MARKS,
ENGELS, LENİN, STALİN - EKONOMİK KRİZ
GÜNCEL
KRİZ TEORİLERİ (III)
MARKSİST
KRİZ TEORİSİ
2-Kriz
çevriminin ne öldüren ne de onduran veya da gelmeyen “tam
çöküntü” ve
“yükseliş”
aşaması - özel tipte durgunluk ve dünya
ekonomisi
Ekonomik
krizin periyodik olarak patlak vermesi, kapitalizme özgü bir
yasallıktır. Bu, üretimin toplumsal oluşu ve ona özel el koyuş
arasındaki çelişkiye dayanır. Bu gerçekliğin, yasallığın
tartışılacak bir yanı yoktur.
“Sermaye
birikimi, makine vasıtasıyla işçilerin dışlanmasını
hızlandırırken ve bir kutupta zenginlik, karşı kutupta sefalet
üretirken, ... sanayi yedek ordusunu; işçilerin ‘görece
fazlalığını’ veya ‘kapitalist fazla nüfusu’ da üretir.
(Bu nüfus) olağanüstü çok biçimler alır ve sermayeye, üretimi
olağanüstü hızlı genişletme olanağı verir.
Üretim araçlarındaki sermaye birikimi ve kredi ile bağ içinde bu
olanak, diğer şeylerin yanı sıra fazla üretim
yoluyla krizlerin kavranması için anahtarı ele verir. (Bu krizler)
kapitalist ülkelerde periyodik olarak başlangıçta ortalama her 10
senede bir, ... uzun ve daha ziyade belli olmayan aralıklarla
periyodik olarak patlak verirler” (29).
Lenin,
emperyalizmi/tekelci kapitalizmi analiz etti; kapitalizmin serbest
rekabetçi aşamasından çıkışını ve en yüksek (son) aşamasına
geçişini temellendirdi. Tekelci devlet kapitalizminin oluşum
dönemini yaşadı ve oluşum sürecindeki tekelci devlet kapitalizmi
üzerine tespitler yaptı.
Yukarıdaki
anlayış, Lenin’in bu alandaki bilimsel faaliyetinin sadece bir
yansımasını ele vermektedir. Lenin, emperyalist çağda, tekelci
kapitalizminde ve giderek de tekelci devlet kapitalizminde kriz veya
ekonomik çevrimin serbest rekabetçi dönemde olduğu gibi devam
etmediğini, değişime uğradığını, önceleri “ortalama her 10
senede bir patlak veren krizlerin, şimdi yine “periyodik” olarak
ama düzensiz aralıklarla “daha az belirli aralıklarla”
patlak verdiğini tespit etmektedir.
Kriz
çevrimindeki değişme iki notada olmuştur:
1-
Kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemdeki ortalama 8-10 senelik
periyodikliği deforme olmuş, bozulmuştur.
Örneğin “Politik Ekonomi” kitabında tespit edildiği gibi
1920-37 arasında üç kriz söz konusu olurken, II. Dünya
Savaşından sonra 21. yüzyılın son çeyreğine kadar ABD’de üç
kriz (1957-1958, 1974-1975, 1981-1983), Almanya’da bir kriz
(1981-1983); Fransa’da iki kriz (1974-75, 1981-83); İngiltere’de
iki kriz (1974-1975, 1981-1983) ve Japonya’da bir kriz (1974-75)
yaşanmıştı. Burada Lenin’in belirttiği gibi “daha ziyade
belirli olmayan aralıklarla patlak veren krizleri” görüyoruz.
2-
Kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemde görülen aşamaları da
deforme olmuş, bozulmuştur. Krizlerden çıkıldıktan sonra
canlanma aşamasından yükseliş aşamasına geçilemiyor; şu veya
bu şekilde uzun süreli bir durgunluk yaşanıyor. Burada söz
konusu olan, Stalin’in tespit ettiği gibi, özel cinsten bir
durgunluktur. Bu durgunluk, sanayiyi ne tam yükseliş aşamasına ne
de krizin en derin noktasına götürüyor. Bunun yerine, büyüme
yavaş oluyor; inişli-çıkışlı bir durgunluk içinde
gerçekleşiyor. (30).
Kapitalist
ekonomide kriz sonrası durgunluk olgusu ilk kez Engels tarafından
tespit edilmiştir. 1873 kriz sonrasıyla ilgili değerlendirmesinde
Kapital III’e yaptığı bir ekte şöyle der:
“Daha
önceki 10 yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi,
yerini –çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer
alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun
ve belirleyici olmayan, daha kronik ve daha uzun süreli baskıya
bırakmıştır. Belki de burada söz konusu olan, döngülerin
sürelerinin uzaması sonucudur”(31).
13
Kasım 1885’te Engels, Danielson’a yazdığı mektubu şu
paragrafla noktalar:
“1870’den
beri Almanya ve özellikle de Amerika, modern sanayide İngiltere’nin
rakipleri oldular. Bunun sonucu, fazla üretim sürecinin,
İngiltere’yle sınırlı oluşundan daha büyük bir sahaya
yayılması ve en azından şimdiye kadar had (akut
-çn.) yerine
kronik karakter almasında önceleri on senede bir atmosferi
temizleyen bu fırtınanın gecikmesi sayesinde bu uzun devam eden
kronik durgunluk
(depresyon
-çn.), şimdiye
kadar eşi görülmemiş güçte ve genişlikte bir krizi
hazırlayacaktır. Bu, yazarın bahsettiği ve bütün Avrupa
ülkelerine sirayet eden tarım krizinin şimdiye kadar devam
etmesiyle daha da kaçınılmaz olacaktır. Ve tarım krizi
Amerika’nın batısındaki bakire siyah topraklar yorgunlaşana
kadar devam edecektir”
(32).
“İngiltere'de
Çalışan Sınıfın Durumu” yapıtının Almanca baskısına
yazdığı önsözde Engels şöyle der:
“Her
on yılda bir sanayinin seyri, genel bir ticari krizle sert bir
kesintiye uğruyordu. Bunu, kronik halsizliğin uzun bir döneminden
sonra kısa, birkaç yıllık bir yükseliş dönemi izliyor ve her
zaman hummalı bir aşırı üretim ve onun sonucu olan yeni bir
çöküşle sona eriyordu...
1866
krizini gerçekten de 1873 dolayında kısa süreli ve hafif bir
ticari yükseliş takip etti, ama bu uzun sürmedi...1876'dan
bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa
girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve
sonrasında hak edegeldiğimiz özlenen yükseliş.
Öldürücü bir sıkıntı, bütün işkollarında ve bütün
pazarlarda süreğen bir mal fazlalığı - yaklaşık on yıldır
yaşadığımız bu” (abç)(33).
Parti
Programının Revizyonu Üzerine Materyaller” yazısında (1917)
Lenin uzun süren durgunluk hakkında şöyle diyor:
“Burjuva
ülkelerde durumun böyle olması ve onların, dünya pazarında
sürekli keskinleşen rekabetleri, devamlı büyüyen miktarlarda
üretilen metaların sürümünü devamlı zorlaştırıyor, daha da
zorlaştırıyor. Şu veya bu şekilde uzun periyodik sanayisel
durgunluğun takip ettiği şu veya bu şekilde had sanayisel
krizlerde ifadesini bulan fazla üretim, burjuva toplumda üretici
güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur. Krizler ve
sanayisel durgunluk periyotları...” (34).
RKP(B)’in
Program taslağından (1919):
“Kendisini,
şu veya bu şekilde uzun bir sanayisel durgunluğun takip ettiği
... sanayi krizlerinde ... fazla üretim, burjuva toplumunda üretici
güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur”
(35).
Lenin
bunları 1917 ve 1919’da söylüyordu ve tarihi gelişme, somutta
da 1929-32 dünya ekonomik kriziyle Lenin’in bu anlayışı
doğrulandı. Ve 1929-32 krizini 1933’ten 1937’ye kadar süren
dört senelik bir durgunluk dönemi takip etti.
Lenin’in
tespitinden 11-12 sene sonra doğrulanan sezgisi, emperyalizmin
tekelci kapitalist aşamasında kriz çevriminde değişmelerin
olacağını gösteriyordu. Nitekim 1929-32 krizinde kriz çevriminde
değişme olmuştur. Lenin’in tespitine göre tekelci
kapitalizminde kriz çevrimindeki değişme, kriz çevriminin kriz ve
durgunluk aşamasında gündeme gelmiştir.
Stalin,
Engels ve Lenin’in görüşlerinden hareketle 1934’te, 1933-37
durgunluğunu doğru değerlendirmiştir (36).
Engels'in
işaret ettiği, Stalin'in “özel tipten durgunluk” dediği bu
olgu neyi ifade ediyor?
26
Ocak 1934’te SBKP- XVII. Kongresine sunduğu siyasi raporda Stalin
şöyle diyordu:
“Kapitalizm,
işçilerin emek yoğunluğunu arttırma yoluyla sömürülmelerini
artırarak işçilerin sırtından; emeklerinin ürünü olan
maddeler üzerinde, gıda maddeleri ve kısmen de hammaddeler
üzerinde en düşük fiyat politikası uygulayarak çiftçilerin
sırtından; emeklerinin ürünlerinin, esasen hammaddelerin ve
sonra da gıda maddelerinin fiyatlarını daha da düşürerek
sömürge ve ekonomik bakımdan zayıf ülkelerin köylülerinin
sırtından sanayinin durumunu biraz hafifletmeyi başardı.
Bu,
sanayinin yeni bir yükselişini ve yeni bir açılıp gelişmesini
beraberinde getiren krizden olağan bir durgunluğa geçişin söz
konusu olduğu anlamına mı gelir? Hayır, bu anlama gelmez. Her
halükarda şu durumda kapitalist ülkelerde sanayinin yeni bir
yükselişini gösteren ne doğrudan ne de dolaylı emareler vardır.
Dahası: Öyle geliyor ki, en azından yakın gelecekte böylesi
emareler hiç olmayacaktır, olmaz da. Çünkü kapitalist ülkelerin
sanayisinin biraz da olsa ciddi bir yükselişe ulaşmasını
imkansız kılan bütün o olumsuz koşullar etkilidir. Burada söz
konusu olan, kapitalizmin devam eden genel krizidir. Ki bu
kriz temelinde, ekonomik (aç.
Stalin) kriz cereyan etmektedir; işletmelerin kronikleşmiş
düşük kapasite çalışması; tarım krizinin sanayi kriziyle iç
içe geçmesi; olağan yükselişin başlangıcını haber veren
sabit sermayenin biraz da olsa anlamlı bir yenilenmesi için
eğilimin yokluğu vs. vs.
Açık
ki burada, sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi
krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan
bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir
yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi
çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir
durgunlukla karşı karşıyayız” (
aç. İ.O.)(37).
Engels’in
yukarıda bahsettiği “1876'dan bu
yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa
girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve
sonrasında hak ede geldiğimiz özlenen yükseliş”
tespitiyle Stalin’in “Sanayinin
çöküşünün derin noktasından... bir durgunluğa geçişle, ama
olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni
bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi
çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir
durgunlukla karşı karşıyayız” tespiti
aynı anlayışın farklı formüle edilmesinden başka bir şey
değildir.
Daha
önceki krizlerde olduğu gibi 1873 krizinde ekonominin kriz
döneminden hemen sonra dik bir yükseliş içinde olduğunu
görmüyoruz. Tersine, krizden sonra ekonomi, uzun bir dönem
durgunluk aşamasına giriyor. Bu olgu, 1825’ten sonra kapitalizmin
fazla üretim krizlerinde ilk defa ortaya çıkıyordu.
1873
krizinden sonra kapitalist ekonomilerde uzun süren ve en derin
noktasına 1878/79’da varan bir durgunluk dönemi yaşanır. Ancak
bu durgunluk (depresyon) dönemi aşıldıktan sonra kapitalist
ülkelerde yeniden bir ekonomik canlanma, yükseliş başlar.
Yeniden, kapsamlı sabit sermaye yatırımları, yeni işletmeler vs.
gündeme gelir.
1929
krizi döneminde görülen özel cinsten durgunlukla kastedilen, tek
tek kapitalist ülkelerde ve bir bütün olarak kapitalist ülkelerde
sanayi üretiminin; sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin
hiç gerçekleştirilmediği veya da az boyutlarda gerçekleştirildiği
değildir. Soruna bu açıdan baktığımızda hiç de öyle “özel
cinsten bir depresyon”dan bahsedemeyiz. Çünkü bu dönemde sanayi
üretimi; sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi hem kapitalist
dünya hem de tek tek kapitalist/emperyalist ülkeler açısından
çeşitli boyutlarda gerçekleştirilmişti. Burada söz konusu olan,
sanayi üretiminin, yeniden, en dip noktasından daha geriye
düşmeden, ama aynı zamanda yükselişe de geçmeden sergilediği
seyirdir.
Stalin'in
belirttiği “Sanayi
çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından
bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni
bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine
götürmeyen, ama sanayiyi çöküşün derin noktasına da geri
götürmeyen özel cinsten bir durgunluk” ifadesini
ekonomide nasıl bulmaktadır?
Stalin,
klasik çevrimde durgunluk aşamasını tanımlarken bunları
(yukarıya aktardığımız anlayışını) söylüyor.
O
tanımlamada “özel tipte durgunluk”, klasik çevrimin canlanma
aşamasından önce geliyor. Engels’in tanımladığı durgunluk da
klasik çevrimde söz konusu olan durgunluktur. Her ikisinin
tanımladığı durgunluk; veya Engels’in
tespit ettiği “Ne tam
çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında...özlenen
yükseliş” ve Stalin’in
tespit ettiği “özel tipte durgunluk”,
bugün, çevrim aşamaları sıralamasında yeri değişmiş
inişli-çıkışlı durgunluk olarak karşımıza çıkıyor.
Engesl
ve Stalin’in analiz ettikleri krizlerde çevrimin yükseliş
aşamasında bir değişim, başkalaşım yoktu. Bu başkalaşım,
özellikle II. Dünya Savaşından sonra kapitalist ekonomide görülür
olmuştu. Kapitalist ekonomide II. Dünya Savaşından sonra görülen
yeni olgular, konjonktür çevriminin de değişimine neden olmuştu.
Öyle ki, 1970’lerden sonra, özellikle emperyalist ülke
ekonomilerinde konjonktür çevriminin yükseliş aşaması yerini,
inişli-çıkışlı durgunluk aşaması almıştır. 2008 dünya
krizi bu aşamanın sadece emperyalist ülkelerle sınırlı
kalmadığını, gelişmesi makineli üretim aşamasında olan (kendi
iç dinamiğiyle krize girme koşulları doğmuş olan) hemen bütün
ülke ekonomilerinde de etkili olduğunu göstermiştir.
Engels
ve Stalin’in tanımladığı durgunluk, şimdi çevrimin yerini
alan, inişler-çıkışlar gösteren; üretimin belli bir bandda
-diyelim ki -2 ila 2 arasında- gidip geldiği aşamadır. Bu nedenle
de “Özele tipte durgunluk” krizin devam
etmesi değildir ve bu anlamda “özel tipte durgunluk”
dendiğinde akla mutlaka kriz gelmemelidir.
1929-32
krizinden sonra neden uzun bir dönem “özel tipte durgunluk”
yaşandığı gerçeğini 1929-32 krizinin eşsiz derinliğinde ve
kapitalizmin genel krizinin birinci aşamasındaki keskinleşmesinde
aramak gerekir. Böylelikle “özel tipten durgunluk”ta
bilinçlilik (tedbir) unsuru değil, kapitalist üretim biçiminin
çelişkilerinin bütün çıplaklığıyla hakim olması doğrudan
belirleyiciydi. Oysa inişli-çıkışlı durgunlukta söz konusu
çelişkilerin yanı sıra, sürekli bahsettiğimiz tekelci devlet
tedbirler de gündeme geliyor.
Tekelci
devlet tedbirlerin amacı, son kertede, kapitalizmin içsel
çelişkilerinin, örneğin krizlerin, bütün şiddetiyle patlak
vermesini engellemek, frenlemek, geciktirebilmek veya tekelci olmayan
burjuvazinin sırtına yıkarak, tekellerin konumunu korumaya
çalışmaktır.
Alınan
tedbirler sonucu, kriz ne gerçek anlamda en derin noktasına kadar
gelişebiliyor ne de ekonomik çevrimin yükseliş aşamasına
varılıyor. Böylelikle ekonomik çevrimden; kriz çevriminden,
çevrimin yükseliş aşaması ve krizin en derin noktasına ulaşma
aşaması çıkıyor, bunun yerini “özel tipte bir durgunluk”
alıyor. Stalin’in bahsettiği bu “özel tipte durgunluk”,
adı üzerinde “normal” bir durgunluk değildir. Bu durgunluğun
“özel tipte” olması, onun ekonomik çevrimi/kriz çevrimini
etkilemesinden/bozmasından dolayıdır.
Lenin’in
bahsettiği “uzun periyotlu sanayisel durgunluk”,
Stalin’in bahsettiği “özel tipten durgunluk”,
kapitalist üretim biçiminin çelişkilerinin müdahalesiz
gelişmesinin sonucu olan durgunluk bugün, tekelci devlet
tedbirlerin bir sonucu olarak, tekelci devlet kapitalizminin tam
gelişmişliğinin, dolayısıyla müdahaleciliğin de bir sonucu
olarak ekonomik çevrimin krizden önce gelen aşamasını
oluşturmuştur. Bu nedenle Lenin ve Stalin’in bahsettiği
“durgunluk”, gelişen tekelci devlet kapitalizminin bir görünümü
iken, inişli-çıkışlı durgunluk, tam gelişmiş tekelci devlet
kapitalizmin görünümüdür. Bu nedenle, inişli-çıkışlı
durgunluk, tekelci devlet tedbirlerin kriz çevrimine dahil ettiği
bir aşama olmuştur; kapitalizmde yeni olan gelişmenin nesnel
yasaya dönüşmesidir bu.
Çevrimin
aşamaları:
1)
Kriz
2)
Canlanma
3)
İnişli-çıkışlı durgunluk
İnişli-çıkışlı
durgunluk döneminde üretim ve ekonomik büyüme nasıl bir seyir
izler veya çevrimin inişli-çıkışlı durgunluk aşamasının
özelliği nedir?
1-Çevrimin
bu aşamasında üretimin gelişmesi ve ekonomik büyüme yavaşlar.
2-Sanayi
üretimi ve GSMH büyüme hızını yitirir.
3-Sürekli
yükselişin sürekli inişe geçtiği, üretimin bir yıl mutlak
gerilediyse öbür yıl 1 veya 2 oranında artan bir seyir izlediği
görülür; inişli-çıkışlı durgunluk dönemine özgün olan,
ekonomik büyümenin yavaş olmasıdır.
4-Mevcut
kapasite kullanımı belli seviyeye düşer, ama ortalama olarak
belli seviyede kalır.
5-Bu
durum işsizler ordusunun da sayısal olarak belli seviyede
kronikleşmesini beraberinde getirir. Kronik kitlesel işsizlik
oluşur.
6-İnişli-çıkışlı
durgunluk, krizsel olguları emen, krizsel gelişmeyi ileri tarihe,
ileri bir sürece iten, bu mümkün değilse krizi, tekelci olmayan
burjuvazinin sırtına yıkan bir aşamadır.
7-Ekonomik
çevrimin/kriz çevriminin süresi doğrudan doğruya inişli-çıkışlı
durgunluğun süresine bağlıdır, tıpkı Lenin ve Stalin’in
bahsettikleri durgunluğun kriz çevriminin süresini belirledikleri
gibi. Bu aşama 3 sene, 5 sene veya 7 sene sürebilir ve bu süreden
sonra kriz patlak verebilir. Her halükarda kriz patlak verir, çünkü
bu kapitalist üretim biçiminin karakterine özgüdür.
Krizin
patlak vermesiyle inişli-çıkışlı durgunluk aşaması, ekonomik
çevrimin kriz aşamasına dönüşmüş olur.
'70’li
yıllarla birlikte ekonomik büyümedeki gerilemeyi tam anlamıyla
inişli-çıkışlı durgunluk olarak düşünelim. Bu süreç
1974-75 dünya krizinin patlak vermesini engelleyemedi. Krizden
sonraki gelişme de bu sefer 1981-83 dünya krizinin patlak vermesini
engelleyemedi. 1974-75 krizi ile 1981-83 krizi arasında 5-6 senelik
bir zaman farkı var. 1981-83 krizinden sonra kapitalist dünya
ekonomisinin ve ele aldığımız ülkelerde ekonominin durumu hiç
de iç açıcı değildi. Ekonomik büyümenin hızı yavaşlamış,
konjonktürel inişler/çıkışlar süreklilik kazanmış, her
haliyle inişli-çıkışlı durgunluk hakim olmuştur.
Görüyoruz
ki krizin çevrimi, inişli-çıkışlı durgunluğun süresiyle
doğrudan ilgilidir. Ve inişli-çıkışlı durgunluğun şartlarını
da kapitalist ekonomi belirlemektedir.
Engels
şöyle diyor:
“Pazarların
genişlemesi, üretimin genişlemesine ayak uyduramaz. Çatışma
kaçınılmaz olur. Çatışma, kapitalist üretim biçimini
parçalamadığı müddetçe başka çözüm üretemeyeceğinden,
periyodik olur. Kapitalist üretim yeni bir “kusurlu dolaşım”
doğurur” (38).
Günümüz
şartlarında bu “kusurlu dolaşım” sadece olgunlaşmış
tekelci devlet kapitalizmi ülkelerinde değil, gelişmesi makineli
üretim aşamasında olan hemen bütün kapitalist ülke
ekonomilerinde etkili olan çevrim, inişli-çıkışlı durgunluktan
başka bir şey değildir ve bu sermaye hareketinin; konjonktür
hareketinin veya çevriminin yasal bir aşaması olmuştur.
Yukarıda
belirttiğimiz gibi bugün, inişli-çıkışlı durgunluk ekonomik
çevrimi olan; kapitalizmin makineli üretim aşamasında olduğu
hemen her ekonomide/ülkede görülmektedir (39).
Çevrim
aşamalarıyla ilgili olarak şunu da belirtmek isterim: Bazı
yazılarda çevrim aşamalarının sıralaması, yanlış anlaşılmaya
yol açacak derecede muğlak verilmiştir. Bunu düzeltiyorum.
Doğrusu şudur:
Klasik
çevrimde sermaye hareketi veya çevrimi sırayla kriz, durgunlu,
canlanma ve yükseliş aşamalarından geçer ve döngüselliğini
tamamlar.
Şimdiki
çevrim de ise sermaye, kriz, canlanma ve inişli-çıkışlı
durgunluk aşamalarından geçerek döngüselliğini tamamlar. Bu
çevrimde kriz ve durgunluk aşamaları aynı işlevi görürken,
yükseliş aşamasının yerini inişli-çıkışlı durgunluk
aşaması almıştır. İnişli- çıkışlı durgunluk aşaması,
ağır sancılı, bazen mutlak küçülmeyi de içeren bir büyümenin
ifadesidir.
Çevrimin
aşamaları/sıralaması ve süresiyle bağlam içinde şunu da
belirtmeliyim: Burada; ne çevrimin sıralamasında ve ne de
süresinde bir mutlaklık vardır. 5 ila 19 arasındaki dipnotlarda
Marks ve Engels çevrimin aşamalarını hep aynı sıralamaya göre
vermiyorlar. Burada önemli olan, çevrimde kriz aşamasının
oynadığı roldür; her seferinde çevrimin başlangıcını
oluşturmasıdır.
Her
iki çevrimi aşamalarına göre karşılaştıralım:
Klasik çevrimin aşamaları | Yeni çevrimin aşamaları |
1)
Kriz
|
1)
Kriz
|
2)
Durgunluk
|
2)
Canlanma
|
3)
Canlanma
|
3)
İnişli-çıkışlı durgunluk
|
4)
Yükseliş
|
-
|
Engels
ve Stalin’in analiz ettikleri inişli-çıkışlı durgunluk
(klasik çevrimde krizden sonraki-canlanmadan önceki aşama), bugün
her ne kadar tekil ülkelerde (örneğin Japonya’da 1990 ve
sonrasında, AB’nin bazı emperyalist ülkelerinde 2008’den
sonra) görülse de, esasen çevrimin yükseliş aşamasının yerini
alan aşamadır. Bu
değişimi görselleştirmek, karşılaştırma yapılmasını
sağlamak için her iki çevrim çizimini bir arada gösterelim.
3-Krizin
döngüselliği
Ekonomik
krizin periyodik olarak patlak vermesi tesadüfle,
dış faktörle açıklanamaz; bu,
kapitalizme özgü bir yasallıktır. Her bir kriz, sabit sermayenin;
tesislerin ve makinelerin yenilenmesini beraberinde getirir.
Konjonktürün ikinci çevriminde, birinci çevrimindeki sabit
sermaye eskimiş demektir; her bir yeni kriz, bir önceki kriz
çevrimindeki sabit sermayeyi eskitmiş olur. Bu, her bir kriz
çevrimi süresi içinde sabit sermayenin belli bir dönüşümden,
devirden geçtiği anlamına gelir (40).
Bu
temel anlayışı nasıl somutlaştırabiliriz? Şöyle: Bina/tesis,
makine vs. olarak yatırılan (sabit) sermaye amortisman biçiminde
parça parça meta ürüne aktarılır ve meta satıldıkça parasal
sermaye olarak, yeniden kapitaliste döner. Böylelikle kapitalist,
bir makinenin fiyatını, o makinenin ürettiği ürün vasıtasıyla
tüketiciye, diyelim ki, 5 senede ödetir. Marks, bu durumu şöyle
açıklar:
“Sabit
sermaye olarak yatırılan sermaye değer, ürün tarafından, döner
sermaye olarak yatırılmış olan kadar dolaşır ve her ikisi de,
meta sermayenin dolaşımı ile aynı ölçüde para sermayeye
çevrilir. Fark, yalnızca şu olguda yatar ki, sabit sermayenin
değeri parça parça dolaşır ve bu yüzden de, uzun ya da kısa
aralıklarla parça parça yerine konulmak, maddi biçimi içerisinde
yeniden üretilmek zorundadır”
(41).
“Babbage’a
göre, İngiltere’de makinelerin ortalama yeniden üretimi 5
yıldır; dolayısıyla gerçek yeniden üretimi belki
10 yıldır. Kuşkusuz, sanayinin geçirdiği dolaşım, sabit
sermayenin büyük ölçüde gelişme göstermesinden bu yana,
artı-eksi 10 yıllık bir dönem içinde, sermayenin böyle
belirlenmiş olan bu toplam yeniden üretim aşaması
ile bağıntılıdır. Başka belirleme nedenleri de bulacağız. Ama
bu, nedenlerden biridir. Eskiden sanayi için, sonbaharlar gibi
(tarımda) iyi zamanlar ve kötü zamanlar vardı. Ancak
karakteristik dönemlere, mevsimlere bölünmüş birçok yılın
sanayi dolaşımı, büyük sanayinin özelliğidir” (42).
“Büyük
sanayinin, insanlık tarihinin daha önceki
dönemlerinde görülmeyen bu döngüsel yaşam yolu,
kapitalist üretimin çocukluk döneminde de olanaksızdı” (43).
Buradan
şu sonucu çıkartırız: Ekonomik kriz, fazla üretim krizi,
makineli üretim aşamasına gelmiş kapitalizmin krizidir.
Kapitalist üretimin çocukluk dönemi olan basit kapitalist
kooperasyon ve manufaktür dönemlerinde ve kapitalizm öncesi
formasyonlarda dönemselliği olmayan krizlerin patlak vermesinin
nedeni, kapitalizmin makineli üretim aşamasında sabit sermaye
hareketinde aranmalıdır. Aşağıdaki tabloda kapitalizmin
tarihinde şimdiye kadar yaşanmış krizleri, periyodu olmayan ve
olan krizler olarak gösterdik (44).
“Kullanılan
sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı,
kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine
göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım
alanında, birçok yılı, diyelim ortalama on yılı kapsayacak
şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi, bir yandan bu ömrü
uzattığı halde, öte yandan da, bu ömür, kapitalist üretim
tarzının gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan
üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim
araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden
çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri
zorunluluğunu getirir. Modern sanayinin temel
dallarında bu yaşam çevriminin ortalama on yıl olduğu
varsayılabilir. Ne var ki, biz, burada, kesin rakamlar ile ilgili
değiliz. Şu kadarı açıktır: Bu süre içerisinde
sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç
yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel
bunalımlara maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında, işler,
birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, hızlanma ve
bunalım dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu
dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından
çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir
kriz, daima geniş yeni yatırımların
çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün olarak
toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok
yeni bir maddi temeli sağlarlar”
(45).
Burada
sabit sermaye, üretken sermayenin bileşenlerini oluşturur; yani iş
araçları, binalar, makineler vs. Bunlar değerlerini, ürün
değerine parça parça aktarırlar. Ama bu değer, üretime maddi
olarak dahil olmaz. Yani makineyi kırp bir parçasını ürüne
katamazsınız. Burada söz konusu olan, bu sabit sermayenin neyse o
olarak -bina, makine vs.- kullanım değerlerini ve yenilenmeleridir.
Döngüsellik sabit sermayenin bu eskime-yenilenme gerçekliğinden
kaynaklanmaktadır.
Sanayide
döngüselliğin yasallığı ve hangi bakımlardan
mutlaklaştırılması gerektiği konusunda Marks ve Engels’in
aşağıdaki görüşleri dikkate alınmalıdır.
1-Burada
çevrimin zorunlu olduğunu ve her bir aşamasının farklı
işlevleri ifade ettiğini anlıyoruz. Sabit sermaye bağlamında
çevrim başladığında bu kendini belli aralıklarla yinelemektedir
ve çevrimin her bir aşamasında üretim farklı boyutlar
almaktadır.
”Sanayi
çevrimi öyle bir niteliktedir ki, bir kez ilk hareket
verildi mi, aynı devrenin, devresel olarak kendi kendini yeniden
üretmesi gerekir. Gevşeme dönemi boyunca üretim, bir önceki
çevrimde ulaştığı ve şimdi kendisi için gerekli teknik temelin
kurulduğu düzeyin altına düşer. Yükseliş
döneminde -ara dönemde- bu temel üzerinde gelişmeye devam eder.
Aşırı-üretim ve spekülasyon döneminde, üretim sürecinin
kapitalistçe sınırlarını aşana kadar, üretken güçleri sonuna
dek zorlar” (46).
2-Döngülerin
süresi Marks ve Engels tarafından her ne kadar 10, 11, bazen de 12
sene olarak belirtilse de burada yıl sayısı bazında bir mutlaklık
yoktur; mutlak, yasal olan, 10 veya 11 senede bir olsun, döngünün
mutlaka gerçekleşeceğidir. Bu sürenin giderek kısaldığını da
20. yüzyıl gerçekliğinde Lenin ve Stalin’in tespitlerinde
görmekteyiz.
“Şimdiye
kadar böylesi döngülerin dönemsel süresi 10 veya
11 senedir. Ama bu sayıyı değişmez görmek için bir neden yok.
Tersine, geliştirdiğimiz kapitalist üretimin yasalarından
hareketle değişken olduğu ve döngülerin dönemselliğinin derece
derece kısalacağı sonucuna varılır” (47).
3-Engels’in
ifadesiyle “Daha önceki
on yıllık döngüler”
deformasyona uğramış,
döngü aşamaları ülkeden ülkeye değişir olmuştur. Ama
döngünün kendisi ortadan kalkmamıştır. Bu türden değişimleri
en açık biçimde 2008 dünya krizinde ve sonrasında ülke
ekonomilerindeki farklı gelişmelerde görmekteyiz. O zaman ülkeler
her ne kadar eş zamanlı olarak krize girmiş olsalar da krizden
farklı zamanlarda çıktılar; bazıları nispeten kısa bir zamanda
krizden çıkarken, bazıları yıllarca krizle boğuşmak zorunda
kaldılar
(48).
Engels,
döngüsellikteki değişimle ilgili farklı tespitlerde bulunmuştur.
Örneğin Kapital’in birinci cildinin İngilizce baskısı için
yazdığı önsözde şu tespiti yapar:
“1825'ten
1867'ye kadar durmadan yinelenegelen onar yıllık durgunluk,
yükseliş, aşırı üretim ve kriz dönemleri, gerçekten ömrünü
tamamlamış gibi görünüyor; ama yalnızca bizi devamlı ve
süreğen bir durgunluk bataklığına bırakmak için. Özlemle
beklenen yükseliş dönemi bir türlü gelmiyor; bunu haber veren
belirtileri görmemizle bunların ufukta kaybolmaları bir oluyor”
(49).
Engels,
Kapital’in ikinci (1893) ve üçüncü (1894) ciltlerini
yayımlanacak duruma getirir. Üçüncü cildeki bir dipnotunda
döngüsellik bağlamında şu tespiti yapar:
Değişimi
göstermek için yukarıda değerlendirdiğimiz anlayışını bir
daha aktarıyoruz:“Son büyük genel
krizden beri burada bir değişiklik olmuştur. Daha
önceki on yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi,
yerini -çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer alan-
işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun ve
kararsız depresyon arasında değişen, daha kronik ve daha uzun
süreli biçimlere bırakmış görünmektedir. Ama bu, belki de,
yalnızca, döngülerin sürelerinin uzaması sorunudur” (50).
Engels
bu dipnotunda başka şeylere değinmekte. Yazının kapsamını
genişleteceği için bunlara değinmeyeceğim, ama sözlerini
dipnot olarak aktaracağım (51).
Burada
Engels, 5 Kasım 1886’daki görüşünü -“1825'ten
1867'ye kadar durmadan yinelenegelen onar yıllık durgunluk,
yükseliş, aşırı üretim ve kriz dönemleri, gerçekten ömrünü
tamamlamış gibi görünüyor”- “Son büyük genel krizden beri
burada bir değişiklik olmuştur” diye
değiştiriyor; döngüselliğin devam ettiğini ama deforme olduğunu
söylüyor. Engels’in bahsettiği bu değişimi en bariz bir
biçimde 2008 dünya krizinde tekil ülke ekonomilerinin seyrinde
görüyoruz.
4-Krizin
işlevi
Kapitalizmin
iç çelişkilerinden dolayı kendiliğinden çökeceği üzerine
kriz dönemlerinde, özellikle de krizin yakın öngünlerinde bolca
yazılıp-çizilmesi, çöküşe umut bağlanması tesadüfi
değildir. “Aydın” jimnastiğinin ötesinde, örgütlü olanlar
veya örgütlü olduklarına inananlar, ötesinde bunu bir de
Marksist, Marksist-Leninist olmakla taçlandıranlar, gerçekte birer
zavallıdır. Neden? Çünkü bunlar bu sistemin ancak ve ancak sınıf
mücadelesi sonucunda yıkılabileceğini; sosyalizmi kuracak sınıf
tarafından yıkılabileceğini bilmiyor olamazlar, ama onların bu
sınıfı örgütleme diye bir sorunları yok.
Diyelim
ki, kapitalizm gerçekten de önümüzdeki krizi içinde kendi iç
çelişkilerini, geçici olarak, bir dahaki krize kadar çözemedi ve
çöktü. Ne olacak? İktidara başka bir sınıf mı gelecek?
Ekonomik iktidarı, sistemi çöken burjuvazinin devleti, ordusu,
polisi de mi çökmüş olacak? Çöküşten ders çıkartan
burjuvazi, herkese “iş” vermiş olmak için gerekirse memlekette
kaç ağaç, koyun, keçi, kaldırım taşı varsa onları saydırarak
“istihdam” yaratır. Keynes, çukur açtırın ve yenide
kapattırın türünden istihdam yaratılması için burjuvaziye akıl
veriyordu. Yeni Keynes’ler çıkar ve istihdam yaratılması için
burjuvaziye akıl verir.
Demek
ki, kapitalizmin kendiliğinden çökmesine umut bağlamak bir
zavallılıktır. Esas olan, sistemi, tarihsel misyonu bu sistemi
yıkmak ve yerine sosyalizmi kurmak olan işçi sınıfı ve
müttefiklerini örgütleyerek yıkmaktır.
Diğer
taraftan Marks’ın krizin işlevi ve kapitalist üretim biçiminin
sınırları üzerine söyledikleri eksik ve yanlış
anlaşılmaktadır. Marks, hiçbir yerde kapitalizmin iç
çelişkilerinden dolayı çökeceğini söylememiştir; sadece
koşullarından bahsetmiştir.
Yorumlamaya
gerek bırakmayan birkaç örnek:
Krizin
işlevi ve kapitalist üretim biçiminin gerçek sınırları
üzerine:
“Krizler,
daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan
çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar
kuran şiddetli patlamalardır...
Kapitalist
üretimin gerçek
engeli sermeyenin
kendisidir. İşte
bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış
ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak
görünür...
Kapitalist
üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve
uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı
olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen
kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir
çatışmadır” (52).
“Tüm
kapitalist üretim tarzı, sınırları mutlak olmayan nispi bir
üretim tarzıdır...
Oysa,
kapitalist üretim tarzının çelişkisi, sermayenin içerisinde
hareket ettiği ve tek başına hareket edebildiği, özgül üretim
koşulları ile sürekli çatışma içerisine
giren, üretici güçleri mutlak bir biçimde geliştirmeye doğru
bir eğilim taşımasından doğar”
(53).
“Kapitalist
üretim tarzının sınırları, su yüzüne çıkmıştır:
1)
İşin
üretkenliğindeki gelişme, kâr oranındaki düşmeden, belli
noktalarda bu gelişme ile uzlaşmaz bir çelişki içerisine
giren ve krizler
ile sürekli yenilmesi gereken bir yasa yaratır;
2) Üretimin genişlemesi veya da daralması, karşılığı ödenmeyen işe elkonulması ve bu karşılığı ödenmeyen işin genel olarak maddeleşen işe oranı ile veya da kapitalistlerin diliyle; kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı ile, dolayısıyla, üretimde toplumsal gereksinmeler, yani toplumsal olarak gelişmiş insanın gereksinmeleri arasındaki bağıntıdan çok, belirli bir kâr oranı ile belirlenmektedir. İşte bu nedenle, kapitalist üretim tarzı, üretimin belirli genişleme aşamasında engellerle karşılaşır ve başka bir öncülden hareket edildiğinde, tersine, tamamen yetersiz görülebilir. Bu üretim tarzı, gereksinmelerin karşılandığı noktada değil, kâr üretiminin ve bu kârın gerçekleştirilmesinin saptadığı bir noktada durağan hale gelmektedir” (54).
2) Üretimin genişlemesi veya da daralması, karşılığı ödenmeyen işe elkonulması ve bu karşılığı ödenmeyen işin genel olarak maddeleşen işe oranı ile veya da kapitalistlerin diliyle; kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı ile, dolayısıyla, üretimde toplumsal gereksinmeler, yani toplumsal olarak gelişmiş insanın gereksinmeleri arasındaki bağıntıdan çok, belirli bir kâr oranı ile belirlenmektedir. İşte bu nedenle, kapitalist üretim tarzı, üretimin belirli genişleme aşamasında engellerle karşılaşır ve başka bir öncülden hareket edildiğinde, tersine, tamamen yetersiz görülebilir. Bu üretim tarzı, gereksinmelerin karşılandığı noktada değil, kâr üretiminin ve bu kârın gerçekleştirilmesinin saptadığı bir noktada durağan hale gelmektedir” (54).
“Bugünkü
toplum kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli
olarak değişen bir organizmadır”
(55).
Söylenenler
oldukça açık:
Marks’ın,
kapitalizmin çökmesi anlayışından otomatik bir çöküşe yer
yok. Marks’da kapitalizmin çöküşünün bir devrim sorunu
olduğu; bu nedenle çöküşün sistemin devrimle yıkılması
anlamına geldiği gün gibi açıktır*.
Diğer
taraftan Marks, kapitalist sistemin kendini sürekli yenileyebilen
bir sistem olduğunu da vurgular.
*
*)Kendiliğinden
çöküş
bağlamında
Marks ve Engels’in söylediklerinin kısa
bir
derlemesini
ayrıca
yayınlayacağım.
Kaynaklar
ve açıklamalar:
29)
Lenin; C. 21, s. 53 ("Karl Marks" makalesinden).
30)
“Politik Ekonomi”
kitabında yer alan ve eleştirdiğimiz anlayış (kriz çevrimi
sürecinin giderek kısalması) söz konusu dönem için doğruydu.
Ama bugün için yanlıştır. Revizyonistler, belirtmeseler de bu
anlayıştan hareket ederek, aynı zamanda, “sosyalizm” diye
kabul ettirmeye
çalıştıkları Sovyet revizyonizmi karşısında kapitalist
ekonomideki konjonktürel her gerilemeyi “kriz” olarak lanse etme
çabasıyla II. Dünya Savaşından sonra bolca “kriz”
üretmişlerdir. Onların anlayışına göre krizlerin çevrimi
şöyle gelişiyor:
- DönemlerKrizlerKriz çevrimi süresi1952-19581952, 19586 sene1958-19631958, 19635 sene1963-19671963, 19674 sene1967-19711967, 19714 sene1971-19741971, 19743 sene1974-19771974, 19773 sene1978-19801977, 19802 sene1980-19811980, 19811 } sürekli kriz0 } sürekli kriz19821982
Bu
anlayışın vahim olan sonucu şudur: Kriz çevrimi süresi giderek
kısalıyor ve belli bir zaman sonra süre sıfır noktasına
düşecek, yani kapitalizmde ekonomik krizlerin çevrimliliği
ortadan kalkacak ve sürekli kriz gündeme gelecek. Revizyonistler
Marksizm’i bu denli çarpıtma imkanını bulamadılar; sistemleri
çöktü. Ama onların anlayışı son kertede sürekli krizlere ve
dolayısıyla kapitalizmin kendiliğinden çöküşü anlayışına
(R. Luxemburg) götürüyor” (İ.
Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi,
s. 580).
31)
METE;
C. 25, s. 506. Kapital,
C. III.
32)
METE;
C. 36, s. 386.
33)
F.
Engels;
Vorwort zur zweiten deutschen Ausgabe (1892) der "Lage der
arbeitenden Klasse in England” - “İngiltere’de
Çalışan Sınıfın Durumu’nun
İkinci Almanca Baskısına (1892) Önsöz":
METE;
C.
22, s. 322,
326.
34)
Lenin; C. 29, s. 468.
35)
Lenin: C. 24, s. 104.
36)
Stalin;
C. 13, s. 258/259. XVII.
Parti Kongresine sunulan siyasi rapor.
37)
Stalin; agy.
38)
METE; C. 19, s. 218. “Sosyalizmin
Ütopyadan Bilime Gelişmesi”.
39)
Örnek:
“Şimdi
bu gelişmeyi birkaç grafikle gösterelim.
Sanayi
üretimindeki gelişme, dünya ekonomisinin genel durumu ve yapılan
tahminler, önümüzdeki dönemde büyümenin küçük oranlarda
-diyelim ki yüzde 1-2 mutlak büyüyerek veya dönem dönem de yüzde
1-2 oranlarında mutlak küçülerek devam edeceğini göstermektedir.
Sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin
noktasından bir durgunluğa geçmesi, ama olağan bir durgunluğa
değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine,
açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayinin çöküşün derin
noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunluğa geçişi
üretimin + 1-2 ve -1-2 bandında seyretmesinden başka bir şey
değildir. Bu büyüme oranlarında sanayi üretimi ne krizin dip
noktasına ne de yükseliş aşamasına varmış olur. Aslında bu
değerleri +2,5 ve -2,5 büyüme bandına da çekebiliriz. Bu büyüme
oranları da sanayide krizin dip noktasını görme veya yükselişte
olma anlamına gelmez. Aşağıdaki grafiklerde üst değeri +2 ve
2,5 alt değeri de -2 ve 2,5 olarak sınırlandıracağız.
İnişli-çıkışlı
durgunlu sürecini en iyi olarak zincirleme endeksle gösterebiliriz.
Dünya
sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk
Aralık
2013-Mayıs 2015 arasında (değerleri 2013 öncesine de
çekebilirsiniz) dünya sanayi üretimi 1,19 ve -0,47 arasında
büyüyor veya küçülüyor; üretim veya çevrim ne yükselişe ne
de kriz denebilecek bir düşüşe geçebiliyor.
...
Sanayi
üretiminin yılın çeyreklerine göre gelişmesinde inişli-çıkışlı
durgunluk:
Aşağıdaki
grafikte ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşaması nasıldır
sorusunun cevabını görüyoruz. 2011-2015 arasında sanayi üretimi
ne onduruyor ne de öldürüyor; üretim ne kriz çevriminin yükseliş
aşamasına götürüyor ne de krize sürüklüyor. Üretim + ve –
2 bandı arasında kalıyor.
Sanayi
üretiminin aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı
durgunluk:
Bu
ülke gruplarında sanayi üretiminin kriz öncesindeki en yüksek
seviyesinden bu yana aylık gelişme bazında ele aldığımızda
üretimin seyrindeki değişimi -kriz çevriminin aşamalarını daha
çıplak bir biçimde görürüz.
Kriz
sürecinde üretim, her bir ülke grubunda farklı boyutlarda mutlak
geriliyor; yüzde -4,2'ye kadar düşüyor.
Mayıs
2009'dan itibaren üretim artışı oluyor, üretim AB grubunda en
fazla yüzde 2,3 oranında artıyor. Diğerlerinde üretim artışı
0,5-1,9 arasında değişiyor. Bu boyutlarda bir üretim artışı
kriz çevriminin canlanma aşamasına denk düşebilir. Sanayi
üretimi krizden çıkıyor, ama üretim artışı yükselişe
geçemiyor. Canlanma aşamasının arkasından (Eylül 2009'dan sonra
üretimde inişli-çıkışlı bir gelişme dönemi başlıyor; ne
onduran ne de öldüren bu süreç, kriz çevriminin inişli-çıkışlı
durgunluk aşamasını ifade etmektedir. Yukarıdaki grafik ideal bir
inişli-çıkışlı durgunluk aşamasını göstermektedir”.
(http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2015/12/bir-ayrik-otu-hikayesi-i-dunya.html
-Bir Ayrık Otu hikayesi I, II).
40)
Bkz.: METE, C. 24, s. 185/186. Kapital, C. II.
41)
METE; C. 24, s. 193. Kapital, C. II.
42)
K. Marks; “Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie”, s.
608, Berlin 1953.
43)
METE; C. 23, s. 661. Kapital, C. I.
44)
Bkz.: İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, Ekonomik Kriz Ağırlıklı,
s. 17-18.
45)
METE; C. 24, s. 185, Kapital, C. II.
46)
METE; C. 25, s. 506/507, Kapital, C. III.
47
METE; C. 23, s. 662, Dipnot. Kapital, C. I.
48)
Bu gelişme için bkz.: Bir Ayrık Otu hikayesi I, II ve 2013-2105
arasındaki konuya ilişkin diğer makaleler;
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com
49)
F. Engels; İngilizce baskıya önsöz; METE; C. 23, s. 40. Kapital,
C. I.
50)
METE; C. 25, s. 506, Dipnot 8. Kapital, C. III.
51)
“Bir
başka yerde de değindiğim gibi (Kapital, Birinci Cilt, s. 40) son
büyük genel krizden
beri burada bir değişiklik olmuştur. Daha önceki on yıllık
döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi, yerini -çeşitli
sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer alan- işlerde nispeten
kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun ve kararsız durgunluk
arasında değişen, daha kronik ve daha uzun süreli biçimlere
bırakmış görünmektedir. Ama bu, belki de, yalnızca, döngülerin
sürelerinin uzaması sorunudur. Dünya ticaretinin ilk yıllarında,
1815-47 arasında, bu döngülerin yaklaşık beş yıl sürdüğü
gösterilebilir; 1847 ile 1867 arasında, döngü açıkça on
yıldır; şimdi, acaba, bugüne değin eşi görülmemiş yeni bir
dünya krizinin
hazırlık aşamasında mı bulunuyoruz? Pek çok şey bu yöne
işaret ediyor. Son l867 genel bunalımından beri, bir çok derin
değişiklikler olmuştur. Ulaştırma ve iletişim araçlarındaki
dev genişleme -okyanuslardaki şilepler, demiryolları, telgraf,
Süveyş Kanalı- gerçek bir dünya piyasasını bir olgu haline
getirmiştir. İngiltere'nin sanayideki eski tekeline birtakım rakip
sanayi ülkeleri karşı çıkmıştır; dünyanın her yanında,
Avrupa'daki fazla sermaye yatırımı için, uçsuz bucaksız ve
çeşitli alanlar açılmış, böylece daha geniş bir alana
dağılması ve yerel aşırı-spekülasyonun daha kolay önlenmesi
olanağı sağlanmıştır. Bütün bunlar aracılığı ile, eski
krizi
üreten ortamlar ve bunların gelişmesini sağlayan olanaklar, ya
yok edilmiş veya da çok azaltılmıştır. Aynı zamanda, karteller
ve tröstler karşısında, iç piyasadaki rekabet gerilediği halde,
dış piyasalarda, İngiltere dışında bütün büyük sanayi
ülkelerinin çevresini çevirdikleri koruyucu gümrük tarifeleriyle
sınırlandırılmış bulunmaktadır. Ne var ki, bu koruyucu gümrük
tarifeleri, dünya piyasasına kimin egemen olacağını
kararlaştıracak olan, son genel sanayi savaşı için yapılan
hazırlıklardan başka bir şey değildir. Şu halde, eski krizlerin
yinelenmesine karşı işleyen her etmen, kendi içerisinde,
gelecekteki çok daha güçlü bir krizin
tohumlarını taşımaktadır”. -F.E.]
(METE; C. 25, s. 506, Dipnot 8. Kapital, C. III).
52)
“Krizler,
daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan
çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar
kuran şiddetli patlamalardır”.
Çelişki,
genel bir deyişle, kapitalist üretim tarzının, değer ve bu
değerin içerdiği artı değer hesaba katılmaksızın, kapitalist
üretimin yer aldığı toplumsal koşullar dikkate alınmaksızın,
üretici güçlerde mutlak bir gelişmeye doğru bir eğilim
taşımasından ileri gelir; öte yandan ise, bu üretim tarzının
amacı, mevcut sermayenin değerini korumak ve kendisini
genişletmesini en üst sınıra ulaştırmaktır (yani, bu değerin
gitgide artan bir hızla büyümesini sağlamaktır).
Bu
üretim tarzının kendine özgü niteliği, sermayenin mevcut
değerini, bu değeri en yüksek noktaya ulaştırmada bir araç
olarak kullanmasıdır. Bu amaca ulaşmak için kullandığı
yöntemler, kâr oranında düşmeyi, mevcut sermayenin değer
kaybını ve emeğin üretkenlik gücünü, zaten yaratılmış
bulunan üretici güçler aleyhine geliştirmektir.
Mevcut
sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi
durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer
birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü
araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden-üretim
süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu
yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve bunalımlara
yolaçar.
Değişen
sermayede değişmeyen sermayeye oranla meydana gelen ve üretici
güçlerdeki gelişmeyle elele giden azalma, bir yandan sürekli bir
yapay aşırı nüfus yaratırken, çalışan nüfusun büyümesini
teşvik eder. Düşen bir kâr oranı, kullanım değerlerinin
birikimini daha da hızlandırmak üzere, değer olarak sermaye
birikimini yavaşlatırken, bu da gene değer olarak birikime yeni
bir iti verir...
Kapitalist
üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin
üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar
kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.
Kapitalist
üretimin gerçek
engeli sermeyenin
kendisidir. İşte
bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış
ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak
görünür; üretim yalnız sermaye
için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları,
sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir
gelişmenin araçları değillerdir, Sermayenin değerinin, büyük
üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve
yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme
sürecinin içerisinde
devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; - bu
sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve
üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç
haline gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiç bir koşula
bağlı olmadan gelişmesine doğru yolalan üretim yöntemleri ile
sürekli bir çatışma haline girerler. Araçlar -toplumun üretici
güçlerinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesi-, sınırlı
bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile
devamlı çatışma içerisine
girerler.
Kapitalist
üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve
uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı
olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen
kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir
çatışmadır”
(METE;
C. 25,
s. 259/260.
Kapital, C. III).
53)
“Öte
yandan, kâr oranında, birikimle bağlı olarak görülen bir düşme,
zorunlu olarak bir rekabet savaşımına yolaçar. Kâr oranında bir
düşmenin, kâr kitlesinde bir yükselme ile telafi edilmesi, ancak,
toplam toplumsal sermaye için, büyük ve iyice yerleşmiş
kapitalistler için geçerlidir. Bağımsız çalışan yeni ek bir
sermaye, böyle bir telafi koşulundan yararlanamaz. Bu koşulları
henüz elde etme durumundadır ve bu yüzden kâr oranında bir
düşme, kapitalistler arasında bir rekabet savaşımına yolaçar,
yoksa bunun tersi olmaz. Hiç kuşkusuz, rekabet savaşımıyla
birlikte, ücretlerde geçici bir yükselme ve dolayısıyla kâr
oranında geçici, ama daha fazla bir düşme olacaktır. Aşırı
bir meta üretiminde piyasaların fazla malla dolmasında da aynı
şey görülür. Sermayenin amacı, belli gereksinmeleri karşılamak
olmayıp, kâr üretme olduğu ve bu amacı, üretimin ölçeğini
üretimin kitlesine uyduracak yerde, bunun tersini sağlayan
yöntemlerle gerçekleştirdiği için, kapitalizm altında sınırlı
boyutlarda tüketim ile, durmadan bu kendisine özgü engeli aşmaya
çalışan üretim arasında sürekli bir gedik olması zorunludur.
Üstelik, sermaye, metalar oluştuğu için, aşırı sermaye
üretimi, aşırı meta üretimi demektir. Aşırı meta üretimini
yadsıyıp da aşırı sermaye üretimini kabul eden iktisatçıların
garip hali işte buradan gelir. Genel bir aşırı- üretim
bulunmadığını, ancak daha çok, çeşitli üretim kollarında bir
orantısızlık olduğunu söylemek, toplam üretimin birbirlerine
olan bağımlılığı, üretim ögeleri
üzerinde kendisini, bunların ortak akılları tarafından
kavranarak ve böylece denetim altında tutularak, üretken süreci
kendi ortak denetimleri altına sokan bir yasa olarak değil de kör
bir yasa olarak kabul ettirdiği için kapitalist üretimde tek tek
üretim kollarının orantılılığının, sürekli bir süreç
olarak orantısızlıktan ileri geldiğini söylemekle aynı şeydir.
Bu, ayrıca, kapitalist üretimin gelişmediği ülkelerin kapitalist
üretimde bulunan ülkelere uyacak oranlarda tüketimde ve üretimde
bulunmaları gerektiğini istemeye varır. Aşırı-üretimin ancak
nispi olduğu söylenecek olursa, bu tamamen doğrudur, ama tüm
kapitalist üretim tarzı, sınırları mutlak olmayan nispi bir
üretim tarzıdır. Ve bunlar, ancak, bu tarz için, yani onun
dayandığı temel üzerinde mutlaktır. Böyle olmasaydı, halk
kitlelerinin eksikliğini çektiği aynı metalar için, nasıl olur
da talep yetersizliği olurdu? Ve içeride
emekçilere ortalama miktarda yaşam gereksinmelerini ödeyebilmek
için, bu talebin dışarıdan,
yabancı piyasalardan aranması nasıl mümkün olurdu? Bunun mümkün
olabilmesinin tek nedeni, bu özgül kapitalist ilişkiler
içerisinde,
artı- ürünün, ona sahip olanın, bunu kendisi için tekrar
sermayeye çevirmeden önce, tüketime sunamayacağı bir biçime
bürünmesidir. Ve nihayet,
kapitalistlerin, kendilerine ait metaları yalnız kendi aralarında
değiştirmek ve tüketmek durumunda oldukları söylenecek olursa,
kapitalist üretim tarzının tüm niteliği gözden kaçırılmış
olur; ve ayrıca, söz konusu sermayenin tüketilmesi değil,
değerinin genişletilmesi olgusu olduğu da unutulmuş olur.
Kısacası, apaçık aşırı-üretim olayına karşı öne sürülen
bütün itirazlar (oysa bu olgu, bu itirazlara aldırış bile
etmemektedir), kapitalist üretimin engellerinin, genel olarak
üretimin engelleri olmadığı ve bu nedenle, bu, özgül,
kapitalist üretim tarzının engelleri bulunmadığı tartışmasına
gelir dayanır. Oysa, kapitalist üretim tarzının çelişkisi,
sermayenin içerisinde
hareket ettiği ve tek başına hareket edebildiği, özgül üretim
koşulları ile sürekli çatışma içerisine
giren, üretici güçleri mutlak bir biçimde geliştirmeye doğru
bir eğilim taşımasından doğar”
(METE;
C. 25,
s. 267/268.
Kapital, C. III).
54)
METE; C. 25, s.
268/269. Kapital, C. III.
55)
METE;
C. 23,
s. 16,
Kapital, C. I.