deneme

1 Haziran 2019 Cumartesi

FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN AKIL HOCALIĞINA SOYUNANLAR!


FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN AKIL HOCALIĞINA SOYUNANLAR!

ÇİN EMPERYALİZMİNE UŞAKLIK!


7 Mayıs 2019 tarihli “Doğu Perinçek ve Şürekasından Yeni Bir Hikaye - “Üretim Ekonomisi”!” başlıklı makalenin sonunda aşağıdaki not yer alıyordu.

Pamukoğlu’nun “Üretim ve borçlanma ekonomisi-2”de ele aldığı, özellikle de “üretim ekonomisine geçiş” ara başlığı altında açtığı konularda, mülkiyetin ve dolayısıyla iktidarın sınıfsal karakterini göz ardı edilmektedir. Veya da kapitalist sistem çerçevesinde öne sürdüğü anlayışların gerçekleştirilebilir olduğunu sanıyor. Pamukoğlu, devrimin temel sorununu; mülkiyetin ve iktidarın sınıfsal karakteri sorununu bir reform sorununa indirgiyor.

Bu sorunu ve Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçilerin devrimi gerçekleştirme durumunda ekonomiyi (üretimi) ve devleti örgütleme sorunlarının neler olabileceğini ayrı bir yazı konusu olarak gördüğümüz için bu makalede ele almadık.”

Bu sorunu biraz açalım.
Doğu Perinçek, “üretim devrimi”nin nasıl gerçekleştirileceğini, Pamukoğlu gibi “milletin birliği ve dayanışması ile” diyerek geçiştirmiyor. Açık konuşuyor:

1) “İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları birleştiren bir hükümet” kurulmalıdır.

2) Bu “hükümet”, “emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi uygular ve Türkiye’yi aydınlığa ve güvenliğe kavuşturur”.

3) “Üretim amaçlı ve paylaşma temelli ortaklıklar kurmanın ve geniş sermaye kaynaklarının biricik verimli mekânı olan Avrasya iklimine yerleşmek ve komşularımızla her alanda işbirliği, şarttır. Yalnız ekonomi için değil, güvenliğimiz için de!”

D. Perinçek, Türkiye’nin geleceği için bulduğu tek çıkış yolunu şu sözleriyle açıklıyor:
İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları birleştiren bir hükümet, emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi uygular ve Türkiye’yi aydınlığa ve güvenliğe kavuşturur”.
Söylenen oldukça açık. Toplumun bütün sınıflarını birleştiren bir hükümet olacak. Bu hükümet, ”emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde seferber edecek” ve böylece “Planlı Karma Ekonomiyi uygulayacak” (1).

Şimdi bu anlayışlardan hareketle hangi koşullarda neyin gerçekleşebileceğini ve hangi koşullarda neyin olamayacağını ve bu yazarların sapla samanı nasıl birbirine karıştırdıklarını ve bunu da bilerek yaptıklarını açıklamaya çalışalım.
Her ikisi de böylesi iddialardan bulunmadan önce aşağıdaki kavram ve soruların cevabını verecek durumda olmaları gerekirdi:

1-Sürekli vurguladıkları “milletin birliği ve dayanışması ile” zor kullanarak, ülkeyi cehenneme çevirerek; sınıflar arsında güya birlik ve beraberlik oluşturarak bir faşist komando ekonomisi kurulabilir. Kapitalizmde bu imkansız değildir ve böyle bir rejimin en klasik örneğini Hitler Almanya’sı oluşturur.

2- İnsanlık tarihinde görülmüş olan hiçbir toplumda (İlkel komünal, köleci, feodal, kapitalist ve komünist (ilk aşaması olan sosyalist toplum) mülkiyetin sınıfsal karakterine tekabül etmeyen bir ekonomi görülmemiştir. Hangi sınıf iktidardaysa, devlet, üstyapı o sınıfın siyasi, kültürel, felsefi, hukuki anlayışlarına göre oluşur ve bütün amaç da iktidarda olan sınıfın mülkiyetini korumak ve devamını sağlamaktır. İlkel komünal toplumda mülkiyetin ortak mülkiyet karakterinde olması, toplumun sınıflara ayrışmış olmaması, baskı aracı olarak devletin olmaması, ürünleri eşit paylaşımı sorunun özünde hiçbir şey değiştirmez. Esas olan böyle bir toplumda özel mülkiyetin ve dolayısıyla sınıfların ve devletin olmamasıdır.

Köleci, feodal ve kapitalist toplumda esas olan özel mülkiyetin, sınıfların; bu her bir toplum formasyonunda hakim konumda olan sınıfların (köleci toplum=köle sahipleri; feodal toplum=feodal beyler ve kapitalist toplum=burjuvazi) çıkarlarına tekabül edecek biçimde sürekli kılınmasıdır. Bu da her bir topluma tekabül eden devlet tarafından gerçekleştirilir.

Şüphesiz, sosyalizmin amacı özel mülkiyeti ortadan kaldırmak ve toplumun komünizme doğru gelişmesini her bakımdan örgütlemektir. Proletarya diktatörlüğünün tarihsel misyonu budur. Ama ortada yine de bir mülkiyet var; adına ne derseniz deyin -sosyalist devlet mülkiyeti, halkın mülkiyeti, toplumsal mülkiyet veya da sosyalist mülkiyet- bu mülkiyet de sınıfsal karakterlidir; iktidarda olan işçi sınıfı ve emekçilerin toplumsal mülkiyeti.

Bu iki yazar, bu gerçekliği reddediyorlar ve yaşanmakta olan çıplak kapitalizm koşullarında toplumsal sınıfların farklı sınıfsal çıkarlarının olabileceğini gözardı ederek, bir sınıflar harmonisi oluşturmaya milletin birliği ve dayanışması ile” yeni bir düzen kurulabileceğini sanıyorlar. Aslında sanmıyorlar, sadece kendilerini sanıyor gösteriyorlar. Bu bir demagojidir; gelişmiş kapitalizm koşullarında milletin birliği ve dayanışması ile” yaptıkları, mevcut iktidarı, faşist diktatörlüğü güçlendirmenin yol ve yöntemleri üzerine önerilerdir. Bu öneriler, Türk büyük sermayesine, tekelci sermayeye yapılan önerilerdir.

3-Mülkiyetin karakteri, iktidardaki sınıfın karakterini ele verir. Bu sınıf ve ona tekabül eden mülkiyetin karakteri temelinde yükselen ekonomi nasıl örgütlenir veya bu ekonominin amacı nedir?
Bu soruya iki farklı sistemi -kapitalizm ve sosyalizmi- karşılaştırarak cevap verelim:

Burjuva düzende ekonomi ancak ve ancak kapitalist tarzda örgütler ve amaç da da azami kardır.

Kapitalist üretim biçiminde toplumsal toplam ürünün ve ulusal gelirin paylaşımı

Kapitalizmde üretim araçları, kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin elinde toplanmıştır. Bu sistemde işçi sınıfı ve emekçi köylülük mülksüzdür, çünkü onlar, üretim araçlarına sahip değildir. Sınıfların, üretim ilişkilerindeki konumları, kapitalizmde ulusal gelirdeki konumlarını belirler. Bu konumu veya kapitalizmde ulusal gelirin nasıl paylaşıldığını bir şema ile gösterelim (2)
 

Şimdi bu şemanın kısa bir açıklamasını yapalım:
Toplumsal toplam ürün önce ikiye bölünür. Bu ürünün bir kısmı (s), tüketilmiş değişmeyen sermayenin, tüketilmiş üretim araçlarının teminine ayrılır. Şemada bu kısmı 60 birim (bu 60 milyon, milyar olabilir) ifade etmektedir. Toplumsal toplam ürünün diğer kısmını ulusal gelir oluşturur. O halde ulusal gelir (UG):
UG= d+a, yani C- d+a dır.
Ulusal gelirin iki bileşeni vardır: Bunlar, değişken sermaye (d), yani işçilere ödenen ücretler ve artı değerdir (a).

Ulusal gelirin paylaşımı şöyledir: Sanayi kapitalisti –burada bütün ülkedeki maddi değerlerin üretiminin tek bir kapitalistin işletmesinde gerçekleştirildiğini düşünelim- ulusal gelirin bir kısmını (örnekte d=10 birim) işçilere ve onlar gibi üretimde faal olan ücretlilere ücret olarak öder. Geriye kalan kısım ise artı değerdir. a= UG-d, 30-10=20. Sanayi kapitalisti bu miktarın, artı değerin hepsini cebine indirmez. Bu miktar içinde kapitalist sınıfın diğer katmanlarının da payı vardır. Yani sanayi kapitalisti sermayesinin üretimdeki konumundan dolayı; üretim aşamasında faal olmasından dolayı, önce kendi eline geçen artı değeri diğer kapitalistlerle; ticaret, bankacılık alanındaki kapitalistler ve toprak sahipleriyle paylaşmak zorundadır. Artı değer paylaşım sonucunda sanayi kapitalistinin eline kâr, tüccar kapitalistin eline ticaret kârı, bankacının eline faiz ve toprak sahibinin eline de toprak rant olarak geçer. Bazı durumlarda sanayi kapitalisti sermayesini, sermayenin bütün dolaşımından çekmez ve dolayısıyla ürünün satışıyla (sermayenin dolaşım safhası) doğrudan ilgilenir. Bu durumda tüccar kapitaliste vereceği pay da kendine kalır.

Yukarıdaki şemaya göre bu paylaşım şöyle: Miktar olarak artı değerin 10’luk bölümü sanayi kapitalistinin (kâr), 3’lük bölümü tüccar kapitalistin (kâr), 2’lik bölümü faiz olarak bankacının ve 5’lik bölümünde toprak rant olarak toprak sahibinin eline geçmektedir.

Köylülerin ve zanaatçıların ürünleri de ulusal gelirin bir bileşimini oluşturur. Bu alanda üretilen ürünün bir kısmını köylüler (emekçi köylüler) ve zanaatçılar alırlarken, diğer kısmı da kapitalistlerin -zengin köylülük, toptancılar, tüccarlar, bankacılar vs.- eline geçer. Bu emekçi kesimin gelirlerinin kaynağı kendi iş güçlerinin ifadesi olarak elde ettikleri ürünlerdir; kendi çalışmaları, kendi emekleridir. Bu kesimin yabancı iş gücünü sömürerek gelir (artı değer) elde etme durumları istisnadır.

Kapitalistler, ulusal gelirin yukarıda belirttiğimiz tarzda paylaşımıyla tabii ki yetinmezler ve işçilere ücret olarak verdikleri miktarın -değişken sermayenin- bir kısmını başka yollarla yeniden ele geçirirler. Bunu bütçe yoluyla yaparlar. Marks’ın belirttiği gibi, kapitalist devletin bütçesi, “... sınıf bütçesinden, burjuvazi için bütçeden başka bir şey değildir”. Bütçe, ulusal geliri sömürücü sınıfların lehine yeniden paylaşmanın bir aracıdır. Bütçenin çok önemli bir kısmını vergiler oluşturur. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, dolaylı ve dolaysız vergi adı altında resmen soyulur ve kapitalist devlet, bütçe gelirlerini kapitalist sınıfa yeniden -örneğin kredi, sübvansiyon vs.- dağıtır.

Sonuç itibariyle, ulusal gelir, paylaşım sürecinde ikiye ayrılır:
a)Sömürücü sınıfların gelirleri,
b)Her alanda çalışan emekçilerin gelirleri.

Kapitalizmde ulusal gelir aynı zamanda, tüketim ve birikim “fonu” anlamına da gelir. Emekçilerin ulusal gelirdeki tüketim payları oldukça düşüktür. Çünkü bu payın üst limiti ücretle sınırlıdır. Ulusal gelirin geriye kalan en büyük kısmı, kapitalistlerin kişisel tüketimine, birikime, bütçe giderleri formunda askeri harcamalara, devlet mekanizmasının giderlerine vs. ayrılmış olur.
Ulusal gelirde emekçilerin aldığı pay, sürekli azalır, yani kapitalistlerin eline geçen pay artar.
Kapitalizmde işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki “pasta”dan daha fazla pay alma kavgası (ekonomik mücadele), ulusal gelirdeki mevcut paylaşmışlığı bozmak ve yeniden paylaşmak kavgasıdır. (3)

Ulusal gelirin kapitalizmde başka bir paylaşım biçimi yoktur. Ulusal gelirin paylaşımı söz konusu olduğunda Perinçek’in vaaz ettiği “İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları birleştiren bir hükümet”nin bir hikaye, aldatmaca, büyük sermaye savunuculuğu olduğu açığa çıkar.

Kapitalizmin bütün tarihi boyunca burjuva ekonomistler ulusal gelirin paylaşımı konusunda yazıp çizmişlerdir. Ulusal gelirin paylaşımını sistem savunuculuğuna dönüştürmekten başka bir açıklama bulamamışlardır. Olamazdı da (4). Çünkü bu sistem, işgücünün sömürüsü ve artı değere kapitalistin el koyması üzerinde yükselmektedir. Sistem istediği kadar demokratik veya gerici, faşist olursa olsun, son kertede ulusal gelir toplumun temel, ana sınıfları arasında paylaşılır ve kavga da -sınıf mücadelesi- bu paylaşımda kimin payının diğerine göre daha fazla olacağı üzerindedir.
D. Perinçek, bu çıplak gerçekliği görmek istemiyor.

Yukarıya aktardığımız anlayışlarıyla D. Perinçek, kapitalizm üzerine hayaller yayarak kapitalizmi savunuyor. Marksizm-Leninizmin, Marksist-Leninist politik ekonominin burjuva düzen, kapitalizm analizinden vazgeçtik. Bu sermaye uşağı, burjuva politik ekonominin; burjuva ideologların ve ekonomistlerin analizlerinden de bihaber hareket ediyor. Kapitalist sistemin (altyapı ve üstyapıda) nesnel çelişkilerini görmek istemiyor.
Kapitalizmin var olabilmesi için sömürünün ve artı değerin üretilmesinin bu sistemin olmazsa olmazı olduğunu görmek istemiyor.
Bu sistemde ulusal gelirin, bütçenin, yatırımların, sürekli sermayenin ve onun içinde de en güçlü olanların çıkarına göre paylaşıldığını, düzenlendiğini görmek istemiyor.
Bu sermaye uşağının birleştirmek istediği sınıfların; hakim sınıf olarak burjuvazinin, kapitalistlerin ve ezilen, sömürülen sınıf olarak da işçi sınıfı ve emekçi yığınların ortak çıkarlarının olamayacağını; bunların birbirine karşı siyasi iktidar mücadelesi verdiklerinin, bu mücadelenin adının da sınıf mücadelesi olduğunu; bu mücadeleyi sürdürmek için kendi sınıf partilerinde örgütlendiklerini bilmek istemiyor.

Yukarıdaki şekil, kapitalist sistemin hangi koşullarda varolabileceğini göstermektedir. Kapitalizm ancak o koşullarda varolabilir. Sömürünün olmadığı, sınıflar arasında politikada ve ekonomide uyumluluğun hakim olduğu “milletin birliği”nin belirleyici olduğu bir kapitalizm olamaz. Ama D. Perinçek bunun olabileceğini savunuyorsa mutlaka bir bildiği vardır!

Kapitalizmde “İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları birleştiren bir hükümet, emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi uygulayacak” olan bir hükümet hayaldir. Bu, kapitalizmin doğasına aykırıdır. Ancak, emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı ulusal kurtuluş mücadelesi sonucunda ulusal burjuva önderliğindeki iktidarlar döneminde, onunda ilk yıllarında böyle bir hükümet, emperyalizme ve gericiliğe karşı verilen mücadelenin coşkusu içinde bütün halk sınıf ve sosyal tabakalarını belli bir dönem ulusal çıkarlar çerçevesinde hareket etmeye sevk edebilir. Bu mümkündür, bunun inkar edilemez bir haklılık ve meşruluk zemini vardır. 1930’lara kadarki Türkiye’de bu türden gelişmenin izleri vardır. Afrika’da ulusal kurtuluş mücadelesi vermiş olan birçok ülkede de bu türden gelişmenin izleri vardır. Ama bugünün Türkiye’si 1923-1930’un Türkiye’si değildir. Türkiye, “Vatan, Millet, Sakarya” zemininde 1930’lu yılların başından itibaren kesin hatlarla ayrışmıştır.
Kapitalizmin ekonomideki hakimiyeti, iktidarda da burjuvazinin hakimiyeti demektir. Bu bakımdan Türkiye bir istisna olamaz.

D. Perinçek’in “Vatan, Millet, Sakarya”sını açtığımızda karşımıza şu çıkıyır: “Üretim odaklı ekonominin kurulması için bütün üretici sınıfları kucaklayan, milleti birleştiren bir milli hükümetin kurulması zorunlu ve kaçınılmazdır”;Türkiye içine girdiği ekonomik iflas koşullarını ancak Cumhurbaşkanının kuracağı AK Parti'nin yanında, CHP, MHP ve Vatan Partisi'ni de kucaklayan bir Millî Hükümetle aşabilir”; Milleti Üretim Odaklı Ekonomi için birleştirecek ve seferber edecek olan Üreticilerin Millî Hükümetinin kurulması görevine önderlik, Anayasamıza göre Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'ın omuzlarındadır. Bu görev, tarihsel önemdedir”; Vatan Partisi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın üretim odaklı bir ekonomi ve vatan bütünlüğü programıyla kuracağı bir hükümette görev almaya hazırdır"; İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları birleştiren bir hükümet, emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi uygular ve Türkiye’yi aydınlığa ve güvenliğe kavuşturur”.

Sermayenin tekelleştiği, dışarıya karşı saldırganlaştığı, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünün toplumsal gelişmenin dinamiğini oluşturduğu bir kapitalist ülkede, günümüz Türkiye’sinde bu mümkün müdür? Değildir (Dış güç/güçler istilasına uğrayan ve işgal edilen Türkiye’de toplumsal sınıf ve tabakaların nasıl hareket edeceği senaryosunu, şayet böyle bir senaryo gerçekleşirse, o zamanın sorunu olarak görelim). O zaman D. Perinçek neyin demagojisini yapıyor?

Bu sermaye uşağı şunu savunuyor:
1-Erdoğan önderliğinde faşist diktatörlük, ülkenin mevcut ve potansiyel imkanlarını (insan gücü ve maddi) rasyonel kullanamıyor.
2-Erdoğan önderliğinde faşist diktatörlük, sermayeyi yeteri derecede merkezileştiremiyor. (Varlık Fonu da bu iş için biçilmiş kaftan değil mi?!), yani güçlendiremiyor, büyütemiyor!

3-Erdoğan önderliğinde faşist diktatörlük, toplumsal sınıf ve tabakaları “ulusal” çıkar zemininde senkronize edemiyor, eşleyemiyor, aynılaştıramıyor. Hitler faşizmi döneminde olduğu gibi “Gleichschaltung” yapamıyor.

Biraz açarsak: D. Perinçek Erdoğan önderliğinde faşist diktatörlüğü ekonominin bütün alanlarında (sanayi, üretim, nakliyat, bankacılık, iç ve dış ticaret alanlarında, devlet kurumlarında, medyaya, kültüre, eğitim, sanat, spor, edebiyat, felsefe, tarih vb. alanlarda totaliter; tam, her bakımdan bütünlüklü kontrol ve koordinasyon sistemini şimdiye kadar oluşturamadığı için; bir düğmeye basıldığında her yerde aynı hareketi sağlayamadığı için; yani ekonomik ve toplumsal yaşamı tekelci sermayenin çıkarları için senkronizasyonlayamadığı, eşgüdümleyemediği için eleştiriyor.

D. Perinçek’e göre Türkiye’de her kafadan bir ses çıkıyor. Bu olmamalıdır; “kanarya sevenler” derneği de dahil aykırı dernekler, sendikalar, partiler, yayın organları derhal yasaklanmalı, üniversitelere, başkaca okullara askeri “nizam” getirilmeli, fabrikalar, işletmeler komando ekonomisine, tek elden kontrole geçmeli; özel toplama kampları kurulmalı vs.

4-Erdoğan önderliğinde faşist diktatörlük, Kürt ulusunu imha etmekte yetersiz kalıyor.

5-Erdoğan önderliğinde faşist diktatörlük Batıdan kopamıyor, Avrasya’ya yanaşmakta çekingen davranıyor.

6- Biz bu işleri yapmaya adayız.

Peki, bu sermaye uşağı bunları neden savunuyor?
D. Perinçek, Atlantik ve Avrasya güçleri arasında; somutta da ABD önderliğinde NATO güçleri ve başta Çin olmak üzere Avrasya (esasen Çin ve Rusya) arasında yaklaşan bir savaş tehlikesi görüyor ve bu çatışmaya hazırlıklı olmak için ve aynı zamanda çatışma durumunda bölgesel işgallere girişmek için ekonomide, askeriyede ve toplumsal gelişmede tekelciliğe/tekçiliğe geçilmesini savunuyor. Bu ne demektir?

Sermaye, yukarıda birkaç kez belirtildiği gibi, “Vatan, Millet, Sakarya” adına birleştirilmelidir, tek merkezde toplanmalıdır. Sermaye bunu yapmaz. Ama hükümet, zor yoluyla sermayenin merkezileşmesini sağlayabilir. En büyük sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda merkezileştirilmiş sermaye, ekonomide devasa adımların atılmasını mümkün kılar. Devlet iş verir, sermaye de yapar. Aynen Hitler Almanya’sı döneminde olduğu gibi. D. Perinçek, faşist komando ekonomisi istiyor.

Toplumda çok seslilik, örgütlenmişlik durumları yasaklanmalıdır; “İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları birleştiren bir hükümet” herkesi birleştiren hükümet demektir. Yani dışarıda sadece ve sadece düşman kalmalıdır. O düşmana karşı toplumsal yaşamın her alanında yekvücut olmak gerekir. Toplumsal yaşamın her alanında, kültürde, felsefede, sporda, eğitimde, örgütlenmede tekçilik hakim kılınmalıdır; her gelişme semkronize edilmelidir. Erdoğan’ın tekçiliği (Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet”) gerçekleştirilmelidir.

D. Perinçek, Türk sermayesinin, faşizminin bu yeni Goebbels adayı, Türk sermayesini güçlendirerek, toplumda tekçiliği hakim kılarak savaşa hazırlanılmalıdır diyor. Şüphesiz, yalan söyleme, demagoji yapma bakımından Perinçek’in Goebbels’ten aşağı kalır bir yanı yok. Ama kabul etmek gerekir ki, Goebbels, yalan ve demagojisini konuşma yeteneği ile senkorize toplumsal yapı içinde milyonları efsunlayabildi bir dönem. Perinçek’te bu yok!

Türkiye Cumhuriyeti’nin Çin’e atadığı yeni büyük elçi D. Perinçek’tir!

Buna karşın Çin Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye atadığı yeni büyük elçi D. Perinçek’tir!

İşi zor, her iki devleti aynı anda idare etmek pek kolay olmasa gerek!

Özellikle 1950’li yıllarda Türkiye’de burjuvazinin eliyle bir Amerikan hayranlığı yaygınlaştırılmıştır. Ankara’da ortaokul öğrencisiyken, otobüste ağlayan bir sınıf arkadaşıma rastladım. Olsa olsa 12-13 yaş arasındaki bu kız çocuğu hüngür hüngür ağlıyor. Ne oldu, neden ağlıyorsun diye sordum. Kennedy öldü, onun için ağlıyorum dedi. Düşünebiliyor musunuz, dünya halklarının “baş düşmanı”nın başındaki cani, soyguncu, talancı, savaş kışkırtıcısı öldü diye binlerce km uzakta olan bir ülkenin başkentinde yas tutan 12-13 yaşlarına bir kız çocuğu. İşte bu hayranlık, şimdi D. Perinçek gibileri tarafından Çin için, dünya halklarının muhtemelen en yakında “baş düşmanı” olacak, talancı, soyguncu Çin için yayılıyor.
O zaman,C. Bayar, A. Menderes gibi işbirlikçi burjuvazinin siyasi temsilcileri Türkiye’yi “küçük Amerika” yapacaklardı! Yalaka Türk işbirlikçi büyük burjuvazisinin Amerikan hayranlığı bu boyuttaydı.
Şimdi ise D. Perinçek gibileri, aşağıda da göreceğimiz gibi, Türkiye'yi “küçük Çin” yapacaklarının propagandasını yapıyorlar.

Bağısızlık” bayrağını kimseye kaptırmaya niyetli olmayan D. Perinçek’in Çin hayranlığı:

Zorlukları üretim devrimiyle ve Çin dostluğuyla aşmak

Türkiye, yükselen Asya’daki konumuna yerleşirken, Atlantik döneminin çetin sorunlarıyla mücadele etmektedir...

Çin ile işbirliği, Türkiyemizi bir Üretim Üssü haline getirme olanağı sunmaktadır.

Çin’i de yine el ele vererek, Batı Asya, Afrika, Avrupa ülkelerinin ve Karadeniz ülkelerinin komşusu haline getirebiliriz. Türkiye ile işbirliği yapan Çin bir Akdeniz ve Karadeniz ülkesi olur...

Çin ile güvenlik ve barış ortaklığı

Çin ile Türkiye’nin geleceğini birleştiren çok önemli bir etken var: Çin’in güvenliği Türkiye’den başlar. Türkiye’nin güvenliği ise, Çin’den başlar. İki ülkenin bütünlüğü ve huzuru, birbirine bağlıdır...
Türkiyemizin üreticilerini Çinli ortaklarıyla buluşturmak için işbaşı yapıyoruz. Sizlerden bu işi nasıl örgütleyeceğimize ilişkin önerilerinizi bekliyoruz”.(5)

Bu değerlendirmeler D. Perinçek’in “bağımsızlık”, “üretim devrimi”, “milli hükümet” vb. türünden açıklamalarının ne denli sahte olduğunu, Batıya bağımlılığın yerine Avrasya’ya, somutta da Çin’e bağımlılığı savunduğunu göstermektedir. “Her dönemin adamı” ancak böyle olunur.

Lafa bakın!
Dünya ekonomisinin ağırlığının Asya’ya kayması, emperyalist sistem içinde dengelerin değişmesiyle açıklanacak bir olay değildir. Yeni bir uygarlık doğuyor. İnsanlık, Atlantik sistemi içinde çözemeyeceği sorunlarla karşı karşıyadır. Ekonomilerin mafyalaşması, kaynakların verimliliğe göre değil zorbalığa göre dağılması, dolar saltanatı, insan yıkımı, doğa yıkımı, bütün bu sorunlar Atlantik sistemi içinde çözülemez.

Asya’da yükselen uygarlık, daha insancıl, daha kamucu, daha eşitlikçi, halkın çıkarlarını daha çok gözeten, ülkeler arasındaki ilişkiler açısından daha kabul edilebilir, doğaya daha uyumlu, daha barışçı bir uygarlıktır.(6)

D. Perinçek, kötünün içinde “iyi” olanı seçin diyor, bu “iyi” de Çin’dir diyor. Batıdaki burjuva uygarlık ile Avrasya’daki burjuva uygarlık arasında tercih yapmanın zamanı geldi diyor! Sanki Çin’de ekonomide mafyalaşma yok, sömürü yok, Çin’de insan ve doğa yıkımı yok!
Perinçek’in Çin uşaklığının boyutları şimdilik bu seviyede.


İKİ SİSTEM, HAYAL VE GERÇEKLER


MEVCUT SİSTEMİN; FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN ALTERNATİFİ “İŞÇİ VE ÇİFTÇİDEN SANAYİCİ VE TÜCCARA KADAR BÜTÜN ÜRETİCİ SINIFLARI BİRLEŞTİREN BİR HÜKÜMET” DEĞİLDİR.

ALTERNATİF, DEMOKRATİK DEVRİMDE HALK CUMHURİYETLERİ BİRLİĞİ, İŞÇİ-EMEKÇİ MECLİSLERİ İKTİDARI VE SOSYALİZMDE DE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜDÜR!

Devam edecek


Kaynaklar:
1)Bkz.: İ. Okçuoğlu; 7 Mayıs 2019 tarihli “Doğu Perinçek ve Şürekasından Yeni Bir Hikaye - “Üretim Ekonomisi”! Yazısından.

2)Kapitalizm ve sosyalizmdeki paylaşıma ilişkin şemalar, konuya ilişkin hemen her ciddi kitapta bulunabilir veya anlatımdan hareketle çıkartılabilir. Revizyonizme ilişkin olanı biz hazırladık.

3)Bkz.: İ. Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları”, Akademi Yayın, Temmuz 2011, s. 463-465.

4)Bkz.: İ. Okçuoğlu; Kapitalizm Tarih, Ekonomik Kriz Ağırlıklı, 1600-1990, Sınırsız Basım Yayın, 2016)

5) D. Perinçek; “Üretimde Atılım için Türkiye-Çin İşbirliği”, Ankara toplantısındaki konuşması, Aydınlık gazetesi, 29.5.2019.

6) D. Perinçek; “Üretimde Atılım için Türkiye-Çin İşbirliği”, Ankara toplantısındaki konuşması, Aydınlık gazetesi, 29.5.2019.