KAPİTALİZM
VE “ÇÖKÜŞ TEORİSİ” ÜZERİNE MARKS VE ENGELS*
Kapitalizmin
kendi çelişkilerinden dolayı çökeceği ve kendiliğinden çöküşü
kapitalizmin bir nesnel yasallığıdır üzerine 100 yıldan bu
yana, daha doğrusu Rosa Luksemburg’un “Sermaye Birikimi”
kitabından bu yana çok yazılıp çizilmiştir. Bu yazıda bu
konuda kimin ne dediğini ele almayacağım**. Şu kadarını
belirteyim. Kendiliğinden çöküş bir “çöküş teorisi”
seviyesine çekildi ve bu teori de Marks’a dayandırıldı. “Çöküş
teorisi”ni savunanları iki ana gruba ayırmak gerekir. Bunlardan
birisi sorunu R. Luksemburg’un anlayışına dayanarak, bu bağlamda
Marks’ın Kapital’inde sermaye birikimi analizini eleştirenlerden
oluşmaktadır. Komünistlerden (R. Luksemburg) “Konsey
Komünizmi”ni savunan anarşistlere, troçkistlere varana kadar
geniş bir yelpaze oluşturur bu grupta yer alanlar. İkincisi ise
I. Wallerstein gibi kapitalizmin kaç sene sonra çökeceğini hesap
edenlerden, çökmeyince de sürekli tarih değiştirenlerden ve
ilkinden daha geniş, “radikal” ve geçmişin özlemiyle yaşayan
sayısı grupçuklardan oluşur.
Özellikle
ikinci grupta yer alanlar (çökertmeciler) Marksizm-Leninizmle,
sınıf mücadelesiyle, kapitalist sistemin bu mücadele sonucunda
yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıyla hiç ilgili değiller.
Kapitalizm
yıkılacak, sonra ne olacak sorusuna cevap verilmiyor. Verenler de
kapitalizmden ileri bir düzeni değil, daha geri bir düzeni tarif
etmeye çalışıyorlar.
Diğer
taraftan kapitalizm çökmez diye bir mutlaklık da yoktur.
Kapitalizm çöker ve bunun örnekleri vardır. Örneğin Almanya her
iki dünya savaşı sonucunda çökmüştür. Bunun sonucunda
Almanya’da kapitalizmden daha ileri bir sistem kurulmamıştır,
tam tersi olmuştur. Almanya’da kapitalizm öncesi iktisadi
biçimler/ilişkiler yaygınlaşmıştır. Örneğin:
-Genelde
paranın yerini doğal maddelerle ödeme almıştır.
-Genelde
meta dolaşımının yerini ürün mübadelesi almıştır.
-Genelde
işbölümüne dayanan toplumsal büyük üretimin yerini
zanaatçılık, esnafçılık, küçük üretim almıştır.
-Genelde
hukuk sistemi çöktüğü için güçlü olanın “yasaları”
uygulanır olmuştur.
Konu
üzerine birtakım analizleri okumamış olabiliriz. Ama en azından
II. Dünya Savaşında ekonomisi, devlet yapısı çöken ülkelerde
ekonomik ve sosyal ilişkilerin nasıl şekillendiği filmlere ve
romanlara konu olmuştur.
Almanya,
bu iktisadi ilişkiler sonucunda yeniden ayağa kalkmamıştır; bu
ülkede kapitalist sistem bu ilişkiler üzerinde yükselmemiştir.
Eski sermaye sahipleri, savaş kışkırtıcılar yeniden iktidar
olmuşlardır.
Özellikle
birinci grupta yer alanların şunu bilmesi gerekir: Kapitalizm iç
çelişkilerinden dolayı tıkanır, krize girer ve birikmiş olan
çelişkilerini bir sonraki kriz kadar çözmüş olarak krizden
çıkar. Marks, kapitalizmin bu özelliklerini de “döne döne”
anlatır. Marks’ın hiçbir yazısında bu sistemin kendiliğinden
çökeceğine dair bir emare dahi yoktur. Marks, Kapital’de
kapitalizmin kendi sınırlarına hangi koşullarda nasıl
dayanacağını anlatır ama yazılarında bu sınırların
otomatikman, kendiliğinden aşılacağına, başka bir sisteme
geçileceğine dair hiçbir şey yoktur.
Marks’ın
yazılarını dikkatli okuyan, çöküşü mekanik bir çöküş
anlamında kullanmadığını anlar.
Marks
birçok yerde çöküş kelimesini, bilimsel söylem olarak değil,
siyasi, ajitatif olarak, Kapital’de ise bu sözcüğü istisnai
olarak kullanmıştır. Bu kavramı kullandığı yerde de, örneğin
kapitalist üretim biçiminin sınırlarından bahsederken, bu
sınırların otomatikman, kendiliğinden aşılamayacağı açık
seçik ifade edilmiştir. Marks, ayrıca, bu sistemin kendini
yenileme, değişme yeteneğine sahip olduğunu; “Kaskatı bir
kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir
organizma” olduğunu da belirtir.
Aşağıda
Karl Marks ve Friedrich Engels’in “çöküş teorisi” üzerine
söylediklerinin kısa bir derlemesini paylaşmak istiyorum.
Friedrich
Engels’in açıklamaları/beklentileri, kapitalizmin çökebileceği
doğrultusundadır
“İnsan,
insanın kölesi olmaktan çıktı ve eşyanın kölesi oldu; insani
ilişkilerin tersine çevrilmesi tamamlandı; modern spekülasyon
dünyasının köleliği, eğitimli, mükemmel, evrensel
satılabilirlik, feodal dönem köleliğinden daha insanlık dışı
ve daha kapsamlıdır... Hristiyan dünyanın durumu daha da daha da
ileri gidemez; o dünya durumu kendi içinde çökmek ve yerini
insani, kabul edilebilir bir duruma bırakmak zorundadır. Hristiyan
devlet, aslında devletin olası en son görünüm biçimidir; onun
çöküşüyle devlet de devlet olarak çökmek zorunda kalacaktır”
(F.Engels, “Die Lage Englands. Das 18.
Jahrhundert” METE; C. 1, s. 557).
“Ya
doğaüstü vahiye inanmalıyız veya da dindar bir vaazın, çöken
bir toplumu ayakta tutacak yeteneğine sahip olmadığını kabul
etmeliyiz. Ve gerçekten, İngiltere’de de işçiler, yeniden
hareketlenmeye başladılar” (F. Engels, “Einleitung zur
englischen Ausgabe der ‘Entwicklung des Sozialismus”, METE; C.
22, s. 310).
“Ama
o zamandan beri (19. yüzyılın
başından beri, İ. Okçuoğlu), büyük sanayi,
kapitalist üretim biçimi içinde uyuklayan çelişkileri öylesine
açık karşıtlıklar durumuna getirdi ki, bu üretim biçiminin
yaklaşan yıkılışı, deyim yerindeyse elle dokunulabilir...
oldu”(F. Engels: “Anti-Dühring”, METE; C. 20, s. 248).
“Tröstlerde
serbest rekabet tekele dönüşür, kapitalist toplumun plansız
üretimi şafak sökümündeki sosyalist toplumun planlı üretimine
teslim oluyor. Ancak başlangıçta hala kapitalistlerin...yararına.
Ama burada sömürü, çökmek zorunda kalacak şekilde
belirginleşir. Hiçbir halk, küçük bir kupon kesicisi grubu
tarafından bütünün açık bir şekilde sömürülmesi için
tröstler tarafından yönetilen bir üretime tahammül edemez”
(F. Engels, “Die Entwicklung
des Sozialismus von der Utopie zur Wissenschaft”, METE; C. 19, s.
221).
“Burjuva
ekonomisinin yasalarına göre, ürünün en büyük kısmı, onu
üreten işçilere ait değildir. Şimdi tutar da, bu haksızlıktır,
böyle olmamalıdır dersek, bu kez de bu sözlerin ekonomi ile
doğrudan bir ilgisi kalmamış olur. Böyle söylemekle, bu ekonomik
gerçeğin ahlak duygularımızla çeliştiğinden başka bir şey
söylememiş oluruz. Bundan ötürü Marks, kendi komünist
istemlerini, hiçbir zaman buna değil, kapitalist üretim biçiminin
her gün gözlerimiz önünde yer alan ve gittikçe daha büyük
ölçülere varan kaçınılmaz çöküşüne dayandırmıştır”(F.
Engels; “Vorwort zu Marks: Das Elend der Philosophie”, METE; C.
4, s. 561).
“1866
krizini gerçekten de 1873 dolayında kısa süreli ve hafif bir
ticari yükseliş takip etti, ama bu uzun sürmedi...1876'dan bu yana
bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa girdik.
Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında hak
ede geldiğimiz özlenen yükseliş. Öldürücü bir sıkıntı,
bütün işkollarında ve bütün pazarlarda süreğen bir mal
fazlalığı - yaklaşık on yıldır yaşadığımız bu”(F.
Engels; “Vorwort zur deutschen Ausgabe von 1892 der ‘Lage der
arbeitenden Klasse in England”, METE; C. 2, s. 646).
"Ama
bunların hepsinin sonucu ne olacak? Kapitalist üretim istikrarlı
olamaz. Büyümek, genişlemek veya da ölmek zorundadır. Daha
şimdiden İngiltere'nin dünya pazarlarına mal gönderimindeki
aslan payının yalnızca azalması bile durgunluk, sıkıntı,
şurada sermaye fazlası, burada istihdam edilmemiş işçi fazlası
demek oluyor. Yıllık üretimdeki artış tümden durduğu zaman ne
olacak? Burası kapitalist üretimin zayıf noktasıdır.
Yaşam koşulu, sürekli genişleme zorunluluğudur ve bu sürekli
genişleme şimdi olanaksız duruma geliyor. Kapitalist üretim
çıkmaza giriyor. İngiltere şu soruyla her yıl daha yakından yüz
yüze geliyor: Ya ulus parça parça olacak veya da kapitalist
üretim”(F. Engels; “Vorwort zur deutschen Ausgabe von 1892
der ‘Lage der arbeitenden Klasse in England”, METE; C. 2, s.
647).
Kapitalizmin
kendiliğinden çöküşü üzerine Karl Marks’ın
açıklamaları/beklentileri daha ihtiyatlıdır.
“Bir
sözcükle, anayasal çözüm, bütün siyasal statükoyu
tehlikeye sokuyor ve yurttaş, statükoyu tehdit eden
tehlikenin gerisinde, karışıklığı, anarşiyi, iç savaşı
görüyor... Statükoyu tehdit eden tehlikenin ardında
bütün burjuva toplumun yıkılması tehlikesi gizleniyor” (K.
Marks; “Klassenkämpfe in Frankreich”, METE; C. 7, s. 105).
“Lahey
Kongresi üç önemli sonuç vermiştir:
İşçi
sınıfının, toplumsal alanda olduğu kadar siyasal alanda da, eski
topluma, çökmekte olan bir topluma karşı mücadelesinin
zorunluluğunu ilan etmiştir ve Londra Konferansının bu kararını
şu andan itibaren Tüzüğümüze alınmış olduğunu görmekten
mutluyuz”(K. Marks; “Rede über den Haager Kongress”, METE;
C. 18, s. 159).
“İşçi sınıfı Komünden mucizeler
beklemiyordu. Onun halk kararıyla uygulanacak hazırlop ütopyaları
yoktur. İşçi sınıfı, kendi öz kurtuluşunu ve bu kurtuluşla
birlikte, güncel toplumun kendi öz iktisadi gelişmesi ile karşı
konmaz bir biçimde yöneldiği yaşamın o daha yüksek biçimini
gerçekleştirmek için, uzun mücadelelerden, koşulları ve
insanları baştan başa dönüştürecek tüm bir tarihsel süreçler
dizisinden geçme zorunda olduğunu bilir. O, bir ülküyü
gerçekleştirme zorunda değil, ama sadece çökmekte olan eski
burjuva toplumun bağrında taşıdığı yeni toplumun ögeleri
önündeki engelleri kaldırma zorundadır” (K. Marks;
“Bürgerkrieg in Frankreich”, METE; C. 17, s. 343).
Karl
Marks kapitalizmin çöküşünden ne anlıyor?
“Bu
hafta içinde Avrupa’dan gelen iki vapurun getirdiği haberler,
açık ki, spekülasyon ve borsa oyununun nihai çöküşünü
ertelemiş gözüküyor; bu çöküşü Okyanus’un her iki
yakasındaki insanlar kaçınılmaz bir kaderin korku dolu
beklentisinde olduğu gibi içgüdüsel olarak bekliyorlar. Bu çöküş,
gecikmeye rağmen kesin; gerçekten şimdiki mali krizin almış
olduğu nitelik, bu krizin daha şiddetli ve feci sonunu duyuruyor.
Kriz ne kadar uzun sürerse, hesaplaşma da o kadar vahim olacaktır.
An itibariyle Avrupa, aynı zamanda, kendini iflas ettiren bütün
girişimlere devam etmek ve son korkunç çöküşü ötelemek ve
engellemek umuduyla çaresizce bütün araçlara el atmak zorunda
olan iflasın eşiğindeki bir insan durumunda” (K. Marks;
“Krise in Europa”, METE; C. 12, s. 80).
“Öte
yandan, toplam sermayenin kendini genişletme oranı ya da kâr
oranı, kapitalist üretimin (tıpkı sermayenin kendini
genişletmesinin onun tek amacı olması gibi) dürtüsü olduğu
için, ondaki düşme, yeni bağımsız sermayelerin oluşumunu
yavaşlatır ve böylece, kapitalist üretim sürecinin gelişmesi
için bir tehditmiş gibi görünür. Bu düşme, aşırı üretimi,
spekülasyonu, krizleri ve artı-nüfusla birlikte artı-sermayeyi
besleyip büyütür. Bu nedenle, Ricardo gibi kapitalist üretim
tarzına mutlak gözüyle bakan iktisatçılar, bu noktada onun
kendisi için bir engel yarattığını düşünürler ve bu yüzden
de, bu engeli üretime değil doğaya (toprak rantında olduğu gibi)
bağlarlar. Ama onların düşen kâr oranı konusunda duydukları
asıl dehşet, kapitalist üretimin, kendisine ait üretici güçlerin
gelişmesinde, servetin servet olarak üretimi ile hiç bir ilişkisi
bulunmayan bir engelle karşılaştığı duygusudur ve bu kendine
özgü engel, kapitalist üretim tarzının sınırlılığını ve
ancak tarihsel ve geçici bir niteliğe sahip bulunduğunu doğrular;
servet üretimi için, bunun mutlak bir biçim olmadığına, üstelik
belli bir aşamada, kendi gelişmesiyle çatışma haline girdiğine
tanıklık eder”(K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s.
251/252).
“Kâr
oran, işçi daha az sömürüldüğü için değil, genellikle,
yatırılan sermayeye oranla daha az emek kullanıldığı için
düşmektedir.
Kâr
oranındaki düşme, gösterildiği gibi, kâr kitlesinde bir artma
ile birlikte görüldüğü için, yıllık emek ürününün daha
büyük kısım, sermaye kategorisi altında (tüketilmiş bulunan
sermayeyi yerine koymak için) ... Üstelik, kâr kitlesi, kâr
oranındaki küçülmeye karşın, yatırılan sermaye ile birlikte
büyür. Ne var ki, bu ayn zamanda sermayede bir yoğunlaşmayı
gerektirir, çünkü böyle bir durumda üretim koşullar, daha büyük
ölçekte sermaye kullanılmasını zorunlu kılar. Gene bu,
sermayede bir yoğunlaşmayı, yani küçük kapitalistlerin büyükler
tarafından yutulmasını, sermayeden yoksun bırakılmalarını da
gerektirir... Bu süreç, eğer merkezcil olanın yanı sıra,
sürekli olarak merkezden uzaklaştırıcı bir etkiye sahip ters
yönlü eğilimler bulunmasaydı, çok geçmeden kapitalist üretimi
yıkımla yüz yüze getirirdi”(K. Marks; Kapital III, METE; C.
25, s. 256).
“Bugünkü
toplum kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli
olarak değişen bir organizmadır”(K.
Marks; METE;
C. 23, s. 16, Kapital, C. I).
“Aşırı-üretimin
ancak nispi olduğu söylenecek olursa, bu tamamen doğrudur, ama tüm
kapitalist üretim tarzı, sınırları mutlak olmayan nispi bir
üretim tarzıdır. Ve bunlar, ancak, bu tarz için, yani onun
dayandığı temel üzerinde mutlaktır... Kısacası, apaçık
aşırı-üretim olayına karşı öne sürülen bütün itirazlar
(oysa bu olgu, bu itirazlara aldırış bile etmemektedir),
kapitalist üretimin engellerinin, genel olarak üretimin engelleri
olmadığı ve bu nedenle, bu, özgül, kapitalist üretim tarzının
engelleri bulunmadığı tartışmasına gelir dayanır. Oysa,
kapitalist üretim tarzının çelişkisi, sermayenin içerisinde
hareket ettiği ve tek başına hareket edebildiği, özgül üretim
koşulları ile sürekli çatışma içerisine giren, üretici
güçleri mutlak bir biçimde geliştirmeye doğru bir eğilim
taşımasından doğar”(K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s.
268).
“Kapitalist
üretim tarzının sınırları, su yüzüne çıkmıştır:
1)
İşin üretkenliğindeki gelişme, kâr oranındaki düşmeden,
belli noktalarda bu gelişme ile uzlaşmaz bir çelişki içerisine
giren ve krizler ile sürekli yenilmesi gereken bir yasa yaratır;
2) Üretimin genişlemesi veya da daralması, karşılığı ödenmeyen işe elkonulması ve bu karşılığı ödenmeyen işin genel olarak maddeleşen işe oranı ile veya da kapitalistlerin diliyle; kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı ile, dolayısıyla, üretimde toplumsal gereksinmeler, yani toplumsal olarak gelişmiş insanın gereksinmeleri arasındaki bağıntıdan çok, belirli bir kâr oranı ile belirlenmektedir...
2) Üretimin genişlemesi veya da daralması, karşılığı ödenmeyen işe elkonulması ve bu karşılığı ödenmeyen işin genel olarak maddeleşen işe oranı ile veya da kapitalistlerin diliyle; kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı ile, dolayısıyla, üretimde toplumsal gereksinmeler, yani toplumsal olarak gelişmiş insanın gereksinmeleri arasındaki bağıntıdan çok, belirli bir kâr oranı ile belirlenmektedir...
Üretim,
gereksinmelerin karşılandığı noktada değil, kâr üretiminin ve
bu kârın gerçekleştirilmesinin saptadığı bir noktada durağan
hale gelmektedir” (K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s.
268/269).
“Kâr
oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden çok, kendilerine
bağımsız bir yer bulmaya çalışan bütün yeni sermaye
sürgünleri için önemlidir. Ve sermaye oluşumu, düşen kâr
oranının, kâr kitlesi ile telafi edildiği birkaç büyük
yerleşmiş sermayenin eline düşmesi halinde, üretimin yaşam
alevi bütünüyle sönebilir. Yok olup gider. Kâr oranı,
kapitalist üretimin itici gücüdür...Ricardo'yu kaygılandıran
şey, kâr oranının, kapitalist üretimin isteklendirici ilkesinin,
birikimin temel öncülü ve itici gücünün, üretimin kendisindeki
gelişmeyle tehlikeye düşmesi olgusudur Ve burada nicel orantı her
şey demektir. Aslında, bunun ardında, onun ancak bulanık bir
şekilde farkına vardığı daha derin bir şey vardır. Burada, o,
sırf ekonomik bir biçimde yüzeye çıkıyor -yani burjuva bakış
açısından, kapitalist anlayışın sınırları içerisinde,
kapitalist üretimin kendi açısından- bu üretim tarzının kendi
engelleri bulunduğu, nispi olduğu, mutlak olmayıp, ancak, üretimin
maddi gereksinmelerinin gelişmesinde, belirli bir sınırlı döneme
tekabül eden tarihsel bir üretim tarzı olduğu ortaya çıkıyor”(K.
Marks; Kapital III, METE; C. 25, s. 269/270).
“Krizler,
daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan
çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar
kuran şiddetli patlamalardır.
Çelişki,
genel bir deyişle, kapitalist üretim tarzının, değer ve bu
değerin içerdiği artı-değer hesaba katılmaksızın, kapitalist
üretimin yer aldığı toplumsal koşullar dikkate alınmaksızın,
üretici güçlerde mutlak bir gelişmeye doğru bir eğilim
taşımasından ileri gelir; öte yandan ise, bu üretim tarzının
amacı, mevcut sermayenin değerini korumak ve kendisini
genişletmesini en üst sınıra ulaştırmaktır (yani, bu değerin
gitgide artan bir hızla büyümesini sağlamaktır).
Bu
üretim tarzının kendine özgü niteliği, sermayenin mevcut
değerini, bu değeri en yüksek noktaya ulaştırmada bir araç
olarak kullanmasıdır. Bu amaca ulaşmak için kullandığı
yöntemler, kâr oranında düşmeyi, mevcut sermayenin değer
kaybını ve emeğin üretkenlik gücünü, zaten yaratılmış
bulunan üretici güçler aleyhine geliştirmektir.
Mevcut
sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi
durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer
birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü
araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden-üretim
süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu
yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve bunalımlara yol
açar.
Değişen
sermayede değişmeyen sermayeye oranla meydana gelen ve üretici
güçlerdeki gelişmeyle elele giden azalma, bir yandan sürekli bir
yapay aşırı-nüfus yaratırken, çalışan nüfusun büyümesini
teşvik eder. Düşen bir kâr oranı, kullanım-değerlerinin
birikimini daha da hızlandırmak üzere, değer olarak sermaye
birikimini yavaşlatırken, bu da gene değer olarak birikime yeni
bir iti verir...
Kapitalist
üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin
üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar
kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.
Kapitalist
üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. İşte bu sermaye ve
onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de
sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür;
üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru
değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama
sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir,
Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin
mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan
kendisini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği
sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; - bu sınırlar,
sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin
sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç haline
gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiç bir koşula bağlı
olmadan gelişmesine doğru yolalan üretim yöntemleri ile sürekli
bir çatışma haline girerler. Araçlar -toplumun üretici
güçlerinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesi-, sınırlı
bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile
devamlı çatışma içerisine girerler.
Kapitalist
üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve
uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı
olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen
kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir
çatışmadır” (K. Marks; Kapital III, METE; C. 25, s.
259/260).
*)Bu
yazı “Güncel
Kriz Teorileri” üzerine
son makalede belirttiğim
“Kendiliğinden
çöküş
bağlamında
Marks ve Engels’in söylediklerinin kısa
bir
derlemesi”dir.
**)“Türkiye’de
Kapitalizmin Gelişmesi” 1950-1991, 3. kitap, Ceylan Yayınları,
Haziran 2003.