FAŞİST
DİKTATÖRLÜĞÜN AKIL HOCALIĞINA SOYUNANLAR!
ÇİN
EMPERYALİZMİNE UŞAKLIK!
7
Mayıs 2019 tarihli “Doğu Perinçek ve Şürekasından Yeni Bir
Hikaye - “Üretim Ekonomisi”!” başlıklı makalenin sonunda
aşağıdaki not yer alıyordu.
“Pamukoğlu’nun
“Üretim ve borçlanma ekonomisi-2”de ele aldığı, özellikle
de “üretim ekonomisine geçiş” ara başlığı altında açtığı
konularda, mülkiyetin ve dolayısıyla iktidarın sınıfsal
karakterini göz ardı edilmektedir. Veya da kapitalist sistem
çerçevesinde öne sürdüğü anlayışların gerçekleştirilebilir
olduğunu sanıyor. Pamukoğlu, devrimin temel sorununu; mülkiyetin
ve iktidarın sınıfsal karakteri sorununu bir reform sorununa
indirgiyor.
Bu
sorunu ve Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçilerin devrimi
gerçekleştirme durumunda ekonomiyi (üretimi) ve devleti örgütleme
sorunlarının neler olabileceğini ayrı bir yazı konusu olarak
gördüğümüz için bu makalede ele almadık.”
Bu
sorunu biraz açalım.
Doğu
Perinçek, “üretim devrimi”nin nasıl gerçekleştirileceğini,
Pamukoğlu gibi “milletin birliği ve dayanışması ile” diyerek
geçiştirmiyor. Açık konuşuyor:
1)
“İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün
üretici sınıfları birleştiren bir hükümet” kurulmalıdır.
2)
Bu “hükümet”, “emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde
seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi uygular ve Türkiye’yi
aydınlığa ve güvenliğe kavuşturur”.
3)
“Üretim amaçlı ve paylaşma temelli ortaklıklar kurmanın ve
geniş sermaye kaynaklarının biricik verimli mekânı olan Avrasya
iklimine yerleşmek ve komşularımızla her alanda işbirliği,
şarttır. Yalnız ekonomi için değil, güvenliğimiz için de!”
D.
Perinçek, Türkiye’nin geleceği için bulduğu tek çıkış
yolunu şu sözleriyle açıklıyor:
“İşçi
ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları
birleştiren bir hükümet, emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde
seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi uygular ve Türkiye’yi
aydınlığa ve güvenliğe kavuşturur”.
Söylenen
oldukça açık. Toplumun bütün sınıflarını birleştiren bir
hükümet olacak. Bu hükümet, ”emeği ve sermayeyi kamu
önderliğinde seferber edecek” ve böylece “Planlı Karma
Ekonomiyi uygulayacak” (1).
Şimdi
bu anlayışlardan hareketle hangi koşullarda neyin
gerçekleşebileceğini ve hangi koşullarda neyin olamayacağını
ve bu yazarların sapla samanı nasıl birbirine karıştırdıklarını
ve bunu da bilerek yaptıklarını açıklamaya çalışalım.
Her
ikisi de böylesi iddialardan bulunmadan önce aşağıdaki kavram ve
soruların cevabını verecek durumda olmaları gerekirdi:
1-Sürekli
vurguladıkları “milletin birliği ve dayanışması ile” zor
kullanarak, ülkeyi cehenneme çevirerek; sınıflar arsında güya
birlik ve beraberlik oluşturarak bir faşist komando ekonomisi
kurulabilir. Kapitalizmde bu imkansız değildir ve böyle bir
rejimin en klasik örneğini Hitler Almanya’sı oluşturur.
2-
İnsanlık tarihinde görülmüş olan hiçbir toplumda (İlkel
komünal, köleci, feodal, kapitalist ve komünist (ilk aşaması
olan sosyalist toplum) mülkiyetin sınıfsal karakterine tekabül
etmeyen bir ekonomi görülmemiştir. Hangi sınıf iktidardaysa,
devlet, üstyapı o sınıfın siyasi, kültürel, felsefi, hukuki
anlayışlarına göre oluşur ve bütün amaç da iktidarda olan
sınıfın mülkiyetini korumak ve devamını sağlamaktır. İlkel
komünal toplumda mülkiyetin ortak mülkiyet karakterinde olması,
toplumun sınıflara ayrışmış olmaması, baskı aracı olarak
devletin olmaması, ürünleri eşit paylaşımı sorunun özünde
hiçbir şey değiştirmez. Esas olan böyle bir toplumda özel
mülkiyetin ve dolayısıyla sınıfların ve devletin olmamasıdır.
Köleci,
feodal ve kapitalist toplumda esas olan özel mülkiyetin,
sınıfların; bu her bir toplum formasyonunda hakim konumda olan
sınıfların (köleci toplum=köle sahipleri; feodal toplum=feodal
beyler ve kapitalist toplum=burjuvazi) çıkarlarına tekabül edecek
biçimde sürekli kılınmasıdır. Bu da her bir topluma tekabül
eden devlet tarafından gerçekleştirilir.
Şüphesiz,
sosyalizmin amacı özel mülkiyeti ortadan kaldırmak ve toplumun
komünizme doğru gelişmesini her bakımdan örgütlemektir.
Proletarya diktatörlüğünün tarihsel misyonu budur. Ama ortada
yine de bir mülkiyet var; adına ne derseniz deyin -sosyalist devlet
mülkiyeti, halkın mülkiyeti, toplumsal mülkiyet veya da sosyalist
mülkiyet- bu mülkiyet de sınıfsal karakterlidir; iktidarda olan
işçi sınıfı ve emekçilerin toplumsal mülkiyeti.
Bu iki
yazar, bu gerçekliği reddediyorlar ve yaşanmakta olan çıplak
kapitalizm koşullarında toplumsal sınıfların farklı sınıfsal
çıkarlarının olabileceğini gözardı ederek, bir sınıflar
harmonisi oluşturmaya “milletin
birliği ve dayanışması ile” yeni
bir düzen kurulabileceğini
sanıyorlar. Aslında sanmıyorlar, sadece kendilerini sanıyor
gösteriyorlar. Bu bir demagojidir; gelişmiş kapitalizm
koşullarında “milletin
birliği ve dayanışması ile” yaptıkları,
mevcut iktidarı, faşist diktatörlüğü
güçlendirmenin yol ve yöntemleri üzerine önerilerdir. Bu
öneriler, Türk büyük sermayesine, tekelci
sermayeye yapılan
önerilerdir.
3-Mülkiyetin
karakteri, iktidardaki sınıfın karakterini ele verir. Bu sınıf
ve ona tekabül eden mülkiyetin karakteri temelinde yükselen
ekonomi nasıl örgütlenir veya bu ekonominin amacı nedir?
Bu
soruya iki farklı sistemi -kapitalizm ve sosyalizmi- karşılaştırarak
cevap verelim:
Burjuva
düzende ekonomi ancak ve ancak kapitalist tarzda örgütler
ve amaç da da azami kardır.
Kapitalist
üretim biçiminde toplumsal toplam ürünün ve ulusal gelirin
paylaşımı
“Kapitalizmde
üretim araçları, kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin elinde
toplanmıştır. Bu sistemde işçi sınıfı ve emekçi köylülük
mülksüzdür, çünkü onlar, üretim araçlarına sahip değildir.
Sınıfların, üretim ilişkilerindeki konumları, kapitalizmde
ulusal gelirdeki konumlarını belirler. Bu konumu veya kapitalizmde
ulusal gelirin nasıl paylaşıldığını bir şema ile gösterelim
(2):
Şimdi
bu şemanın kısa bir açıklamasını yapalım:
Toplumsal
toplam ürün önce ikiye bölünür. Bu ürünün bir kısmı (s),
tüketilmiş değişmeyen sermayenin, tüketilmiş üretim
araçlarının teminine ayrılır. Şemada bu kısmı 60 birim (bu 60
milyon, milyar olabilir) ifade etmektedir. Toplumsal toplam ürünün
diğer kısmını ulusal gelir oluşturur. O halde ulusal gelir (UG):
UG=
d+a, yani C- d+a dır.
Ulusal
gelirin iki bileşeni vardır: Bunlar, değişken sermaye (d), yani
işçilere ödenen ücretler ve artı değerdir (a).
Ulusal
gelirin paylaşımı şöyledir: Sanayi kapitalisti –burada bütün
ülkedeki maddi değerlerin üretiminin tek bir kapitalistin
işletmesinde gerçekleştirildiğini düşünelim- ulusal gelirin
bir kısmını (örnekte d=10 birim) işçilere ve onlar gibi
üretimde faal olan ücretlilere ücret olarak öder. Geriye kalan
kısım ise artı değerdir. a= UG-d, 30-10=20. Sanayi kapitalisti bu
miktarın, artı değerin hepsini cebine indirmez. Bu miktar içinde
kapitalist sınıfın diğer katmanlarının da payı vardır. Yani
sanayi kapitalisti sermayesinin üretimdeki konumundan dolayı;
üretim aşamasında faal olmasından dolayı, önce kendi eline
geçen artı değeri diğer kapitalistlerle; ticaret, bankacılık
alanındaki kapitalistler ve toprak sahipleriyle paylaşmak
zorundadır. Artı değer paylaşım sonucunda sanayi kapitalistinin
eline kâr,
tüccar kapitalistin eline ticaret kârı,
bankacının eline faiz ve toprak sahibinin eline de toprak rant
olarak geçer. Bazı durumlarda sanayi kapitalisti sermayesini,
sermayenin bütün dolaşımından çekmez ve dolayısıyla ürünün
satışıyla (sermayenin dolaşım safhası) doğrudan ilgilenir. Bu
durumda tüccar kapitaliste vereceği pay da kendine kalır.
Yukarıdaki
şemaya göre bu paylaşım şöyle: Miktar olarak artı değerin
10’luk bölümü sanayi kapitalistinin (kâr),
3’lük bölümü tüccar kapitalistin (kâr),
2’lik bölümü faiz olarak bankacının ve 5’lik bölümünde
toprak rant olarak toprak sahibinin eline geçmektedir.
Köylülerin
ve zanaatçıların ürünleri de ulusal gelirin bir bileşimini
oluşturur. Bu alanda üretilen ürünün bir kısmını köylüler
(emekçi köylüler) ve zanaatçılar alırlarken, diğer kısmı da
kapitalistlerin -zengin köylülük, toptancılar, tüccarlar,
bankacılar vs.- eline geçer. Bu emekçi kesimin gelirlerinin
kaynağı kendi iş güçlerinin ifadesi olarak elde ettikleri
ürünlerdir; kendi çalışmaları, kendi emekleridir. Bu kesimin
yabancı iş gücünü sömürerek gelir (artı değer) elde etme
durumları istisnadır.
Kapitalistler,
ulusal gelirin yukarıda belirttiğimiz tarzda paylaşımıyla tabii
ki yetinmezler ve işçilere ücret olarak verdikleri miktarın
-değişken sermayenin- bir kısmını başka yollarla yeniden ele
geçirirler. Bunu bütçe yoluyla yaparlar. Marks’ın belirttiği
gibi, kapitalist devletin bütçesi, “...
sınıf bütçesinden, burjuvazi için bütçeden başka bir şey
değildir”. Bütçe,
ulusal geliri sömürücü sınıfların lehine yeniden paylaşmanın
bir aracıdır. Bütçenin çok önemli bir kısmını vergiler
oluşturur. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı
ve emekçi yığınlar, dolaylı ve dolaysız vergi adı altında
resmen soyulur ve kapitalist devlet, bütçe gelirlerini kapitalist
sınıfa yeniden -örneğin kredi, sübvansiyon vs.- dağıtır.
Sonuç
itibariyle, ulusal gelir, paylaşım sürecinde ikiye ayrılır:
a)Sömürücü
sınıfların gelirleri,
b)Her
alanda çalışan emekçilerin gelirleri.
Kapitalizmde
ulusal gelir aynı zamanda, tüketim ve birikim “fonu” anlamına
da gelir. Emekçilerin ulusal gelirdeki tüketim payları oldukça
düşüktür. Çünkü bu payın üst limiti ücretle sınırlıdır.
Ulusal gelirin geriye kalan en büyük kısmı, kapitalistlerin
kişisel tüketimine, birikime, bütçe giderleri formunda askeri
harcamalara, devlet mekanizmasının giderlerine vs. ayrılmış
olur.
Ulusal
gelirde emekçilerin aldığı pay, sürekli azalır, yani
kapitalistlerin eline geçen pay artar.
Kapitalizmde
işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki “pasta”dan daha fazla
pay alma kavgası (ekonomik mücadele), ulusal gelirdeki mevcut
paylaşmışlığı bozmak ve yeniden paylaşmak kavgasıdır.
(3)
Ulusal
gelirin kapitalizmde başka bir paylaşım biçimi yoktur. Ulusal
gelirin paylaşımı söz konusu olduğunda Perinçek’in vaaz
ettiği “İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün
üretici sınıfları birleştiren bir hükümet”nin bir
hikaye, aldatmaca, büyük sermaye savunuculuğu olduğu açığa
çıkar.
Kapitalizmin
bütün tarihi boyunca burjuva ekonomistler ulusal gelirin paylaşımı
konusunda yazıp çizmişlerdir. Ulusal gelirin paylaşımını
sistem savunuculuğuna dönüştürmekten başka bir açıklama
bulamamışlardır. Olamazdı da
(4).
Çünkü bu sistem, işgücünün sömürüsü ve artı değere
kapitalistin el koyması üzerinde yükselmektedir. Sistem istediği
kadar demokratik veya gerici, faşist olursa olsun, son kertede
ulusal gelir toplumun temel, ana sınıfları arasında paylaşılır
ve kavga da -sınıf mücadelesi- bu paylaşımda kimin payının
diğerine göre daha fazla olacağı üzerindedir.
D.
Perinçek, bu çıplak gerçekliği görmek istemiyor.
Yukarıya
aktardığımız anlayışlarıyla D. Perinçek, kapitalizm üzerine
hayaller yayarak kapitalizmi savunuyor. Marksizm-Leninizmin,
Marksist-Leninist politik ekonominin burjuva düzen, kapitalizm
analizinden vazgeçtik. Bu sermaye uşağı, burjuva politik
ekonominin; burjuva ideologların ve ekonomistlerin analizlerinden de
bihaber hareket ediyor. Kapitalist sistemin (altyapı ve üstyapıda)
nesnel çelişkilerini görmek istemiyor.
Kapitalizmin
var olabilmesi için sömürünün ve artı değerin üretilmesinin
bu sistemin olmazsa olmazı olduğunu görmek istemiyor.
Bu
sistemde ulusal gelirin, bütçenin, yatırımların, sürekli
sermayenin ve onun içinde de en güçlü olanların çıkarına göre
paylaşıldığını, düzenlendiğini görmek istemiyor.
Bu
sermaye uşağının birleştirmek istediği sınıfların; hakim
sınıf olarak burjuvazinin, kapitalistlerin ve ezilen, sömürülen
sınıf olarak da işçi sınıfı ve emekçi yığınların ortak
çıkarlarının olamayacağını; bunların birbirine karşı siyasi
iktidar mücadelesi verdiklerinin, bu mücadelenin adının da sınıf
mücadelesi olduğunu; bu mücadeleyi sürdürmek için kendi sınıf
partilerinde örgütlendiklerini bilmek istemiyor.
Yukarıdaki
şekil, kapitalist sistemin hangi koşullarda varolabileceğini
göstermektedir. Kapitalizm ancak o koşullarda varolabilir.
Sömürünün olmadığı, sınıflar arasında politikada ve
ekonomide uyumluluğun hakim olduğu “milletin birliği”nin
belirleyici olduğu bir kapitalizm olamaz. Ama D. Perinçek bunun
olabileceğini savunuyorsa mutlaka bir bildiği vardır!
Kapitalizmde
“İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün
üretici sınıfları birleştiren bir hükümet, emeği ve sermayeyi
kamu önderliğinde seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi
uygulayacak” olan bir
hükümet hayaldir. Bu, kapitalizmin doğasına aykırıdır. Ancak,
emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı ulusal kurtuluş
mücadelesi sonucunda ulusal burjuva önderliğindeki iktidarlar
döneminde, onunda ilk yıllarında böyle bir hükümet,
emperyalizme ve gericiliğe karşı verilen mücadelenin
coşkusu
içinde bütün halk sınıf ve sosyal tabakalarını belli bir dönem
ulusal çıkarlar çerçevesinde hareket etmeye sevk edebilir. Bu
mümkündür, bunun inkar
edilemez bir haklılık ve meşruluk zemini vardır.
1930’lara kadarki Türkiye’de bu türden gelişmenin izleri
vardır. Afrika’da ulusal kurtuluş mücadelesi vermiş olan birçok
ülkede de bu türden gelişmenin izleri vardır. Ama bugünün
Türkiye’si 1923-1930’un Türkiye’si değildir. Türkiye,
“Vatan,
Millet,
Sakarya” zemininde
1930’lu yılların başından itibaren
kesin hatlarla ayrışmıştır.
Kapitalizmin
ekonomideki hakimiyeti, iktidarda da burjuvazinin hakimiyeti
demektir. Bu bakımdan Türkiye bir istisna olamaz.
D.
Perinçek’in “Vatan, Millet, Sakarya”sını açtığımızda
karşımıza şu çıkıyır: “Üretim odaklı ekonominin
kurulması için bütün üretici sınıfları kucaklayan, milleti
birleştiren bir milli hükümetin kurulması zorunlu ve
kaçınılmazdır”; “Türkiye içine girdiği ekonomik
iflas koşullarını ancak Cumhurbaşkanının kuracağı AK
Parti'nin yanında, CHP, MHP ve Vatan Partisi'ni de kucaklayan bir
Millî Hükümetle aşabilir”; ”Milleti Üretim Odaklı
Ekonomi için birleştirecek ve seferber edecek olan Üreticilerin
Millî Hükümetinin kurulması görevine önderlik, Anayasamıza
göre Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'ın omuzlarındadır.
Bu görev, tarihsel önemdedir”; ”Vatan
Partisi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın üretim odaklı bir
ekonomi ve vatan bütünlüğü programıyla kuracağı bir hükümette
görev almaya hazırdır"; “İşçi
ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları
birleştiren bir hükümet, emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde
seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi uygular ve Türkiye’yi
aydınlığa ve güvenliğe kavuşturur”.
Sermayenin
tekelleştiği, dışarıya karşı saldırganlaştığı, toplumun
sınıflara bölünmüşlüğünün toplumsal gelişmenin dinamiğini
oluşturduğu bir kapitalist ülkede, günümüz Türkiye’sinde bu
mümkün müdür? Değildir
(Dış güç/güçler istilasına uğrayan ve işgal edilen
Türkiye’de toplumsal sınıf ve tabakaların nasıl hareket
edeceği senaryosunu, şayet böyle bir senaryo gerçekleşirse, o
zamanın sorunu
olarak görelim). O zaman D. Perinçek neyin demagojisini yapıyor?
Bu sermaye uşağı
şunu savunuyor:
1-Erdoğan
önderliğinde faşist diktatörlük, ülkenin mevcut ve potansiyel
imkanlarını (insan gücü ve maddi) rasyonel kullanamıyor.
2-Erdoğan
önderliğinde faşist diktatörlük, sermayeyi yeteri derecede
merkezileştiremiyor. (Varlık Fonu da bu iş için biçilmiş kaftan
değil mi?!), yani güçlendiremiyor, büyütemiyor!
3-Erdoğan
önderliğinde faşist diktatörlük, toplumsal sınıf ve tabakaları
“ulusal” çıkar zemininde senkronize edemiyor, eşleyemiyor,
aynılaştıramıyor. Hitler faşizmi döneminde olduğu gibi
“Gleichschaltung” yapamıyor.
Biraz
açarsak: D. Perinçek Erdoğan önderliğinde faşist diktatörlüğü
ekonominin bütün alanlarında (sanayi, üretim, nakliyat,
bankacılık, iç ve dış ticaret alanlarında, devlet kurumlarında,
medyaya, kültüre, eğitim, sanat, spor, edebiyat, felsefe, tarih
vb. alanlarda totaliter; tam, her bakımdan bütünlüklü kontrol
ve koordinasyon sistemini şimdiye kadar oluşturamadığı için;
bir düğmeye basıldığında her yerde aynı hareketi sağlayamadığı
için; yani ekonomik ve toplumsal yaşamı tekelci sermayenin
çıkarları için senkronizasyonlayamadığı, eşgüdümleyemediği
için eleştiriyor.
D.
Perinçek’e göre Türkiye’de her kafadan bir ses çıkıyor. Bu
olmamalıdır; “kanarya sevenler” derneği de dahil aykırı
dernekler, sendikalar, partiler, yayın organları derhal
yasaklanmalı, üniversitelere, başkaca okullara askeri “nizam”
getirilmeli, fabrikalar, işletmeler komando ekonomisine, tek elden
kontrole geçmeli; özel toplama kampları kurulmalı vs.
4-Erdoğan
önderliğinde faşist diktatörlük, Kürt ulusunu imha etmekte
yetersiz kalıyor.
5-Erdoğan
önderliğinde faşist diktatörlük Batıdan kopamıyor, Avrasya’ya
yanaşmakta çekingen davranıyor.
6-
Biz bu işleri yapmaya adayız.
Peki,
bu sermaye uşağı bunları neden savunuyor?
D.
Perinçek, Atlantik ve Avrasya güçleri arasında; somutta da ABD
önderliğinde NATO güçleri ve başta Çin olmak üzere Avrasya
(esasen Çin ve Rusya) arasında yaklaşan bir savaş tehlikesi
görüyor ve bu çatışmaya hazırlıklı olmak için ve aynı
zamanda çatışma durumunda bölgesel işgallere girişmek için
ekonomide, askeriyede ve toplumsal gelişmede tekelciliğe/tekçiliğe
geçilmesini savunuyor. Bu ne demektir?
Sermaye,
yukarıda birkaç kez
belirtildiği
gibi, “Vatan, Millet, Sakarya” adına birleştirilmelidir, tek
merkezde toplanmalıdır. Sermaye bunu yapmaz. Ama hükümet,
zor yoluyla sermayenin merkezileşmesini sağlayabilir. En büyük
sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda merkezileştirilmiş
sermaye, ekonomide devasa adımların atılmasını mümkün kılar.
Devlet
iş verir, sermaye de yapar. Aynen Hitler Almanya’sı döneminde
olduğu gibi. D. Perinçek, faşist komando ekonomisi
istiyor.
Toplumda
çok seslilik, örgütlenmişlik durumları yasaklanmalıdır; “İşçi
ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları
birleştiren bir hükümet” herkesi
birleştiren hükümet demektir. Yani dışarıda sadece ve sadece
düşman kalmalıdır.
O düşmana karşı toplumsal yaşamın her alanında yekvücut
olmak gerekir. Toplumsal
yaşamın
her
alanında,
kültürde, felsefede, sporda, eğitimde, örgütlenmede tekçilik
hakim kılınmalıdır; her gelişme semkronize edilmelidir.
Erdoğan’ın tekçiliği
(“Tek
Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet”)
gerçekleştirilmelidir.
D.
Perinçek, Türk
sermayesinin, faşizminin bu yeni Goebbels
adayı, Türk
sermayesini güçlendirerek, toplumda tekçiliği hakim
kılarak savaşa hazırlanılmalıdır diyor. Şüphesiz,
yalan söyleme, demagoji yapma bakımından Perinçek’in
Goebbels’ten aşağı kalır bir yanı yok. Ama kabul etmek gerekir
ki, Goebbels, yalan ve demagojisini konuşma yeteneği ile senkorize
toplumsal yapı içinde milyonları
efsunlayabildi bir dönem. Perinçek’te
bu yok!
Türkiye
Cumhuriyeti’nin Çin’e atadığı yeni büyük elçi D.
Perinçek’tir!
Buna
karşın Çin Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye atadığı yeni
büyük elçi D. Perinçek’tir!
İşi
zor, her iki devleti aynı anda idare etmek pek kolay olmasa gerek!
Özellikle
1950’li yıllarda Türkiye’de burjuvazinin eliyle bir Amerikan
hayranlığı yaygınlaştırılmıştır.
Ankara’da ortaokul öğrencisiyken, otobüste ağlayan bir sınıf
arkadaşıma rastladım.
Olsa olsa 12-13
yaş arasındaki bu kız çocuğu hüngür hüngür ağlıyor. Ne
oldu, neden ağlıyorsun diye sordum. Kennedy öldü, onun için
ağlıyorum dedi. Düşünebiliyor
musunuz, dünya
halklarının “baş düşmanı”nın başındaki cani, soyguncu,
talancı, savaş kışkırtıcısı öldü diye binlerce km uzakta
olan bir ülkenin başkentinde
yas tutan 12-13
yaşlarına bir kız çocuğu. İşte bu hayranlık,
şimdi D. Perinçek
gibileri tarafından Çin için, dünya halklarının muhtemelen en
yakında “baş düşmanı” olacak, talancı, soyguncu Çin için
yayılıyor.
O
zaman,C. Bayar, A. Menderes gibi işbirlikçi burjuvazinin siyasi
temsilcileri Türkiye’yi “küçük Amerika” yapacaklardı!
Yalaka Türk işbirlikçi büyük burjuvazisinin Amerikan hayranlığı
bu boyuttaydı.
Şimdi
ise D. Perinçek gibileri, aşağıda da göreceğimiz gibi,
Türkiye'yi “küçük Çin” yapacaklarının propagandasını
yapıyorlar.
“Bağısızlık”
bayrağını kimseye kaptırmaya niyetli olmayan D. Perinçek’in
Çin hayranlığı:
“Zorlukları
üretim devrimiyle ve Çin dostluğuyla aşmak
Türkiye,
yükselen Asya’daki konumuna yerleşirken, Atlantik döneminin
çetin sorunlarıyla mücadele etmektedir...
Çin
ile işbirliği, Türkiyemizi bir Üretim Üssü haline getirme
olanağı sunmaktadır.
Çin’i
de yine el ele vererek, Batı Asya, Afrika, Avrupa ülkelerinin ve
Karadeniz ülkelerinin komşusu haline getirebiliriz. Türkiye ile
işbirliği yapan Çin bir Akdeniz ve Karadeniz ülkesi olur...
Çin
ile güvenlik ve barış ortaklığı
Çin
ile Türkiye’nin geleceğini birleştiren çok önemli bir etken
var: Çin’in güvenliği Türkiye’den başlar. Türkiye’nin
güvenliği ise, Çin’den başlar. İki ülkenin bütünlüğü ve
huzuru, birbirine bağlıdır...
Türkiyemizin
üreticilerini Çinli ortaklarıyla buluşturmak için işbaşı
yapıyoruz. Sizlerden bu işi nasıl örgütleyeceğimize ilişkin
önerilerinizi bekliyoruz”.(5)
Bu
değerlendirmeler D. Perinçek’in “bağımsızlık”, “üretim
devrimi”, “milli hükümet” vb. türünden açıklamalarının
ne denli sahte olduğunu, Batıya bağımlılığın yerine
Avrasya’ya, somutta da Çin’e bağımlılığı savunduğunu
göstermektedir. “Her dönemin adamı” ancak böyle olunur.
Lafa
bakın!
“Dünya
ekonomisinin ağırlığının Asya’ya kayması, emperyalist sistem
içinde dengelerin değişmesiyle açıklanacak bir olay değildir.
Yeni bir uygarlık doğuyor. İnsanlık, Atlantik sistemi içinde
çözemeyeceği sorunlarla karşı karşıyadır. Ekonomilerin
mafyalaşması, kaynakların verimliliğe göre değil zorbalığa
göre dağılması, dolar saltanatı, insan yıkımı, doğa yıkımı,
bütün bu sorunlar Atlantik sistemi içinde çözülemez.
Asya’da
yükselen uygarlık, daha insancıl, daha kamucu, daha eşitlikçi,
halkın çıkarlarını daha çok gözeten, ülkeler arasındaki
ilişkiler açısından daha kabul edilebilir, doğaya daha uyumlu,
daha barışçı bir uygarlıktır”.(6)
D.
Perinçek, kötünün içinde “iyi” olanı seçin diyor, bu “iyi”
de Çin’dir diyor. Batıdaki burjuva uygarlık ile Avrasya’daki
burjuva uygarlık arasında tercih yapmanın zamanı geldi diyor!
Sanki Çin’de ekonomide mafyalaşma yok, sömürü yok, Çin’de
insan ve doğa yıkımı yok!
Perinçek’in
Çin uşaklığının boyutları şimdilik bu seviyede.
İKİ
SİSTEM, HAYAL VE GERÇEKLER
MEVCUT
SİSTEMİN; FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN ALTERNATİFİ “İŞÇİ
VE ÇİFTÇİDEN SANAYİCİ VE TÜCCARA KADAR BÜTÜN ÜRETİCİ
SINIFLARI BİRLEŞTİREN BİR HÜKÜMET” DEĞİLDİR.
ALTERNATİF,
DEMOKRATİK DEVRİMDE HALK
CUMHURİYETLERİ BİRLİĞİ, İŞÇİ-EMEKÇİ MECLİSLERİ İKTİDARI
VE SOSYALİZMDE DE PROLETARYA
DİKTATÖRLÜĞÜDÜR!
Devam
edecek
Kaynaklar:
1)Bkz.:
İ. Okçuoğlu; 7 Mayıs 2019 tarihli “Doğu Perinçek ve
Şürekasından Yeni Bir Hikaye - “Üretim Ekonomisi”!
Yazısından.
2)Kapitalizm
ve sosyalizmdeki paylaşıma ilişkin şemalar, konuya ilişkin hemen
her ciddi kitapta bulunabilir veya anlatımdan hareketle
çıkartılabilir. Revizyonizme ilişkin olanı biz hazırladık.
3)Bkz.:
İ. Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden
İnşası Sorunları”, Akademi Yayın, Temmuz 2011, s. 463-465.
4)Bkz.:
İ. Okçuoğlu; Kapitalizm Tarih, Ekonomik Kriz Ağırlıklı,
1600-1990, Sınırsız Basım Yayın, 2016)
5)
D. Perinçek; “Üretimde Atılım için Türkiye-Çin İşbirliği”,
Ankara toplantısındaki konuşması, Aydınlık gazetesi, 29.5.2019.
6)
D. Perinçek; “Üretimde Atılım için Türkiye-Çin İşbirliği”,
Ankara toplantısındaki konuşması, Aydınlık gazetesi, 29.5.2019.