hiçbir zaman buna değil, kapitalist üretim biçiminin her gün gözlerimiz önünde yer alan ve gittikçe daha büyük ölçülere varan kaçınılmaz çöküşüne dayandırmıştır”(F. Engels; “Vorwort zu Marks: Das Elend der Philosophie”, METE; C. 4, s. 561).

1866 krizini gerçekten de 1873 dolayında kısa süreli ve hafif bir ticari yükseliş takip etti, ama bu uzun sürmedi...1876'dan bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında hak ede geldiğimiz özlenen yükseliş. Öldürücü bir sıkıntı, bütün işkollarında ve bütün pazarlarda süreğen bir mal fazlalığı - yaklaşık on yıldır yaşadığımız bu”(F. Engels; “Vorwort zur deutschen Ausgabe von 1892 der ‘Lage der arbeitenden Klasse in England”, METE; C. 2, s. 646).

"Ama bunların hepsinin sonucu ne olacak? Kapitalist üretim istikrarlı olamaz. Büyümek, genişlemek veya da ölmek zorundadır. Daha şimdiden İngiltere'nin dünya pazarlarına mal gönderimindeki aslan payının yalnızca azalması bile durgunluk, sıkıntı, şurada sermaye fazlası, burada istihdam edilmemiş işçi fazlası demek oluyor. Yıllık üretimdeki artış tümden durduğu zaman ne olacak? Burası kapitalist üretimin zayıf noktasıdır. Yaşam koşulu, sürekli genişleme zorunluluğudur ve bu sürekli genişleme şimdi olanaksız duruma geliyor. Kapitalist üretim çıkmaza giriyor. İngiltere şu soruyla her yıl daha yakından yüz yüze geliyor: Ya ulus parça parça olacak veya da kapitalist üretim”(F. Engels; “Vorwort zur deutschen Ausgabe von 1892 der ‘Lage der arbeitenden Klasse in England”, METE; C. 2, s. 647).

Kapitalizmin kendiliğinden çöküşü üzerine Karl Marks’ın açıklamaları/beklentileri daha ihtiyatlıdır.

Bir sözcükle, anayasal çözüm, bütün siyasal statükoyu tehlikeye sokuyor ve yurttaş, statükoyu tehdit eden tehlikenin gerisinde, karışıklığı, anarşiyi, iç savaşı görüyor... Statükoyu tehdit eden tehlikenin ardında bütün burjuva toplumun yıkılması tehlikesi gizleniyor” (K. Marks; “Klassenkämpfe in Frankreich”, METE; C. 7, s. 105).

Lahey Kongresi üç önemli sonuç vermiştir:
İşçi sınıfının, toplumsal alanda olduğu kadar siyasal alanda da, eski topluma, çökmekte olan bir topluma karşı mücadelesinin zorunluluğunu ilan etmiştir ve Londra Konferansının bu kararını şu andan itibaren Tüzüğümüze alınmış olduğunu görmekten mutluyuz”(K. Marks; “Rede über den Haager Kongress”, METE; C. 18, s. 159).

İşçi sınıfı Komünden mucizeler beklemiyordu. Onun halk kararıyla uygulanacak hazırlop ütopyaları yoktur. İşçi sınıfı, kendi öz kurtuluşunu ve bu kurtuluşla birlikte, güncel toplumun kendi öz iktisadi gelişmesi ile karşı konmaz bir biçimde yöneldiği yaşamın o daha yüksek biçimini gerçekleştirmek için, uzun mücadelelerden, koşulları ve insanları baştan başa dönüştürecek tüm bir tarihsel süreçler dizisinden geçme zorunda olduğunu bilir. O, bir ülküyü gerçekleştirme zorunda değil, ama sadece çökmekte olan eski burjuva toplumun bağrında taşıdığı yeni toplumun ögeleri önündeki engelleri kaldırma zorundadır” (K. Marks; “Bürgerkrieg in Frankreich”, METE; C. 17, s. 343).

Karl Marks kapitalizmin çöküşünden ne anlıyor?

Bu hafta içinde Avrupa’dan gelen iki vapurun getirdiği haberler, açık ki, spekülasyon ve borsa oyununun nihai çöküşünü ertelemiş gözüküyor; bu çöküşü Okyanus’un her iki yakasındaki insanlar kaçınılmaz bir kaderin korku dolu beklentisinde olduğu gibi içgüdüsel olarak bekliyorlar. Bu çöküş, gecikmeye rağmen kesin; gerçekten şimdiki mali krizin almış olduğu nitelik, bu krizin daha şiddetli ve feci sonunu duyuruyor. Kriz ne kadar uzun sürerse, hesaplaşma da o kadar vahim olacaktır. An itibariyle Avrupa, aynı zamanda, kendini iflas ettiren bütün girişimlere devam etmek ve son korkunç çöküşü ötelemek ve engellemek umuduyla çaresizce bütün araçlara el atmak zorunda olan iflasın eşiğindeki bir insan durumunda” (K. Marks; “Krise in Europa”, METE; C. 12, s. 80).

Öte yandan, toplam sermayenin kendini genişletme oranı ya da kâr oranı, kapitalist üretimin (tıpkı sermayenin kendini genişletmesinin onun tek amacı olması gibi) dürtüsü olduğu için, ondaki düşme, yeni bağımsız sermayelerin oluşumunu yavaşlatır ve böylece, kapitalist üretim sürecinin gelişmesi için bir tehditmiş gibi görünür. Bu düşme, aşırı üretimi, spekülasyonu, krizleri ve artı-nüfusla birlikte artı-sermayeyi besleyip büyütür. Bu nedenle, Ricardo gibi kapitalist üretim tarzına mutlak gözüyle bakan iktisatçılar, bu noktada onun kendisi için bir engel yarattığını düşünürler ve bu yüzden de, bu engeli üretime değil doğaya (toprak rantında olduğu gibi) bağlarlar. Ama onların düşen kâr oranı konusunda duydukları asıl dehşet, kapitalist üretimin, kendisine ait üretici güçlerin gelişmesinde, servetin servet olarak üretimi ile hiç bir ilişkisi bulunmayan bir engelle karşılaştığı duygusudur ve bu kendine özgü engel, kapitalist üretim tarzının sınırlılığını ve ancak tarihsel ve geçici bir niteliğe sahip bulunduğunu doğrular; servet üretimi için, bunun mutlak bir biçim olmadığına, üstelik belli bir aşamada, kendi gelişmesiyle çatışma haline girdiğine tanıklık eder”(K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s. 251/252).

Kâr oran, işçi daha az sömürüldüğü için değil, genellikle, yatırılan sermayeye oranla daha az emek kullanıldığı için düşmektedir.
Kâr oranındaki düşme, gösterildiği gibi, kâr kitlesinde bir artma ile birlikte görüldüğü için, yıllık emek ürününün daha büyük kısım, sermaye kategorisi altında (tüketilmiş bulunan sermayeyi yerine koymak için) ... Üstelik, kâr kitlesi, kâr oranındaki küçülmeye karşın, yatırılan sermaye ile birlikte büyür. Ne var ki, bu ayn zamanda sermayede bir yoğunlaşmayı gerektirir, çünkü böyle bir durumda üretim koşullar, daha büyük ölçekte sermaye kullanılmasını zorunlu kılar. Gene bu, sermayede bir yoğunlaşmayı, yani küçük kapitalistlerin büyükler tarafından yutulmasını, sermayeden yoksun bırakılmalarını da gerektirir... Bu süreç, eğer merkezcil olanın yanı sıra, sürekli olarak merkezden uzaklaştırıcı bir etkiye sahip ters yönlü eğilimler bulunmasaydı, çok geçmeden kapitalist üretimi yıkımla yüz yüze getirirdi”(K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s. 256).

Bugünkü toplum kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır”(K. Marks; METE; C. 23, s. 16, Kapital, C. I).

Aşırı-üretimin ancak nispi olduğu söylenecek olursa, bu tamamen doğrudur, ama tüm kapitalist üretim tarzı, sınırları mutlak olmayan nispi bir üretim tarzıdır. Ve bunlar, ancak, bu tarz için, yani onun dayandığı temel üzerinde mutlaktır... Kısacası, apaçık aşırı-üretim olayına karşı öne sürülen bütün itirazlar (oysa bu olgu, bu itirazlara aldırış bile etmemektedir), kapitalist üretimin engellerinin, genel olarak üretimin engelleri olmadığı ve bu nedenle, bu, özgül, kapitalist üretim tarzının engelleri bulunmadığı tartışmasına gelir dayanır. Oysa, kapitalist üretim tarzının çelişkisi, sermayenin içerisinde hareket ettiği ve tek başına hareket edebildiği, özgül üretim koşulları ile sürekli çatışma içerisine giren, üretici güçleri mutlak bir biçimde geliştirmeye doğru bir eğilim taşımasından doğar”(K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s. 268).

Kapitalist üretim tarzının sınırları, su yüzüne çıkmıştır:
1) İşin üretkenliğindeki gelişme, kâr oranındaki düşmeden, belli noktalarda bu gelişme ile uzlaşmaz bir çelişki içerisine giren ve krizler ile sürekli yenilmesi gereken bir yasa yaratır;
2) Üretimin genişlemesi veya da daralması, karşılığı ödenmeyen işe elkonulması ve bu karşılığı ödenmeyen işin genel olarak maddeleşen işe oranı ile veya da kapitalistlerin diliyle; kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı ile, dolayısıyla, üretimde toplumsal gereksinmeler, yani toplumsal olarak gelişmiş insanın gereksinmeleri arasındaki bağıntıdan çok, belirli bir kâr oranı ile belirlenmektedir...
Üretim, gereksinmelerin karşılandığı noktada değil, kâr üretiminin ve bu kârın gerçekleştirilmesinin saptadığı bir noktada durağan hale gelmektedir” (K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s. 268/269).

Kâr oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden çok, kendilerine bağımsız bir yer bulmaya çalışan bütün yeni sermaye sürgünleri için önemlidir. Ve sermaye oluşumu, düşen kâr oranının, kâr kitlesi ile telafi edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Yok olup gider. Kâr oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür...Ricardo'yu kaygılandıran şey, kâr oranının, kapitalist üretimin isteklendirici ilkesinin, birikimin temel öncülü ve itici gücünün, üretimin kendisindeki gelişmeyle tehlikeye düşmesi olgusudur Ve burada nicel orantı her şey demektir. Aslında, bunun ardında, onun ancak bulanık bir şekilde farkına vardığı daha derin bir şey vardır. Burada, o, sırf ekonomik bir biçimde yüzeye çıkıyor -yani burjuva bakış açısından, kapitalist anlayışın sınırları içerisinde, kapitalist üretimin kendi açısından- bu üretim tarzının kendi engelleri bulunduğu, nispi olduğu, mutlak olmayıp, ancak, üretimin maddi gereksinmelerinin gelişmesinde, belirli bir sınırlı döneme tekabül eden tarihsel bir üretim tarzı olduğu ortaya çıkıyor”(K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s. 269/270).

Krizler, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır.

Çelişki, genel bir deyişle, kapitalist üretim tarzının, değer ve bu değerin içerdiği artı-değer hesaba katılmaksızın, kapitalist üretimin yer aldığı toplumsal koşullar dikkate alınmaksızın, üretici güçlerde mutlak bir gelişmeye doğru bir eğilim taşımasından ileri gelir; öte yandan ise, bu üretim tarzının amacı, mevcut sermayenin değerini korumak ve kendisini genişletmesini en üst sınıra ulaştırmaktır (yani, bu değerin gitgide artan bir hızla büyümesini sağlamaktır).

Bu üretim tarzının kendine özgü niteliği, sermayenin mevcut değerini, bu değeri en yüksek noktaya ulaştırmada bir araç olarak kullanmasıdır. Bu amaca ulaşmak için kullandığı yöntemler, kâr oranında düşmeyi, mevcut sermayenin değer kaybını ve emeğin üretkenlik gücünü, zaten yaratılmış bulunan üretici güçler aleyhine geliştirmektir.

Mevcut sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden-üretim süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve bunalımlara yol açar.
Değişen sermayede değişmeyen sermayeye oranla meydana gelen ve üretici güçlerdeki gelişmeyle elele giden azalma, bir yandan sürekli bir yapay aşırı-nüfus yaratırken, çalışan nüfusun büyümesini teşvik eder. Düşen bir kâr oranı, kullanım-değerlerinin birikimini daha da hızlandırmak üzere, değer olarak sermaye birikimini yavaşlatırken, bu da gene değer olarak birikime yeni bir iti verir...
Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.
Kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir, Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; - bu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç haline gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesine doğru yolalan üretim yöntemleri ile sürekli bir çatışma haline girerler. Araçlar -toplumun üretici güçlerinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesi-, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içerisine girerler.

Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır” (K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s. 259/260).


*)Bu yazı “Güncel Kriz Teorileri” üzerine son makalede belirttiğim Kendiliğinden çöküş bağlamında Marks ve Engels’in söylediklerinin kısa bir derlemesi”dir.

**)“Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi” 1950-1991, 3. kitap, Ceylan Yayınları, Haziran 2003.