deneme

20 Haziran 2019 Perşembe

GÜNCEL KRİZ TEORİLERİ (III)



MARKS, ENGELS, LENİN, STALİN - EKONOMİK KRİZ

GÜNCEL KRİZ TEORİLERİ (III)

MARKSİST KRİZ TEORİSİ


2-Kriz çevriminin ne öldüren ne de onduran veya da gelmeyen tam 
   çöküntü” veyükseliş aşaması - özel tipte durgunluk ve dünya        
   ekonomisi

Ekonomik krizin periyodik olarak patlak vermesi, kapitalizme özgü bir yasallıktır. Bu, üretimin toplumsal oluşu ve ona özel el koyuş arasındaki çelişkiye dayanır. Bu gerçekliğin, yasallığın tartışılacak bir yanı yoktur.

Sermaye birikimi, makine vasıtasıyla işçilerin dışlanmasını hızlandırırken ve bir kutupta zenginlik, karşı kutupta sefalet üretirken, ... sanayi yedek ordusunu; işçilerin ‘görece fazlalığını’ veya ‘kapitalist fazla nüfusu’ da üretir. (Bu nüfus) olağanüstü çok biçimler alır ve sermayeye, üretimi olağanüstü hızlı genişletme olanağı verir. Üretim araçlarındaki sermaye birikimi ve kredi ile bağ içinde bu olanak, diğer şeylerin yanı sıra fazla üretim yoluyla krizlerin kavranması için anahtarı ele verir. (Bu krizler) kapitalist ülkelerde periyodik olarak başlangıçta ortalama her 10 senede bir, ... uzun ve daha ziyade belli olmayan aralıklarla periyodik olarak patlak verirler” (29).

Lenin, emperyalizmi/tekelci kapitalizmi analiz etti; kapitalizmin serbest rekabetçi aşamasından çıkışını ve en yüksek (son) aşamasına geçişini temellendirdi. Tekelci devlet kapitalizminin oluşum dönemini yaşadı ve oluşum sürecindeki tekelci devlet kapitalizmi üzerine tespitler yaptı.
Yukarıdaki anlayış, Lenin’in bu alandaki bilimsel faaliyetinin sadece bir yansımasını ele vermektedir. Lenin, emperyalist çağda, tekelci kapitalizminde ve giderek de tekelci devlet kapitalizminde kriz veya ekonomik çevrimin serbest rekabetçi dönemde olduğu gibi devam etmediğini, değişime uğradığını, önceleri “ortalama her 10 senede bir patlak veren krizlerin, şimdi yine “periyodik” olarak ama düzensiz aralıklarla “daha az belirli aralıklarla” patlak verdiğini tespit etmektedir.

Kriz çevrimindeki değişme iki notada olmuştur:

1- Kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemdeki ortalama 8-10 senelik periyodikliği deforme olmuş, bozulmuştur. Örneğin “Politik Ekonomi” kitabında tespit edildiği gibi 1920-37 arasında üç kriz söz konusu olurken, II. Dünya Savaşından sonra 21. yüzyılın son çeyreğine kadar ABD’de üç kriz (1957-1958, 1974-1975, 1981-1983), Almanya’da bir kriz (1981-1983); Fransa’da iki kriz (1974-75, 1981-83); İngiltere’de iki kriz (1974-1975, 1981-1983) ve Japonya’da bir kriz (1974-75) yaşanmıştı. Burada Lenin’in belirttiği gibi “daha ziyade belirli olmayan aralıklarla patlak veren krizleri” görüyoruz.

2- Kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemde görülen aşamaları da deforme olmuş, bozulmuştur. Krizlerden çıkıldıktan sonra canlanma aşamasından yükseliş aşamasına geçilemiyor; şu veya bu şekilde uzun süreli bir durgunluk yaşanıyor. Burada söz konusu olan, Stalin’in tespit ettiği gibi, özel cinsten bir durgunluktur. Bu durgunluk, sanayiyi ne tam yükseliş aşamasına ne de krizin en derin noktasına götürüyor. Bunun yerine, büyüme yavaş oluyor; inişli-çıkışlı bir durgunluk içinde gerçekleşiyor. (30).

Kapitalist ekonomide kriz sonrası durgunluk olgusu ilk kez Engels tarafından tespit edilmiştir. 1873 kriz sonrasıyla ilgili değerlendirmesinde Kapital III’e yaptığı bir ekte şöyle der:
Daha önceki 10 yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi, yerini –çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun ve belirleyici olmayan, daha kronik ve daha uzun süreli baskıya bırakmıştır. Belki de burada söz konusu olan, döngülerin sürelerinin uzaması sonucudur”(31).

13 Kasım 1885’te Engels, Danielson’a yazdığı mektubu şu paragrafla noktalar:
1870’den beri Almanya ve özellikle de Amerika, modern sanayide İngiltere’nin rakipleri oldular. Bunun sonucu, fazla üretim sürecinin, İngiltere’yle sınırlı oluşundan daha büyük bir sahaya yayılması ve en azından şimdiye kadar had (akut -çn.) yerine kronik karakter almasında önceleri on senede bir atmosferi temizleyen bu fırtınanın gecikmesi sayesinde bu uzun devam eden kronik durgunluk (depresyon -çn.), şimdiye kadar eşi görülmemiş güçte ve genişlikte bir krizi hazırlayacaktır. Bu, yazarın bahsettiği ve bütün Avrupa ülkelerine sirayet eden tarım krizinin şimdiye kadar devam etmesiyle daha da kaçınılmaz olacaktır. Ve tarım krizi Amerika’nın batısındaki bakire siyah topraklar yorgunlaşana kadar devam edecektir” (32).

İngiltere'de Çalışan Sınıfın Durumu” yapıtının Almanca baskısına yazdığı önsözde Engels şöyle der:
Her on yılda bir sanayinin seyri, genel bir ticari krizle sert bir kesintiye uğruyordu. Bunu, kronik halsizliğin uzun bir döneminden sonra kısa, birkaç yıllık bir yükseliş dönemi izliyor ve her zaman hummalı bir aşırı üretim ve onun sonucu olan yeni bir çöküşle sona eriyordu...

1866 krizini gerçekten de 1873 dolayında kısa süreli ve hafif bir ticari yükseliş takip etti, ama bu uzun sürmedi...1876'dan bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında hak edegeldiğimiz özlenen yükseliş. Öldürücü bir sıkıntı, bütün işkollarında ve bütün pazarlarda süreğen bir mal fazlalığı - yaklaşık on yıldır yaşadığımız bu” (abç)(33).

Parti Programının Revizyonu Üzerine Materyaller” yazısında (1917) Lenin uzun süren durgunluk hakkında şöyle diyor:
Burjuva ülkelerde durumun böyle olması ve onların, dünya pazarında sürekli keskinleşen rekabetleri, devamlı büyüyen miktarlarda üretilen metaların sürümünü devamlı zorlaştırıyor, daha da zorlaştırıyor. Şu veya bu şekilde uzun periyodik sanayisel durgunluğun takip ettiği şu veya bu şekilde had sanayisel krizlerde ifadesini bulan fazla üretim, burjuva toplumda üretici güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur. Krizler ve sanayisel durgunluk periyotları...” (34).

RKP(B)’in Program taslağından (1919):
Kendisini, şu veya bu şekilde uzun bir sanayisel durgunluğun takip ettiği ... sanayi krizlerinde ... fazla üretim, burjuva toplumunda üretici güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur” (35).

Lenin bunları 1917 ve 1919’da söylüyordu ve tarihi gelişme, somutta da 1929-32 dünya ekonomik kriziyle Lenin’in bu anlayışı doğrulandı. Ve 1929-32 krizini 1933’ten 1937’ye kadar süren dört senelik bir durgunluk dönemi takip etti.

Lenin’in tespitinden 11-12 sene sonra doğrulanan sezgisi, emperyalizmin tekelci kapitalist aşamasında kriz çevriminde değişmelerin olacağını gösteriyordu. Nitekim 1929-32 krizinde kriz çevriminde değişme olmuştur. Lenin’in tespitine göre tekelci kapitalizminde kriz çevrimindeki değişme, kriz çevriminin kriz ve durgunluk aşamasında gündeme gelmiştir.

Stalin, Engels ve Lenin’in görüşlerinden hareketle 1934’te, 1933-37 durgunluğunu doğru değerlendirmiştir (36).

Engels'in işaret ettiği, Stalin'in “özel tipten durgunluk” dediği bu olgu neyi ifade ediyor?

26 Ocak 1934’te SBKP- XVII. Kongresine sunduğu siyasi raporda Stalin şöyle diyordu:
Kapitalizm, işçilerin emek yoğunluğunu arttırma yoluyla sömürülmelerini artırarak işçilerin sırtından; emeklerinin ürünü olan maddeler üzerinde, gıda maddeleri ve kısmen de hammaddeler üzerinde en düşük fiyat politikası uygulayarak çiftçilerin sırtından; emeklerinin ürünlerinin, esasen hammaddelerin ve sonra da gıda maddelerinin fiyatlarını daha da düşürerek sömürge ve ekonomik bakımdan zayıf ülkelerin köylülerinin sırtından sanayinin durumunu biraz hafifletmeyi başardı.
Bu, sanayinin yeni bir yükselişini ve yeni bir açılıp gelişmesini beraberinde getiren krizden olağan bir durgunluğa geçişin söz konusu olduğu anlamına mı gelir? Hayır, bu anlama gelmez. Her halükarda şu durumda kapitalist ülkelerde sanayinin yeni bir yükselişini gösteren ne doğrudan ne de dolaylı emareler vardır. Dahası: Öyle geliyor ki, en azından yakın gelecekte böylesi emareler hiç olmayacaktır, olmaz da. Çünkü kapitalist ülkelerin sanayisinin biraz da olsa ciddi bir yükselişe ulaşmasını imkansız kılan bütün o olumsuz koşullar etkilidir. Burada söz konusu olan, kapitalizmin devam eden genel krizidir. Ki bu kriz temelinde, ekonomik (aç. Stalin) kriz cereyan etmektedir; işletmelerin kronikleşmiş düşük kapasite çalışması; tarım krizinin sanayi kriziyle iç içe geçmesi; olağan yükselişin başlangıcını haber veren sabit sermayenin biraz da olsa anlamlı bir yenilenmesi için eğilimin yokluğu vs. vs.

Açık ki burada, sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunlukla karşı karşıyayız” ( aç. İ.O.)(37).

Engels’in yukarıda bahsettiği “1876'dan bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında hak ede geldiğimiz özlenen yükseliş” tespitiyle Stalin’in “Sanayinin çöküşünün derin noktasından... bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunlukla karşı karşıyayız” tespiti aynı anlayışın farklı formüle edilmesinden başka bir şey değildir.

Daha önceki krizlerde olduğu gibi 1873 krizinde ekonominin kriz döneminden hemen sonra dik bir yükseliş içinde olduğunu görmüyoruz. Tersine, krizden sonra ekonomi, uzun bir dönem durgunluk aşamasına giriyor. Bu olgu, 1825’ten sonra kapitalizmin fazla üretim krizlerinde ilk defa ortaya çıkıyordu.

1873 krizinden sonra kapitalist ekonomilerde uzun süren ve en derin noktasına 1878/79’da varan bir durgunluk dönemi yaşanır. Ancak bu durgunluk (depresyon) dönemi aşıldıktan sonra kapitalist ülkelerde yeniden bir ekonomik canlanma, yükseliş başlar. Yeniden, kapsamlı sabit sermaye yatırımları, yeni işletmeler vs. gündeme gelir.

1929 krizi döneminde görülen özel cinsten durgunlukla kastedilen, tek tek kapitalist ülkelerde ve bir bütün olarak kapitalist ülkelerde sanayi üretiminin; sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin hiç gerçekleştirilmediği veya da az boyutlarda gerçekleştirildiği değildir. Soruna bu açıdan baktığımızda hiç de öyle “özel cinsten bir depresyon”dan bahsedemeyiz. Çünkü bu dönemde sanayi üretimi; sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi hem kapitalist dünya hem de tek tek kapitalist/emperyalist ülkeler açısından çeşitli boyutlarda gerçekleştirilmişti. Burada söz konusu olan, sanayi üretiminin, yeniden, en dip noktasından daha geriye düşmeden, ama aynı zamanda yükselişe de geçmeden sergilediği seyirdir.

Stalin'in belirttiği “Sanayi çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunluk” ifadesini ekonomide nasıl bulmaktadır?

Stalin, klasik çevrimde durgunluk aşamasını tanımlarken bunları (yukarıya aktardığımız anlayışını) söylüyor. O tanımlamada “özel tipte durgunluk”, klasik çevrimin canlanma aşamasından önce geliyor. Engels’in tanımladığı durgunluk da klasik çevrimde söz konusu olan durgunluktur. Her ikisinin tanımladığı durgunluk; veya Engels’in tespit ettiğiNe tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında...özlenen yükselişve Stalin’in tespit ettiği “özel tipte durgunluk”, bugün, çevrim aşamaları sıralamasında yeri değişmiş inişli-çıkışlı durgunluk olarak karşımıza çıkıyor.
Engesl ve Stalin’in analiz ettikleri krizlerde çevrimin yükseliş aşamasında bir değişim, başkalaşım yoktu. Bu başkalaşım, özellikle II. Dünya Savaşından sonra kapitalist ekonomide görülür olmuştu. Kapitalist ekonomide II. Dünya Savaşından sonra görülen yeni olgular, konjonktür çevriminin de değişimine neden olmuştu. Öyle ki, 1970’lerden sonra, özellikle emperyalist ülke ekonomilerinde konjonktür çevriminin yükseliş aşaması yerini, inişli-çıkışlı durgunluk aşaması almıştır. 2008 dünya krizi bu aşamanın sadece emperyalist ülkelerle sınırlı kalmadığını, gelişmesi makineli üretim aşamasında olan (kendi iç dinamiğiyle krize girme koşulları doğmuş olan) hemen bütün ülke ekonomilerinde de etkili olduğunu göstermiştir.
Engels ve Stalin’in tanımladığı durgunluk, şimdi çevrimin yerini alan, inişler-çıkışlar gösteren; üretimin belli bir bandda -diyelim ki -2 ila 2 arasında- gidip geldiği aşamadır. Bu nedenle de “Özele tipte durgunluk” krizin devam etmesi değildir ve bu anlamda “özel tipte durgunluk” dendiğinde akla mutlaka kriz gelmemelidir.

1929-32 krizinden sonra neden uzun bir dönem “özel tipte durgunluk” yaşandığı gerçeğini 1929-32 krizinin eşsiz derinliğinde ve kapitalizmin genel krizinin birinci aşamasındaki keskinleşmesinde aramak gerekir. Böylelikle “özel tipten durgunluk”ta bilinçlilik (tedbir) unsuru değil, kapitalist üretim biçiminin çelişkilerinin bütün çıplaklığıyla hakim olması doğrudan belirleyiciydi. Oysa inişli-çıkışlı durgunlukta söz konusu çelişkilerin yanı sıra, sürekli bahsettiğimiz tekelci devlet tedbirler de gündeme geliyor.

Tekelci devlet tedbirlerin amacı, son kertede, kapitalizmin içsel çelişkilerinin, örneğin krizlerin, bütün şiddetiyle patlak vermesini engellemek, frenlemek, geciktirebilmek veya tekelci olmayan burjuvazinin sırtına yıkarak, tekellerin konumunu korumaya çalışmaktır.

Alınan tedbirler sonucu, kriz ne gerçek anlamda en derin noktasına kadar gelişebiliyor ne de ekonomik çevrimin yükseliş aşamasına varılıyor. Böylelikle ekonomik çevrimden; kriz çevriminden, çevrimin yükseliş aşaması ve krizin en derin noktasına ulaşma aşaması çıkıyor, bunun yerini “özel tipte bir durgunluk” alıyor. Stalin’in bahsettiği bu “özel tipte durgunluk”, adı üzerinde “normal” bir durgunluk değildir. Bu durgunluğun “özel tipte” olması, onun ekonomik çevrimi/kriz çevrimini etkilemesinden/bozmasından dolayıdır.

Lenin’in bahsettiği “uzun periyotlu sanayisel durgunluk”, Stalin’in bahsettiği “özel tipten durgunluk”, kapitalist üretim biçiminin çelişkilerinin müdahalesiz gelişmesinin sonucu olan durgunluk bugün, tekelci devlet tedbirlerin bir sonucu olarak, tekelci devlet kapitalizminin tam gelişmişliğinin, dolayısıyla müdahaleciliğin de bir sonucu olarak ekonomik çevrimin krizden önce gelen aşamasını oluşturmuştur. Bu nedenle Lenin ve Stalin’in bahsettiği “durgunluk”, gelişen tekelci devlet kapitalizminin bir görünümü iken, inişli-çıkışlı durgunluk, tam gelişmiş tekelci devlet kapitalizmin görünümüdür. Bu nedenle, inişli-çıkışlı durgunluk, tekelci devlet tedbirlerin kriz çevrimine dahil ettiği bir aşama olmuştur; kapitalizmde yeni olan gelişmenin nesnel yasaya dönüşmesidir bu.

Çevrimin aşamaları:
1) Kriz
2) Canlanma
3) İnişli-çıkışlı durgunluk

İnişli-çıkışlı durgunluk döneminde üretim ve ekonomik büyüme nasıl bir seyir izler veya çevrimin inişli-çıkışlı durgunluk aşamasının özelliği nedir?

1-Çevrimin bu aşamasında üretimin gelişmesi ve ekonomik büyüme yavaşlar.
2-Sanayi üretimi ve GSMH büyüme hızını yitirir.
3-Sürekli yükselişin sürekli inişe geçtiği, üretimin bir yıl mutlak gerilediyse öbür yıl 1 veya 2 oranında artan bir seyir izlediği görülür; inişli-çıkışlı durgunluk dönemine özgün olan, ekonomik büyümenin yavaş olmasıdır.
4-Mevcut kapasite kullanımı belli seviyeye düşer, ama ortalama olarak belli seviyede kalır.
5-Bu durum işsizler ordusunun da sayısal olarak belli seviyede kronikleşmesini beraberinde getirir. Kronik kitlesel işsizlik oluşur.
6-İnişli-çıkışlı durgunluk, krizsel olguları emen, krizsel gelişmeyi ileri tarihe, ileri bir sürece iten, bu mümkün değilse krizi, tekelci olmayan burjuvazinin sırtına yıkan bir aşamadır.
7-Ekonomik çevrimin/kriz çevriminin süresi doğrudan doğruya inişli-çıkışlı durgunluğun süresine bağlıdır, tıpkı Lenin ve Stalin’in bahsettikleri durgunluğun kriz çevriminin süresini belirledikleri gibi. Bu aşama 3 sene, 5 sene veya 7 sene sürebilir ve bu süreden sonra kriz patlak verebilir. Her halükarda kriz patlak verir, çünkü bu kapitalist üretim biçiminin karakterine özgüdür.
Krizin patlak vermesiyle inişli-çıkışlı durgunluk aşaması, ekonomik çevrimin kriz aşamasına dönüşmüş olur.

'70’li yıllarla birlikte ekonomik büyümedeki gerilemeyi tam anlamıyla inişli-çıkışlı durgunluk olarak düşünelim. Bu süreç 1974-75 dünya krizinin patlak vermesini engelleyemedi. Krizden sonraki gelişme de bu sefer 1981-83 dünya krizinin patlak vermesini engelleyemedi. 1974-75 krizi ile 1981-83 krizi arasında 5-6 senelik bir zaman farkı var. 1981-83 krizinden sonra kapitalist dünya ekonomisinin ve ele aldığımız ülkelerde ekonominin durumu hiç de iç açıcı değildi. Ekonomik büyümenin hızı yavaşlamış, konjonktürel inişler/çıkışlar süreklilik kazanmış, her haliyle inişli-çıkışlı durgunluk hakim olmuştur.

Görüyoruz ki krizin çevrimi, inişli-çıkışlı durgunluğun süresiyle doğrudan ilgilidir. Ve inişli-çıkışlı durgunluğun şartlarını da kapitalist ekonomi belirlemektedir.

Engels şöyle diyor:
Pazarların genişlemesi, üretimin genişlemesine ayak uyduramaz. Çatışma kaçınılmaz olur. Çatışma, kapitalist üretim biçimini parçalamadığı müddetçe başka çözüm üretemeyeceğinden, periyodik olur. Kapitalist üretim yeni bir “kusurlu dolaşım” doğurur” (38).

Günümüz şartlarında bu “kusurlu dolaşım” sadece olgunlaşmış tekelci devlet kapitalizmi ülkelerinde değil, gelişmesi makineli üretim aşamasında olan hemen bütün kapitalist ülke ekonomilerinde etkili olan çevrim, inişli-çıkışlı durgunluktan başka bir şey değildir ve bu sermaye hareketinin; konjonktür hareketinin veya çevriminin yasal bir aşaması olmuştur.

Yukarıda belirttiğimiz gibi bugün, inişli-çıkışlı durgunluk ekonomik çevrimi olan; kapitalizmin makineli üretim aşamasında olduğu hemen her ekonomide/ülkede görülmektedir (39).

Çevrim aşamalarıyla ilgili olarak şunu da belirtmek isterim: Bazı yazılarda çevrim aşamalarının sıralaması, yanlış anlaşılmaya yol açacak derecede muğlak verilmiştir. Bunu düzeltiyorum. Doğrusu şudur:
Klasik çevrimde sermaye hareketi veya çevrimi sırayla kriz, durgunlu, canlanma ve yükseliş aşamalarından geçer ve döngüselliğini tamamlar.

Şimdiki çevrim de ise sermaye, kriz, canlanma ve inişli-çıkışlı durgunluk aşamalarından geçerek döngüselliğini tamamlar. Bu çevrimde kriz ve durgunluk aşamaları aynı işlevi görürken, yükseliş aşamasının yerini inişli-çıkışlı durgunluk aşaması almıştır. İnişli- çıkışlı durgunluk aşaması, ağır sancılı, bazen mutlak küçülmeyi de içeren bir büyümenin ifadesidir.

Çevrimin aşamaları/sıralaması ve süresiyle bağlam içinde şunu da belirtmeliyim: Burada; ne çevrimin sıralamasında ve ne de süresinde bir mutlaklık vardır. 5 ila 19 arasındaki dipnotlarda Marks ve Engels çevrimin aşamalarını hep aynı sıralamaya göre vermiyorlar. Burada önemli olan, çevrimde kriz aşamasının oynadığı roldür; her seferinde çevrimin başlangıcını oluşturmasıdır.

Her iki çevrimi aşamalarına göre karşılaştıralım:


Klasik çevrimin aşamaları Yeni çevrimin aşamaları
1) Kriz
1) Kriz
2) Durgunluk
2) Canlanma
3) Canlanma
3) İnişli-çıkışlı durgunluk
4) Yükseliş
-

Engels ve Stalin’in analiz ettikleri inişli-çıkışlı durgunluk (klasik çevrimde krizden sonraki-canlanmadan önceki aşama), bugün her ne kadar tekil ülkelerde (örneğin Japonya’da 1990 ve sonrasında, AB’nin bazı emperyalist ülkelerinde 2008’den sonra) görülse de, esasen çevrimin yükseliş aşamasının yerini alan aşamadır. Bu değişimi görselleştirmek, karşılaştırma yapılmasını sağlamak için her iki çevrim çizimini bir arada gösterelim.

3-Krizin döngüselliği

Ekonomik krizin periyodik olarak patlak vermesi tesadüfle, dış faktörle açıklanamaz; bu, kapitalizme özgü bir yasallıktır. Her bir kriz, sabit sermayenin; tesislerin ve makinelerin yenilenmesini beraberinde getirir. Konjonktürün ikinci çevriminde, birinci çevrimindeki sabit sermaye eskimiş demektir; her bir yeni kriz, bir önceki kriz çevrimindeki sabit sermayeyi eskitmiş olur. Bu, her bir kriz çevrimi süresi içinde sabit sermayenin belli bir dönüşümden, devirden geçtiği anlamına gelir (40).

Bu temel anlayışı nasıl somutlaştırabiliriz? Şöyle: Bina/tesis, makine vs. olarak yatırılan (sabit) sermaye amortisman biçiminde parça parça meta ürüne aktarılır ve meta satıldıkça parasal sermaye olarak, yeniden kapitaliste döner. Böylelikle kapitalist, bir makinenin fiyatını, o makinenin ürettiği ürün vasıtasıyla tüketiciye, diyelim ki, 5 senede ödetir. Marks, bu durumu şöyle açıklar:

Sabit sermaye olarak yatırılan sermaye değer, ürün tarafından, döner sermaye olarak yatırılmış olan kadar dolaşır ve her ikisi de, meta sermayenin dolaşımı ile aynı ölçüde para sermayeye çevrilir. Fark, yalnızca şu olguda yatar ki, sabit sermayenin değeri parça parça dolaşır ve bu yüzden de, uzun ya da kısa aralıklarla parça parça yerine konulmak, maddi biçimi içerisinde yeniden üretilmek zorundadır” (41).
Babbage’a göre, İngiltere’de makinelerin ortalama yeniden üretimi 5 yıldır; dolayısıyla gerçek yeniden üretimi belki 10 yıldır. Kuşkusuz, sanayinin geçirdiği dolaşım, sabit sermayenin büyük ölçüde gelişme göstermesinden bu yana, artı-eksi 10 yıllık bir dönem içinde, sermayenin böyle belirlenmiş olan bu toplam yeniden üretim aşaması ile bağıntılıdır. Başka belirleme nedenleri de bulacağız. Ama bu, nedenlerden biridir. Eskiden sanayi için, sonbaharlar gibi (tarımda) iyi zamanlar ve kötü zamanlar vardı. Ancak karakteristik dönemlere, mevsimlere bölünmüş birçok yılın sanayi dolaşımı, büyük sanayinin özelliğidir” (42).

Büyük sanayinin, insanlık tarihinin daha önceki dönemlerinde görülmeyen bu döngüsel yaşam yolu, kapitalist üretimin çocukluk döneminde de olanaksızdı” (43).

Buradan şu sonucu çıkartırız: Ekonomik kriz, fazla üretim krizi, makineli üretim aşamasına gelmiş kapitalizmin krizidir. Kapitalist üretimin çocukluk dönemi olan basit kapitalist kooperasyon ve manufaktür dönemlerinde ve kapitalizm öncesi formasyonlarda dönemselliği olmayan krizlerin patlak vermesinin nedeni, kapitalizmin makineli üretim aşamasında sabit sermaye hareketinde aranmalıdır. Aşağıdaki tabloda kapitalizmin tarihinde şimdiye kadar yaşanmış krizleri, periyodu olmayan ve olan krizler olarak gösterdik (44).



Krizler kapitalizmin makineli üretim aşamasında kaçınılmaz olarak döngüselleşir:
Kullanılan sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, birçok yılı, diyelim ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi, bir yandan bu ömrü uzattığı halde, öte yandan da, bu ömür, kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir. Modern sanayinin temel dallarında bu yaşam çevriminin ortalama on yıl olduğu varsayılabilir. Ne var ki, biz, burada, kesin rakamlar ile ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır: Bu süre içerisinde sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel bunalımlara maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında, işler, birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, hızlanma ve bunalım dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir kriz, daima geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün olarak toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi temeli sağlarlar” (45).

Burada sabit sermaye, üretken sermayenin bileşenlerini oluşturur; yani iş araçları, binalar, makineler vs. Bunlar değerlerini, ürün değerine parça parça aktarırlar. Ama bu değer, üretime maddi olarak dahil olmaz. Yani makineyi kırp bir parçasını ürüne katamazsınız. Burada söz konusu olan, bu sabit sermayenin neyse o olarak -bina, makine vs.- kullanım değerlerini ve yenilenmeleridir. Döngüsellik sabit sermayenin bu eskime-yenilenme gerçekliğinden kaynaklanmaktadır.
Sanayide döngüselliğin yasallığı ve hangi bakımlardan mutlaklaştırılması gerektiği konusunda Marks ve Engels’in aşağıdaki görüşleri dikkate alınmalıdır.

1-Burada çevrimin zorunlu olduğunu ve her bir aşamasının farklı işlevleri ifade ettiğini anlıyoruz. Sabit sermaye bağlamında çevrim başladığında bu kendini belli aralıklarla yinelemektedir ve çevrimin her bir aşamasında üretim farklı boyutlar almaktadır.

Sanayi çevrimi öyle bir niteliktedir ki, bir kez ilk hareket verildi mi, aynı devrenin, devresel olarak kendi kendini yeniden üretmesi gerekir. Gevşeme dönemi boyunca üretim, bir önceki çevrimde ulaştığı ve şimdi kendisi için gerekli teknik temelin kurulduğu düzeyin altına düşer. Yükseliş döneminde -ara dönemde- bu temel üzerinde gelişmeye devam eder. Aşırı-üretim ve spekülasyon döneminde, üretim sürecinin kapitalistçe sınırlarını aşana kadar, üretken güçleri sonuna dek zorlar” (46).

2-Döngülerin süresi Marks ve Engels tarafından her ne kadar 10, 11, bazen de 12 sene olarak belirtilse de burada yıl sayısı bazında bir mutlaklık yoktur; mutlak, yasal olan, 10 veya 11 senede bir olsun, döngünün mutlaka gerçekleşeceğidir. Bu sürenin giderek kısaldığını da 20. yüzyıl gerçekliğinde Lenin ve Stalin’in tespitlerinde görmekteyiz.

Şimdiye kadar böylesi döngülerin dönemsel süresi 10 veya 11 senedir. Ama bu sayıyı değişmez görmek için bir neden yok. Tersine, geliştirdiğimiz kapitalist üretimin yasalarından hareketle değişken olduğu ve döngülerin dönemselliğinin derece derece kısalacağı sonucuna varılır” (47).

3-Engels’in ifadesiyle Daha önceki on yıllık döngüler” deformasyona uğramış, döngü aşamaları ülkeden ülkeye değişir olmuştur. Ama döngünün kendisi ortadan kalkmamıştır. Bu türden değişimleri en açık biçimde 2008 dünya krizinde ve sonrasında ülke ekonomilerindeki farklı gelişmelerde görmekteyiz. O zaman ülkeler her ne kadar eş zamanlı olarak krize girmiş olsalar da krizden farklı zamanlarda çıktılar; bazıları nispeten kısa bir zamanda krizden çıkarken, bazıları yıllarca krizle boğuşmak zorunda kaldılar (48).

Engels, döngüsellikteki değişimle ilgili farklı tespitlerde bulunmuştur. Örneğin Kapital’in birinci cildinin İngilizce baskısı için yazdığı önsözde şu tespiti yapar:
1825'ten 1867'ye kadar durmadan yinelenegelen onar yıllık durgunluk, yükseliş, aşırı üretim ve kriz dönemleri, gerçekten ömrünü tamamlamış gibi görünüyor; ama yalnızca bizi devamlı ve süreğen bir durgunluk bataklığına bırakmak için. Özlemle beklenen yükseliş dönemi bir türlü gelmiyor; bunu haber veren belirtileri görmemizle bunların ufukta kaybolmaları bir oluyor” (49).

Engels, Kapital’in ikinci (1893) ve üçüncü (1894) ciltlerini yayımlanacak duruma getirir. Üçüncü cildeki bir dipnotunda döngüsellik bağlamında şu tespiti yapar:

Değişimi göstermek için yukarıda değerlendirdiğimiz anlayışını bir daha aktarıyoruz:Son büyük genel krizden beri burada bir değişiklik olmuştur. Daha önceki on yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi, yerini -çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun ve kararsız depresyon arasında değişen, daha kronik ve daha uzun süreli biçimlere bırakmış görünmektedir. Ama bu, belki de, yalnızca, döngülerin sürelerinin uzaması sorunudur” (50).

Engels bu dipnotunda başka şeylere değinmekte. Yazının kapsamını genişleteceği için bunlara değinmeyeceğim, ama sözlerini dipnot olarak aktaracağım (51).

Burada Engels, 5 Kasım 1886’daki görüşünü -“1825'ten 1867'ye kadar durmadan yinelenegelen onar yıllık durgunluk, yükseliş, aşırı üretim ve kriz dönemleri, gerçekten ömrünü tamamlamış gibi görünüyor”- “Son büyük genel krizden beri burada bir değişiklik olmuştur” diye değiştiriyor; döngüselliğin devam ettiğini ama deforme olduğunu söylüyor. Engels’in bahsettiği bu değişimi en bariz bir biçimde 2008 dünya krizinde tekil ülke ekonomilerinin seyrinde görüyoruz.
4-Krizin işlevi

Kapitalizmin iç çelişkilerinden dolayı kendiliğinden çökeceği üzerine kriz dönemlerinde, özellikle de krizin yakın öngünlerinde bolca yazılıp-çizilmesi, çöküşe umut bağlanması tesadüfi değildir. “Aydın” jimnastiğinin ötesinde, örgütlü olanlar veya örgütlü olduklarına inananlar, ötesinde bunu bir de Marksist, Marksist-Leninist olmakla taçlandıranlar, gerçekte birer zavallıdır. Neden? Çünkü bunlar bu sistemin ancak ve ancak sınıf mücadelesi sonucunda yıkılabileceğini; sosyalizmi kuracak sınıf tarafından yıkılabileceğini bilmiyor olamazlar, ama onların bu sınıfı örgütleme diye bir sorunları yok.

Diyelim ki, kapitalizm gerçekten de önümüzdeki krizi içinde kendi iç çelişkilerini, geçici olarak, bir dahaki krize kadar çözemedi ve çöktü. Ne olacak? İktidara başka bir sınıf mı gelecek? Ekonomik iktidarı, sistemi çöken burjuvazinin devleti, ordusu, polisi de mi çökmüş olacak? Çöküşten ders çıkartan burjuvazi, herkese “iş” vermiş olmak için gerekirse memlekette kaç ağaç, koyun, keçi, kaldırım taşı varsa onları saydırarak “istihdam” yaratır. Keynes, çukur açtırın ve yenide kapattırın türünden istihdam yaratılması için burjuvaziye akıl veriyordu. Yeni Keynes’ler çıkar ve istihdam yaratılması için burjuvaziye akıl verir.

Demek ki, kapitalizmin kendiliğinden çökmesine umut bağlamak bir zavallılıktır. Esas olan, sistemi, tarihsel misyonu bu sistemi yıkmak ve yerine sosyalizmi kurmak olan işçi sınıfı ve müttefiklerini örgütleyerek yıkmaktır.

Diğer taraftan Marks’ın krizin işlevi ve kapitalist üretim biçiminin sınırları üzerine söyledikleri eksik ve yanlış anlaşılmaktadır. Marks, hiçbir yerde kapitalizmin iç çelişkilerinden dolayı çökeceğini söylememiştir; sadece koşullarından bahsetmiştir.
Yorumlamaya gerek bırakmayan birkaç örnek:

Krizin işlevi ve kapitalist üretim biçiminin gerçek sınırları üzerine:
Krizler, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır...
Kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür...
Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır” (52).

Tüm kapitalist üretim tarzı, sınırları mutlak olmayan nispi bir üretim tarzıdır...
Oysa, kapitalist üretim tarzının çelişkisi, sermayenin içerisinde hareket ettiği ve tek başına hareket edebildiği, özgül üretim koşulları ile sürekli çatışma içerisine giren, üretici güçleri mutlak bir biçimde geliştirmeye doğru bir eğilim taşımasından doğar” (53).

Kapitalist üretim tarzının sınırları, su yüzüne çıkmıştır:
1) İşin üretkenliğindeki gelişme, kâr oranındaki düşmeden, belli noktalarda bu gelişme ile uzlaşmaz bir çelişki içerisine giren ve krizler ile sürekli yenilmesi gereken bir yasa yaratır;
2) Üretimin genişlemesi
veya da daralması, karşılığı ödenmeyen işe elkonulması ve bu karşılığı ödenmeyen işin genel olarak maddeleşen işe oranı ile veya da kapitalistlerin diliyle; kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı ile, dolayısıyla, üretimde toplumsal gereksinmeler, yani toplumsal olarak gelişmiş insanın gereksinmeleri arasındaki bağıntıdan çok, belirli bir kâr oranı ile belirlenmektedir. İşte bu nedenle, kapitalist üretim tarzı, üretimin belirli genişleme aşamasında engellerle karşılaşır ve başka bir öncülden hareket edildiğinde, tersine, tamamen yetersiz görülebilir. Bu üretim tarzı, gereksinmelerin karşılandığı noktada değil, kâr üretiminin ve bu kârın gerçekleştirilmesinin saptadığı bir noktada durağan hale gelmektedir” (54).

Bugünkü toplum kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır” (55).

Söylenenler oldukça açık:
Marks’ın, kapitalizmin çökmesi anlayışından otomatik bir çöküşe yer yok. Marks’da kapitalizmin çöküşünün bir devrim sorunu olduğu; bu nedenle çöküşün sistemin devrimle yıkılması anlamına geldiği gün gibi açıktır*.
Diğer taraftan Marks, kapitalist sistemin kendini sürekli yenileyebilen bir sistem olduğunu da vurgular.

*

*)Kendiliğinden çöküş bağlamında Marks ve Engels’in söylediklerinin kısa bir derlemesini ayrıca yayınlayacağım.



Kaynaklar ve açıklamalar:

29) Lenin; C. 21, s. 53 ("Karl Marks" makalesinden).

30) “Politik Ekonomi” kitabında yer alan ve eleştirdiğimiz anlayış (kriz çevrimi sürecinin giderek kısalması) söz konusu dönem için doğruydu. Ama bugün için yanlıştır. Revizyonistler, belirtmeseler de bu anlayıştan hareket ederek, aynı zamanda, “sosyalizm” diye kabul ettirmeye çalıştıkları Sovyet revizyonizmi karşısında kapitalist ekonomideki konjonktürel her gerilemeyi “kriz” olarak lanse etme çabasıyla II. Dünya Savaşından sonra bolca “kriz” üretmişlerdir. Onların anlayışına göre krizlerin çevrimi şöyle gelişiyor:

Dönemler
Krizler
Kriz çevrimi süresi
1952-1958
1952, 1958
6 sene
1958-1963
1958, 1963
5 sene
1963-1967
1963, 1967
4 sene
1967-1971
1967, 1971
4 sene
1971-1974
1971, 1974
3 sene
1974-1977
1974, 1977
3 sene
1978-1980
1977, 1980
2 sene
1980-1981
1980, 1981
1 } sürekli kriz
0 } sürekli kriz
1982
1982
Bu anlayışın vahim olan sonucu şudur: Kriz çevrimi süresi giderek kısalıyor ve belli bir zaman sonra süre sıfır noktasına düşecek, yani kapitalizmde ekonomik krizlerin çevrimliliği ortadan kalkacak ve sürekli kriz gündeme gelecek. Revizyonistler Marksizm’i bu denli çarpıtma imkanını bulamadılar; sistemleri çöktü. Ama onların anlayışı son kertede sürekli krizlere ve dolayısıyla kapitalizmin kendiliğinden çöküşü anlayışına (R. Luxemburg) götürüyor” (İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, s. 580).

31) METE; C. 25, s. 506. Kapital, C. III.
32) METE; C. 36, s. 386.

33) F. Engels; Vorwort zur zweiten deutschen Ausgabe (1892) der "Lage der arbeitenden Klasse in England” - “İngiltere’de Çalışan Sınıfın Durumu’nun İkinci Almanca Baskısına (1892) Önsöz": METE; C. 22, s. 322, 326.

34) Lenin; C. 29, s. 468.
35) Lenin: C. 24, s. 104.
36) Stalin; C. 13, s. 258/259. XVII. Parti Kongresine sunulan siyasi rapor.
37) Stalin; agy.
38) METE; C. 19, s. 218. “Sosyalizmin Ütopyadan Bilime Gelişmesi”.

39) Örnek:
Şimdi bu gelişmeyi birkaç grafikle gösterelim.
Sanayi üretimindeki gelişme, dünya ekonomisinin genel durumu ve yapılan tahminler, önümüzdeki dönemde büyümenin küçük oranlarda -diyelim ki yüzde 1-2 mutlak büyüyerek veya dönem dönem de yüzde 1-2 oranlarında mutlak küçülerek devam edeceğini göstermektedir. Sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçmesi, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayinin çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunluğa geçişi üretimin + 1-2 ve -1-2 bandında seyretmesinden başka bir şey değildir. Bu büyüme oranlarında sanayi üretimi ne krizin dip noktasına ne de yükseliş aşamasına varmış olur. Aslında bu değerleri +2,5 ve -2,5 büyüme bandına da çekebiliriz. Bu büyüme oranları da sanayide krizin dip noktasını görme veya yükselişte olma anlamına gelmez. Aşağıdaki grafiklerde üst değeri +2 ve 2,5 alt değeri de -2 ve 2,5 olarak sınırlandıracağız.
İnişli-çıkışlı durgunlu sürecini en iyi olarak zincirleme endeksle gösterebiliriz.

Dünya sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk


Aralık 2013-Mayıs 2015 arasında (değerleri 2013 öncesine de çekebilirsiniz) dünya sanayi üretimi 1,19 ve -0,47 arasında büyüyor veya küçülüyor; üretim veya çevrim ne yükselişe ne de kriz denebilecek bir düşüşe geçebiliyor.
...
Sanayi üretiminin yılın çeyreklerine göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk: 
 
Aşağıdaki grafikte ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşaması nasıldır sorusunun cevabını görüyoruz. 2011-2015 arasında sanayi üretimi ne onduruyor ne de öldürüyor; üretim ne kriz çevriminin yükseliş aşamasına götürüyor ne de krize sürüklüyor. Üretim + ve – 2 bandı arasında kalıyor.


Sanayi üretiminin aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:
Bu ülke gruplarında sanayi üretiminin kriz öncesindeki en yüksek seviyesinden bu yana aylık gelişme bazında ele aldığımızda üretimin seyrindeki değişimi -kriz çevriminin aşamalarını daha çıplak bir biçimde görürüz.

Kriz sürecinde üretim, her bir ülke grubunda farklı boyutlarda mutlak geriliyor; yüzde -4,2'ye kadar düşüyor.


Mayıs 2009'dan itibaren üretim artışı oluyor, üretim AB grubunda en fazla yüzde 2,3 oranında artıyor. Diğerlerinde üretim artışı 0,5-1,9 arasında değişiyor. Bu boyutlarda bir üretim artışı kriz çevriminin canlanma aşamasına denk düşebilir. Sanayi üretimi krizden çıkıyor, ama üretim artışı yükselişe geçemiyor. Canlanma aşamasının arkasından (Eylül 2009'dan sonra üretimde inişli-çıkışlı bir gelişme dönemi başlıyor; ne onduran ne de öldüren bu süreç, kriz çevriminin inişli-çıkışlı durgunluk aşamasını ifade etmektedir. Yukarıdaki grafik ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşamasını göstermektedir”.

40) Bkz.: METE, C. 24, s. 185/186. Kapital, C. II.
41) METE; C. 24, s. 193. Kapital, C. II.
42) K. Marks; “Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie”, s. 608, Berlin 1953.
43) METE; C. 23, s. 661. Kapital, C. I.
44) Bkz.: İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, Ekonomik Kriz Ağırlıklı, s. 17-18.
45) METE; C. 24, s. 185, Kapital, C. II.
46) METE; C. 25, s. 506/507, Kapital, C. III.
47 METE; C. 23, s. 662, Dipnot. Kapital, C. I.

48) Bu gelişme için bkz.: Bir Ayrık Otu hikayesi I, II ve 2013-2105 arasındaki konuya ilişkin diğer makaleler; http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com

49) F. Engels; İngilizce baskıya önsöz; METE; C. 23, s. 40. Kapital, C. I.
50) METE; C. 25, s. 506, Dipnot 8. Kapital, C. III.

51) “Bir başka yerde de değindiğim gibi (Kapital, Birinci Cilt, s. 40) son büyük genel krizden beri burada bir değişiklik olmuştur. Daha önceki on yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi, yerini -çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun ve kararsız durgunluk arasında değişen, daha kronik ve daha uzun süreli biçimlere bırakmış görünmektedir. Ama bu, belki de, yalnızca, döngülerin sürelerinin uzaması sorunudur. Dünya ticaretinin ilk yıllarında, 1815-47 arasında, bu döngülerin yaklaşık beş yıl sürdüğü gösterilebilir; 1847 ile 1867 arasında, döngü açıkça on yıldır; şimdi, acaba, bugüne değin eşi görülmemiş yeni bir dünya krizinin hazırlık aşamasında mı bulunuyoruz? Pek çok şey bu yöne işaret ediyor. Son l867 genel bunalımından beri, bir çok derin değişiklikler olmuştur. Ulaştırma ve iletişim araçlarındaki dev genişleme -okyanuslardaki şilepler, demiryolları, telgraf, Süveyş Kanalı- gerçek bir dünya piyasasını bir olgu haline getirmiştir. İngiltere'nin sanayideki eski tekeline birtakım rakip sanayi ülkeleri karşı çıkmıştır; dünyanın her yanında, Avrupa'daki fazla sermaye yatırımı için, uçsuz bucaksız ve çeşitli alanlar açılmış, böylece daha geniş bir alana dağılması ve yerel aşırı-spekülasyonun daha kolay önlenmesi olanağı sağlanmıştır. Bütün bunlar aracılığı ile, eski krizi üreten ortamlar ve bunların gelişmesini sağlayan olanaklar, ya yok edilmiş veya da çok azaltılmıştır. Aynı zamanda, karteller ve tröstler karşısında, iç piyasadaki rekabet gerilediği halde, dış piyasalarda, İngiltere dışında bütün büyük sanayi ülkelerinin çevresini çevirdikleri koruyucu gümrük tarifeleriyle sınırlandırılmış bulunmaktadır. Ne var ki, bu koruyucu gümrük tarifeleri, dünya piyasasına kimin egemen olacağını kararlaştıracak olan, son genel sanayi savaşı için yapılan hazırlıklardan başka bir şey değildir. Şu halde, eski krizlerin yinelenmesine karşı işleyen her etmen, kendi içerisinde, gelecekteki çok daha güçlü bir krizin tohumlarını taşımaktadır”. -F.E.] (METE; C. 25, s. 506, Dipnot 8. Kapital, C. III).

52)
Krizler, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır”.

Çelişki, genel bir deyişle, kapitalist üretim tarzının, değer ve bu değerin içerdiği artı değer hesaba katılmaksızın, kapitalist üretimin yer aldığı toplumsal koşullar dikkate alınmaksızın, üretici güçlerde mutlak bir gelişmeye doğru bir eğilim taşımasından ileri gelir; öte yandan ise, bu üretim tarzının amacı, mevcut sermayenin değerini korumak ve kendisini genişletmesini en üst sınıra ulaştırmaktır (yani, bu değerin gitgide artan bir hızla büyümesini sağlamaktır).

Bu üretim tarzının kendine özgü niteliği, sermayenin mevcut değerini, bu değeri en yüksek noktaya ulaştırmada bir araç olarak kullanmasıdır. Bu amaca ulaşmak için kullandığı yöntemler, kâr oranında düşmeyi, mevcut sermayenin değer kaybını ve emeğin üretkenlik gücünü, zaten yaratılmış bulunan üretici güçler aleyhine geliştirmektir.

Mevcut sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden-üretim süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve bunalımlara yolaçar.
Değişen sermayede değişmeyen sermayeye oranla meydana gelen ve üretici güçlerdeki gelişmeyle elele giden azalma, bir yandan sürekli bir yapay aşırı nüfus yaratırken, çalışan nüfusun büyümesini teşvik eder. Düşen bir kâr oranı, kullanım değerlerinin birikimini daha da hızlandırmak üzere, değer olarak sermaye birikimini yavaşlatırken, bu da gene değer olarak birikime yeni bir iti verir...
Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.
Kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir, Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; - bu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç haline gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesine doğru yolalan üretim yöntemleri ile sürekli bir çatışma haline girerler. Araçlar -toplumun üretici güçlerinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesi-, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içerisine girerler.

Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır” (METE; C. 25, s. 259/260. Kapital, C. III).

53)
Öte yandan, kâr oranında, birikimle bağlı olarak görülen bir düşme, zorunlu olarak bir rekabet savaşımına yolaçar. Kâr oranında bir düşmenin, kâr kitlesinde bir yükselme ile telafi edilmesi, ancak, toplam toplumsal sermaye için, büyük ve iyice yerleşmiş kapitalistler için geçerlidir. Bağımsız çalışan yeni ek bir sermaye, böyle bir telafi koşulundan yararlanamaz. Bu koşulları henüz elde etme durumundadır ve bu yüzden kâr oranında bir düşme, kapitalistler arasında bir rekabet savaşımına yolaçar, yoksa bunun tersi olmaz. Hiç kuşkusuz, rekabet savaşımıyla birlikte, ücretlerde geçici bir yükselme ve dolayısıyla kâr oranında geçici, ama daha fazla bir düşme olacaktır. Aşırı bir meta üretiminde piyasaların fazla malla dolmasında da aynı şey görülür. Sermayenin amacı, belli gereksinmeleri karşılamak olmayıp, kâr üretme olduğu ve bu amacı, üretimin ölçeğini üretimin kitlesine uyduracak yerde, bunun tersini sağlayan yöntemlerle gerçekleştirdiği için, kapitalizm altında sınırlı boyutlarda tüketim ile, durmadan bu kendisine özgü engeli aşmaya çalışan üretim arasında sürekli bir gedik olması zorunludur. Üstelik, sermaye, metalar oluştuğu için, aşırı sermaye üretimi, aşırı meta üretimi demektir. Aşırı meta üretimini yadsıyıp da aşırı sermaye üretimini kabul eden iktisatçıların garip hali işte buradan gelir. Genel bir aşırı- üretim bulunmadığını, ancak daha çok, çeşitli üretim kollarında bir orantısızlık olduğunu söylemek, toplam üretimin birbirlerine olan bağımlılığı, üretim ögeleri üzerinde kendisini, bunların ortak akılları tarafından kavranarak ve böylece denetim altında tutularak, üretken süreci kendi ortak denetimleri altına sokan bir yasa olarak değil de kör bir yasa olarak kabul ettirdiği için kapitalist üretimde tek tek üretim kollarının orantılılığının, sürekli bir süreç olarak orantısızlıktan ileri geldiğini söylemekle aynı şeydir. Bu, ayrıca, kapitalist üretimin gelişmediği ülkelerin kapitalist üretimde bulunan ülkelere uyacak oranlarda tüketimde ve üretimde bulunmaları gerektiğini istemeye varır. Aşırı-üretimin ancak nispi olduğu söylenecek olursa, bu tamamen doğrudur, ama tüm kapitalist üretim tarzı, sınırları mutlak olmayan nispi bir üretim tarzıdır. Ve bunlar, ancak, bu tarz için, yani onun dayandığı temel üzerinde mutlaktır. Böyle olmasaydı, halk kitlelerinin eksikliğini çektiği aynı metalar için, nasıl olur da talep yetersizliği olurdu? Ve içeride emekçilere ortalama miktarda yaşam gereksinmelerini ödeyebilmek için, bu talebin dışarıdan, yabancı piyasalardan aranması nasıl mümkün olurdu? Bunun mümkün olabilmesinin tek nedeni, bu özgül kapitalist ilişkiler içerisinde, artı- ürünün, ona sahip olanın, bunu kendisi için tekrar sermayeye çevirmeden önce, tüketime sunamayacağı bir biçime bürünmesidir. Ve nihayet, kapitalistlerin, kendilerine ait metaları yalnız kendi aralarında değiştirmek ve tüketmek durumunda oldukları söylenecek olursa, kapitalist üretim tarzının tüm niteliği gözden kaçırılmış olur; ve ayrıca, söz konusu sermayenin tüketilmesi değil, değerinin genişletilmesi olgusu olduğu da unutulmuş olur. Kısacası, apaçık aşırı-üretim olayına karşı öne sürülen bütün itirazlar (oysa bu olgu, bu itirazlara aldırış bile etmemektedir), kapitalist üretimin engellerinin, genel olarak üretimin engelleri olmadığı ve bu nedenle, bu, özgül, kapitalist üretim tarzının engelleri bulunmadığı tartışmasına gelir dayanır. Oysa, kapitalist üretim tarzının çelişkisi, sermayenin içerisinde hareket ettiği ve tek başına hareket edebildiği, özgül üretim koşulları ile sürekli çatışma içerisine giren, üretici güçleri mutlak bir biçimde geliştirmeye doğru bir eğilim taşımasından doğar” (METE; C. 25, s. 267/268. Kapital, C. III).

54) METE; C. 25, s. 268/269. Kapital, C. III.
55) METE; C. 23, s. 16, Kapital, C. I.