ROJAVA
DEVRİMİNİN TASFİYESİ
OYUNUN
İKİNCİ PERDESİ: RUSYA - TÜRKİYE “MUTABAKATI”
22
Ekimde, Soçi’de Putin’in yaptığı konuşma aslında her şeyi
açıklamaktadır. Putin şunları söyledi: “Türkiye’nin
ulusal güvenliğine yönelik adımlar atmak isteğini anlayışla
karşıladığımızı bir çok kez söyledik. Türk tarafının
endişelerini paylaşıyoruz. Suriye'de kalıcı barış toprak
bütünlüğüyle sağlanır. Bölgede kapsayıcı bir diyalog
olmalı. İnsani yardım konusunu da görüştük. Suriyeli göçmenler
vatanlarına dönmeli.
Putin’den
sonra konuşan diktatör Erdoğan da, birtakım ayrıntılar,
retorikler
bir yana, aynı anlayışı tekrarlamıştır.
Bu
anlayışlar toplantı sonrasında dışişleri bakanları tarafından
okunan “mutabakat”ta da yer almıştır.
10
maddeden oluşan bu mutabakata bakalım:
1.
“Her iki taraf Suriye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün
muhafazasına ve Türkiye'nin milli güvenliğinin korunmasına olan
bağlılıklarını teyit ederler.”
Astana
sürecinde bu anlayış yer alır. Bu anlayışa en az saygı
gösteren ama en sık tekrar eden Türkiye olmuştur. Efrin’in,
Cerablus-El Bab hattının ve son işgal de bunun açık kanıtıdır.
2.
“Terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle mücadele etme ve
Suriye topraklarındaki ayrılıkçı gündemleri boşa çıkarma
yönündeki kararlılıklarını vurgularlar.”
Bu
madde, her iki tarafın, değişmeyen görüşlerine karşılıklı
göz yumduklarını gösterir. Diktatör Erdoğan’ın terör örgütü
dediği YGP-PYD’yi Rusya hiçbir zaman terör örgütü olarak
tanımlamamıştır. Buna karşın Türkiye’nin Suriyelilerden
oluşan “Milli Ordusu”nu terör örgütü olarak tanımlamaktadır.
3.
“Bu çerçevede, Tel Abyad ve Ras Al Ayn'ı içine alan 32 km
derinliğindeki mevcut Barış Pınarı Harekâtı alanındaki
yerleşik statüko muhafaza edilecektir.”
Tel
Ebyad – Serekaniye hattının güneye doğru 30 km derinlikte işgal
edilmesini Rusya da kabul etmiş oluyor. Yani böylece Türkiye-ABD
arasındaki “mutabakat” Soçi’de kabul edilen Türkiye-Rusya
arasındaki “mutabakat”ta kabul edilmiş oluyor.
4.
“Her iki taraf Adana Anlaşması'nın önemini teyit eder. Rusya
Federasyonu mevcut koşullarda Adana Anlaşması'nın uygulanmasını
kolaylaştıracaktır.”
Adana
anlaşması (1998) aslında Türkiye’nin işine yarayan özellik
taşımaktadır. En azından bu anlaşma gerekçesiyle Suriye
topraklarına girmesi meşrulaşıyor. Ancak Türkiye’nin
Suriye’deki işgal harekatları bu anlaşmanın bu özelliğini
geride bırakıyor. Rusya açısından bu anlaşma, Türkiye ile
Suriye’yi aynı masaya oturtmanın; Türkiye’nin Suriye’yi
(Esad rejimini) tanımasının bir aracı olarak görülüyor. O
günler de pek uzak olmasa gerek.
5.
“23 Ekim 2019, öğlen saat 12.00'den itibaren, Rus askeri
polisi ve Suriye sınır muhafızları, Barış Pınarı Harekât
alanının dışında kalan Türkiye-Suriye sınırının Suriye
tarafına, YPG unsurları ve silahlarının Türkiye-Suriye
sınırından itibaren 30 km'nin dışına çıkarılmasını temin
etmek üzere girecektir. Bu işlem 150 saat içinde tamamlanacaktır.
Aynı saat itibarıyla, mevcut Barış Pınarı Harekât alanı
sınırlarının batısı ve doğusunda 10 km derinlikte Kamışlı
şehri hariç Türk-Rus ortak devriyeleri başlayacaktır.”
Bu
madde bir kaç açıdan önemli:
Birincisi,
Türkiye, Suriye ordusunu Suriye-Türkiye sınırından uzak tutmak,
rejimi tanımamak anlayışından vazgeçmiş oluyor. Zaten daha
öncesinde, ABD’nin Menbiç’i terk edip boşalan alanı Rus ve
Suriye güçlerinin aldığı gün Suriye’nin askeri gücünü
kabullenmiş oluyordu. Aynı anlayışını Kobane için de yineledi.
İkincisi,
buna rağmen, sınırdan Suriye içlerine doğru 10 km’lik
derinliği Türk ve Rus güçleri kontrol ediyorlar.
Üçüncüsü,
bu maddeye göre YPG/SDG 150 saat içinde, yani 29 Ekim akşamına
kadar 32 km güneye çekilecek. Yani bu alanda; Fırat’ın
doğusunda “Barış Pınarı Harekatı” alanı dışındaki
Rojava topraklarında 30 km güneye çekilecek. Bu konuda henüz bir
açıklama yok. Geçilme durumunda Rojava devrimi zemininden,
yeşerdiği topraklardan kopartılmış olacak.
6.
“Münbiç ve Tel Rıfat'tan bütün YPG unsurları silahlarıyla
birlikte çıkarılacaktır.”
Faşist,
sömürgeci diktatörlük Menbic ve Tel Rıfat’ı işgal etmeyi çok
istedi. Ama Rusya ve İran faktöründen dolayı Tel Rıfat’ı, ABD
faktöründen dolayı da Menbiç’i işgal edemedi. Bu alanlarda
Rusya-Suriye güçlerinin varlığını Erdoğan hazmetmek zorunda
kaldı. Ancak, YPG/SDG’nin bu alanlardan da çekilmek zorunda
kalması, buralarda devrimin tasfiyesinden başka bir anlama gelmez.
7.
“Her iki taraf terörist unsurların sızmalarının
önlenmesinin temini için gerekli tedbirleri alacaktır.”
Her
iki tarafın terörist anlayışı farklı olduğu için bu maddenin
uygulaması nasıl olur, bu belli değil.
8.
“Mültecilerin güvenli ve gönüllü şekilde geri dönüşlerini
kolaylaştırmak maksadıyla ortak çalışma yapılacaktır.”
Diktatör
Erdoğan, bu maddeye dayanarak işgal alanlarına altyapı hizmetleri
sunarak Türkiye’deki mülteci konumunda olan Suriyelileri bu
alanlara yerleştirmek ve böylece demografik yapıyı değiştirmek
istiyor. Bunun ötesinde, yoğun Türkmen göçüyle de yeni bir
koridor oluşturma niyetindedir.
9.
“Bu muhtıranın uygulanmasını gözetmek ve koordine etmek
amacıyla müşterek bir denetim ve doğrulama mekanizması ihdas
edilecektir.”
İşlerlik
kazanması durumunda Rus-Türk koordinasyonu Rojava devriminin
tasfiyesini kontrol etme koordinasyonu olacaktır. Ne yani
ortaklaştırılmış bir harekat merkezi kuracaksın ve
“mutabakat”ın yerine getirilip getirilmediğini kontrol
edeceksin. Bu arada YPG/SDG’nin 30 km güneye çekilip
çekilmediğini de kontrol edeceksin.
10.
“Taraflar
Astana Mekanizması çerçevesinde Suriye ihtilafına kalıcı bir
siyasi çözüm bulunması amacıyla çalışmalarını sürdürecek
ve Anayasa Komitesi'nin faaliyetlerini destekleyecektir.”
Bakalım
Türkiye, anayasa komitesinden şimdiye kadar dışladığı Kuzey ve
Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ni “mutabakat”ı
uygulama sürecinde de dışlayabilecek mi?
Türkiye-ABD
mutabakatına uyacaklarını açıklayan Kuzey ve Doğu Suriye
Demokratik Özerk Yönetimi’nin bu mutabakat hakkındaki tavrı
henüz açıklanmadı; kabul edip etmeyecekleri henüz belli değil.
Ancak “Yeni Yaşam” gazetesindeki (24 Ekim 2019) bir habere göre
“Rusya,
Soçi’de varılan mutabakat kapsamında Kürt güçlerin,
Suriye-Türkiye sınırına yakın bölgelerden çekilmeye
başladığını söyledi. Bu arada Rus askeri polisi, Kobani’deki
hakim bir tepeye konuşlandı”.
Rusya-Türkiye
arasında imzalanan bu “mutabakat”, Rojava devriminin tasfiyesi
için atılan ikinci adımdır; oyunun ikinci perdesidir.
Böylece,
bu iki adımla Rojava devrimi, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu,
elele veren emperyalist ülkeler (Rusya ve ABD) ve bölgesel güç
olarak Türkiye tarafından tasfiye ediliyor.
Nasıl
ki, ABD-Türkiye arasındaki “mutabakat” tam bir teslimiyeti
dayatmışsa, Türkiye-Rusya arasındaki “mutabakat” da tam bir
teslimiyeti dayatıyor.
Efrin’n
işgaliyle bu kantonda devrimin üstyapısı tamamen tasfiye edildi.
ABD-Türkiye ve Rusya-Türkiye mutabakatlarıyla da diğer iki
kantonda devrimin üstyapısı, askeri gücü, demokratik kurumları,
eğitimi sistemi, sağlık sistemi, asayişi, savunması tasfiye
ediliyor.
ABD,
Türkiye’yi kaybetmemek, Rusya da Türkiye kazanımını
pekiştirmek için Rojava devriminin tasfiyesinin yolunu açtılar
(Efrin) ve bizzat katıldılar (Türkiye-ABD ve Türkiye-Rusya
mutabakatları).
30
km’nin ötesi ne kadar Kürdistani’dir, bunu bilmiyorum. Kürt
özgürlük hareketi, 30 km güneye sürülmekle mücadele zemininden
ne kadar kopartılmış olacak, bunu da bilmiyorum.
Bildiğim
tek şey, sahada görüldüğü kadarıyla ABD-Rusya ve Türkiye
elele vererek Rojava devrimini tasfiye etmişlerdir.
Her
iki “mutabakat” Suriye eksenli rekabette güç dengesini
değiştiğini göstermektedir. Suriye alanında Amerikan
emperyalizminin etkisi görece azalmaktadır. Rojava devrim güçleri
ve yapılanması şimdilik etkisiz hale getirilmiştir. Bunda
Türkiye kadar Amerikan emperyalizminin ve Rus emperyalizminin payı
vardır. Türkiye soruna “beka” derken, ABD ve Rusya küresel
rekabetin bir ayağı olarak Rojava devriminin tasfiyesine önayak
olmuşlar, bizzat katılmışlardır.
Rojava
devriminin tasfiyesinde jeopolitik rekabet belirleyici neden
olmuştur; bölgemizde ABD, Rusya, Türkiye arasındaki küresel,
Türkiye açısından bölgesel rekabetin ortaya koyduğu gerçeklik
budur.
Devam
edecek:
FAŞİST
DİKTATÖRLÜĞÜN ROJAVA “SEFERİ” SONUÇLARI - SURİYE
SAHASINDA JEOPOLİTİK OYUNLAR VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN ULUSAL
GÜVENLİK KONSEPTİ