deneme

5 Haziran 2019 Çarşamba

D. PERİNÇEK’İN ÇİN ve M. PAMUKOĞLU’NUN “KARMA EKONOMİ” AŞKI BİR KARA SEVDADIR!



MEVCUT SİSTEMİN; FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN ALTERNATİFİ “İŞÇİ VE 

ÇİFTÇİDEN SANAYİCİ VE TÜCCARA KADAR BÜTÜN ÜRETİCİ SINIFLARI 

BİRLEŞTİREN BİR HÜKÜMET” DEĞİLDİR. 

 

ALTERNATİF, DEMOKRATİK DEVRİMDE HALK CUMHURİYETLERİ 

BİRLİĞİ, İŞÇİ-EMEKÇİ MECLİSLERİ İKTİDARI VE SOSYALİZMDE DE 

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜDÜR!

D. Perinçek ve M. Pamukoğlu’nun ekonomi konusunda söyledikleri çelişkili, anlaşılmaz, demagojiktir. Yine de bu yazarları yanlış anladığımızı, her şeye rağmen iyi niyetli olduklarını, sermayeyi düşünürken “üretici”yi de düşündüklerini; nihayetinde ürünlerin sermaye ve “üretici” arasında “adaletli” bir paylaşımından başka bir şey istemediklerini varsayalım.

Bu varsayımımız bu yazarları haklı çıkartmıyor. Kapitalizm, burjuva düzen, ne kadar demokratik olursa olsun üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu, toplumun bu mülkiyet bazlı uzlaşmaz çelişkilerle karşı karşıya duran ana sınıflara (burjuvazi ve işçi sınıfı) bölündüğü; sömürü ve baskının olduğu bir sistemdir. Sermaye, ancak artı değer elde ederse sermaye olarak varlığını sürdürür. Bunu elde etmek için de işgücünü sömürmesi, ülke zenginliklerini talan etmesi gerekir. Burjuva düzende siyasi erk, kapitalistlerin, sermayenin çıkarlarını her koşul altında savunmakla görevlidir. Burjuva düzende hükümet ulusal geliri sürekli, sermayenin çıkarına yontarak sınıflar arasında paylaştırmak zorundadır. Bu paylaşımın şemasını önceki makalede vermiştik.

Bu iki yazar sermayeyi iradi olarak gemleyebileceklerini, yönlendirebileceklerini sanıyorlar. Belki de Çin örneğinden etkilenmişlerdir. Ama orada, Çin’de sermaye, çalışma koşulları, “üretici” hakları, “karma ekonomi” Türkiye’de olandan daha demokratiktir diyorsanız, doğru söylememiş olursunuz. Bu konularda Türkiye, kağıt üzerinde de olsa Çin’den daha ileridedir.

Çin’de siyasi erk, özel sermayenin, yabancı sermayenin, her ikisinin ortaklığından oluşan sermayenin ve kamu sermayesinin çıkarlarını çok iyi analiz ettiği için onlarını önünü açabiliyor; daha acımasız, daha katmerli sömürün, işçilerin hak-hukuk mücadelesinde daha baskıcı olun diyebiliyor; yani hem sermaye hem de devlet, sermaye çıkarlarının gerçekleştirilebilmesi için otoriter kalabiliyor. Çin’in en zenginlerinin Çin Komünist Partisi üyesi olmaları boşuna değildir.
Çin modeli geri bir modeldir, Çin kapitalizminin kendine özgün ekonomik ve sınıfsal gelişmesinin bir sonucudur.
Çin’i geçelim. Orada “milletin birliği ve dayanışması” yok!

Kapitalizmde “üretim ekonomisi” kavramı içi boş bir kavramdır, ancak, demagoji yapmaya, “farkındalık” göstermeye yarar. Neden? Üretmeyen kapitalizm olmaz. Kapitalizmin var olabilmesi için bir taraftan sermayenin, diğer taraftan da geçimini sağlamak için işgücünü özgürce, kendi isteğiyle satmaya hazır insanların (işçilerin) olması gerekir. Dolayısıyla üretmek, kapitalizmin ilk varoluş koşuludur. Bundan dolayı kapitalizmde “üretim ekonomisi” bir safsatadır.
Kapitalizmde “üretim ekonomisi” tamamen popülist bir şiardır!

Diğer taraftan kapitalizmde nasıl ve ne üretileceğine, sürekli üreten bir ekonominin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğine siyasi erk değil, bizzat sermaye karar verir ve siyasi erk de bu kararı destekler.
Bu anlayışa göre Amerikan emperyalizmi II. Dünya Savaşından sonra yıllarca “üretim devrimi”ni sürdürmüş, “üretim ekonomisi” ile şaha kalkmış, Almanya, Japonya, Güney Kore ve şimdi de Çin aynı yolda ilerliyorlar! Yoksa değil mi?

Soruna, ne ile ne üretiliyor açısından değil de, sadece üretmek açısından bakıldığında Türk ekonomisinin de üretken olduğu görülür. Bir ülke ekonomisinde, GSYİH hesaplamalarında, dolayısıyla ulusal gelirde sanayinin payının yüksek olması o ekonominin üretken olduğunu gösterir. Türkiye de, ulusal gelirde sanayinin payının yüksek olduğu ülkelerden (başta Çin olmak üzere) birisidir. Bu anlamda da dinamik bir ekonomidir. (Bir kısım ekonomistin veya kendini öyle sananların bir türlü anlamadığı garip bir durum!)
O halde “üretim devrimi”, “üretim ekonomisi” Çin’e öykünmenin bir yansımasıdır; tamamen bir burjuva safsatadır, popülizmdir.
Zorlukları üretim devrimiyle ve Çin dostluğuyla aşmak” isteyen D. Perinçek’ten başkası değildir.

Tekellerin, büyük sermayenin hakim olduğu siyaset (üst yapı) ve ekonomide (altyapı) “üretim ekonomisi”nin nasıl olacağına da o sermaye karar verecektir. Onun iktidarı yıkılmadan hiçbir şey olmaz.
O halde; her şeyden önce iktidarı yıkma diye bir anlayışınızın, böyle bir derdinizin olması gerekir. Böyle bir anlayışınız yok ve hiçbir zaman da olmadı.

Bunlar, rejimin sınıfsal karakterini değiştirmeden, siyasi iktidar değişimi olmadan ekonomide devrim yapmaya soyunuyorlar ve bunu Perinçek açıktan dile getiriyor. Sermayeye insanlık, demokratlık, adalet kılıfı giydiren naiflikler dönemi artık geride kaldı; burjuva devrimlerin şafağında bu türden düşüncelerin belli bir haklılık payı vardı. Bugün bu türden düşünceler, sermayeyi şirin göstermenin, doğrudan sermayenin çıkarlarını savunmanın; işçi sınıfı ve emekçileri sermaye düzenine bağlamanın, köleleştirmenin yeni bir denemesidir.

Üretim devrimi”nin gerçekleştirilebilmesi için esas olan, öncelikle siyasi devrimin gerçekleştirilmesi, iktidarın ele geçirilmesi ve bu sömürü düzenini yıkılmasıdır. Bu yazarların böyle bir anlayışları yok ve hiçbir zaman da olmamıştır.

Bu yazarlar kapitalizmin amacı konusunda hayaller yayıyorlar. D. Perinçek, “Üretim odaklı ekonominin kurulması için bütün üretici sınıfları kucaklayan, milleti birleştiren bir milli hükümetin kurulması zorunlu ve kaçınılmazdır” diyor, ama bu, günümüz Türkiye’sinde sermayenin varlık nedeniyle çelişiyor.

D. Perinçek, bu anlayışını, M. Pamukoğlu’nun deyimiyle “milletin birliği ve dayanışması”nı, eviriyor, çeviriyor, üzerine “ulusal uzlaşma” kılıfı geçiriyor; bütün amacı kapitalizmin temel ekonomik yasasını yeniden yorumlamak, onu sınıfsal içeriğinden arındırmak, içini boşaltmaktır. Yani Perinçek ve Pamukoğlu, kapitalizmin temel ekonomik yasasının içeriği azami kar değildir, işçi ve emekçi yığınların sömürüsü, talanı değildir; aksine ulusal gelirin kapitalist ve “üretici” arasında adil paylaşımıdır demek istiyorlar. “Bütün üretici sınıfları kucaklayan, milleti birleştiren bir milli hükümet kurmak” (Perinçek), yani “milletin birliği ve dayanışması” (Pamukoğlu) herhalde bu anlama geliyordur.

Bir karşılaştırma
 
















Yukarıdaki çerçeve içinde birbirine zıt, uzlaşamaz iki ayrı dünya, iki ayrı sistem, iki farklı mülkiyet üzerinde yükselen iki farklı toplum formasyon görüyoruz.

Bir taraftan kapitalizm:
Üretim araçlarının özel mülkiyette; kişilerin, şirketlerin, tekellerin, devletin mülkiyetinde olduğu düzen. Üretim araçlarının özel mülkiyette olması, bu sistemin olmazsa olmazıdır.
Bu düzenin ayakta kalabilmesi için üretim araçlarının özel mülkiyette olması yetmez. Sistemin varlığı ve devamı için işgücünü satmak zorunda olan insanların olması gerekir. Yani kapitalizm, işçi sınıfı ve emekçilerin sömürüsü ve talanına dayanır. Bu da sistemin olmazsa olmazıdır.
Kapitalizmde işgücü metadır, alınır-satılır.
Kapitalizmde amaç, üretimde amaç, azami kardır.
Kapitalizmde ulusal gelirin paylaşımı sürekli kapitalistlerin lehine yontulur; ulusal gelirin paylaşımında kapitalistlerin çıkarlarını göz önünde tutmayan bir işleyiş, anlayış olamaz.
Kapitalizm demek, burjuvazinin iktidarı demektir; burjuvazinin ekonomide, devlette, hukukta, eğitimde, ideolojide vs. hakimiyeti demektir.
Kapitalizmde demokrasi, burjuvazi için, sermayenin çıkarları için demokrasi demektir.

Diğer taraftan sosyalizm:
Üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu düzen. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olması bu düzenin, sosyalizmin olmazsa olmazıdır.
Bu düzenin kurulması ve devamı için üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olmasının yanı sıra, bunun bir özelliği olarak işgücü sömürüsünün de olmaması gerekir.
Sosyalizmde işgücü meta değildir, alınıp-satılamaz.
Sosyalizmde amaç, halkın gereksinimlerini; sürekli artan gereksinimlerini karşılayabilmektir.
Sosyalizmde ulusal gelir ancak çalışanlar arasında paylaşılır; sermaye, kapitalist sınıf olmadığı için paylaşım kavgası da yoktur.
Sosyalizmde demokrasi toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar için demokrasi, eski toplumun kalıntıları için diktatörlüktür.
İnsanlık tarihinde şimdiye kadar görülmüş en demokratik sistem sosyalizmdir; proletarya diktatörlüğüdür.
Bu türden farkları çoğaltabilirsiniz. Nihayetinde bunlar bize Perinçek ve Pamukoğlu gibilerinin savundukları sınıf uzlaşmacılığının bir aldatmaca, hayal olduğunu gösterir. Günümüz Türkiye’sinde “Bütün üretici sınıfları kucaklayan, milleti birleştiren bir milli hükümet”, “milletin birliği ve dayanışması” bir safsatadır; Türk şovenizmini, ırkçılığını, faşist rejimi güçlendirmenin çabalarıdır.
Bu yazarların yaptığı, popülizmdir.

Şüphesiz ki, ulusal gelirin adaletli paylaşıldığı toplumsal yapı vardır. Burada adaleti, mülkiyetin sınıfsal karakterinden farklı görmemek gerekir. Burjuva toplumda adalet anlayışı, işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü, talanı üzerinde yükselir. Burjuva toplumda demokrasi anlayışı da bu sömürü ve takanın nasıl maskeleneceğiyle ilgilidir.

Demokratik devrim sürecinde olan bir toplumda da adalet anlayışı, iktidarın sınıfsal karakterinden bağımsız olarak ele alınamaz; dolayısıyla demokratik devrim sürecindeki ülkede ulusal gelirin paylaşımı iktidardaki sınıfın sınıfsal çıkarlarından ayrı olarak düşünülemez.

Bunu örneklendirelim:

Diyelim ki, Türkiye demokratik devrim sürecinden geçiyor ve bu mücadeleyi yürüten güçlerin (işçi sınıfı ve müttefiklerinin) gerçekleştiriyor oldukları bir antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim programları var.

Bana göre demokratik devrim sürecinde ele aldığımız sorunla bağlam içinde şu temel adımlar atılmalıdır:

1- İşbirlikçi tekelci burjuvazinin sömürgeci faşist diktatörlüğü zora dayalı devrimle yıkılmalıdır.

2-Yıkılan iktidarın yerine, ayrılma hakkının korunduğu, işçi-emekçi meclislerine dayalı Türkiye ve Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği kurulmalıdır.

3- Egemen sınıfların ordusu, polisi ve diğer zor aygıtları dağıtılmalıdır.

4-Bunların yerine işçi-emekçi meclislerinde örgütlenmiş olan kitlelerin denetiminde bir halk ordusu ve halk milisi kurulmalıdır.

5- Egemen sınıfların yargı mekanizması dağıtılmalıdır.

6- Tüm emperyalist devletlere, çok uluslu şirketlere, IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist mali kuruluşlara olan borç ve yükümlülükler iptal edilmelidir.

7- NATO'dan çıkılmalı, hiçbir emperyalist, gerici askeri ya da siyasal bloğa katılınmamalı, ABD ve NATO üs ve kuruluşlarına el konulmalı, bütün gizli anlaşmalar açıklanmalı, gizli ve açık yükümlülükler iptal edilmelidir.

8- Emperyalistlerin, işbirlikçi tekelci burjuvazinin, devletin ve devrime karşı silahlı savaşa katılan tüm güçlerin mülkiyetindeki işletmelere, taşınmazlara ve diğer zenginliklere el konulmalıdır.

9- Halk mülkiyetine dönüştürülen ekonominin bütün sektörlerinin yönetimini elinde tutan meclisler iktidarı, ekonominin diğer sektörlerinde işçi-emekçi meclisleri aracılığıyla işçi denetimi sağlamalıdır.

10- Zoralım yoluyla büyük toprak sahiplerinin ve devletin mülkiyetinde bulunan tüm topraklar, üretim aletleri ve diğer zenginlikler halk mülkiyeti haline getirilmelidir. Halk mülkiyetine dönüştürülen toprakların, üretim aletlerinin vb. bir bölümü örnek çiftlikler olarak değerlendirilmeli, bir bölümü kooperatiflerde örgütlenecek yoksul ve az topraklı köylülerin kullanımına sunulmalıdır.

11- Tarım işçilerinin, yoksul, küçük ve orta köylülerin devlete, bankalara, ağalara, tefecilere, kapitalistlere olan borçları iptal edilmeli, toprakları ve üretim aletleri üzerindeki ipotekler kaldırılmalıdır. 

Bu yazarlarda, “Vatan Partisi”nde böyle bir anlayış var mı? Yok.
Söyledikleri, savundukları oldukça açık: Her ikisi de tam bağımsızlıktan bahsederken, Batıya sırt çevirmeyi Avrasya’ya, Çin’e dayanmayı öneriyorlar. Yani tam bağımsızlık değil, efendi değiştirmeyi öneriyorlar. Yaptıkları, Çin’e öykünmek, Çin’in desteğiyle, Çin emperyalizminin çıkarları doğrultusunda “bütün üretici sınıfları kucaklayan, milleti birleştiren bir milli hükümet kurmak” ve böylece “milletin birliği ve dayanışması” ile sömürü ve talanı kapsamlaştırarak ve derinleştirerek emperyalistleşen Türkiye sürecini hızlandırarak “emperyalist Türkiye”yi kurmaktır.

Yukarıda konuyla bağlam içinde yapılması gerekenleri belirttiğim demokratik devrimin bir adım ötesi sosyalizmdir. Bu bir adım birkaç hafta sürebileceği gibi birkaç ay da sürebilir. Ama bu, yıllarca devam edecek bir süreç değildir, olamaz da. Daha doğrusu, yukarıda bahsettiğim demokratik devrim ile sosyalizm arasında bir geçişkenlik vardır; demokratik devrimin her bir görevinin gerçekleşmesi sosyalizme geçiş demektir.

M. Pamukoğlu’nun bu düzende, kapitalizmde “milletin birliği ve dayanışması”yla gerçekleştirmek istediği -“1- Ne, ne kadar üretilecek? ...; 2- Nasıl üretilecek? ...; 3- Nerede üretilecek? ...; 4- Kimin için üretilecek? Mal ve hizmetler kimler için üretilecektir? Yani bu mallar ve hizmetler kimler tarafından tüketilecektir?”- başka toplum formasyonu ve o toplum formasyonuna tekabül eden sistemin nesnel ekonomik yasaları koşullarında gerçekleştirilecektir. Bunun adı sosyalizmdir ve sosyalist üretim biçimine tekabül eden ekonomik yasalardır.

Sosyalist üretim biçiminde toplumsal toplam ürünün ve ulusal gelirin paylaşımı

Sosyalizmde üretim araçları özel mülkiyette değildir, toplumun mülkiyetindedir. Bundan dolayı sosyalizmde; proletarya diktatörlüğünün hakim olduğu durumda, artı ürüne veya toplumsal ürüne özel el koymanın koşulları yoktur. Sosyalizmde esas olan, toplumsal üretmek ve toplumsal tüketmektir. Bu üretim ve tüketimin şemayla ifadesi şöyledir.


Marks, sosyalizmde toplumsal ürünün, toplumsal olarak nasıl paylaşılması gerektiği konusunda şöyle der:
Birincisi: tüketilmiş üretim araçlarının yenilenmesine ayrılan fon;
İkincisi: üretimin genişletilmesi (arttırılması, çn) için ek bir fon;
Üçüncüsü: kazalara karşı, doğal olaylardan vb. ileri gelen aksamalara karşı güvence ya da yedek bir fon.
Azaltılmamış iş geliri’nden bu kesintiler, ekonomik bir zorunluluktur ve onun büyüklüğü, mevcut güçlere ve araçlara göre belirlenir...
Geriye, toplam ürünün tüketime sunulacak olan diğer bölümü kalır. Kişisel paylaşıma gidilmeden önce, başka çıkarmalar da yapılmalıdır:
Birincisi: Genel, doğrudan üretime dahil olmayan idari giderler. Bu bölüm, daha baştan, şimdiki toplumla karşılaştırıldığında, en kaçınılmaz olanla sınırlanır....
İkincisi: Toplumsal gereksinimleri karşılamaya ayrılan bölüm; okul, sağlık kurumları vb. Bu bölüm, daha baştan, şimdiki toplumla karşılaştırıldığında önemli boyutlarda büyür....
Üçüncüsü: Çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar, yani bugün resmi, fakirlere bakım olarak adlandırılanların kapsamına girenler” (4).

Sosyalist Sovyetler Birliği pratiğini yansıtan sosyalist toplumda toplam toplumsal üretimin dağılımını gösteren bu şema, Marks’ın sosyalizmde toplam toplumsal ürünün, toplumsal olarak nasıl paylaşılması gerektiği anlayışından çıkartılmıştır. Bu, Marks’ın bu konudaki anlayışının SB'de uygulanmasıydı.

Böyle bir paylaşım nasıl sağlanabilir? Her şeyden önce sömürücü sınıfların siyasi iktidarına son verilmiş ve proletarya diktatörlüğünün kurulmuş olması gerekir. Bunun diğer anlamı, üretim araçlarının özel mülkiyetten toplumsal mülkiyete geçirilmesidir. Bu koşullar, sosyalizmdeki söz konusu paylaşım için “olmazsa olmaz” koşullarıdır. Proletarya diktatörlüğü, hangi alanda ne kadar ve nasıl harcama yapılacağına somut durumun somut analizinden hareketle karar verir ve uygular(5).

Pamukoğlu, “1- Ne, ne kadar üretilecek? ...; 2- Nasıl üretilecek? ...; 3- Nerede üretilecek? ...; 4- Kimin için üretilecek? Mal ve hizmetler kimler için üretilecektir? Yani bu mallar ve hizmetler kimler tarafından tüketilecektir?” sorularının cevabını sosyalizmde bulabilir. Ama ne onda ne de Perinçek de bunu savunacak, gerçekleşmesi için mücadele edecek siyasi cüret vardır? Zaten hiçbir zamanda olmamıştı.

Peki, Pamukoğlu, yukarıdaki sorularının cevabını neden kapitalizmde bulamaz, ama sosyalizmde bulabilir? Bunun mülkiyetin sınıfsal karakteriyle doğrudan bağı vardır. Veya şöyle soralım: Neden, en demokratik de olsa, en adaletli “karma ekonomi” uygulansa da kapitalizmde Pamukoğlu’nun yukarıdaki soruları cevapsız kalır ve sosyalizmde bu soruların cevabı vardır?

Yukarıda kapitalizmde ve sosyalizmde temel ekonomik yasaların tanımlamasına yer verdik.
Kapitalizmde azami kar, dolayısıyla sömürü ve talan, diğerinde ise (sosyalizm) “Bütün toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatmin edilmesinin teminat altına alınması” esas amacı oluşturmaktadır.

Kapitalizmde üretim araçları özel mülkiyette iken, sosyalizmde toplumsal mülkiyettedir. Üretim araçlarının mülkiyetindeki bu nitelik değişimi aynı zamanda formasyon değişimdir ve buna bağlı olarak da ekonomik yasalar değişimidir.

Kapitalizmde rekabet ve üretimde anarşi yasası sistemin olmazsa olmazı iken sosyalizmde ekonominin planlı (orantılı) gelişme yasası sistemin olmazsa olmazıdır. Rekabet ve üretimde anarşi yasasının geçerli olmadığı bir kapitalizm, “kolu bacağı” kırılmış bir kapitalizm değildir; bu yasa yoksa kapitalizm de yoktur. Aynı şekilde ekonominin planlı (orantılı) gelişme yasasının olmadığı bir sosyalizm de “kolu bacağı” kırılmış, “kötü de olsa” sosyalizm değildir; bu yasa yoksa sosyalizm de yoktur.

Pamukoğlu bu sorularıyla iradi hareket edilebileceğini, devletin kararlarıyla, çok güvendiği planlamayla istenilen sonucun alınabileceğini sanıyor. Ama unuttuğu veya anlamadığı için birbirine karıştırdığı gerçek şudur: En demokratik olduğu gibi “en” faşist devlet de pekala planlama yapar, bunun ötesinde, bırakalım devleti, planlama yapmayan bir sermaye, sermaye grubu, tekel ne iç pazarda ne de dünya pazarında iddialı olabilir. O halde içeriği ne olursa olsun, planlama, “karma ekonomi” ile ekonominin nesnel yasaları arasında bir bağ yoktur; planlama özneldir, politika değişince planlama da değişir. Ama ekonominin yasaları nesneldir, politik tedbirlerle, iktisadi planlamayla o yasaların etkisini ortadan kaldıramazsınız. Örneğin, rekabet ve üretimde anarşi yasası kapitalizmde her koşul altında; en demokratik, “en” faşist koşullar altında, planlama olsun veya olmasın, etkili olur.

Pamukoğlu ve Çin aşkıyla karasevdalanmış Perinçek, ekonomik yasalar konusunda saflık derecesine varan yanılgı içindeler. Bu yazarlar, Stalin’in dediği gibi “doğada ve toplumda, nesnel, insan iradesinden bağımsız olarak gerçekleşen süreçleri yansıtan bilimin yasalarıyla, insanların iradesine göre yaratılan ve yalnızca hukuki gücü bulunan, hüükümetlerin çıkardığı yasaları birbirine karıştırıyorlar. Ama bunlar asla karıştırılmamalıdır”.

Marksizm, bilimin yasalarını -doğabilimleri yasaları mı yoksa politik ekonominin yasaları mı olduğu hiç fark etmez- insan iradesinden bağımsız, nesnel olarak gerçekleşen, nesnel süreçlerin yansıması olarak kavrar. İnsanlar bu yasaları keşfedebilir, toplum yararına onları kullanabilirler. Ama bu yasaları değiştiremezler veya da ortadan kaldıramazlar. Bilimin yeni yasalarını koymaları veya yaratmaları ise hiç mümkün değildir.” (6)

Kabul etmek gerekir ki, Pamukoğlu mümkün olmayanı mümkün kılma cesaretine sahip; en azından ben değiştiririm deme cesaretini gösteriyor. Nasıl mı?

Bize serbest piyasa ekonomisinin bir versiyonu olan ve ülkemizde uygulama dönemlerinde oldukça başarılı olmuş karma ekonomi lazım. Planlama lazım. Strateji lazım. Devletin stratejik alanlarda ve yatırımlarda devreye girmesi lazım” (7).

En katı Keynesçi olabilirsiniz, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasına karşı olabilirsiniz, yani en tutarlı “anti-finansallaçmacılar”dan birisi olabilirsiniz. “Oldukça başarılı” bulduğunuz “karma ekonomi”yi bugünün koşullarında daha da başarılı kılmak için plan hazırlayıp, strateji oluşturabilirsiniz. Ama bu çabalarınızın hiçbirisi rekabet ve üretimde anarşi yasasını etkisiz kılmaz, ortadan kaldırmaz. Tam tersine o planınız ve stratejiniz rekabet ve üretimde anarşi yasasına göre şekillenmiş olacaktır. Yoksa öyle değil mi? Yoksa bir bildiğiniz var da söylemiyor musunuz?

Ekonomik gelişmenin yasaları, aynı doğa bilimlerinde olduğu gibi, ekonomik gelişmenin, insan iradesinden bağımsız gerçekleşen süreçlerini yansıtan nesnel yasalardır. İnsanlar bu yasaları keşfedebilir, onları anlayabilir ve onlara dayanarak onları toplum yararına kullanabilir, bazı yasaların yıkıcı etkilerine başka bir yön verebilir, etkinlik alanlarını sınırlayabilir, açığa çıkmaya çalışan başka yasalara yol açabilir, ama onları ortadan kaldıramazlar veya yeni ekonomik yasalar yaratamaz” (8).

Ancak, Pamukoğlu’nun hayal ettiği “planlama” ve “strateji”, üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsal olduğu, yani sosyalizm koşullarında gerçekleşebilir. Ama burada da planlama ile “ekonominin planlı (orantılı) gelişme yasası” birbirine karıştırılmamalıdır.

Ülkemiz ekonomisinin planlı (orantılı) gelişmesinin zorunluluğu Sovyet iktidarına, mevcut ekonomi yasalarını ortadan kaldırma ve yenilerini yaratma olanağı sağladığı söyleniyor. Bu tümüyle yanlıştır. Yıllık ve beşyıllık planlarımız, ekonominin planlı, orantılı gelişmesinin nesnel ekonomik yasalarıyla karıştırılmamalıdır. Ekonomik gelişmenin planlı yasası, kapitalizmde rekabet ve üretimin anarşisi yasasına denge olarak ortaya çıktı. Rekabet ve üretim anarşisi yasası gücünü yitirdikten sonra, üretim araçlarının toplumsallaştırılması temelinde ortaya çıktı. etkin olabildi, çünkü sosyalist ekonomi sadece, ekonominin planlı gelişmesinin ekonomik yasası temelinde yürütülebilir”.(9)

Görüyoruz ki, mülkiyetin sınıfsal karakteri değişince ekonomi de, ekonominin nesnel yasaları da değişmektedir. Kapitalizmde hayal olan, sosyalizmde gerçeklik olmaktadır, ama tersi değil; sosyalizmde mümkün olanı kapitalizmde gerçekleştirmeye çalışmak iflah olmaz reformistlerin, sınıf uzlaşmacılarının ve nihayetinde adına “sosyalizm” ve “işçi partisi” eklemekle (“Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi”) Alman işçi sınıfı ve emekçilerini kandırabileceğini sanan Hitler faşizminin demagojisinden başka bir şey değildir.


Kaynaklar:
1) Stalin; C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR (SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları), s. 290.
2) Stalin; agk., s. 291.
3) Stalin; agk., s. 327
4) Marks; Gotha Programı Eleştirisi, C. 19, s. 19.
5) Bkz.: İ. Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011, s. 465-466.
6) Stalin; C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR, s. 256.
7) Mustafa Pamukoğlu; “Serbest piyasa ekonomisinden vazgeçmemeliyiz!”, Aydınlık Gazetesi, 24.5.2019.
8)Stalin; C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR, s. 257.
9)Stalin; C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR, s. 260/261.