ELELE
VERİP ROJAVA DEVRİMİNİ TASFİYE EDİYORLAR
OYUNUN
BİRİNCİ PERDESİ: ABD - TÜRKİYE “MUTABAKATI”
(ROJAVA’YI
İŞGAL ETME GİRİŞİMİ TÜRK BURJUVAZİSİNİN YENİ
ULUSAL GÜVENLİK KONSEPTİ’NİN
BİR SONUCUDUR)
9
Ekimde başlayan Rojava’yı işgal girişimi ABD heyetinin
Türkiye’ye gelmesi ve yapılan görüşmeler sonucunda süresi 5
gün ile sınırlanan ve 22 Ekim akşamı sonlanacağı söylenen
“ateşkes” ile durdu. Faşist diktatörlüğün “ateşkes”i
kabul etmesinin nedenleri ayrı bir yazanın konusu olacak. Burada,
“ateşkes” vesilesiyle üzerinde durulması gereken, bu
“ateşkes”in Suriye’de nüfuz alanlarının paylaşılmasında
ve Rojava devriminin tasfiyesinde bir ara “çözüm” olduğudur.
ABD-Türkiye arasında imzalanan “mutabakat”ın temel özelliği,
ABD’nin varılan anlaşmanın geçerli olduğu alanda üslerin
kapatması ve askerini çekmesidir. Anlaşmanın diğer bir temel
özelliği de Rojava devrimine teslimiyet dayatmasıdır. Anlaşmanın
başka bir temel özelliği de ABD’nin yaptırım tehdidinin boşa
çıkmış olmasıdır. Söz konusu 13 madde, faşist diktatörlüğün
işgalini “güvenli bölge” adı altında meşrulaştırıyor ve
SDG-YPG’nin “ağır silahlarını toplamasını ve
tahkimatları ile tüm muharip mevzileri kullanılamaz hale
getirmesini” şart koşuyor. Bu, Rojava devriminin
tasfiyesinden başka bir şey değildir.
Bu
“mutabakat”, Rojava devriminin tasfiyesi için ABD-Türkiye
arasında atılan ilk adımdır; oyunun ilk perdesidir. İkinci adım
da muhtemelen 22 Ekimde Rusya-Türkiye (ve Suriye) arasında Soçi’de
atılacak. Bu da Rojava devriminin tasfiyesi için atılan ikinci
adım olacak; oyunun ikinci perdesi. Rusya ile “Fırat’ın
Doğusu”nda geriye kalan alan üzerine pazarlık İdlib sorununun
nasıl çözüleceği üzerine yol gösterici olacaktır aynı
zamanda.
Böylece,
bu iki adımla Rojava devrimi, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu,
elele veren emperyalist ülkeler (Rusya ve ABD) ve bölgesel güç
olarak Türkiye tarafından tasfiye edilmiş olacak.
Söz
konusu “mutabakat”ın 7., 9., 10. ve 11. maddeleri ABD-Türkiye
açısından sorunun ne olduğunu yeteri kadar açıklıyor:
7.
maddeye göre “Türk tarafı Türk kuvvetleri tarafından
kontrol edilen güvenli bölgedeki tüm meskun mahal (güvenli bölge)
sakinlerinin dirliği ve güvenliğini sağlayacağını taahhüt
eder, sivillerin ve sivil altyapının zarar görmemesi için azami
dikkati göstereceğini vurgular.”
Böylece
işgal edilen alan “güvenli bölge” ilan ediliyor; işgal
meşrulaştırılıyor ve işgalci güçlerin burada varlığı ve
kalıcılığı tanınmış oluyor.
9.
maddeye göre “Her iki taraf Türkiye’nin, YPG ağır
silahlarının toplanması ve YPG tahkimatları ile tüm muharip
mevzilerinin kullanılmaz hale getirilmesi dahil, milli güvenlik
kaygılarının giderilmesini teminen bir güvenli bölge
kurulmasının devam eden önemi ve işlevselliğinde mutabık
kalır.”
Bu
maddeye göre devrim güçleri, Rojava devrimi, savunma imkanlarından
mahrum kılınıyor; devrimin resmen tasfiyesi talep ediliyor.
10.
maddeye göre “Güvenli bölge, evvelemirde Türk Silahlı
Kuvvetleri'nin kontrolünde olacak ve her iki taraf,
güvenli bölgenin her veçhesiyle uygulanmasında eşgüdümü
artıracaktır.”
Bu
madde, işgal bölgesinde hakimiyetin TSK’nın, dolayısıyla
faşist
diktatörlüğün elinde olduğunu kabul ediyor.
11.
maddeye göre de “Türk tarafı Barış Pınarı Harekatı’na,
güvenli bölgeden YPG’nin 120 saat içinde geri çekilmelerini
teminen ara verecektir. Barış Pınarı Harekatı, bu geri
çekilmenin tamamlanmasını müteakip durdurulacaktır.”
Bu
madde de YPG’nin kendi ülkesinden çıkmasını, güneye, Suriye
içlerine doğru çekilmesini talep ediyor.
Burada
söz konusu olan, tam teslimiyettir, Rojava devriminin tam bir
tasfiyesidir veya paramparça edilmesidir.
Bu
işgal girişimiyle Suriye eksenli rekabette güç dengesi de
değişmiştir. Türkiye’den herkes (ABD, Rusya), kendi işine
gelen bir ilerleme istiyor. Aynen daha önceki işgallerde olduğu
gibi. Bu sefer kantarın topuzu Türkiye lehine biraz fazla kaçtı!
Amerikan emperyalizmi, diktatörün dayatması ve AB’yi kapıları
açarım tehdidiyle kendi aleyhine, işgal girişimi karşısında
nispeten hareketsiz bıraktı. Söz konusu 13 maddelik “mutabakat”,
AB’nin suya sabuna dokunmaya çıkışları bunun açık ifadesidir
Şüphesiz
ki, bunda, Türkiye’nin ABD ve AB ile boy ölçüşecek güce sahip
olduğu değil, coğrafyanın jeostratejik gücü bağlayıcı bir
rol oynamıştır. Bu coğrafya, sürekli tekrar ettiğim gibi
“belalı” bir coğrafyadır. Dünya jeopolitiğinde vazgeçilemez
bir alandır. Dünya hakimiyeti peşinde olan emperyalist ülkelerin
bu hakimiyeti sağlayabilmek için öncelikle göz diktiği bir
coğrafyadır. Kuzeyden güneye, doğudan batıya veya tersi geçişin
kavşağıdır. ABD, Türkiye’ye bu gözle bakmaktadır ve
Türkiye'nin Rusya ile son dönemdeki gelişen ve derinleşen
ilişkileri göz önünde tutulursa böyle bir alanı rakibine
kaptırmamak için bu işgal sorununda adeta çaresiz kalmıştır.
Aynı
şekilde Rusya da bu coğrafyayı kendi hegemonya mücadelesi için
kullanmak isteyecektir. O da Türkiye’ye ABD’nin baktığı
jeopolitik gözle bakmaktadır. Türkiye de bu her iki güç
arasındaki bölge ve kendisi üzerine rekabet ve çelişkilerden
yararlanıyor. Bu coğrafya bize bunu öğretiyor.
Rojava
devriminin tasfiyesinde jeopolitik rekabet belirleyici neden
olmuştur; bölgemizde ABD, Rusya, Türkiye arasındaki küresel,
Türkiye açısından bölgesel rekabetin ortaya koyduğu gerçeklik
budur.
Açık
ki, hesap Kürtlere, Rojava devriminin güçlerine, bu devrimi
destekleyen uluslararası dayanışmaya sorulmadan yapıldı. Bunun
böyle olduğunu çekilmiyoruz diyerek bu “mutabakat”ın geçerli
olmadığının açıklanmasından, direnişin devamından,
uluslararası dayanışmanın gücünden anlıyoruz.
Faşist
diktatörlük en modern silahlarını kullanarak saldırdı ve
beklemediği bir direnişle karşı karşıya kaldı.
Bu
ruh bize umudun ABD , Rusya ve Esad rejimi olmadığını, sadece ve
sadece direniş olduğunu göstermektedir.
Unutmadık...Önce
bijî Obama, sonra bijî Trumpf dedirtmeye çalıştılar... Şimdi
de bijî Putin, bijî Esad dedirtmeye çalışıyorlar...
Denmediği
içindir ki, Rojava devrimi muzaffer oldu...
Devam
edecek: OYUNUN İKİNCİ PERDESİ