MEVCUT
SİSTEMİN; FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN ALTERNATİFİ “İŞÇİ VE
ÇİFTÇİDEN SANAYİCİ VE TÜCCARA KADAR BÜTÜN ÜRETİCİ
SINIFLARI
BİRLEŞTİREN BİR HÜKÜMET” DEĞİLDİR.
ALTERNATİF,
DEMOKRATİK DEVRİMDE HALK CUMHURİYETLERİ
BİRLİĞİ, İŞÇİ-EMEKÇİ
MECLİSLERİ İKTİDARI VE SOSYALİZMDE DE
PROLETARYA
DİKTATÖRLÜĞÜDÜR!
D.
Perinçek ve M. Pamukoğlu’nun ekonomi konusunda söyledikleri
çelişkili, anlaşılmaz, demagojiktir. Yine de bu yazarları yanlış
anladığımızı, her şeye rağmen iyi niyetli olduklarını,
sermayeyi düşünürken “üretici”yi de düşündüklerini;
nihayetinde ürünlerin sermaye ve “üretici” arasında
“adaletli” bir paylaşımından başka bir şey istemediklerini
varsayalım.
Bu
varsayımımız bu yazarları haklı çıkartmıyor. Kapitalizm,
burjuva düzen, ne kadar demokratik olursa olsun üretim araçlarının
özel mülkiyette olduğu, toplumun bu mülkiyet bazlı uzlaşmaz
çelişkilerle karşı karşıya duran ana sınıflara (burjuvazi ve
işçi sınıfı) bölündüğü; sömürü ve baskının olduğu bir
sistemdir. Sermaye, ancak artı değer elde ederse sermaye olarak
varlığını sürdürür. Bunu elde etmek için de işgücünü
sömürmesi, ülke zenginliklerini talan etmesi gerekir. Burjuva
düzende siyasi erk, kapitalistlerin, sermayenin çıkarlarını her
koşul altında savunmakla görevlidir. Burjuva düzende hükümet
ulusal geliri sürekli, sermayenin çıkarına yontarak sınıflar
arasında paylaştırmak zorundadır. Bu paylaşımın şemasını
önceki makalede vermiştik.
Bu
iki yazar sermayeyi iradi olarak gemleyebileceklerini,
yönlendirebileceklerini sanıyorlar. Belki de Çin örneğinden
etkilenmişlerdir. Ama orada, Çin’de sermaye, çalışma
koşulları, “üretici” hakları, “karma ekonomi” Türkiye’de
olandan daha demokratiktir diyorsanız, doğru söylememiş
olursunuz. Bu konularda Türkiye, kağıt üzerinde de olsa Çin’den
daha ileridedir.
Çin’de
siyasi erk, özel sermayenin, yabancı sermayenin, her ikisinin
ortaklığından oluşan sermayenin ve kamu sermayesinin çıkarlarını
çok iyi analiz ettiği için onlarını önünü açabiliyor; daha
acımasız, daha katmerli sömürün, işçilerin hak-hukuk
mücadelesinde daha baskıcı olun diyebiliyor; yani hem sermaye hem
de devlet, sermaye çıkarlarının gerçekleştirilebilmesi için
otoriter kalabiliyor. Çin’in en zenginlerinin Çin Komünist
Partisi üyesi olmaları boşuna değildir.
Çin
modeli geri bir modeldir, Çin kapitalizminin kendine özgün
ekonomik ve sınıfsal gelişmesinin bir sonucudur.
Çin’i
geçelim. Orada “milletin birliği ve dayanışması” yok!
Kapitalizmde
“üretim ekonomisi” kavramı içi boş bir kavramdır, ancak,
demagoji yapmaya, “farkındalık” göstermeye yarar. Neden?
Üretmeyen kapitalizm olmaz. Kapitalizmin var olabilmesi için bir
taraftan sermayenin, diğer taraftan da geçimini sağlamak için
işgücünü özgürce, kendi isteğiyle satmaya hazır insanların
(işçilerin) olması gerekir. Dolayısıyla üretmek, kapitalizmin
ilk varoluş koşuludur. Bundan dolayı kapitalizmde “üretim
ekonomisi” bir safsatadır.
Kapitalizmde
“üretim ekonomisi” tamamen popülist bir şiardır!
Diğer
taraftan kapitalizmde nasıl ve ne üretileceğine, sürekli üreten
bir ekonominin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğine siyasi
erk değil, bizzat sermaye karar verir ve siyasi erk de bu kararı
destekler.
Bu
anlayışa göre Amerikan emperyalizmi II. Dünya Savaşından sonra
yıllarca “üretim devrimi”ni sürdürmüş, “üretim
ekonomisi” ile şaha kalkmış, Almanya, Japonya, Güney Kore ve
şimdi de Çin aynı yolda ilerliyorlar! Yoksa değil mi?
Soruna,
ne ile ne üretiliyor açısından değil de, sadece üretmek
açısından bakıldığında Türk ekonomisinin de üretken olduğu
görülür. Bir ülke ekonomisinde, GSYİH hesaplamalarında,
dolayısıyla ulusal gelirde sanayinin payının yüksek olması o
ekonominin üretken olduğunu gösterir. Türkiye de, ulusal gelirde
sanayinin payının yüksek olduğu ülkelerden (başta Çin olmak
üzere) birisidir. Bu anlamda da dinamik bir ekonomidir. (Bir
kısım ekonomistin veya kendini öyle sananların bir türlü
anlamadığı garip bir durum!)
O
halde “üretim devrimi”, “üretim ekonomisi” Çin’e
öykünmenin bir yansımasıdır; tamamen bir burjuva safsatadır,
popülizmdir.
“Zorlukları
üretim devrimiyle ve Çin dostluğuyla aşmak”
isteyen D. Perinçek’ten başkası değildir.
Tekellerin,
büyük sermayenin hakim olduğu siyaset (üst yapı) ve ekonomide
(altyapı) “üretim ekonomisi”nin nasıl olacağına da o
sermaye karar verecektir. Onun iktidarı yıkılmadan hiçbir şey
olmaz.
O
halde; her şeyden önce iktidarı yıkma diye bir anlayışınızın,
böyle bir derdinizin olması gerekir. Böyle bir anlayışınız yok
ve hiçbir zaman da olmadı.
Bunlar,
rejimin sınıfsal karakterini değiştirmeden, siyasi iktidar
değişimi olmadan ekonomide devrim yapmaya soyunuyorlar ve bunu
Perinçek açıktan
dile getiriyor. Sermayeye
insanlık, demokratlık, adalet kılıfı giydiren
naiflikler dönemi artık geride kaldı; burjuva devrimlerin
şafağında bu türden düşüncelerin belli bir haklılık payı
vardı. Bugün bu türden düşünceler, sermayeyi şirin
göstermenin, doğrudan
sermayenin çıkarlarını savunmanın; işçi sınıfı ve
emekçileri sermaye düzenine bağlamanın, köleleştirmenin yeni
bir denemesidir.
“Üretim
devrimi”nin gerçekleştirilebilmesi için esas olan, öncelikle
siyasi devrimin gerçekleştirilmesi, iktidarın ele geçirilmesi ve
bu sömürü düzenini yıkılmasıdır. Bu yazarların böyle bir
anlayışları yok ve hiçbir zaman da olmamıştır.
Bu
yazarlar kapitalizmin amacı konusunda hayaller yayıyorlar. D.
Perinçek, “Üretim odaklı ekonominin kurulması için bütün
üretici sınıfları kucaklayan, milleti birleştiren bir milli
hükümetin kurulması zorunlu ve kaçınılmazdır” diyor,
ama bu, günümüz
Türkiye’sinde sermayenin
varlık nedeniyle çelişiyor.
D.
Perinçek, bu anlayışını, M. Pamukoğlu’nun deyimiyle “milletin
birliği ve dayanışması”nı, eviriyor, çeviriyor, üzerine
“ulusal uzlaşma” kılıfı geçiriyor; bütün amacı
kapitalizmin temel ekonomik yasasını yeniden yorumlamak, onu
sınıfsal içeriğinden arındırmak, içini boşaltmaktır. Yani
Perinçek ve Pamukoğlu, kapitalizmin temel ekonomik yasasının
içeriği azami kar değildir, işçi ve emekçi yığınların
sömürüsü, talanı değildir; aksine ulusal gelirin kapitalist ve
“üretici” arasında adil paylaşımıdır demek istiyorlar.
“Bütün üretici sınıfları kucaklayan, milleti
birleştiren bir milli hükümet kurmak” (Perinçek),
yani “milletin birliği ve dayanışması”
(Pamukoğlu) herhalde bu anlama geliyordur.
Bir
karşılaştırma
Yukarıdaki
çerçeve içinde birbirine zıt, uzlaşamaz iki ayrı dünya, iki
ayrı sistem, iki farklı mülkiyet üzerinde yükselen iki farklı
toplum formasyon görüyoruz.
Bir
taraftan kapitalizm:
Üretim
araçlarının özel mülkiyette; kişilerin, şirketlerin,
tekellerin, devletin mülkiyetinde olduğu düzen. Üretim
araçlarının özel mülkiyette olması, bu sistemin olmazsa
olmazıdır.
Bu
düzenin ayakta kalabilmesi için üretim araçlarının özel
mülkiyette olması yetmez. Sistemin
varlığı ve devamı için işgücünü satmak zorunda olan
insanların olması gerekir. Yani kapitalizm, işçi sınıfı ve
emekçilerin sömürüsü ve talanına dayanır. Bu
da sistemin olmazsa olmazıdır.
Kapitalizmde
işgücü metadır, alınır-satılır.
Kapitalizmde
amaç, üretimde amaç, azami kardır.
Kapitalizmde
ulusal gelirin paylaşımı sürekli kapitalistlerin lehine yontulur;
ulusal gelirin paylaşımında kapitalistlerin çıkarlarını göz
önünde tutmayan bir
işleyiş, anlayış olamaz.
Kapitalizm
demek, burjuvazinin iktidarı demektir; burjuvazinin ekonomide,
devlette, hukukta, eğitimde, ideolojide vs. hakimiyeti demektir.
Kapitalizmde
demokrasi, burjuvazi için, sermayenin çıkarları için demokrasi
demektir.
Diğer
taraftan sosyalizm:
Üretim
araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu düzen. Üretim
araçlarının toplumsal mülkiyette olması bu düzenin, sosyalizmin
olmazsa
olmazıdır.
Bu
düzenin kurulması ve devamı için üretim araçlarının toplumsal
mülkiyette olmasının yanı
sıra, bunun bir özelliği olarak işgücü sömürüsünün
de olmaması gerekir.
Sosyalizmde
işgücü meta değildir, alınıp-satılamaz.
Sosyalizmde
amaç, halkın gereksinimlerini; sürekli artan gereksinimlerini
karşılayabilmektir.
Sosyalizmde
ulusal gelir ancak çalışanlar arasında paylaşılır; sermaye,
kapitalist sınıf olmadığı için paylaşım kavgası da yoktur.
Sosyalizmde
demokrasi toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı
ve emekçi yığınlar için demokrasi, eski toplumun kalıntıları
için diktatörlüktür.
İnsanlık
tarihinde şimdiye kadar görülmüş en demokratik sistem
sosyalizmdir; proletarya
diktatörlüğüdür.
Bu
türden
farkları çoğaltabilirsiniz. Nihayetinde bunlar bize Perinçek ve
Pamukoğlu gibilerinin savundukları sınıf uzlaşmacılığının
bir aldatmaca, hayal olduğunu gösterir. Günümüz
Türkiye’sinde “Bütün
üretici sınıfları kucaklayan, milleti birleştiren bir milli
hükümet”,
“milletin
birliği ve dayanışması”
bir
safsatadır; Türk şovenizmini, ırkçılığını, faşist rejimi
güçlendirmenin çabalarıdır.
Bu
yazarların yaptığı, popülizmdir.
Şüphesiz
ki, ulusal gelirin adaletli paylaşıldığı toplumsal yapı vardır.
Burada adaleti, mülkiyetin sınıfsal karakterinden farklı görmemek
gerekir. Burjuva toplumda adalet anlayışı, işçi sınıfı ve
emekçi yığınların sömürüsü, talanı üzerinde yükselir.
Burjuva toplumda demokrasi anlayışı da bu sömürü ve takanın
nasıl maskeleneceğiyle ilgilidir.
Demokratik
devrim sürecinde olan bir toplumda da adalet anlayışı, iktidarın
sınıfsal karakterinden bağımsız olarak ele alınamaz;
dolayısıyla demokratik devrim sürecindeki ülkede ulusal gelirin
paylaşımı iktidardaki sınıfın sınıfsal çıkarlarından ayrı
olarak düşünülemez.
Bunu
örneklendirelim:
Diyelim
ki, Türkiye demokratik devrim
sürecinden geçiyor ve bu mücadeleyi yürüten
güçlerin (işçi sınıfı ve müttefiklerinin) gerçekleştiriyor
oldukları bir antifaşist,
antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik
devrim programları
var.
Bana
göre demokratik devrim sürecinde ele
aldığımız sorunla bağlam içinde
şu temel adımlar atılmalıdır:
1-
İşbirlikçi tekelci burjuvazinin sömürgeci faşist diktatörlüğü
zora dayalı devrimle yıkılmalıdır.
2-Yıkılan
iktidarın yerine, ayrılma hakkının korunduğu, işçi-emekçi
meclislerine dayalı Türkiye ve Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyetleri
Birliği kurulmalıdır.
3-
Egemen sınıfların ordusu, polisi ve diğer zor aygıtları
dağıtılmalıdır.
4-Bunların
yerine işçi-emekçi meclislerinde örgütlenmiş olan kitlelerin
denetiminde bir halk ordusu ve halk milisi kurulmalıdır.
5-
Egemen sınıfların yargı mekanizması dağıtılmalıdır.
6-
Tüm emperyalist devletlere, çok uluslu şirketlere, IMF, Dünya
Bankası gibi emperyalist mali kuruluşlara olan borç ve
yükümlülükler iptal edilmelidir.
7-
NATO'dan çıkılmalı, hiçbir emperyalist, gerici askeri ya da
siyasal bloğa katılınmamalı, ABD ve NATO üs ve kuruluşlarına
el konulmalı, bütün gizli anlaşmalar açıklanmalı, gizli ve
açık yükümlülükler iptal edilmelidir.
8-
Emperyalistlerin, işbirlikçi tekelci burjuvazinin, devletin ve
devrime karşı silahlı savaşa katılan tüm güçlerin
mülkiyetindeki işletmelere, taşınmazlara ve diğer zenginliklere
el konulmalıdır.
9-
Halk mülkiyetine dönüştürülen ekonominin bütün sektörlerinin
yönetimini elinde tutan meclisler iktidarı, ekonominin diğer
sektörlerinde işçi-emekçi meclisleri aracılığıyla işçi
denetimi sağlamalıdır.
10-
Zoralım yoluyla büyük toprak sahiplerinin ve devletin mülkiyetinde
bulunan tüm topraklar, üretim aletleri ve diğer zenginlikler halk
mülkiyeti haline getirilmelidir. Halk mülkiyetine dönüştürülen
toprakların, üretim aletlerinin vb. bir bölümü örnek çiftlikler
olarak değerlendirilmeli, bir bölümü kooperatiflerde örgütlenecek
yoksul ve az topraklı köylülerin kullanımına sunulmalıdır.
11-
Tarım işçilerinin, yoksul, küçük ve orta köylülerin devlete,
bankalara, ağalara, tefecilere, kapitalistlere olan borçları iptal
edilmeli, toprakları ve üretim aletleri üzerindeki ipotekler
kaldırılmalıdır.
Bu
yazarlarda, “Vatan Partisi”nde böyle bir anlayış var mı? Yok.
Söyledikleri,
savundukları oldukça açık: Her
ikisi de tam bağımsızlıktan bahsederken,
Batıya sırt
çevirmeyi Avrasya’ya, Çin’e dayanmayı öneriyorlar. Yani tam
bağımsızlık değil, efendi değiştirmeyi öneriyorlar.
Yaptıkları,
Çin’e öykünmek, Çin’in desteğiyle, Çin
emperyalizminin çıkarları doğrultusunda “bütün
üretici sınıfları kucaklayan, milleti birleştiren bir milli
hükümet kurmak”
ve
böylece
“milletin
birliği ve dayanışması” ile
sömürü ve talanı kapsamlaştırarak ve derinleştirerek
emperyalistleşen Türkiye sürecini hızlandırarak “emperyalist
Türkiye”yi kurmaktır.
Yukarıda
konuyla bağlam içinde yapılması gerekenleri belirttiğim
demokratik devrimin bir adım ötesi sosyalizmdir. Bu
bir adım birkaç hafta sürebileceği gibi birkaç ay da sürebilir.
Ama bu, yıllarca devam edecek bir süreç değildir, olamaz da. Daha
doğrusu, yukarıda bahsettiğim demokratik devrim ile sosyalizm
arasında bir geçişkenlik vardır; demokratik devrimin her bir
görevinin gerçekleşmesi sosyalizme geçiş demektir.
M.
Pamukoğlu’nun bu düzende, kapitalizmde “milletin
birliği ve dayanışması”yla
gerçekleştirmek istediği -“1-
Ne, ne kadar üretilecek? ...; 2- Nasıl üretilecek? ...; 3- Nerede
üretilecek? ...; 4- Kimin için üretilecek? Mal ve hizmetler kimler
için üretilecektir? Yani bu mallar ve hizmetler kimler tarafından
tüketilecektir?”-
başka toplum formasyonu ve o toplum formasyonuna tekabül
eden sistemin nesnel ekonomik
yasaları koşullarında gerçekleştirilecektir. Bunun adı
sosyalizmdir ve sosyalist üretim biçimine
tekabül eden ekonomik yasalardır.
Sosyalist
üretim biçiminde toplumsal toplam ürünün ve ulusal gelirin
paylaşımı
Sosyalizmde
üretim araçları özel mülkiyette değildir, toplumun
mülkiyetindedir. Bundan dolayı sosyalizmde; proletarya
diktatörlüğünün hakim olduğu durumda, artı ürüne veya
toplumsal ürüne özel el koymanın koşulları yoktur. Sosyalizmde
esas olan, toplumsal üretmek ve toplumsal tüketmektir. Bu üretim
ve tüketimin şemayla ifadesi şöyledir.
Marks,
sosyalizmde toplumsal ürünün, toplumsal olarak nasıl paylaşılması
gerektiği konusunda şöyle der:
“Birincisi:
tüketilmiş üretim araçlarının yenilenmesine ayrılan fon;
İkincisi:
üretimin genişletilmesi (arttırılması,
çn) için ek bir fon;
Üçüncüsü:
kazalara karşı, doğal olaylardan vb. ileri gelen aksamalara karşı
güvence ya da yedek bir fon.
‘Azaltılmamış
iş geliri’nden bu kesintiler, ekonomik bir zorunluluktur ve onun
büyüklüğü, mevcut güçlere ve
araçlara göre
belirlenir...
Geriye,
toplam ürünün tüketime sunulacak olan diğer bölümü kalır.
Kişisel paylaşıma gidilmeden önce, başka çıkarmalar da
yapılmalıdır:
Birincisi:
Genel, doğrudan
üretime dahil olmayan idari giderler.
Bu bölüm, daha baştan, şimdiki toplumla karşılaştırıldığında,
en kaçınılmaz olanla sınırlanır....
İkincisi:
Toplumsal gereksinimleri karşılamaya ayrılan bölüm;
okul, sağlık kurumları vb. Bu bölüm, daha baştan, şimdiki
toplumla karşılaştırıldığında önemli boyutlarda büyür....
Üçüncüsü:
Çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar,
yani bugün resmi, fakirlere bakım olarak adlandırılanların
kapsamına girenler” (4).
Sosyalist
Sovyetler Birliği pratiğini yansıtan sosyalist toplumda toplam
toplumsal üretimin dağılımını gösteren bu şema, Marks’ın
sosyalizmde toplam toplumsal ürünün, toplumsal olarak nasıl
paylaşılması gerektiği anlayışından çıkartılmıştır. Bu,
Marks’ın bu konudaki anlayışının SB'de uygulanmasıydı.
Böyle
bir paylaşım nasıl sağlanabilir? Her şeyden önce sömürücü
sınıfların siyasi iktidarına son verilmiş ve proletarya
diktatörlüğünün kurulmuş olması gerekir. Bunun diğer anlamı,
üretim araçlarının özel mülkiyetten toplumsal mülkiyete
geçirilmesidir. Bu koşullar, sosyalizmdeki söz konusu paylaşım
için “olmazsa olmaz” koşullarıdır. Proletarya diktatörlüğü,
hangi alanda ne kadar ve nasıl harcama yapılacağına somut durumun
somut analizinden hareketle karar verir ve uygular(5).
Pamukoğlu,
“1-
Ne, ne kadar üretilecek? ...; 2- Nasıl üretilecek? ...; 3- Nerede
üretilecek? ...; 4- Kimin için üretilecek? Mal ve hizmetler kimler
için üretilecektir? Yani bu mallar ve hizmetler kimler tarafından
tüketilecektir?”
sorularının
cevabını sosyalizmde bulabilir. Ama ne onda ne de Perinçek de
bunu savunacak, gerçekleşmesi için mücadele edecek siyasi cüret
vardır? Zaten hiçbir zamanda olmamıştı.
Peki,
Pamukoğlu, yukarıdaki sorularının cevabını neden kapitalizmde
bulamaz, ama sosyalizmde bulabilir? Bunun mülkiyetin sınıfsal
karakteriyle doğrudan bağı vardır. Veya şöyle soralım: Neden,
en demokratik de olsa, en adaletli “karma ekonomi” uygulansa da
kapitalizmde Pamukoğlu’nun yukarıdaki soruları cevapsız kalır
ve sosyalizmde bu soruların cevabı vardır?
Yukarıda
kapitalizmde ve sosyalizmde temel ekonomik yasaların tanımlamasına
yer verdik.
Kapitalizmde
azami kar, dolayısıyla sömürü ve talan, diğerinde ise
(sosyalizm) “Bütün
toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami
tatmin edilmesinin teminat altına alınması” esas
amacı oluşturmaktadır.
Kapitalizmde
üretim araçları özel mülkiyette iken, sosyalizmde toplumsal
mülkiyettedir. Üretim araçlarının mülkiyetindeki bu nitelik
değişimi aynı zamanda formasyon değişimdir ve buna bağlı
olarak da ekonomik yasalar değişimidir.
Kapitalizmde
rekabet
ve üretimde anarşi yasası sistemin olmazsa
olmazı iken sosyalizmde ekonominin
planlı (orantılı)
gelişme yasası sistemin olmazsa olmazıdır. Rekabet
ve üretimde anarşi yasasının geçerli
olmadığı
bir kapitalizm, “kolu bacağı” kırılmış bir kapitalizm
değildir; bu yasa yoksa kapitalizm de yoktur. Aynı şekilde
ekonominin
planlı (orantılı)
gelişme yasasının
olmadığı
bir sosyalizm de
“kolu bacağı” kırılmış, “kötü de olsa” sosyalizm
değildir; bu yasa yoksa sosyalizm de yoktur.
Pamukoğlu
bu sorularıyla iradi hareket edilebileceğini, devletin
kararlarıyla, çok güvendiği planlamayla istenilen sonucun
alınabileceğini sanıyor. Ama unuttuğu veya anlamadığı için
birbirine karıştırdığı gerçek şudur: En demokratik olduğu
gibi “en” faşist devlet de pekala planlama yapar, bunun
ötesinde, bırakalım devleti, planlama yapmayan bir sermaye,
sermaye grubu, tekel ne iç pazarda ne de dünya pazarında iddialı
olabilir. O halde içeriği ne olursa olsun, planlama, “karma
ekonomi” ile ekonominin nesnel yasaları arasında bir bağ yoktur;
planlama özneldir, politika değişince planlama da değişir. Ama
ekonominin yasaları nesneldir, politik tedbirlerle, iktisadi
planlamayla o yasaların etkisini ortadan kaldıramazsınız.
Örneğin, rekabet ve üretimde anarşi yasası kapitalizmde her
koşul altında; en demokratik, “en” faşist koşullar altında,
planlama olsun veya olmasın, etkili olur.
Pamukoğlu
ve Çin aşkıyla karasevdalanmış Perinçek, ekonomik yasalar
konusunda saflık derecesine varan yanılgı içindeler. Bu yazarlar,
Stalin’in dediği gibi “doğada ve toplumda, nesnel, insan
iradesinden bağımsız olarak gerçekleşen süreçleri yansıtan
bilimin yasalarıyla, insanların iradesine göre yaratılan ve
yalnızca hukuki gücü bulunan, hüükümetlerin çıkardığı
yasaları birbirine karıştırıyorlar. Ama bunlar asla
karıştırılmamalıdır”.
“Marksizm,
bilimin yasalarını -doğabilimleri yasaları mı yoksa politik
ekonominin yasaları mı olduğu hiç fark etmez- insan iradesinden
bağımsız, nesnel olarak gerçekleşen, nesnel süreçlerin
yansıması olarak kavrar. İnsanlar bu yasaları keşfedebilir,
toplum yararına onları kullanabilirler. Ama bu yasaları
değiştiremezler veya da ortadan kaldıramazlar. Bilimin yeni
yasalarını koymaları veya yaratmaları ise hiç mümkün
değildir.” (6)
Kabul
etmek gerekir ki, Pamukoğlu mümkün olmayanı mümkün kılma
cesaretine sahip; en azından ben değiştiririm deme cesaretini
gösteriyor. Nasıl mı?
“Bize
serbest piyasa ekonomisinin bir versiyonu olan ve ülkemizde uygulama
dönemlerinde oldukça başarılı olmuş karma ekonomi lazım.
Planlama lazım. Strateji lazım. Devletin stratejik alanlarda ve
yatırımlarda devreye girmesi lazım”
(7).
En
katı Keynesçi olabilirsiniz, sermaye ve üretimin
uluslararasılaşmasına karşı olabilirsiniz, yani en tutarlı
“anti-finansallaçmacılar”dan birisi olabilirsiniz. “Oldukça
başarılı” bulduğunuz “karma ekonomi”yi bugünün
koşullarında daha da başarılı kılmak için plan hazırlayıp,
strateji oluşturabilirsiniz. Ama bu çabalarınızın hiçbirisi
rekabet ve üretimde anarşi yasasını etkisiz kılmaz, ortadan
kaldırmaz. Tam tersine o planınız ve stratejiniz rekabet ve
üretimde anarşi yasasına göre şekillenmiş olacaktır. Yoksa
öyle değil mi? Yoksa bir bildiğiniz var da söylemiyor musunuz?
“Ekonomik
gelişmenin yasaları, aynı doğa bilimlerinde olduğu gibi,
ekonomik gelişmenin, insan iradesinden bağımsız gerçekleşen
süreçlerini yansıtan nesnel yasalardır. İnsanlar bu yasaları
keşfedebilir, onları anlayabilir ve onlara dayanarak onları toplum
yararına kullanabilir, bazı yasaların yıkıcı etkilerine başka
bir yön verebilir, etkinlik alanlarını sınırlayabilir, açığa
çıkmaya çalışan başka yasalara yol açabilir, ama onları
ortadan kaldıramazlar veya yeni ekonomik yasalar
yaratamaz” (8).
Ancak,
Pamukoğlu’nun hayal ettiği “planlama” ve “strateji”,
üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsal olduğu, yani
sosyalizm koşullarında gerçekleşebilir. Ama burada da planlama
ile “ekonominin planlı (orantılı) gelişme yasası”
birbirine karıştırılmamalıdır.
“Ülkemiz
ekonomisinin planlı (orantılı) gelişmesinin zorunluluğu Sovyet
iktidarına, mevcut ekonomi yasalarını ortadan
kaldırma ve yenilerini yaratma olanağı sağladığı
söyleniyor. Bu tümüyle yanlıştır. Yıllık ve
beşyıllık planlarımız, ekonominin planlı,
orantılı gelişmesinin nesnel ekonomik yasalarıyla
karıştırılmamalıdır. Ekonomik gelişmenin planlı
yasası, kapitalizmde rekabet ve üretimin anarşisi yasasına
denge olarak ortaya çıktı. Rekabet ve üretim anarşisi yasası
gücünü yitirdikten sonra, üretim araçlarının
toplumsallaştırılması temelinde ortaya çıktı. etkin olabildi,
çünkü sosyalist ekonomi sadece, ekonominin planlı gelişmesinin
ekonomik yasası temelinde yürütülebilir”.(9)
Görüyoruz
ki, mülkiyetin sınıfsal karakteri değişince ekonomi de,
ekonominin nesnel yasaları da değişmektedir. Kapitalizmde hayal
olan, sosyalizmde gerçeklik olmaktadır, ama tersi değil;
sosyalizmde mümkün olanı kapitalizmde gerçekleştirmeye çalışmak
iflah olmaz reformistlerin, sınıf uzlaşmacılarının ve
nihayetinde adına “sosyalizm” ve “işçi partisi” eklemekle
(“Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi”)
Alman işçi sınıfı ve emekçilerini kandırabileceğini
sanan Hitler faşizminin demagojisinden başka bir şey değildir.
Kaynaklar:
1)
Stalin; C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR
(SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları), s. 290.
2)
Stalin; agk., s. 291.
3)
Stalin; agk., s. 327
4)
Marks; Gotha Programı Eleştirisi, C. 19, s. 19.
5)
Bkz.:
İ. Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden
İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011, s. 465-466.
6)
Stalin;
C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR, s. 256.
7)
Mustafa
Pamukoğlu; “Serbest piyasa ekonomisinden vazgeçmemeliyiz!”,
Aydınlık Gazetesi, 24.5.2019.
8)Stalin;
C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR, s. 257.
9)Stalin;
C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR, s.
260/261.